Tasavvuf Farz Mıdır?

omer_ömer

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
21
Tepkime puanı
9
Mesaj sahibi olan kişi, Allah'ın varlığına maddeci ilmi ile inanıyor denilemez, çünkü ilim ile bir şey sadece bilinir veya bilinebilir. İnanmak bir tercihtir. İlim, inanmak fiili için değil, bilmek fiili için kullanılır. Kişiler neden Allah'ın varlığına inanmayı tercih ediyorlar denilirse, sebebi dolaylı deliller yüzündendir. Mesela, Kur'anı-Kerim kitabının insanlar tarafından yazılmış olamayacağının içindeki edebî üslubun insanlarınkinden tamamen farklı olması ve o güne kadar hiç rastlanmamış olan hürufu mukatta denilen esrarengiz bir edebî özelliğin olması, doğruluğu çok sonradan anlaşılan bazı maddî gerçeklerden o zamanlarda bahsetmesi ki; o devirde bunların bilinmesi imkânsızdı, ve "vahiy" denilen doğaüstü bir iletişim ile Peygamberin ağzından insanlara nakledilmesinin tarihi kayıtlarla sabit olması ve Peygamberin sadece kendine mahsus olan meşakkatli gece ibadetini sürdürmesi sayılabilir. Öte yandan Evrenin büyüklüğü ve ondaki düzenin, basit tesadüflerle açıklanamayacak kadar karmaşık olması da yine dolaylı olarak Allah'ın varlığını işaret etmektedir.
Arkadaşım.. İnancın görünen (bedensel yapılan) yanı olduğu gibi görünmeyen yanının da (gayb) olduğunu ifade etmek istedim. Maneviyat yönündeki sorulara, madde aleminde yaşanan fizik, kimya, biyoloji ve dahası ile cevap vermeye çalışan arkadaşa, görünürde olmayan, ''gayb'' alemine inancını, ''gayb'' alemini kabulünü anlamak istedim.

İslam inancının madde ile ilgisi ne kadardır.? İslam 'ı, iman ve ibadetler yönünden, fizik, kimya, biyoloji ve hangi ilim ile olursa olsun açıklar mısınız.? İlim inanmak için değil, bilmek için kullanılır diyorsunuz.! Aksini mi iddia etmişim.?

"Evliya" kelimesi Arapça olup çoğul bir kelimedir, tekili "Velî" kelimesidir. Türkçe karşılığı ise "Allah dostları" olarak belirtilmektedir. Benzer şekildeki çoğul-tekil olan birkaç Arapça kelime örneği: Ervah-Ruh, Eşya-Şey, Envar-Nur.

Allah dostları terimi ile anlatılan durum, elbette insanların birbirleri ile dost olması durumundaki anlamdan farklı bir durumu ifade ediyor. Bunun açıklaması kısa olmadığı için, ayrı bir konu açılıp orada anlatılabilir.



Her şeyi açıkça bildirmemiştir, itikadî esasları bildirmiş ve amelî esasların bir kısmını bildirmiştir, onun için Peygamber, kendisine iletilen, mesela abdestin ve namazın şartlarını tatbik ederek göstermiştir. Bu gibi ayrıntılar Kurân-ı Kerim'de ele alınmamıştır.
Evliya kelimesinin karşılığı dost demek değildir. Hz. Allah, ötekileştirmez, ayrıştırmaz.. Dost kelimesinin karşıtı, düşman 'dır. Nasıl olur da Evliya kelimesinin karşılığını dost diye ifade edersiniz.? Bazı kimseler Allah 'ın dostu da, diğerleri düşmanı mı.?

Hz. Allah Kuran 'da ; Peygamber, Resul, Elçi, Uyarıcı, Evliya, Veli, Mürşit, Yol gösterici gibi ifadeler kullanıyor. Sizce bunlardan hangisi dost kelimesini kapsıyor.?

Hz. Allah buyuruyor ki;

''Dikkat et.! Evliyama korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de''.! (Yunus 62)

Onlar iman etmiş, takvaya ermiş olanlardır.! (Yunus 63)

Onlar için dünya hayatında da, ahirette de ''Müjde'' vardır. Allah 'ın buyruğunda asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir.! (Yunus 64)

Evliya kelimesine dost diye mana verdiğiniz zaman, Hz. Allah 'ın, Ehli Kitap için buyurduğu ayetlerinin bir çoğunun manası 180 derece değişmekte. Hz. Allah Kuran 'da Evliya kelimesini, kendimize seçmemiz gereken, uyarıcılar, yol göstericiler, himaye edenler manasına kullandığı halde, sizler Evliya 'ya dost dediğinizde, ''Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin'' diye bir ayet karşımıza çıkıyor.

Hz. Allah Kuran 'da dost kelimesini Hz. İbrahim için kullanmıştır. O kelime de dost değil, ''Halil'' dir.

Sözlükte Halil : Arapça kökenli bir isim olup, "arkadaş", "dost", "samimi ve yakın arkadaş" anlamlarına gelir.

Yani sonuç : Evliya = Evliya 'dır..
 

Rhodium

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
6 Eylül 2023
Mesajlar
30
Tepkime puanı
10
Hangi sözünü düzelteyim bilmiyorum ama en önemlilerini düzelteyim yeter..

Tüm insanları bildiğini, Peygamber Efendimizin bildiği karşısında okyanusta bir damladır.. Peygamber Efendimizin bildiği ise Allah'ın ilmine göre okyanusta bir damladır.. [Cümlenin doğrusu bu şekilde olmalıdır.]

Onlar o kimselerdir ki, gayba inanırlar Bakara 3

Demek ki imanın temeli, gayba inanmaktır.. Gözün gördüğü şeye iman denilmez.. Eğer öyle olsaydı, ölüm anında (gayb perdesi açıldığında) iman ediyorum diyenlerin imanları da geçerli olurdu.

Bir kimsenin aklı kadar imanı, imanı kadar da aklı bulunur. Cüz'i akıl herkeste olan (minimum) akıldır. Kişinin imanı arttıkça bu cüz'i akıl, külli akla yaklaşır. Kişi Külli akla ne kadar yaklaşırsa, o kadar her şeyi net görmeye başlar..


Akıl ikiye ayrılır. Biri aklı maaş diğeri ise aklı maad.. Aklı maaş günlük yeme içme, hayatta kalma, cinsi arzular gibi hayvanlarla müşterek olduğumuz akıldır. Aklı maad ise sadece iman ehlinde imanı ölçüsünde kendisinde bulunan akıldır. Ateist bir insana bir şey anlatılamaması o kişinin aklı maad'dan yana yoksun olmasından dolayıdır.. Yoksa o kişinin aklı maaş yönünden hiç bir eksikliği bulunmamaktadır..

İmanı bir ışık kaynağına benzetirsek, onun nurunu da aklı maada benzetebiliriz. Kişinin bu nur ile gördüğü alan da aklı maad (imanı) ölçüsündedir.. Kimisi bu nur ile bir metre ötesini görebilir, kimisi 10 metre ötesini, kimisi 100 metre ötesini, kimisi 1000 metre ötesini, kimisi dolunayın aydınlatması gibi, kimisi de güneşin aydınlatması gibi.. İşte iman artmaz ve eksilmez ama imanın nuru artar veya eksilir denilmesi bu yüzdendir.


Allah c.c bize yok olacak olana değil, baki olan şeye sarılmamız gerektiğini buyurmuştur. Allah'ın bizden istediği ilim, marifetullah'tır.. Allah'ı ne kadar tanıyor ve biliyorsan, Allah indinde o kadar değerlisindir.. Eğer fen bilimleri değerli olsaydı, o zaman fenciler Allah'ın en sevdiği (Evliya) kimseler olurdu..
Muhafazakar, görüşlerde insanlarda genelde bir saygı vardır. Ve bu saygı neticesinde de düşüncelerinize itiraz pek az edilir.

Ben biraz yenilikçi insanım ve düşüncelerim size garip gelebilir. Yada eleştiriyorsam buna alışık olmayabilirsiniz. Lütfen dikkate alın, zira ben öyle baş sallayanlardan, dinliyormuş gibi görünenlerden, değilim. Size sadece farkındalık sağlamak istiyorum.

Size kedi ve insan örneklerini verdim. Bir kedinin inanabilme yeteneği olduğunu anlattım. Kediyi kandırabiliryoruz. Ve kedinin aklı olmadığını da biliyorsunuz. Ama Hz. Süleyman Kuranda ki kıssalarını okursanız, orada hayvanların dile gelse melekler gibi bir önceden içlerinde bir iman olduğunu anlayabilirsiniz. Buradanda aslında Allahı bilmeyen cahilin hayvanlar alemi değil insanoğlu olduğunu görebilirsiniz. İnsanoğlunun da hayvanlardan farkının akıl olduğunu gözlemleyebilirsiniz.

Ben demiyorum ki Allaha inanç olmaz, gayb yoktur, veya gayba inanç olmaz. Hepsi vardır. Ben demiyorum ki sizin de söyledikleriniz yalandır yanlıştır, siz doğru söyleyenlerdensiniz. Allah sizden razı olsun..

İmanlı insan Allaha inanır da diyorum. Ama imanın tanımı bakara 3 den bağımsızdır. İmanın tanımı akıl erdirmedir diyorum.

Bakınız İslam metaryalist ve mantık içeren bir dindir. Tüm bu mantık aklımızın takip edebileceği bir harita ile Kuranda vardır. Ve Hz. Muhammed (sav) bizi kılavuz edip sünnet ve hadislerle yol göstermektedir. İşte bütün bunların hepsi ahirette değil Dünyada dır.

Siz, İstanbulun fakir mahallerine cennetten meyveler veremezsiniz. Öldükten sonra çimenlerin üstünde namaz kılamazsınız. Ahiret meydanında bir ağaç gölgesinde Allahı düşünemezsiniz.

Gayb dediğiniz, ilim diyerek içini doldurduğunuz, baki dediğiniz tüm bu şeyler sizin zamanı geldiğinde yaşayacaklarınızdır evet... Ama Peygamber efendimiz size ahiret için elçi olmuyor dünya hayatınız için elçi oluyor dikkatli düşününüz.

Yine Ancak!

Sizi, organlarınızı, yaşadığınız bu dünyayı, doğa kanunlarını, yer çekimini, avagadro sayısı kadar atomları, DNA yı VS. Size bu hayatı yaratan Allahtan başka bir şey mi? De yüz çeviriyorsunuz!

Bilmediğin ve bilemeyeceğin Ancak Allahın bildiği ve bize gelecekte göstereceği ahiret yurdunu ihmal etme. Namaz kıl, oruç tut kardeşim.

Ama

Allahın bu dünyayı yaratırken ortaya koyduğu suyu, hücreyi, canlılığj, hayatı fen bilimlerini bu kadar küçümseme. Sen Allahın yarattığı nerede yaşıyorsun? Bir gizemin içinde misin?

Nasıl oluyorda mitakondiriyi ribozomu bilmeden Allahı bileceksin? Marifetullah İlmi diye söylüyorsun, dikkatli bak: Gnostik hristiyanların düşüncelerine ne kadar da benzerdir.

Fenciler, tabiki Allahın en sevdiği Evliyalar dır. Evliya kovelent bağı bilen insandır.
 

Rhodium

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
6 Eylül 2023
Mesajlar
30
Tepkime puanı
10
Bambaşka bir alemdesiniz. Akıl, mantık, bilim..!

Hayatta en hakiki ''MÜRŞİT'' ilimdir. İlim ise ''Allah 'ı bilmektir''..!

Sizin, çok çok övdüğünüz ilim, bilim ve mantık, Allah 'ın varlığını bilmeye muktedir değildir. Yalnızca ve sadece, varlığını kabullenebilir. Bu kabullenme ise, Allah 'ın, ''bilinmekliğimi murat ettim'' hitabının tamamen dışında kalır.

Daha evvel de ifade etim.! Hac, Namaz, Oruç, Zekat, Kelime-i şehadet 'i varlığına çok güvendiğiniz ilimle, akıl ve mantıkla açıklayın istifade edelim. Haccetmenin gayesi nedir.? Namazın amacı nedir.? Oruç, Kurban ibadeti ne maksatla yapılır.?

Hele ki imanın zirvesi olan ''Kelime-i şehadet''..! Bahsini ettiğiniz akılcılıkla Allah 'ın varlığına ve birliğine, Meleklerine ve Kitaplarına, Peygamberlerine, kader ve kazanın Allah 'tan olduğuna, ahiret hayatına, öldükten sonra dirilmeye nasıl bir imanınız var.?

Anladık, Tasavvuf karşıtısınız, yine anladık ki, ilim sizin tek tutunduğunuz dal. Öyle ise Hz. Allah 'ın insana bahşettiği subuti sıfatları ki;

Hayat (Allah 'ın belirlediği bir ömür)
İlim (Allah 'ın insana bahşettiği ilim) (çok övündüğünüz ilim)
Semi (Allah 'ın insana bahşettiği işitme)
Basar (Allah 'ın insana bahşettiği görme)
Tekvin (Allah 'ın insana bahşettiği ortaya çıkarma, oluşturma)
Kelam (Allah 'ın insana bahşettiği konuşma)
İrade (Allah 'ın insana bahşettiği dilemek, istemek) yani tercih
Kudret (Allah 'ın insana bahşettiği güç kuvvet)

Bu sıfatlar, insandan geri alındığında sende kalan, akıl, mantık, ilim..! Nerede.?

Hz. Allah Külli iradenin sahibi iken, insanı yarattı ve cüz-i irade bahşetti. İnsanoğluna verdiği subuti sıfatları, kulun günlük yaşantısını, yani kulluğunu idame ettirebileceği kadar, inanç ve imanına yetebilecek kadar bahşedilmiştir.

Şöyle bir kıssa vardır; Zamanın kadısı, kendinde olan ilimle öyle kibirli, öyle bir benlik içerisindeymiş ki, Hal ehlinden birisi sormuş;

Yere bir daire çizmiş ve, ''Haşa, olmaz ya, Allah 'ın ilmi şu çizdiğim daire kadar desek, peygamber efendimizin ilmini de Allah 'ın ilmi yanında olmaz ya, bir nokta ile belirlesek''..! Şimdi bana söyler misiniz.? Peygamberimizin ilmi, Allah 'ın ilmi karşısında bir nokta ediyorken, sizin ilminiz noktanın neresinde.?

Allah diyorsunuz, ayet yok..! Peygamber diyorsunuz, hadis yok, sünnet yok, bir çok şey yok.!

İlminizi söyleyin bre kardeşim.! Hangi ilimden bahsediyorsunuz ve ilminiz nereden.?
Bakınız Allahı bilmek, zaten iman etmektir. Ve iman Allaha akıl erdirmektir diyorum. Bu konuştuğumuzun bilim ile ilişkisi yok. Hz. İbrahim kıssaları var. Orada aklı kullanmakla ilgili çok misalller var. Allahı bilmek ayrıca ilimle, yeterlilik ve alimlik, güçlü olmak, gibi şeylerin ifadesi değildir. Sadece bilirsin yalın ve net bilirsin.

Bakınız bilim, bir şeyleri açıklamanın yolu metodu haritası değildir. Örneğin namaz astroloji ile açıklarsak balık burçları daha fazla namaz kılar gibi bir düşünce yapısında olmayız öyle değil mi?

İslam sade, yalın, anlaşılabilir bir dindir. Minimalisttir. Namaz bir ibadettir. Allah namaz kılmamızı İstiyor ve doğru kılmamızı istiyor. Bu kadar bitti. Bizden Namaz ile ilgili ansiklopedi yazmamızı onu xxxx bir şeyle açıklamanızı istemiyor.

Yaşam, dil, düşünce ve her şey bilimden bağımsız değildir. Burada bu yazılanları okuyan gözlerinizin hareketleri binlerce reaksiyon ve hücresel işlev ve elektron transferi ile olur.

Siz kendi kafanıza göre "abc" İlmi diye bir şey ortaya atıp, ondan sonra "xyz" yi onunla açıkladım deyip abc yi en kuvvetli şey sanabilirsiniz. Örneğin, Hadis İlmi ile insan iradesini açıklayabilirsiniz. Ama nefes almaya oksijen alıp atp sentezine devam edersiniz. Ve sizin bu açıklama çabanız sürecinde bilimsel işlev devam eder.

Gerçek te de Hadis diye bir ilim yoktur. Hadis İlmi denilen şey aslında Peygamberimiz öldükten sonra ortaya konulmuş insan çabasıdır. (buradan hadislere veya hadisçilik sıfatlamasına karşı olduğumuz anlaşılmasın) m. Ö. 500 yılında Peygamber efendimiz yoktu ve hadisleri söylememişti. Ama fotosentez devam ediyordu.

İlminiz nereden diyorsunuz bu oksijeniniz nereden demek gibi bir şey marstan... Bilim yaşamımızın her şeyinde bizi çevreler böyle yaratıldık.
 

Intruder

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
23 Haziran 2023
Mesajlar
88
Tepkime puanı
16
Türkçe kökenli olmayan o kelimenin aslının, sizin belirttiğiniz gibi olduğuna dair bir bilgiye henüz rastlamış değilim.



https://www.reddit.com/r/Sikh/comments/vsn3l0

Sanırım bu kadar yeter.. Sözlerin yazılışlarından ziyade o sözlerin ihtiva ettiği manaları ile ilgilenirseniz çok daha iyi olur.

(1) Yanlış zanda bulunmaktasınız, hiç öyle bir şey aklıma gelmiş bile değildir.
Bu bir zan değil zandan öte bir bilgidir. Bir insan kendisini yanlış olan şeyi görmeye odaklandırmışsa mutlaka o yanlış (!) olan şeyi görecektir. Bu, kelimeleri doğru yazıp yazmamamdan ziyade sizin sürekli karşı tarafın yanlışlarını bulma eğiliminde olduğunuzdan kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda bu sözlerin ihtiva ettiği manalarından çok onların kalıplarıyla ilgilendiğinizi de göstermektedir. (İnsanların yanlışlarına değil de onların doğrularına odaklanırsanız bu huyunuzu bırakabilirsiniz.)

(1) Zannettiğiniz gibi bu ayetler açık ve net değildir, o yüzden tevil edilmek zorunda kalınmıştır.
Allah kendisi için yerlerin ve göklerin nuruyum demişken siz hayır Allah bunu o anlamda söylememiştir diyorsunuz. Ehli sünnet inancına göre müteşabih ayetler olduğu gibi kabul edilir ve onun üzerinde hiç bir tevil yapılmaz. Siz tevil işlemi yaparak hâşâ Allah'ın sözüne muhalefet ediyorsunuz.. Allah yerlerin ve göklerin nuru olamaz demeye getiriyorsun.

"Zamana sövmeyin, çünkü zaman benim" şeklinde bir hadisi kutsi bulunmaktadır. Bu tür sözleri anlayamıyor olabilirsiniz ama en azından onlar hakkında konuşmayarak ileride o sözleri anlamanıza mani olmamalısınız. Bir kimse aklının ermediği bir şey hakkında ileri geri konuşursa o ilim artık o kimseye hiç bir zaman verilmez. Hatta Cennette olsa bile.. Bu nasıl olur derseniz..

Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz ayeti bunu çok güzel ifade eder. (O sözün hakikatını öğrenme isteğiniz size cennette olsa bile gelmeyecektir.)

İnsanların akıllarına göre konuşun hadisi de aslında bu minvaldedir. Çünkü kişi o aklının ermediği şeyi inkar edecek olursa, o ilmin ona hiç bir zaman verilmeyeceği içindir.

Eğer tasavvuf panteizme benzetilmiş olmasaydı bu konu hakkında tek bir kelime etmezdim.

Her bildiğimi söylediğim kanısına da varmayın. Çoğu söyleyeceklerimi yukarıdaki hadis sebebiyle söyleyememekteyim. Ayetlerin zahirini bile kabul etmekte zorlanan kimselere sırlardan bahsetmek o sırlara karşı ihanet olur.

Bu yüzden sözümü burada kesiyor ve o ayetler ile ne kastedildiğini içindeki sırlar sebebiyle gizlemek zorunda kalıyorum.
Size kedi ve insan örneklerini verdim. Bir kedinin inanabilme yeteneği olduğunu anlattım.
"Eğer hayvanlar ölüm hakkında insanoğlunun bildiğini bilselerdi, hep zayıf hayvan eti yemek zorunda kalırdınız." Hadisi şerif

Nasıl oluyorda mitakondiriyi ribozomu bilmeden Allahı bileceksin? Marifetullah İlmi diye söylüyorsun, dikkatli bak: Gnostik hristiyanların düşüncelerine ne kadar da benzerdir.
Dünyâ, geçilecek bir köprü gibidir. Bu köprüyü tamir etmekle uğraşmayın. Hemen geçip gidin! Hadisi Şerif

Burada aslolan fen bilimleri değildir. Allah'a ulaşabilmektir (marifetullah). Siz bu köprü nasıl yapılmış, bu köprüyü oluşturan maddeler nelerdir gibi köprüye dair bilgilerle uğraşırsanız o bilgiler sizin köprüyü geçmenize mani olur. Size o bilgiler gereksiz demiyorum dikkat edin. O bilgiler amacınıza ulaştırmak yerine size amacınızdan alıkoyuyorsa o ilim sizin önünüzdeki en büyük engeldir.

Sözlerimi burada bitiriyorum yani artık size cevap vermekle uğraşmayacağım.. Her yorumda ayet ve hadislerle o yazdığım şeyi delillendirdim. Yani kendi kafama göre hiç bir şey yazmadım. Hatam ve kusurum olduysa affola.. Selametle..
 

omer_ömer

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
21
Tepkime puanı
9
Bakınız Allahı bilmek, zaten iman etmektir. Ve iman Allaha akıl erdirmektir diyorum. Bu konuştuğumuzun bilim ile ilişkisi yok. Hz. İbrahim kıssaları var. Orada aklı kullanmakla ilgili çok misalller var. Allahı bilmek ayrıca ilimle, yeterlilik ve alimlik, güçlü olmak, gibi şeylerin ifadesi değildir. Sadece bilirsin yalın ve net bilirsin.

Bakınız bilim, bir şeyleri açıklamanın yolu metodu haritası değildir. Örneğin namaz astroloji ile açıklarsak balık burçları daha fazla namaz kılar gibi bir düşünce yapısında olmayız öyle değil mi?

İslam sade, yalın, anlaşılabilir bir dindir. Minimalisttir. Namaz bir ibadettir. Allah namaz kılmamızı İstiyor ve doğru kılmamızı istiyor. Bu kadar bitti. Bizden Namaz ile ilgili ansiklopedi yazmamızı onu xxxx bir şeyle açıklamanızı istemiyor.

Yaşam, dil, düşünce ve her şey bilimden bağımsız değildir. Burada bu yazılanları okuyan gözlerinizin hareketleri binlerce reaksiyon ve hücresel işlev ve elektron transferi ile olur.

Siz kendi kafanıza göre "abc" İlmi diye bir şey ortaya atıp, ondan sonra "xyz" yi onunla açıkladım deyip abc yi en kuvvetli şey sanabilirsiniz. Örneğin, Hadis İlmi ile insan iradesini açıklayabilirsiniz. Ama nefes almaya oksijen alıp atp sentezine devam edersiniz. Ve sizin bu açıklama çabanız sürecinde bilimsel işlev devam eder.

Gerçek te de Hadis diye bir ilim yoktur. Hadis İlmi denilen şey aslında Peygamberimiz öldükten sonra ortaya konulmuş insan çabasıdır. (buradan hadislere veya hadisçilik sıfatlamasına karşı olduğumuz anlaşılmasın) m. Ö. 500 yılında Peygamber efendimiz yoktu ve hadisleri söylememişti. Ama fotosentez devam ediyordu.

İlminiz nereden diyorsunuz bu oksijeniniz nereden demek gibi bir şey marstan... Bilim yaşamımızın her şeyinde bizi çevreler böyle yaratıldık.
Allah 'a inanmak farklıdır, Allah 'ı bilmek farklıdır. İnanmak, sadece Allah 'ın varlığını kabuldür. Bilmek ise, ''eşhedü enlailahe illallah'' ın manasını idrak etmektir, yaşamaktır. Bilmek, Allah 'ın varlığının şahidi olmaktır, inanmak değil.

-Hayat (Allah 'ın belirlediği bir ömür)
-İlim (Allah 'ın insana bahşettiği ilim)
-Semi (Allah 'ın insana bahşettiği işitme)
-Basar (Allah 'ın insana bahşettiği görme)
-Tekvin (Allah 'ın insana bahşettiği ortaya çıkarma, oluşturma)
-Kelam (Allah 'ın insana bahşettiği konuşma)
-İrade (Allah 'ın insana bahşettiği dilemek, istemek) yani tercih
-Kudret (Allah 'ın insana bahşettiği güç kuvvet)

Hz. Allah 'ın subuti sıfatlarının insanlığa verilmiş olması, sizin bilim diye Allah 'ın bahşettiği ilmi yok saymanız muhaldir. Bilim mi öndedir, ilim mi.? Hangisi bir diğerine kapı açar.? Hangisi bir diğerine yol gösterir.? İlim olmadan bilimin olması mümkün müdür.?

Tahsil görmemiş bir insanın, doktor, mühendis, alim olması düşünülebilir mi.? İlim bilime kapı açar.

Bakmak ile görmek, görmek ile anlamak, anlamak ile idrak etmek farklı şeylerdir. Her bakan görmez, her gören anlamaz, her anlayan idrak edemez. Isaac Newton yer çekimini fark ettiği zaman, uzayda yer çekimsiz bir alem olduğunun bilincinde değildi. Yer çekimi kanunu diye adlandırılan bu hadise, Isaac Newton fark etmeden evvel de vardı ve bu Allah 'ın ilmi idi.

Bu ilmi yokmuş gibi gösterip, bilim ile her şeyin izah edilebileceği düşüncesi, Hz. Allah 'a noksan sıfat isnat etmek olur. Şayet Allah 'ın yüceliğinin gerçek manada şahidi olsa idiniz, bahşedilen bu sıfatları yokmuş gibi pas geçerek, işi sadece bilime bağlayamazdınız.

Gayb 'ın anahtarları, O 'nun yanındadır, onları O 'ndan başkası bilmez. Karada ve denizde olan her şeyi bilir. Düşen bir yaprak, ki mutlaka onu bilir, yerin karanlıkları içinde gömülen dane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir Kitapta olmasın. (En'am suresi 59)

Gerçekten de düşündürücü.. Onca yazdığınız satırlar içerisinde, ayetlerden bahsetmiyor olmanız düşündürücü.!

Hz. Allah yoktan var edendir. Tüm alemleri nizam ve intizama sokandır. Tertip, taktir, tanzim O 'nun dur. Her şeyi belirli bir zaman, belirli bir ölçü, belirli bir şekilde yaratan O 'dur.

Alemde, görülen, görülmeyen her şeyi yaratan, yaşatan, rızıklandıran, öldüren, tekrar dirilten, O 'dur. Her şey O 'nun fiili sıfatlarının tenezzülen zuhuru olup, izafidir, mecazidir, bi-zatihi değildir.

Biri tatlı ve susuzluğu giderici, diğeri tuzlu ve acı olan iki denizi karışacak şekilde salıveren ve ikisi arasına bir engel, aşılmaz bir perde koyan O’dur. (Furkân suresi 53)

Hz. Allah Kuran 'da, iki deniz arasına, tatlı ve tuzlu suyu birbirine karıştırmayacak bir perde, aşılmaz bir engel koyduğunu ifade ediyor. Allah 'ın vermiş olduğu bu bilgiyi, Allah 'ın vermiş olduğu ilim olmadan, günümüz bilim ve teknolojisi ile buyurun izah edin.

Sizin bilim diye üzerine basa basa bahsettiğiniz bilim, Allah 'ın tüm alemlere indirmiş olduğu kitapları, göndermiş olduğu peygamberleri vasıtası ile, özde bilgisi verilmiş olan ve gerçek ilmi Hz. Allah 'a ait olan hadiselerdir.

Yani, elinize önceden doneleri verilmiş. Hz. Allah, Nuh a.s 'a gemi yaptırdığını, bu geminin içerisine her çeşitten hayvan aldırdığını, sular çekildiğinde geminin cûdi dağına oturduğunu malum hadise Kuran 'da bildirilmemiş olsa idi..! Hangi bilim bunu bilebilir, hangi bilim, tavuğun göğüs kafesine bakılarak geminin yapıldığını anlaya bilirdi.?

Hangi bilim, yaratılmış olan canlılara bakılarak bir şeylerin ortaya çıkarılabileceği bilincine varabilirdi.?

Hz. Allah suyu yaratmış, toprağı yaratmış.. İkisini karıştırıp çamur elde etmeyi ve kerpiç yapmayı kulun iradesine bırakmış. Asl olan bu irade de Hz. Allah 'ın insana bahşetmiş olduğu iradedir, dışında değil. Bu gün icat, teknoloji, astronomi, fizik, kimya, biyoloji, gen bilmem ne..

Her birinin ortaya çıkma sebebi, Hz. Allah 'ın iradesi, dilemesi, lütuf ve ihsanıdır. Kul kendi başına bir şeyi bilme, anlama, idrak etme yetisine sahip değildir. Allah 'ın ilmi faş olacak ve kıyamet beklenecek. Günümüzde bile hala bilinemeyen sebepler, anlaşılamayan durum ve hadiseler zuhur ederken, bilimin tek başına insana ne kadar yeterli olduğu tartışılır.

Allah 'ın insana bahşetmiş olduğu sıfatları üzerinde bir az tefekkür edin. Hele ki ''İLİM''..!
 

omer_ömer

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
21
Tepkime puanı
9
Muhafazakar, görüşlerde insanlarda genelde bir saygı vardır. Ve bu saygı neticesinde de düşüncelerinize itiraz pek az edilir.

Ben biraz yenilikçi insanım ve düşüncelerim size garip gelebilir. Yada eleştiriyorsam buna alışık olmayabilirsiniz. Lütfen dikkate alın, zira ben öyle baş sallayanlardan, dinliyormuş gibi görünenlerden, değilim. Size sadece farkındalık sağlamak istiyorum.

Size kedi ve insan örneklerini verdim. Bir kedinin inanabilme yeteneği olduğunu anlattım. Kediyi kandırabiliryoruz. Ve kedinin aklı olmadığını da biliyorsunuz. Ama Hz. Süleyman Kuranda ki kıssalarını okursanız, orada hayvanların dile gelse melekler gibi bir önceden içlerinde bir iman olduğunu anlayabilirsiniz. Buradanda aslında Allahı bilmeyen cahilin hayvanlar alemi değil insanoğlu olduğunu görebilirsiniz. İnsanoğlunun da hayvanlardan farkının akıl olduğunu gözlemleyebilirsiniz.

Ben demiyorum ki Allaha inanç olmaz, gayb yoktur, veya gayba inanç olmaz. Hepsi vardır. Ben demiyorum ki sizin de söyledikleriniz yalandır yanlıştır, siz doğru söyleyenlerdensiniz. Allah sizden razı olsun..

İmanlı insan Allaha inanır da diyorum. Ama imanın tanımı bakara 3 den bağımsızdır. İmanın tanımı akıl erdirmedir diyorum.

Bakınız İslam metaryalist ve mantık içeren bir dindir. Tüm bu mantık aklımızın takip edebileceği bir harita ile Kuranda vardır. Ve Hz. Muhammed (sav) bizi kılavuz edip sünnet ve hadislerle yol göstermektedir. İşte bütün bunların hepsi ahirette değil Dünyada dır.

Siz, İstanbulun fakir mahallerine cennetten meyveler veremezsiniz. Öldükten sonra çimenlerin üstünde namaz kılamazsınız. Ahiret meydanında bir ağaç gölgesinde Allahı düşünemezsiniz.

Gayb dediğiniz, ilim diyerek içini doldurduğunuz, baki dediğiniz tüm bu şeyler sizin zamanı geldiğinde yaşayacaklarınızdır evet... Ama Peygamber efendimiz size ahiret için elçi olmuyor dünya hayatınız için elçi oluyor dikkatli düşününüz.

Yine Ancak!

Sizi, organlarınızı, yaşadığınız bu dünyayı, doğa kanunlarını, yer çekimini, avagadro sayısı kadar atomları, DNA yı VS. Size bu hayatı yaratan Allahtan başka bir şey mi? De yüz çeviriyorsunuz!

Bilmediğin ve bilemeyeceğin Ancak Allahın bildiği ve bize gelecekte göstereceği ahiret yurdunu ihmal etme. Namaz kıl, oruç tut kardeşim.

Ama

Allahın bu dünyayı yaratırken ortaya koyduğu suyu, hücreyi, canlılığj, hayatı fen bilimlerini bu kadar küçümseme. Sen Allahın yarattığı nerede yaşıyorsun? Bir gizemin içinde misin?

Nasıl oluyorda mitakondiriyi ribozomu bilmeden Allahı bileceksin? Marifetullah İlmi diye söylüyorsun, dikkatli bak: Gnostik hristiyanların düşüncelerine ne kadar da benzerdir.

Fenciler, tabiki Allahın en sevdiği Evliyalar dır. Evliya kovelent bağı bilen insandır.

Mevlana Celaleddin-i Rum-i k.s şöyle ifade ederler ;

-Bil ki Kur’an’ın bir zahiri var… Zahirinde gizli ve pek kudretli bir de içyüzü var.

-O batınının bir batını, onun da bir üçüncü batını var ki onu akıllar anlayamaz, hayran kalır.

-Kur’an’ın dördüncü batınıysa, eşsiz, örneksiz Allah’tan başka kimse görmemiş, kimse bilmemiştir.

-Oğul, sen Kur’an’ın dış yüzüne bakma

-Şeytan da Âdem’i topraktan ibaret gördü, hakikatine eremedi.!

-Kur’an’ın zahirî, insana benzer… Sureti görünür, meydandadır da, canı gizli.!


Allah 'ın bahşettiği ilim, ''İlmi ledün'' bu. Dilediğiniz örnekleri verseniz de, bunun bir milim ötesine geçemezsiniz.
 

VOYAGER

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
8 Şubat 2024
Mesajlar
23
Tepkime puanı
3
Muhterem @Intruder, değerli katkı ve tavsiyeleriniz için teşekkürler, fakat maalesef zannederim biraz yanlış anlaşılmamdan kaynaklı değerlendirmeleriniz için bir durum tespiti yapmak isterim izninizle.

Sözlerin yazılışlarından ziyade o sözlerin ihtiva ettiği manaları ile ilgilenirseniz çok daha iyi olur.

#8 numaralı mesajınızda kullandığınız bir felsefi terimin yazılışıyla ilgilenmiş olmamın amacı sadece, ileride sizin mesajınızı okuyacak olanların o terimle ilgili daha fazla açıklama okumak için internet araması yaptıklarında o terimin Türkçe'de olmadığını görmeleri sebebiyle uğrayacakları zaman kaybını önleyip Türkçe'de kullanılan karşılığına göre arama yapmalarını sağlamak içindir. Sizin imlâ hatalarınızı bulup belirtmek, asli amacım değildir yâni zaten başta buna odaklanmış değildim. (Esasen gerçekten de sizin kullanmış olduğunuz terime, daha öncesinde hiç rastlamamıştım fakat yazılışını belirttiğim diğer terimle daha önce karşılaşmıştım.) Buna ilişkin verdiğiniz karşı cevaptaki alıntılarınız ise Türkçe internet sitelerinden değil bazı İngilizce internet sitelerinden yapılmıştır. Fakat bununla birlikte daha resmi nitelikli olan

Definition of PANENTHEISM,
https://www.collinsdictionary.com/dictionary/english/panentheism ve
Panentheism - Wikipedia

gibi bazı İngilizce sözlük sitelerinde ise gördüğünüz gibi "panentheism" yazılışı kabul edilmektedir, ve sizin alıntıladığınız "panantheism" yazılışı ile yapılan aramalar "sonuç bulunamadı" uyarısı ile reddedilmektedir. Bu İngilizce kelime ise Türkçe'de panenteizm olarak yazılmaktadır. Fakat önemli olan zaten Türkçe dilindeki aramalardır, nitekim Google arama çubuğunda "pananteizm nedir felsefe" yazdığınızda "Yazımı düzeltilmiş şu sorgu için sonuçları görüyorsunuz: panenteizm nedir felsefe" cümlesini okuyacaksınız.

Elbette asıl konu bu değildir, sadece konunun içinde geçen küçük bir ayrıntıdır ama kelimenin imlâsına değindiğim için ki, onu da sadece ileride daha sonra bu mesajınızı okuyacak olanlara kolaylık sağlamak amacıyla yapmıştım, beni amacı sadece imlâ yanlışı bulmaya odaklanmış bir editör zannetmeniz ne kadar doğrudur acaba?


Allah kendisi için yerlerin ve göklerin nuruyum demişken siz hayır Allah bunu o anlamda söylememiştir diyorsunuz. Ehli sünnet inancına göre müteşabih ayetler olduğu gibi kabul edilir ve onun üzerinde hiç bir tevil yapılmaz. Siz tevil işlemi yaparak hâşâ Allah'ın sözüne muhalefet ediyorsunuz.. Allah yerlerin ve göklerin nuru olamaz demeye getiriyorsun.

Ben bir müfessir değilim yâni tefsir usulü tahsili yapmış değilim, bu konuda sıradan bir kişiyim. Edinilmiş bilgilerimin ve bunun üzerine geliştirdiğim fikirlerimin sentezi ile, sizin itiraz ettiğiniz cümleleri sarf etmiş durumdayım. Fakat itirazınız o kadar ciddî bir seviyededir ki, âdeta Allah kelâmına itiraz ediyormuşum gibi çok üzücü bir durum tespiti yapmaktasınız. Bunun üzerine iki farklı tefsire müracaat ettim:

(1) Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an-ı Kerim - Nûr Suresi 35. Ayet Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı' ve
(2) Nûr Sûresi 35. ayeti ve tefsiri | Kuran ve Meali

Bu tefsirlere göre benim cümlelerimin yanlış olduğunu şükürler olsun göremedim. Siz de tekrardan bu tefsirlere bakabilirsiniz. Kısacası, Allah'ın kelâmına -hâşâ- muhalefet etmiyorum, âyette bir mecâz anlatım olduğunu düşündüğümü söylemiş oluyorum, tıpkı tefsirlerde olduğu gibi.

Lütfen düşünün: Yaratılmış olan âlemin içinde kendisi de yaratılmış olan ve Arapça nur kelimesi veya Türkçe'de ışık kelimesi ile ifade edilen ve öz olarak somut varlıkları aydınlatıp onları baş gözüyle görünür kılan anlamını taşıyan bir varlık yâni ışıma, bizâtihi Allah'ın Zâtı olabilir mi? Olamayacağı için evet "Allah, göklerin ve yerlerin nurudur." ama bu nur, baş gözüyle görünen alelade bir ışık değildir sonucu çıkmıyor mu acaba?

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

SON SÖZ: Konu başlığı dışında kalan ve bir âyetin tefsirinden bahsetmemize sebep olan bu tâli meselenin başlangıcı, #35 numaralı mesajınızdır ki, yanlış anlamadıysam Vahdet-i Vücud görüşüne bir delil olarak göstermeye çalışmıştınız.


Sözlerimi burada bitiriyorum yani artık size cevap vermekle uğraşmayacağım.

Vatan şâiri Namık Kemâl'in çok meşhur "Barika-i hâkikat, müsademe-i efkârdan doğar." vecizesinin sonucu, faydalı bir forumda olduğumuzu düşünmekteyim. Çünkü mesaj sahiplerini araştırmaya sevk etmektedir. Değerli görüşlerinizi ifade etmeye devam etmenizi dilerim. Hürmetler.
 

Intruder

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
23 Haziran 2023
Mesajlar
88
Tepkime puanı
16
bazı İngilizce sözlük sitelerinde ise gördüğünüz gibi "panentheism" yazılışı kabul edilmektedir, ve sizin alıntıladığınız "panantheism" yazılışı ile yapılan aramalar "sonuç bulunamadı" uyarısı ile reddedilmektedir. Bu İngilizce kelime ise Türkçe'de panenteizm olarak yazılmaktadır. Fakat önemli olan zaten Türkçe dilindeki aramalardır, nitekim Google arama çubuğunda "pananteizm nedir felsefe" yazdığınızda "Yazımı düzeltilmiş şu sorgu için sonuçları görüyorsunuz: panenteizm nedir felsefe" cümlesini okuyacaksınız.
Kelimenin orjinal hali panantheism şeklindedir. Daha önce belirttiğim gibi o kelimenin sözlükte geçen hali değil, halk tarafından benimsenmiş hali kullanılır. Kısacası kelime ilk zamanlarda panantheism şeklindeyken daha sonraları panentheism şekline dönüşmüş. Yani ikimizin dediği şekliyle de doğrudur. (O kelimeyi ilk kez 1930'lerde yazılmış bir kitapta okumuştum.)

Lütfen düşünün: Yaratılmış olan âlemin içinde kendisi de yaratılmış olan ve Arapça nur kelimesi veya Türkçe'de ışık kelimesi ile ifade edilen ve öz olarak somut varlıkları aydınlatıp onları baş gözüyle görünür kılan anlamını taşıyan bir varlık yâni ışıma, bizâtihi Allah'ın Zâtı olabilir mi?
İşte kafanızın karıştığı yer burası..

Allah'ın zatı mutlakına ait ismine Hû (هو) denilir. Hiç bir şey onu tanımlayamadığı için O'na Hû denilmiştir. Hû, tüm isimlerden ve tanımlardan münezzeh olma durumudur.

Zat-ı Mutlak olarak Allah kendisinden kendisine tecelli buyurarak, kendisini belli isim ve sıfatlarla nitelendirmesiyle Allah ismini almıştır. Allah Sabûr'dur ama Allah'ın zatı Sabûr olmaktan münezzehtir.

Allah kelimesini biraz incelerseniz ال (belirlilik takısı) aldığını görürsünüz.

(İsim ve sıfatlarıyla) Bilinen İlah (El-İlah) = Allah

Tenzih ve teşbih kavramlarını bilmeden bu anlatacağım şeyleri anlayamazsınız.

Tenzih, Zat-ı Mutlak olan Allah'ın her şeyden münezzeh olma durumudur.

Teşbih ise, Zat-ı Mutlak olan Allah'ın kendisinden kendisine tecelli ederek kendisi belli bir isim ve sıfatlarla sınırlandırması ve onunla kendisini yaratılmış olan şeylere benzetmesidir. (Sabretmesi, intikam alması, görmesi, duyması ve konuşması gibi)

Hz. Musa'ya indirilen Tevrat, Tenzih üzerine inmiştir.

Hz. İsa'ya indirilen incil de Teşbih üzerine indirilmiştir.

Peygamber Efendimize s.a.v indirilen Kuran ise hem Tenzih hem de Teşbih üzerine indirilmiştir.

Allah'ı tenzih üzere bilen kimselere yahudi, teşbih üzere bilenlere nasrani (hristiyan), hem tenzih hem de teşbih üzere bilenlere ise Muhammedî denilir. Yani kısacası tenzih ederken teşbih etmek, teşbih ederken de tenzih etmek gerekmektedir.

Hakikat ehli zâtlar bu durumu ifade etmek ne aynısıdır ne de gayrısıdır ifadesini kullanmışlardır ve bunun için de şöyle bir örnek vermişlerdir.

Aynada görünen şey, o aynanın karşısında bulunanın zatı (kendisi) değildir ama ondan gayrısı da değildir.

Allah yerlerin ve göklerin nurudur ama zat-ı mutlak olarak bundan da münezzehtir. Çünkü Nur sonradan yaratılmış bir şeydir. Allah'ın zatı ise yaratılmış hiç bir şeye benzemez. (Muhalefetün'lil-havadis)

İşte kafa karışıklığına yol açan şey tam da burası. Allah'ın zatı için söylediği şeyler ile isim ve sıfatları için söylediği şeyleri birbirine karıştırmak.

Zat-ı Mutlak olan Allah, bu alemi kendisinden kendisine tecelli etmesi suretiyle yaratmıştır. Yani her şey Allah esmasının bir tecellisidir ve her şeyin var olma sebebi bu esmadır. İşte her şeyin O'ndan olması bu sebepledir. Zat-ı Mutlak olarak hiç bir şey O('nun zatı) değildir, isim ve sıfatlarıyla hiç bir şey O'ndan gayrı da değildir.

Bu söylenenleri anlamak zor olduğu gibi onu izah etmek de bir o kadar zordur.

Sizin sözlerinizi okuyan bir kimsenin yanlış düşüncelere kapılmaması için bu açıklamayı yapma gereği duydum. Yoksa size cevap vermeyecektim.

Bu söylediğim şeyler, bir çok hakikat ehli zatın kitabında okuduğum ve o okuduklarımdan anladığım şeyleri bir araya getirmek süretiyle sizlere onu basit bir şekilde anlatmamdan ibarettir.

Her bilen üzerinde bir bilen olduğuna iman etmiş biri olarak sözlerim hakikatın kendisi değildir fakat o hakikatı bir nebze anlamanıza yardımcı olacağından da emin olabilirsiniz. Bu söylenenleri anlamayacak derecede (akıldan yana) nasipsiz olanlar için de, kendimin de çokca ettiği bir duayı paylaşıyorum..

Rabbi zıdnî ilmen ve fehmen (Rabbim, ilmimi ve anlama kabileyetimi artır !)
 

VOYAGER

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
8 Şubat 2024
Mesajlar
23
Tepkime puanı
3
Muhterem üye @Intruder, cevabınız için teşekkür etmek isterdim ama galiba, bunu yapmama zaten izin vermek istememişsiniz çünkü

Sizin sözlerinizi okuyan bir kimsenin yanlış düşüncelere kapılmaması için bu açıklamayı yapma gereği duydum. Yoksa size cevap vermeyecektim.

yazmışsınız. Okuyucuların takdirine bırakıyorum. Aşağıdakileri, bu durumda sizin cevabî açıklamalar vermenizi umarak yazma hakkım ve iznim bu durumda olmadığı için üzgünüm ama, varsın olsun, yine okuyucuların takdirine bırakayım.

Kafamın karıştığı yer olduğunu düşündüğünüz ifade, aslında yine konu başlığından uzakta kalan ve elbette önemli olsa da, tâli bir ayrıntıdır. Kelime-i Tevhid ile birlikte Tekbir cümlesi, müslümanın veya aynı anlama gelen müminin temel inancını oluşturur. Bu inancın özünde Allah'ın yaratılmamış olduğu ve yaratmış olduğu âlemlerden kesinlikle ayrı olduğu sonucu vardır. İhlas suresinin ve Âyetel Kürsinin sonucu da bu değil midir? Bizler için buna inanmak yeterlidir fakat naklettiğiniz


Zat-ı Mutlak olan Allah, bu alemi kendisinden kendisine tecelli etmesi suretiyle yaratmıştır. Yani her şey Allah esmasının bir tecellisidir ve her şeyin var olma sebebi bu esmadır. İşte her şeyin O'ndan olması bu sebepledir. Zat-ı Mutlak olarak hiç bir şey O('nun zatı) değildir, isim ve sıfatlarıyla hiç bir şey O'ndan gayrı da değildir.

şeklindeki karmaşık açıklamaların kaynağı olan âyetler ve sahih hadisler var mıdır? Çünkü, okumuş olduğum veya rastlamış olduğum kadarıyla birçok âyetlerde yedi kat göklerin ve Arzın içinde bulunduğu âlemin yaratılmasından bahsedilmektedir ama bunun nasıl olduğuna, elbette idrâklerimizin dışında kalacağı için, değinilmemiştir. "Kendisinden kendisine tecelli etmesi suretiyle" ifadesi ise her ne kadar "halk tarafından hemen hemen hiç anlaşılmamasına rağmen" bir anlamda buna değinmekte olup acaba kaynağını âyetler ve sahih hadislerden mi almaktadır yoksa ifade buyurduğunuz "hakikat ehli zevatın mana âlemindeki keşiflerinden mi" almaktadır?

Sizce "halk" için "hakikat ehli zevatın keşifleri", âyetler ve sahih hadisler gibi bağlayıcı mıdır? Âyetler ve sahih hadisler ile açıklanmamış olan ve aslında zaruri olan itikadi ve ameli esasların dışında kalan bu tür açıklama girişimlerinin "halk" üzerinde İslam dininin temel hedefi olan "yüksek bir ahlâk ile hayat sürmek, yâni son tahlilde müttakî olmak" hedefine ulaşmak ile doğrudan bir ilgisi var mıdır?

Ehli hakikat zevatın rüya, ilham ve keşif ile elde ettiği müşahadeler, İslam inancında müminleri bağlayıcı bilgi kaynağı olarak kabul edilebilir mi? Edilemeyeceği veya edilmek mecburiyetinde olunamayacağı, Vedâ hutbesinde belirtilen "Size iki şeyi bırakıyorum: Kuranı ve sünneti. Bunlara uyduğunuz müddetçe doğru yolda olursunuz." anlamındaki ifade ile kesin ve sabit değil midir? Esasen ehli hakikat zevatın ahâliye tavsiyesi de, eğer olacaksa, bizzat kendileri örnek olarak müttakî olmak için çalışmaları tavsiyesinden ibaret değil midir?

Hayırlı bayramlar, hürmetler.

 

omer_ömer

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
21
Tepkime puanı
9
Muhterem üye @Intruder, cevabınız için teşekkür etmek isterdim ama galiba, bunu yapmama zaten izin vermek istememişsiniz çünkü



yazmışsınız. Okuyucuların takdirine bırakıyorum. Aşağıdakileri, bu durumda sizin cevabî açıklamalar vermenizi umarak yazma hakkım ve iznim bu durumda olmadığı için üzgünüm ama, varsın olsun, yine okuyucuların takdirine bırakayım.

Kafamın karıştığı yer olduğunu düşündüğünüz ifade, aslında yine konu başlığından uzakta kalan ve elbette önemli olsa da, tâli bir ayrıntıdır. Kelime-i Tevhid ile birlikte Tekbir cümlesi, müslümanın veya aynı anlama gelen müminin temel inancını oluşturur. Bu inancın özünde Allah'ın yaratılmamış olduğu ve yaratmış olduğu âlemlerden kesinlikle ayrı olduğu sonucu vardır. İhlas suresinin ve Âyetel Kürsinin sonucu da bu değil midir? Bizler için buna inanmak yeterlidir fakat naklettiğiniz



şeklindeki karmaşık açıklamaların kaynağı olan âyetler ve sahih hadisler var mıdır? Çünkü, okumuş olduğum veya rastlamış olduğum kadarıyla birçok âyetlerde yedi kat göklerin ve Arzın içinde bulunduğu âlemin yaratılmasından bahsedilmektedir ama bunun nasıl olduğuna, elbette idrâklerimizin dışında kalacağı için, değinilmemiştir. "Kendisinden kendisine tecelli etmesi suretiyle" ifadesi ise her ne kadar "halk tarafından hemen hemen hiç anlaşılmamasına rağmen" bir anlamda buna değinmekte olup acaba kaynağını âyetler ve sahih hadislerden mi almaktadır yoksa ifade buyurduğunuz "hakikat ehli zevatın mana âlemindeki keşiflerinden mi" almaktadır?

Sizce "halk" için "hakikat ehli zevatın keşifleri", âyetler ve sahih hadisler gibi bağlayıcı mıdır? Âyetler ve sahih hadisler ile açıklanmamış olan ve aslında zaruri olan itikadi ve ameli esasların dışında kalan bu tür açıklama girişimlerinin "halk" üzerinde İslam dininin temel hedefi olan "yüksek bir ahlâk ile hayat sürmek, yâni son tahlilde müttakî olmak" hedefine ulaşmak ile doğrudan bir ilgisi var mıdır?

Ehli hakikat zevatın rüya, ilham ve keşif ile elde ettiği müşahadeler, İslam inancında müminleri bağlayıcı bilgi kaynağı olarak kabul edilebilir mi? Edilemeyeceği veya edilmek mecburiyetinde olunamayacağı, Vedâ hutbesinde belirtilen "Size iki şeyi bırakıyorum: Kuranı ve sünneti. Bunlara uyduğunuz müddetçe doğru yolda olursunuz." anlamındaki ifade ile kesin ve sabit değil midir? Esasen ehli hakikat zevatın ahâliye tavsiyesi de, eğer olacaksa, bizzat kendileri örnek olarak müttakî olmak için çalışmaları tavsiyesinden ibaret değil midir?

Hayırlı bayramlar, hürmetler.

 

omer_ömer

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
21
Tepkime puanı
9
Zat-ı Mutlak olan Allah, bu alemi kendisinden kendisine tecelli etmesi suretiyle yaratmıştır. Yani her şey Allah esmasının bir tecellisidir ve her şeyin var olma sebebi bu esmadır. İşte her şeyin O'ndan olması bu sebepledir. Zat-ı Mutlak olarak hiç bir şey O('nun zatı) değildir, isim ve sıfatlarıyla hiç bir şey O'ndan gayrı da değildir.
VOYAGER
şeklindeki karmaşık açıklamaların kaynağı olan âyetler ve sahih hadisler var mıdır? Çünkü, okumuş olduğum veya rastlamış olduğum kadarıyla birçok âyetlerde yedi kat göklerin ve Arzın içinde bulunduğu âlemin yaratılmasından bahsedilmektedir ama bunun nasıl olduğuna, elbette idrâklerimizin dışında kalacağı için, değinilmemiştir. "Kendisinden kendisine tecelli etmesi suretiyle" ifadesi ise her ne kadar "halk tarafından hemen hemen hiç anlaşılmamasına rağmen" bir anlamda buna değinmekte olup acaba kaynağını âyetler ve sahih hadislerden mi almaktadır yoksa ifade buyurduğunuz "hakikat ehli zevatın mana âlemindeki keşiflerinden mi" almaktadır?

Sizce "halk" için "hakikat ehli zevatın keşifleri", âyetler ve sahih hadisler gibi bağlayıcı mıdır? Âyetler ve sahih hadisler ile açıklanmamış olan ve aslında zaruri olan itikadi ve ameli esasların dışında kalan bu tür açıklama girişimlerinin "halk" üzerinde İslam dininin temel hedefi olan "yüksek bir ahlâk ile hayat sürmek, yâni son tahlilde müttakî olmak" hedefine ulaşmak ile doğrudan bir ilgisi var mıdır?

Ehli hakikat zevatın rüya, ilham ve keşif ile elde ettiği müşahadeler, İslam inancında müminleri bağlayıcı bilgi kaynağı olarak kabul edilebilir mi? Edilemeyeceği veya edilmek mecburiyetinde olunamayacağı, Vedâ hutbesinde belirtilen "Size iki şeyi bırakıyorum: Kuranı ve sünneti. Bunlara uyduğunuz müddetçe doğru yolda olursunuz." anlamındaki ifade ile kesin ve sabit değil midir? Esasen ehli hakikat zevatın ahâliye tavsiyesi de, eğer olacaksa, bizzat kendileri örnek olarak müttakî olmak için çalışmaları tavsiyesinden ibaret değil midir?
 

omer_ömer

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
21
Tepkime puanı
9
Zat-ı Mutlak olan Allah, bu alemi kendisinden kendisine tecelli etmesi suretiyle yaratmıştır. Yani her şey Allah esmasının bir tecellisidir ve her şeyin var olma sebebi bu esmadır. İşte her şeyin O'ndan olması bu sebepledir. Zat-ı Mutlak olarak hiç bir şey O('nun zatı) değildir, isim ve sıfatlarıyla hiç bir şey O'ndan gayrı da değildir.
VOYAGER diyorsunuz ki;
şeklindeki karmaşık açıklamaların kaynağı olan âyetler ve sahih hadisler var mıdır? Çünkü, okumuş olduğum veya rastlamış olduğum kadarıyla birçok âyetlerde yedi kat göklerin ve Arzın içinde bulunduğu âlemin yaratılmasından bahsedilmektedir ama bunun nasıl olduğuna, elbette idrâklerimizin dışında kalacağı için, değinilmemiştir. "Kendisinden kendisine tecelli etmesi suretiyle" ifadesi ise her ne kadar "halk tarafından hemen hemen hiç anlaşılmamasına rağmen" bir anlamda buna değinmekte olup acaba kaynağını âyetler ve sahih hadislerden mi almaktadır yoksa ifade buyurduğunuz "hakikat ehli zevatın mana âlemindeki keşiflerinden mi" almaktadır?

Diyorum ki;
Hz. Allah 'ın zatından başka hiç bir canlı ebedi değildir, fanidir. Varlık, Hz. Allah 'ın Zatına mahsustur, gayrısı yok mesabesindedir.

''Hani rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Biz seni övgü ile tesbih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. Allah “Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurdu. (Bakara suresi 30)

Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman hemen ona secdeye kapanın! (Hicr suresi 29)

Şayet becerebilirseniz biraz tefekkür edin..! Hz. Allah 'ın yaratma sanatı zatına malum. Ancak insanlığın anlaması için de şifreler vermiş. Bunu kitap okumakla elde edemezsiniz. Bu ilim yalnızca Evliyaullah 'ın terbiyesi altına girdiğinizde anlar, idrak edersiniz.

Hz. Allah 'ın ''ZATİ'' sıfatları;

Vücud
:Var olması,
Kıdem : Evveli olmamaktır,
Beka : Sonu olmamaktır,
Vahdaniyet : Tek olmasıdır,
Muhalefetün-lil havadis : Yarattıklarından hiç bir şeye benzememesidir,
Kıyam bi-nefsihi : Mekana ihtiyacı yoktur.


Hz. Allah 'ın ''FİİLİ'' sıfatları; Fiili sıfatları ile her yerde mevcuttur.

Tahlik : Yaratmak,
İmate : Öldürmek,
İhya : Diriltmek,
Terzik : Rızıklandırmak,

Hz. Allah 'ın ''SUBUTİ'' sıfatları ;

Hayat
: Diri olmasıdır. Diriliği ezeli ve ebedidir, hiç bir kaynağa muhtaç değildir.
İlim : Her şeyi bilmesidir. Yegane alim O 'dur. İlmin her dalı O 'nun yedindedir.
Semi : Her şeyi işitmesidir. İşitmesinde sınır yoktur.
Basar : Her şeyi görmesidir. Cümle yaratılmışların görgü ufku vardır. O 'nun görmesinin ufku yoktur.
İrade : İstediğini dilemesidir. Hiç bir yarattığına karşı sorumlu değildir.
Kudret : Her şeye gücü yetendir. Alemde görülen güç, Allah 'ın taktiri kadardır.
Kelam : Söylemesidir. Her zerrenin anlayacağı lisanı konuşur.
Tekvin : Her şeyi yaratan O 'dur. Başka yaratıcı aramak şirktir.

İlmi küçümsercesine ''hakikat ehli zevatın keşifleri'' gibi ifade kullanmanız, Allah 'ın ilim ve iradesini kavrayamamak, anlayamamaktır. Siz satır ilmi ile iştigal ederken, maddi ilmin dışına çıkamazken, manevi ilim talebeleri, sizin anlamakta ve kavramakta problem yaşadığınız ''sadır'' ilminin tedrisatını görmekteler. Yani, bu ilmin talibi, müşterisi farklıdır.

Yunus Emre der ki;

Niceler gittiler mürşid arayı,
Arayanlar buldu derde devayı,
Bin kez okur isen aktan karayı,
Bir kamil mürşide varmayınca olmaz.

Kadılar, mollalar cümle geldiler
Kitapların bir araya koydular
Sen bu ilmi nerden aldın dediler
Bir Kamil Mürşide varmayınca olmaz.

Mevlana Celaleddin-i Rum-i k.s şöyle ifade ederler ;

-Bil ki Kur’an’ın bir zahiri var… Zahirinde gizli ve pek kudretli bir de içyüzü var.
-O batınının bir batını, onun da bir üçüncü batını var ki onu akıllar anlayamaz, hayran kalır.
-Kur’an’ın dördüncü batınıysa, eşsiz, örneksiz Allah’tan başka kimse görmemiş, kimse bilmemiştir.
-Oğul, sen Kur’an’ın dış yüzüne bakma
-Şeytan da Âdem’i topraktan ibaret gördü, hakikatine eremedi.!
-Kur’an’ın zahirî, insana benzer… Sureti görünür, meydandadır da, canı gizli.!

Allah 'ın bahşettiği ilim, ''İlmi ledün'' bu. Siz cevizin dış, yeşil, acı kabuğu ile oyalanıyorsunuz, Tasavvuf ehli kişiler, cevizin tahta kabuğu içindeki tadı ve lezzeti ile..!

Bu da baktığınız yerden görünmesi mümkün olmayandır.
 

omer_ömer

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
21
Tepkime puanı
9
VOYAGER
şeklindeki karmaşık açıklamaların kaynağı olan âyetler ve sahih hadisler var mıdır? Çünkü, okumuş olduğum veya rastlamış olduğum kadarıyla birçok âyetlerde yedi kat göklerin ve Arzın içinde bulunduğu âlemin yaratılmasından bahsedilmektedir ama bunun nasıl olduğuna, elbette idrâklerimizin dışında kalacağı için, değinilmemiştir. "Kendisinden kendisine tecelli etmesi suretiyle" ifadesi ise her ne kadar "halk tarafından hemen hemen hiç anlaşılmamasına rağmen" bir anlamda buna değinmekte olup acaba kaynağını âyetler ve sahih hadislerden mi almaktadır yoksa ifade buyurduğunuz "hakikat ehli zevatın mana âlemindeki keşiflerinden mi" almaktadır?
Hz. Allah 'ın yaratmada, araz ve cevhere ihtiyacı yoktur. Araz ve cevher, biz yaratılmışlar için gereklidir. Hz. Allah, ol der oldurur. Biz kulların çamur karmak için toprak ve suya ihtiyacımız varken, Hz. Allah hiç bir şeye muhtaç değildir.

Zatımdan zatıma tecelli ettim, nur-u Muhammediye 'yi halkettim. Bu ifade Hz. Allah 'ın zati sıfatları için değil, bütün alemde görülen, hissedilen sûbuti ve fiili sıfatlarının tecellisidir. Bi-zatihi değildir, izafidir, mecazidir.

Hiç bir zerre yoktur ki, Hz. Allah 'ın sıfatlarını taşımasın. Hiç bir zerre yoktur ki, Allah 'ın ilim ve iradesi ile yaratılmış olmasın. Hiç bir zerre yoktur ki, Allah 'ın dilemesi ile meydana gelmesin. Hiç bir eşyaya, hiç bir yaratılmışa ilah gözü ile bakamazsın ancak, baktığın her zerrede, O mutlak var olan Hz. Allah 'ın sıfatlarını müşahede edebilirsin. Görülen veya görülmeyen bütün alemde, Allah 'ın ilim ve iradesi dışında zerrece zuhurat yoktur.

Hz. Allah 'ın ilmini, kendi ilminizle anlamaya çalışmak.! Cüz-i irade, akıl ile, Küll-i iradeyi..?

Beş duyu ötesine geçemeyip, madde ilminde, satır ilminde, beş duyunun esiri kalınca, ne Hızır a.s ilminden anlarsınız, ne de Hz. Allah 'ın Rahmet sıfatının tecellisinden.

Musa a.s 'da, Hızır a.s ile olan arkadaşlığında, peygamber olmasına rağmen, beraberliklerindeki hadiselerin hakikatini anlayamadı. Sizin yaptığınız gibi muhalefet etmekten, soru sormaktan kurtulamadı. (haşa maksadım peygamberi ta'n etmek değil) Ancak, Allah 'ın Evliya 'sına ''zevat'' kelimesini nasıl yakıştırıyorsunuz.? O kimseler ki Peygamber varisleridir siz kabul etmeseniz de.

Hz. Allah, kullarının anlaması ve idraki için vesileler var etmiştir. Bunlardan ilki, Zatının bilinmesi için vesile kıldığı Evliya 'sı ve ona ''biat'' tır. Biat olmadan bu hakikatlere ulaşmak muhaldir. Bu kapıyı yok sayanlar, uzak kalanlar, cevizin acı olan dış kabuğu ile oyalanırken, hakikati bulduğunu zanneder. Kabuk içerisindeki kabuktan ve nihayet en içteki lezzetten bi haberdirler.
 

VOYAGER

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
8 Şubat 2024
Mesajlar
23
Tepkime puanı
3
Muhterem üye @omer_ömer, #52 numaralı mesajınızda değindiğiniz HZ. ALLAH'IN ZÂTİ-FİİLÎ-SUBUTÎ SIFATLARI çok önemli bilgilerdir, hatırlattığınız için teşekkürler. Hemen akabinde ifade ettiğiniz

(1)


İlmi küçümsercesine ''hakikat ehli zevatın keşifleri'' gibi ifade kullanmanız, Allah 'ın ilim ve iradesini kavrayamamak, anlayamamaktır.

cümlenizin ilk bölümünde yaptığımı düşündüğünüz küçümseme fiilini işlemiş değilim, böyle bir niyet hiç aklıma bile gelmiş değildir, galiba ya siz yanlış anladınız ya da ben yetersiz ifade ettim. Esasen hakikat ehli ve keşif terimleri, bildiğiniz gibi Kur'an ve Sünnete göre iman ve amel etmek anlamına gelen "ehli sünnet ve'l cemaat" anlayışında kullanılan terimler değildir, Peygamberin vefatından sonra tarihi olarak Hicrî 2. asırda ortaya çıktığı belirtilen ve sonra gelişip genişleyen Tasavvuf ilmi veya anlayışında kullanılan terimler olduğu ifade edilegelmiştir. Konu çok genişleyeceği için bu kadarını belirtiyorum. Cümlenizin ikinci bölümündeki hüküm aslında doğrudur, çünkü kişilerin Allah'ın ilim ve iradesini kavramaları elbette mümkün değildir. Fakat Allah'ın gönderdiği dine göre emir ve yasakları kabûl edip ona göre hayat sürmek gerektiğini mükellef kişiler olarak anlamaktayız.

Keşif denilen bilgi edinme yönteminden Kur'an ve sahih hadislerde söz edilmediği için sadece onu kullanabildiği söylenilen kişileri ilgilendirir. Esasen böyle bir yöntem var ise bile, bununla mevcut dine yeni bir ekleme yapılması veya ondan eksiltme yapılması söz konusu olamaz. Kastedilen budur. Tasavvufun kişideki kötü ahlâkı yok edip iyi ahlâkla donatmak amacı olduğu söylendiğine göre ve zaten aynı şeyin her müslümanın zaten üzerine farz olan bir amel olduğu bilindiğine göre tartışma konusu olan şey nedir? Tartışma konusu olan şey, kişilerin bu ameli kendi başlarına yapamayacakları ve mutlaka bir mürşit kişiye biat etmeleri gerektiği iddiasıdır ki, siz de derviş Yunus Emre örneği ile bunu belirtmek istemektesiniz. Fakat bu durumun #49 numaralı mesajımda belirttiğim gibi Peygamberin Veda hutbesinde söylediği Kur'an ve Sünnetin dışında kaldığı gerçeğine karşı ne söylenebilir? Allah'ın bahşettiği ledün ilmi denilen hususi ilmin her kula verilmediği, eğer verilmiş ise sadece o kulun mesul olduğu bir ilim olduğu belirtilmektedir. Zaten bu ilim açıklanmaz ve aslında bu ilme sahip olmak müslümanın aslî gayesi de olamaz, çünkü yegâne gâyemiz müttakî olmak, Allah'ın razı olduğu bir kul olmaktır. "Ey iman edenler!" hitabının muhatabı olanlara Kur'an ve Sünnetin gösterdiği hedef bu değil midir? Sizin bahsettiğiniz ağaçtaki ceviz meyvesi örneği asırlardır kullanılan bir benzetme olup, sadece kesinleşmiş itikadî ve amelî esaslara bağlı kalmanın yeterli olmadığı, buna ilaveten arayıp bir de mürşit kişi bularak onun nüridi olmak gerektiği iddiasının temelidir. Kişiler kendileri belki bir mürşit bulup onun müridi olmayı düşünebilirler ama bu kararları, Kur'an ve Sünnette farz olarak yer alan bir emre dayanmadığı için sadece kendi tercihleridir.

(2) #53 numaralı mesajınızda


Ancak, Allah 'ın Evliya'sına ''zevat'' kelimesini nasıl yakıştırıyorsunuz.? O kimseler ki Peygamber varisleridir siz kabul etmeseniz de.

cümleniz ile yanlış bir ifade kullandığımı düşünmektesiniz, oysa bildiğiniz gibi "zevat" kelimesi Arapça'da "zat" yâni Türkçe kişi kelimesinin çoğuludur, kişiler anlamına gelir. Ben o kelime ile bir küçültme bir küçümseme niyeti kast etmiş değildim ki! Size biraz beklenmedik gelebilir ama meşhur "Âlimler Peygamberlerin varisleridir." cümlesinin Hadis ilmine göre sıhhat açısından zayıf olduğu Hüseyin AKYÜZ tarafından yapılan 32 sayfalık "Hadisin İsnad Açısından Tenkid ve Tahlili" çalışmasında ifade edilmiştir. Fakat buna rağmen o kimselerin yâni o "zevatın" Peygamber varisleri olmadığını da zaten düşünüyor değilim.

(3)

Zatının bilinmesi için vesile kıldığı Evliya'sı ve ona ''biat'' tır. Biat olmadan bu hakikatlere ulaşmak muhaldir.

İlk cümlenizdeki hükmün delili olan kişi Hz. Peygamberdir ve zamanındaki müminler tarafından ona biat edilmiştir. Biatın konusu ise Resulün tebliğ ettiğine iman ve tasdiktir, yâni hepimizin mükellef olduğu din-i İslam. Sayısız kişiler ise bu biatı genişleterek Peygamberden sonrası için de ve onun varisleri hükmündeki diğer evliyaullah için de geçerli olduğunu söyleyegelmiştir. Peki bu evliyaullah -hâşâ dine ekleme veya eksiltme anlamında Allah'tan yeni teblğler almışlardır da onları mı kullara ileteceklerdir? Elbette hayır. Bu evliyaullah zatların asıl amacı, kullara kötü ahlâkı yok edip iyi ahlâkı onun yerine koymak ve müttakî olmak tavsiyesi vermek değil midir? Cenab-ı Allah'ın müminlerden istediği, kulların müttakî olmaları değil midir? Eğer evliyaullah zatlara biat edilecekse amacı zaten bu değil midir?
Hürmetler.


 

omer_ömer

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
21
Tepkime puanı
9
Evliya = EVLİYA ..! Başkaca bir manası yoktur.

Evliya vesiledir. Evliya, amaç değil, araçtır. Ulaştıran, yetiştiren, bildiren, uyaran, elçidir, uyarıcıdır.
 

omer_ömer

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
21
Tepkime puanı
9
Muhterem üye @omer_ömer, #52 numaralı mesajınızda değindiğiniz HZ. ALLAH'IN ZÂTİ-FİİLÎ-SUBUTÎ SIFATLARI çok önemli bilgilerdir, hatırlattığınız için teşekkürler. Hemen akabinde ifade ettiğiniz
Maksadım, Hz. Allah 'ın subuti ve fiili sıfatlarını yalnızca hatırlatmak değil, bu sıfatları müşahede etmekten aciz olana, Din-i İslam 'ı anlamaktan, idrak etmekten uzak, yalnızca kelam ilmi ile satırlara kendi anladığı ve kendi inandığı gibi manalar vermek olduğunu fark ettirmektir.
Tartışma konusu olan şey, kişilerin bu ameli kendi başlarına yapamayacakları ve mutlaka bir mürşit kişiye biat etmeleri gerektiği iddiasıdır ki, siz de derviş Yunus Emre örneği ile bunu belirtmek istemektesiniz. Fakat bu durumun #49 numaralı mesajımda belirttiğim gibi Peygamberin Veda hutbesinde söylediği Kur'an ve Sünnetin dışında kaldığı gerçeğine karşı ne söylenebilir?
İşte tartışmaların asıl kaynağı tam da burasıdır. Bu bir iddia değil, maneviyatın ihtiyacı, olmazsa olmazıdır. İnsan, bildiğinin alimi, bilmediğinin cahilidir ki, biz millet olarak her konuda hüküm yürütmeyi seven insanlarız. Her ilim dalının kendine has eğitimi, öğretimi mevcuttur. Mimarlık fakültesi avukat yetiştiremez, veya mezun olan bir kimse avukatlık yapamaz.

Aynı şekilde hukuk fakültesi doktor yetiştiremez ve mezun olan bir kimse doktorluk yapamaz. Her ilim dalı kendi branşında şahıslar yetiştirir. Ustasız sanat haramdır buyrulmuş. Hz. Peygamber s.a.v veda hutbesinde, Kuran ve Sünnet vurgusu yapmıştır ancak, kendisinden sonra Evliya veya Mürşit gönderilmeyeceğine dair hiç bir açıklama yapmamıştır.

Bu ifademden, Evliya yahut Mürşit vurgusu yapılmamasına rağmen böyle bir kabulün olmazsa olmaz olduğu manasına varılamaz. Bu kabul, kişinin İslam 'ı anlayış ve idraki ile orantılıdır. Hz. Mevlana der ki;

''Ey hak yolun yolcusu.! Akıllı ve kâmil bir mürşidin gölgesine sığın da, gizli gizli savaşan, sinsi bir düşman olan nefsin elinden kurtul. Mürşidi bulunca, aklını başına al da, ona teslim ol. Musa peygamber gibi, Hz. Hızır’ın buyruğu altına gir.

Günümüz insanlığı namaz kılmasa da, oruç tutmasa da, ''Müslümanım elhamdülillah'' dediğinde, bu kişiye sen namaz kılmıyorsun, oruç tutmuyorsun, Müslüman değilsin diyemezsiniz.

Namaz kılan, ancak hacca gitmemiş bir kimseye de aynı şekilde sen Müslüman değilsin diyemezsiniz. Kendimizi bir sorgulayalım. Karşı çıktığımız konuda bizler işin neresindeyiz.? Allah inancımız var fakat, ''bilinmekliğimi murad ettim'' buyuran Hz. Allah 'ı ne kadar biliyoruz.? Hakikatte Allah 'ı biliyor muyuz.? Onun sıfatlarının şahidi miyiz, sıfatlarını müşahede edebildik mi.?

''Eşhedüenlailahe illallah'' kelimesini inanç ve imanımız gereği kullanıyoruz ama, bu ifadesinin ne kadar şahidiyiz.?

Gerçekte şahidi olduğumuz bir Allah inancına mı sahibiz, yoksa yalnızca varlığını kabul ettiğimiz bir Yaratıcı inancına mı.?
İlk cümlenizdeki hükmün delili olan kişi Hz. Peygamberdir ve zamanındaki müminler tarafından ona biat edilmiştir. Biatın konusu ise Resulün tebliğ ettiğine iman ve tasdiktir, yâni hepimizin mükellef olduğu din-i İslam. Sayısız kişiler ise bu biatı genişleterek Peygamberden sonrası için de ve onun varisleri hükmündeki diğer evliyaullah için de geçerli olduğunu söyleyegelmiştir. Peki bu evliyaullah -hâşâ dine ekleme veya eksiltme anlamında Allah'tan yeni teblğler almışlardır da onları mı kullara ileteceklerdir? Elbette hayır. Bu evliyaullah zatların asıl amacı, kullara kötü ahlâkı yok edip iyi ahlâkı onun yerine koymak ve müttakî olmak tavsiyesi vermek değil midir? Cenab-ı Allah'ın müminlerden istediği, kulların müttakî olmaları değil midir? Eğer evliyaullah zatlara biat edilecekse amacı zaten bu değil midir?
Hürmetler.
Bize karşı kullanılan kelimelerin ne maksatla kullanıldığına değil, bizim iman ve inancımıza ne kadar uyuyor, ne kadar uymuyor o yönüne bakıyoruz. Halbuki Evliyaullah ile veda hutbesi arasında, ne Evliyayı kabul eden, ne de reddeden kimse açısından doğrudan bir bağ kurmak mümkün değildir. Bunun fark edilmesi için, Hz. Allah 'ın, ''bilinmekliğimi murad ettim'' buyurduğu halde, neden elçiler göndermiştir, buna bakmak gerekir.

Hz. Allah 'ın Kuran 'da, Peygamber, Resul, Elçi, Uyarıcı, Mürşit, Evliya, Veli, Yol gösterici gibi ifadeler kullandığını, bu ifadelerin ne anlam taşıdığını araştırmak, içeriğini anlamak gerekir.

Peygamber, Resuldür, Elçidir, Uyarıcıdır.! Fakat Evliya, Peygamber, Resul değil, ancak, uyarıcıdır, yol göstericidir. Ve bu manada kıyamete kadar Peygamber varislerinin, kainatta hiç bir zaman, bir an da olsa yokluğu düşünülemez. Yok inancına sahip olmak ise, Hz. Allah 'a noksan sıfat isnat etmek olur. Evliya, vesiledir, amaç değil, araçtır. İbadetlerin Allah 'ı bilmede amaç değil, araç olduğu gibi. Vesileden gayrı görmemek gerekir.

Evliya, Mürşit..! Bu kimseler, Peygamber efendimizin veda hutbesindeki ifadesine mugayir bir hal ile mi iştigal ediyor ki, Kuran ve sünnet dışında görülsünler.! İşin sahtelerinden bahsetmiyorum. Her işin sahtesi de, sahtekarı da mevcuttur. İstisnalar kaideyi bozamazlar. Bir çuval darı içerisinden çıkan bir kaç çürük tane, bütün çuvaldaki darıyı çürük hükmüne sokamaz. Madem ki Kuran ve sünnet terazisi bizlere sunulmuş, bu teraziyi kullanabilmeyi de becerebiliyor olmak gerekir.

Günümüz, camiye sol ayakla girdin, namazdan sonra solundan döndün, tahta kaşık yerine demir kaşık kullanıyorsun, misvak yerine diş fırçası kullanıyorsun, boydan elbise yerine pantolon, sarık yerine şapka, takunya yerine spor ayakkabı giyiyorsun gibi absürt eleştirilerde bulunanlarla dolu dolu. Sanki bütün sünnetler yerine getirildi, bir bunlar eksik.

Sünnet olarak şalvarı, sarık ve asayı, cübbeyi göstermeye çalışanların elinde son model telefon, altında son model araba, evlerinde teknolojinin her türlüsünden barındıranlar olduğu göz ardı edilmemeli. Peygamber efendimizin hasır üzerinde yattığını, çekmiş olduğu sıkıntıları sahte göz yaşları ile anlatanların, baza üzerinde gaz tüyü yastık ve yatakta yatmaları unutulmamalı.

Hele ki günümüzde ayetlerin yerini neredeyse hadisler almakta, soru veya sorunlara, ayetle cevap vermek yerine hadisler, rivayetler kullanılmakta. Evliya denilince de yer yerinden oynamakta. Falanın kitabı, filanın yazısı Evliya 'dan daha fazla alıcı bulmakta. Bunların her birisi de iman ve inançla orantılıdır. Kişi kimin kayığına binerse, onun türküsünü söyler.

Mürşit, illa ki değil.! Bu ifadem Mürşidin gereksizliği manasına değil, kişinin kendi inancını, dilediği gibi yaşama özgürlüğü olduğu içindir. Çünkü Hz. Allah kulu için bir kader belirlese de, kul bu kader içerisinde ''talebena vecedena'' ile Allah 'tan talep ederek kurtulma ümidinin olduğu inancını hep taşır.

Birisi Allah 'ın bütün emirlerini yerine getirmeye çalışıyor, bir başkası dervişliği kabul etmiyor. Bir diğeri İslam 'ın temel ibadet ve taatlarını yerine getirmeye çalışıyor, bir başkası yalnızca Allah inancının kendisine yeterli olduğunu savunuyor veya bu yönlü inanıyor. Hepsi de yerli yerince, her şey taktir edildiği kadardır.

Neden mi.? Çünkü o kişinin yaratılışının ezeli ervah ile alakalı olduğu unutulmamalı. Her yaratılmışın, Hz. Allah 'ın belirlemiş olduğu bir kaderi, kazası, bir yazısı olduğu unutulmamalı. Allah 'ın bütün yaratılmışlar için tertip ettiği, taktir ettiği, tanzim ettiği gerçeği göz ardı edilmemeli. Bu yüzden her şey yerli yerinde. Kul kendi iradesi ile bu tertibin dışına çıkamaz. Al abdestini, kıl namazını bu yerelidir demek, Allah 'ın rahmet sıfatını küçümsemektir.

Hiç bir ilim kişinin anladığı, bildiği, gördüğü kadarla sınırlı değildir. Allah 'ın ilminde sınır yoktur. Fakat akıl, her şeyi gördüğü, hissettiği kadarla sınırlı zanneder. Beş duyunun ötesine geçemez. Veda hutbesi ve sünnetler ile, Evliyayı anlamaya mümkün değildir. ''Nefsini bilen, Rabbını bilir'' hitabı, belli bir zümre için değil, bütün insanlık için kullanılmıştır.

Biliyorum ki, bal yememiş bir insana balın lezzetini, tadını, kokusunu anlatmaya çalışıyorum. Sizin yaptığınız, bal bal demekten öte değil. Balın adını anıyor olmak, insana ne tadını verir, ne kokusunu. İlla ki yemek lazımdır.

İşte akıl, maneviyatı anlamakta bu kadar mahirdir ''söyleyegelmiştir''dediniz ve iş bitti..! Müttaki olmak..! Kime göre.? Nefsin bütün şubelerinden geçtiniz ve bir anda müttaki olmaya hak kazandınız.! Yok böyle bir inanış.

İlk önce Hz. Allah 'ın subuti ve fiili sıfatlarını müşahede edeceksiniz, sonrasında nefsin şubelerinden geçeceksiniz.. Bu da yetmez seyr-ü sülûk şubelerinden de geçmeniz gerekecek. Bu da yetmez bunların tümünü de Hz. Allah onaylayacak..

Biat, hayatta olan kişiye yapılır. Taklidi biat olmaz. Peygamberin tebliğini yerine getiriyor olmak, peygambere biat ettiğin manasını taşımaz. Biat ettiğin şahsın zamanında yaşıyor olmak gerekir. Zamanında yaşamadığınız bir peygambere biattan bahsedilemez. Ancak tebliğine iman ediyor olabilirsiniz.

Evliyaullah, Allah 'ın emrine ne ilave ne de eksiltme yetkisine sahiptir. Allah ile kul arasında elçidir, uyarıcıdır, vesiledir.

Seni sana bildiren vesile. Satırdan kurtaran, sadra yönelten vesile. Allah 'ı bilmeyi öğreten, Allah 'ı bildiren vesile. Başkaca sebeplere takılı kalmaktan Allah kurtarsın.
 

Intruder

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
23 Haziran 2023
Mesajlar
88
Tepkime puanı
16
Günümüz, camiye sol ayakla girdin, namazdan sonra solundan döndün, tahta kaşık yerine demir kaşık kullanıyorsun, misvak yerine diş fırçası kullanıyorsun, boydan elbise yerine pantolon, sarık yerine şapka, takunya yerine spor ayakkabı giyiyorsun gibi absürt eleştirilerde bulunanlarla dolu dolu. Sanki bütün sünnetler yerine getirildi, bir bunlar eksik.
Tazimi tahkir, tahkiri tazim etmek küfürdür. (Elfâz-ı Küfür)
(Tazim edilecek olanı tahkir etmek, tahkir edilecek olanı tazim etmek küfürdür.)

Kişinin manevi derecesi ne kadar artarsa, o kadar Allah'ın Peygamberine ittiba' eder.. Resulullah'ın bir sünnetini tahkir etmek veya küçümsemek (Allah korusun) kişinin imansız gitmesine yol açar.

Kişi ne kadar sünnete uyabiliyorsa uyar. Hiç bir sünneti gereksiz görmez. Fenafillah makamından önce Fenafirresül makamı vardır. Yani fenafirresül makamına gelemeyen kişi asla fenafillah makamına erişemez. Fenafirresül makamında olan kişi, her sözünde ve fiilinde Peygamber Efendimize s.a.v uyar. Yani O'nun ayak izinin bastığı yere ayak basar. (Bazı evliyalardan bu sözü duyarsınız ama yanındaki kişiler bu sözün ne maksatla söylendiğini anlamaz.)

O'na uyan bana uymuştur, O'nu reddeden beni reddetmiştir. Hadisi Şerif

Bu hadis her ne kadar Mehdi a.s için söylenmiş olsa da, bu söz Fenafirresül makamında olan kimseler için de geçerlidir. O kimsenin her sözü Peygamber Efendimizin sözü, her fiili de Peygamber Efendimizin fiilidir.

Allah'a ulaşmak isteyen kimsenin yolu, Peygamber Efendimizden geçmek zorundadır.

“Ben ilmin şehriyim, Ali ise onun kapısıdır."

Şehrin Sultanına erişmek isteyen kişi ise önce şehre girmelidir. Şehre girmek isteyen kişi ise önce kapıdan geçmelidir. Daha önce de dediğim gibi, buradaki Ali özel manada Hz. Ali ise de, genel manada tüm İnsan-ı Kamil olan zâtlardır.

Her bir sünnetin ne kadar önemli olduğunu vurgulamam için konuyu böyle uzatmak zorunda kaldım..

Hayırlı işlerde sağ, aksi durumunda sol kullanılır. Camiye girmek hayırlı bir iş olduğu için sağ ile girilir ve sol ile çıkılır. Helaya ise sol ile girilir, sağ ile çıkılır. Namazdan ayrılırken de sol taraftan çıkılır. Çünkü burada hayırlı olan iş namazdır. Yazınızda sanki sağdan ayrılmak sünnetmiş gibi bir şey anlaşılıyor.

Sünnet olarak şalvarı, sarık ve asayı, cübbeyi göstermeye çalışanların elinde son model telefon, altında son model araba, evlerinde teknolojinin her türlüsünden barındıranlar olduğu göz ardı edilmemeli.

Abdullah b. Mes'ûd'dan (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez.” Bu söz üzerine bir adam, “İnsan elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasından hoşlanır!” deyince Resûlullah (sas), “Şüphesiz ki Allah (cc) güzeldir, güzelliği sever. Kibir ise hakikati inkâr etmek ve insanları küçümsemektir.” buyurmuştur.

"Yüce Allah (cc) kime bir nimet verdiyse, şüphesiz O (cc) nimetinin kulunun üzerinde görülmesini sever."

Siz, eğer imkanınız olduğu halde güzel bir arabaya binmeyip kötü bir araba ile geziyorsanız, Peygamberimizin sünnetini hiç anlamamışsınızdır. Çünkü Peygamber Efendimiz en iyi deveye binerdi. (O zamanın devesi bu zamanın da arabası)

Eğer güzel bir elbiseniz var, ve onun yerine yırtık pırtık elbiseler giyiyorsanız, bu Allah'ın size verdiği nimeti küçümsemeniz demektir. Müslüman her şeyin en iyisine ve en güzeline layıktır.

Kişinin hangi arabaya bindiğinin pek bir önemi yok. Burada önemli olan şey, onun sevgisini gönlüne yerleştirmemektedir.

Bazı kimseler; Müslümanlar neden hep fakir, eğer bu din hak din olsaydı onların zengin olması gerekmez miydi derler, bazıları da zengin bir Müslüman gördüğünde ise bu nasıl müslümanlık, son model arabaya biniyor son model telefon kullanıyor, peygamber böyle miydi derler..

Size soruyorum.. Bir Müslüman zengin mi olmalıdır yoksa fakir mi ? Tabi ki zengin olmalıdır. Hac, Kurban ve Zekat ibadeti ancak zenginler içindir ve bu zamanın fitnesinden emin olmak için zengin olmak gerekmektedir.

"Fakirlik Ashâbım için saâdettir. Ahir zamanda ise mü'min için zenginlik saadettir."(Hadîs-i Şerîf, Kenzü 'l-Ummâl)

Zengin bir müslüman gördüğünüzde onun zenginliğinden ziyade o şeyleri gönlüne koyup koymadığına bakın. Zira Şahin arabası olan bir kimse sabah akşam onunla yatıyor kalkıyor ise, o kişinin fakir olmasının hiç bir önemi yoktur. Eğer bir kişi de son model bir arabaya biniyor ama kalbinde onun sevgisi yer etmiyorsa, o kişinin de son model bir arabaya binmesinin bir mahzuru yoktur.

Bu gösteriyor ki, bizler dini gereği gibi anlayamıyoruz. Bilinçaltımız o kadar kirlenmiş ki, zengin bir Müslüman gördüğümüzde onlara karşı cephe alıyoruz hele ki bunlar tarikat ehli kimselerse..

Hele ki günümüzde ayetlerin yerini neredeyse hadisler almakta, soru veya sorunlara, ayetle cevap vermek yerine hadisler, rivayetler kullanılmakta. Evliya denilince de yer yerinden oynamakta. Falanın kitabı, filanın yazısı Evliya 'dan daha fazla alıcı bulmakta. Bunların her birisi de iman ve inançla orantılıdır. Kişi kimin kayığına binerse, onun türküsünü söyler.
Kuran bize değil, Allah'ın Resülüne indirilmiştir. Bir başka değişle, Kuran'ı, kendisine indirilenden başka hiç bir kimse (gereği gibi) anlayamaz. Peygamber Efendimizin sözlerini de alimlerden başkası (gereği gibi) anlayamaz.. Evliyanın sözleri bile bir başka evliya tarafından şerh edilmedikçe anlaşılamaz.. (Mesneviyi şerhsiz okuyan kimse için o kitap bir hikaye kitabıdır.. Şerhli okursanız bir ilim deryası..)

Bir kitap düşünün ki, bir ilkokul öğrencisinin anlayabileceği kadar basit ama bir üniversite öğrencisini hayretler içerisinde bırakacak kadar da anlaşılması zor olsun.. Bu durumda her okuyan kişinin anladığı ancak kendi ilmi kadarıyla olacaktır.

Aynı şekilde hadisler de böyledir.. Bir hadisi herkes kendi ilmi derecesinde anlar.. Hadisleri anlayabilecek olan kimseler, ancak evliyalardır.

Mesela fakirlik hakkında söylenen iki hadisi alalım..

(Fakirlik, iki cihanda da, yüzkarasıdır.) [R. Nasıhin]

(Fakir, Allahü teâlânın dostudur.) [Deylemi]

Şimdi bir tarafta fakirliğin yüzkarası olduğu söylenmekte, diğer tarafta ise fakirlerin Allah dostu olduğu söylenmektedir. Eğer bir evliya tarafından bu hadisin şerhini okumamışsanız asla o sözü anlayamazsınız.

Fakir kelimesinin iki manası vardır.. İlk manası herkesin bildiği mana.. Yani birinci hadisteki mana..

İkinci manası ise, "Fakr benim fahrimdir (iftihar vesilemdir)." hadisindeki manadır. Bu durumda fakir kelimesinin manası, kişinin her durumda kendisini Allah'a muhtaç hissetmesidir yani hiç bir şeyi kendisine mâl etmemesidir.

Hadisleri bile anlayamayan kimselerin Kuran'ı anlayabileceklerini düşünmesi, ancak kendi ilimlerinin ne derecede eksik olduğunun göstergesidir. Bazı ateist kimselerin Kuran'da çelişki (!) görmeleri de bu yüzdendir..

Size Kuran'da tüm katmanların iç içe olduğu söylemiştim.. Hangi ayetin, hangi katmana ait olduğunu ancak ilim ehli kimseler bilebilir.

Bir öğretmen bir sınıfta öğrencilere matematikte sayıları kullanarak işlem yaparız demiş olsun ve aynı öğretmenin başka bir sınıfta sayıların yanında harfleri de kullanabilirsiniz demiş olsun.. Bir başka sınıfta ise, sayılara gerek duymadan sadece harfler ile işlemler yapabileceğinizi söylesin. Her ne kadar öğretmen burada üç farklı şey demişse de aslında bu üçü farklı katman bilgileridir. Birincisi ilkokul öğrencisi için, ikincisi ortaokul, üçüncüsü ise lise öğrencisi içindir.

Bu katmanlardan habersiz olan kişiler ise öğretmenin sözünde çelişki görmektedir.

Sözlerimi ilimden yana pek nasibi olmayanlar için çokça uzattım ama ilme susamış kimseler için ise kısa kestim.. Selametle..
 
Üst Alt