- Katılım
- 22 Şubat 2011
- Mesajlar
- 7,018
- Tepkime puanı
- 424
Yüce Allah'ı zikir farzdır, bu farz değişik şekillerde uygulanabilir. Hz. Peygamber'in (s.a.v) zikirleri ve zikir meclislerini övmesi.
Sahabe-i kiramın günlük zikirleri (Hayatü's-Sahabe, Zikir bölümü) Bütün tasavvuf okullarının en temel dersi zikirdir. Zikir olmadan manevi terbiye ilerlemez, gafilden veli olmaz. Vird olan zikir, namaz ve Kur'an tilavetinin dışında bir görevdir.
Manevi terbiyeye giren bir kimse için zikir dersini mürşidi belirler. Kendi başına zikir bulmak müride zarar verir.
Zikrin sonu güzel ahlaktır. Zikir yükseldikçe güzel ahlak da ilerlemelidir...
Allahu Tealâ'yı zikretmenin farz olduğunu biliyoruz. Kur’an ve Sünnet’te zikir emredilmiş, ancak farz olan zikrin şekil, miktar ve zamanı belirtilmemiştir. Bununla birlikte her müminden Allahu Tealâ’yı çokça zikretmesi istenmiştir. Acaba ne zaman, ne şekilde ne kadar zikir yaparsak bu farzı yerine getirmiş oluruz?
Bizden istenen zikir, tıpkı namaz, oruç, hac gibi müstakil bir ameldir. Elbette namaz ve Kur’an okumak başta olmak üzere bütün ibadetler bir çeşit zikirdir. Ancak, Yüce Rabbimiz bunlardan ayrı olarak kendisini zikretmemizi de emretmektedir.
Bu durumu şu ayetlerden anlayabiliriz:
“Namazı bitirince, ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken Allah’ı zikredin.” (Nisa/103)
“Hac ibadetlerinizi bitirdiğinizde Allah’ı zikredin.” (Bakara/200)
“Düşmanla karşılaştığınız vakit sabredin ve Allah'ı çokça zikredin ki kurtuluşa eresiniz.” (Enfal/45)
Önce şunu belirtelim ki Allahu Tealâ’yı zikretmenin pek çok sebebi ve şekilleri vardır. Bütün kainat ve içinde meydana gelen olaylar, Kur’an’da düşünen ve ibret alanlar için bir zikir sebebi olarak gösterilmiştir. Ayet-i kerimede, bunca varlığın ve olayların içinde olup, onların iç yüzünü biraz düşünen gerçek akıl sahiplerinin, yürürken, otururken ve yanlan üzerinde uzanıp yatarken devamlı Yüce Allah’ı zikrettikleri belirtilmiştir. (Âl-i İmran/190-191)
Görülüyor ki zikirde birinci ve en önemli adım kalbin uyanmasıdır. Allahu Tealâ’yı çokça zikretmek isteyenlere Rasulullah A.S. Efendimiz en güzel örnek gösterilmiştir (Ahzap/21). O bütün vakitlerini bir çeşit zikir içinde geçiriyordu. Bir insan hayatının bütünüyle nasıl zikre çevrileceğini Efendimiz A.S. ve O’na tabi olanlar bizzat ispat etmişlerdir. Bu konuda örnek ve tecrübe çoktur. Zikirden geri kalmanın gafletten başka sebebi yoktur.
ZİKİR ÇEŞİTLERİ ve YAPILIŞ ŞEKİLLERİ
Kur’an ve Sünnet’te farklı zikir çeşitlerinden bahsedilmiştir. Hz. Peygamber A.S. Efendimiz bütün zikir çeşitlerini bizzat yapmıştır. O, tek başına zikir yaptığı gibi, cemaat halinde de zikir yapmıştır. Gizli zikrin yanında, açık zikri de icra etmiştir. Ashab’tan bazılarına meşrebine uygun zikir telkinleri yapmıştır. Bazılarına açık, bazılarına gizli zikri tavsiye etmiştir. Ayrıca herkesin yapması gereken zikir çeşitlerini de belirtmiştir.
Efendimiz A.S. tarafından miktar, yeri ve zamanı belirlenen zikirler aynen uygulanır. Mesela farz namazlardan sonra otuzüçer defa “sübhanallah, elhamdülillah, Allahu ekber” demek ve peşinden “lâ ilâhe illallah vahdehu lâ şerike lehu” zikri ile yüze tamamlamak gibi.
Bu zikirlerin miktarı, yeri ve şekli bellidir; onlarda kimsenin ekleme ve çıkarma yapma yetkisi yoktur. Namazların rükû, secde ve oturuşlarında okunan dua ve zikirler de böyledir. Tesbih namazı, telbiye, teşrik tekbirleri, ezan, kamet gibi belirlenmiş zikirler de aynen uygulanır,
Bunların dışında Kur’an ve Sünnet’te herhangi bir sayı, şekil ve zaman belirtilmeden teşvik ve tavsiye edilen zikirler de mevcuttur. Bu tür zikirlerin alanı ve zamanı geniştir. Allahu Tealâ’yı anma ve yüceltme manası taşıyan her kelime veya cümle ile bu zikir yapılabilir. Bu zikirler temelde ayet ve hadislere dayanır. Bu zikirlerin içinden içtihatla tercih yapılabilir. Bu alanda alim ve arif olan kâmil mürşidler yetkilidir.
Zikir için daha çok “Allah”, “lâ ilâhe illallah” ve “hu” lâfızları tercih edilmiştir. Bunların her birisi ayet ve hadislerde övülmüş zikir kelimeleridir. Kur’an okumak, salâvat getirmek, istiğfar etmek, Allahu Tealâ’nın güzel isimlerini veya bu isimlerden birisini vird edinmek de değişik zikir çeşitleridir.
Zikir üç şekilde yapılır: Kalple, dille, hem kalp hem de dille.
Kalbin uyanması için uygun olan zikri tespit etmenin en kolay yolu, bu işte tecrübe ve ehliyet sahibi bir alime gitmektir. Bu alime mürşid denir.
Bir mürşid tarafından tespit ve telkin edilen zikirler ilaca benzer. Hangi kalbe hangi ilacın şifa vereceğini kâmil mürşid bilir. O bu zikirler arasından bir tercih ve terkip yapar. Bu terkip, ilim, feraset müşahede ve tecrübe ile yapılır. Verilecek ilacın şekil ve miktarı insanın mizaç ve meşrebine göre değişir. Bunu ehli olan anlar ve ayarlar, Tasavvufun ana gayesi, kalbi Allah’ın zikri ve sevgisi ile mamur etmektir.
Bütün hak tasavvufî kollar, kalbin uyanması ve nefsin ıslahı için gizli veya açık zikir çeşitlerinden birisini tercih etmişlerdir. Her ikisini birden uygulayanlar da vardır.
Fayda yönünden zikrin en faziletlisi, insanın meşrebine en uygun olan ve az da olsa devamlı yapılan zikirdir. Şimdi bu iki zikir türünün genel özelliklerini tanıyalım.
GİZLİ ZİKİR: ZİKRİN EN HAYIRLISI
Zikirde esas olan gizliliktir. Çünkü zikredilen zat Allahu Tealâ’dır. O, kula şahdamarından daha yakındır. Bir defasında yolculuk esnasında Ashab-ı Kiram’ın yüksek sesle tekbir getirdiğini işiten Rasulullah A.S. Efendimiz, onları şu şekilde uyarmıştır:
“Böyle sesinizi yükseltip kendinizi yormayın. Siz kulağı sağır veya uzaktaki birisini çağırmıyorsunuz. Sizler, gizli açık her şeyinizi işiten, size çok yakın olan ve hep sizinle beraber bulanan Allah’ı zikrediyorsunuz.” (Buharî, Müslim, Ebu Davud)
Cenab-ı Hak kulun kalbine nazar etmekte ve onun içinden geçen düşünceleri bilmektedir. Bu durumda sesi yükseltip O’na bir şey duyurmaya hacet yoktur. Esas mesele kalbin uyanması ve Allah’a yönelmesidir.
Gizli zikir iki şekilde olur. Birincisi sadece kalple yapılır, ikincisi kalp ve dille yapılır. Ancak dilin katıldığı zikirde ses yükseltilmez, sadece kendi duyacağı kadar söylenir. Gizli zikir Rasulullah A.S. Efendimiz tarafından en hayırlı zikir olarak tanıtılmıştır. (Ahmed, Ebu Ya’la, İbnu Hıbban)
Kudsî hadiste, “Kulum beni gizlice içinden zikrederse, ben de onu zatımda zikrederim.” buyurulmuştur. (Buharî, Müslim)
Gizli zikri tercih eden arifler, işe kalpten başlamaktadır. Zikir ilk safhada sadece kalp ile yapılmaktadır. Zikir için Allah lafzı tercih edilmektedir. Dil damağa yapışık halde tutulup, kalp ile “Allah... Allah...” diyerek zikir çekilmektedir. Allah lafzı, Alemlerin Rabbi Yüce Yaratıcımız’ın özel ismidir. Diğer bütün ilâhi isimleri içinde toplamaktadır. Bu ism-i şerifle zikir çekildiğinde, bütün ilâhi isimlerin tecellisine ulaşılmış olmaktadır. Bu zikir kalp, ruh, sır, hafi, ahfa ve nefs latifeleri üzerinde çekilerek vücuda tam yerleştiği zaman, zikirlerin en faziletlisi olan “lâ ilâhe illallah” zikrine geçilmektedir. Ancak bu zikir kalp ve dil ile birlikte çekilmekte ve böylece bütün vücut zikre katılmış olmaktadır.
Sesli zikre gelince: Bu zikir yüksek sesle dille yapılır. Sesli zikirde hedef, sesi Allah’a değil, derin gaflet uykusuna dalmış olan nefse işittirmektir. Bunun için önce nefis hedefe alınır. Terbiyeye nefisten başlanır. En sonunda kalbe sıra gelir. Zikir için “lâ ilâhe illallah” kelime-i tevhidi tercih edilir. Çünkü kelime-i tevhid zikirlerin en faziletlisidir. Bundan başka zikir kelimeleri ile de sesli zikir yapılabilir.
Bu zikirler tek başına yapıldığı gibi, toplu halde de yapılabilir. Cemaat halinde yapılan zikir, cemaatla kılınan namaz gibi daha faziletli ve faydalıdır.
AMAÇ KALBİ UYANDIRMAK
Görüldüğü gibi her iki zikir çeşidinde hedef kalbi uyandırmak, nefsi ıslah etmek, huzuru ele geçirmek ve gerçek tevhid anlayışına ererek Allahu Tealâ’yı yüceltmektir.
Müminlerden istenen, devamlı zikir içinde olmalarıdır. Bu hal, zikre devam edilerek zaman içinde elde edilebilir. Arifler, “zikir kalpte iyice yerleşirse nefes alıp vermek gibi tabii hale gelir. O zaman insan istese de zikirden uzak kalamaz” demişlerdir. Bu hale ulaşan insan yerken, içerken, gezerken, çalışırken, konuşurken, yatarken, kalkarken kalbiyle devamlı Allahu Tealâ’yı zikreder. Bu, başı ağrıyan bir kimsenin durumu gibidir. Başı ağrıyan insan hangi işle meşgul olsa başının ağrısını hisseder, aynı zamanda işine de devam eder. Zikrin kalbe yerleşmesi de böyledir. Allahu Tealâ bu hale ulaşan kalplerin ticaret ve alışveriş yaparken dahi zikirden kopmayacağını belirtmiştir. (Nur/37)
Zikrin bu derece bütün vücuda yayılmasına arifler zatî zikir, sultanî zikir ve devamlı zikir ismini vermektedirler. Zatî zikir, insanın bütün zatını, duygularını ve maddi varlığını saran, nefes alıp vermek gibi vücudun tabii hareketi haline gelen zikirdir.
Bütün arifler zikrin kâmil bir mürşidin telkini ile ve onun nezareti altında yapılmasını faydalı görmüşlerdir. Bunun ilk faydası mürşidin dua ve feyiz desteğidir. Mürşidden alınan ders bütün silsiledeki velilerin emaneti olduğundan, ayrı bir feyzi ve tadı vardır. İkinci faydası, kalbin ve çekilen zikrin kontrol altında olmasıdır. Mürşid, kalbin tedavisi için tercih ettiği zikri artırma veya değiştirme zamanını takip eder. Bu arada zikir esnasında karşılaşılan halleri ve vücuttaki değişmeleri kontrol eder, gerekli müdahaleyi yapar.
Kendi başına zikir çekmenin elbette sevabı vardır, fakat ileri safhada şeytanın tuzakları da vardır. Çektiği zikirle nefsini beğenmek, zikirden zevk alıp onu asıl hedef gibi görmek, zikir anında oluşan şeytanî halleri melekten veya Allah’tan zannetmek, zikirle yetinip farz ibadetleri terk etmek gibi tehlikelere düşenler çok olmuştur,
Kâmil ve mükemmil bir mürşide talebe olanlar, manevi terbiye ve tedavide onun talimatlarına uymalıdırlar. Bu kimselerin kendi başına farklı zikir seçmeleri, verilen zikri değiştirmeleri, başka zikirlere heves etmeleri doğru değildir. Çünkü bu davranış kalbi dağıtmakta ve önündeki zikirden soğutmaktadır. Zikrini artırmak veya değiştirmek isteyenler bunu mürşidine danışarak yapmalıdır. Aksi durumda hastalığına kendi başına teşhis koyan, reçete yazan ve tedavi uygulayan hastanın acı akıbetine düşülür.
KALBİN GÜNLÜK İLACI: VİRD
Vird, günlük vazife demektir. Her gün belli miktar yapılan zikre de vird denir. Bu zikir belli miktar Kur’an okumak, salâvat getirmek ve istiğfar çekmek de olabilir.
Vird kalp için günlük ilaç hükmündedir. Kalbin gafletten uyanması ve şifa bulması için her gün bu ilacın alınması gerekmektedir. Vird beş vakit namaz gibi müslümanın hayatına girmelidir. Büyükler, “virdi olmayanın varidi olmaz” demişlerdir. Varid, manevi feyiz ve ilâhi hediyeler demektir. Vird, hak yolcusunun ana sermayesidir. Vird Allah dostlarının sırrı kabul edilmiştir. O sırra ve Allah dostluğuna ulaşmanın yolu virddir.
Vird gafletle de olsa çekilmelidir. Gafletle çekilen zikir, hiç çekmeyip terk etmekten daha hayırlı ve kazançlıdır. Çünkü insan farkında olmasa da vücudu o anda Allah’ın zikri ile meşgul olmaktadır. Vird dersi yirmidört saat içinde yapılabilir, ancak zikrin en faziletli vakti sabah ve akşam vakitleridir. Vird dersi için mekruh bir vakit yoktur. Ancak, virdle meşguliyet farz ibadetleri geciktirmemelidir.
Bütün zamanlar zikir için yaratılmıştır. Allahu Tealâ kendisini seven müminlerin yüce zatını çokça zikretmesini istiyor ve zikirden ancak münafıkların usanacağını bildiriyor. (Nisa/142)
Sahabe-i kiramın günlük zikirleri (Hayatü's-Sahabe, Zikir bölümü) Bütün tasavvuf okullarının en temel dersi zikirdir. Zikir olmadan manevi terbiye ilerlemez, gafilden veli olmaz. Vird olan zikir, namaz ve Kur'an tilavetinin dışında bir görevdir.
Manevi terbiyeye giren bir kimse için zikir dersini mürşidi belirler. Kendi başına zikir bulmak müride zarar verir.
Zikrin sonu güzel ahlaktır. Zikir yükseldikçe güzel ahlak da ilerlemelidir...
Allahu Tealâ'yı zikretmenin farz olduğunu biliyoruz. Kur’an ve Sünnet’te zikir emredilmiş, ancak farz olan zikrin şekil, miktar ve zamanı belirtilmemiştir. Bununla birlikte her müminden Allahu Tealâ’yı çokça zikretmesi istenmiştir. Acaba ne zaman, ne şekilde ne kadar zikir yaparsak bu farzı yerine getirmiş oluruz?
Bizden istenen zikir, tıpkı namaz, oruç, hac gibi müstakil bir ameldir. Elbette namaz ve Kur’an okumak başta olmak üzere bütün ibadetler bir çeşit zikirdir. Ancak, Yüce Rabbimiz bunlardan ayrı olarak kendisini zikretmemizi de emretmektedir.
Bu durumu şu ayetlerden anlayabiliriz:
“Namazı bitirince, ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken Allah’ı zikredin.” (Nisa/103)
“Hac ibadetlerinizi bitirdiğinizde Allah’ı zikredin.” (Bakara/200)
“Düşmanla karşılaştığınız vakit sabredin ve Allah'ı çokça zikredin ki kurtuluşa eresiniz.” (Enfal/45)
Önce şunu belirtelim ki Allahu Tealâ’yı zikretmenin pek çok sebebi ve şekilleri vardır. Bütün kainat ve içinde meydana gelen olaylar, Kur’an’da düşünen ve ibret alanlar için bir zikir sebebi olarak gösterilmiştir. Ayet-i kerimede, bunca varlığın ve olayların içinde olup, onların iç yüzünü biraz düşünen gerçek akıl sahiplerinin, yürürken, otururken ve yanlan üzerinde uzanıp yatarken devamlı Yüce Allah’ı zikrettikleri belirtilmiştir. (Âl-i İmran/190-191)
Görülüyor ki zikirde birinci ve en önemli adım kalbin uyanmasıdır. Allahu Tealâ’yı çokça zikretmek isteyenlere Rasulullah A.S. Efendimiz en güzel örnek gösterilmiştir (Ahzap/21). O bütün vakitlerini bir çeşit zikir içinde geçiriyordu. Bir insan hayatının bütünüyle nasıl zikre çevrileceğini Efendimiz A.S. ve O’na tabi olanlar bizzat ispat etmişlerdir. Bu konuda örnek ve tecrübe çoktur. Zikirden geri kalmanın gafletten başka sebebi yoktur.
ZİKİR ÇEŞİTLERİ ve YAPILIŞ ŞEKİLLERİ
Kur’an ve Sünnet’te farklı zikir çeşitlerinden bahsedilmiştir. Hz. Peygamber A.S. Efendimiz bütün zikir çeşitlerini bizzat yapmıştır. O, tek başına zikir yaptığı gibi, cemaat halinde de zikir yapmıştır. Gizli zikrin yanında, açık zikri de icra etmiştir. Ashab’tan bazılarına meşrebine uygun zikir telkinleri yapmıştır. Bazılarına açık, bazılarına gizli zikri tavsiye etmiştir. Ayrıca herkesin yapması gereken zikir çeşitlerini de belirtmiştir.
Efendimiz A.S. tarafından miktar, yeri ve zamanı belirlenen zikirler aynen uygulanır. Mesela farz namazlardan sonra otuzüçer defa “sübhanallah, elhamdülillah, Allahu ekber” demek ve peşinden “lâ ilâhe illallah vahdehu lâ şerike lehu” zikri ile yüze tamamlamak gibi.
Bu zikirlerin miktarı, yeri ve şekli bellidir; onlarda kimsenin ekleme ve çıkarma yapma yetkisi yoktur. Namazların rükû, secde ve oturuşlarında okunan dua ve zikirler de böyledir. Tesbih namazı, telbiye, teşrik tekbirleri, ezan, kamet gibi belirlenmiş zikirler de aynen uygulanır,
Bunların dışında Kur’an ve Sünnet’te herhangi bir sayı, şekil ve zaman belirtilmeden teşvik ve tavsiye edilen zikirler de mevcuttur. Bu tür zikirlerin alanı ve zamanı geniştir. Allahu Tealâ’yı anma ve yüceltme manası taşıyan her kelime veya cümle ile bu zikir yapılabilir. Bu zikirler temelde ayet ve hadislere dayanır. Bu zikirlerin içinden içtihatla tercih yapılabilir. Bu alanda alim ve arif olan kâmil mürşidler yetkilidir.
Zikir için daha çok “Allah”, “lâ ilâhe illallah” ve “hu” lâfızları tercih edilmiştir. Bunların her birisi ayet ve hadislerde övülmüş zikir kelimeleridir. Kur’an okumak, salâvat getirmek, istiğfar etmek, Allahu Tealâ’nın güzel isimlerini veya bu isimlerden birisini vird edinmek de değişik zikir çeşitleridir.
Zikir üç şekilde yapılır: Kalple, dille, hem kalp hem de dille.
Kalbin uyanması için uygun olan zikri tespit etmenin en kolay yolu, bu işte tecrübe ve ehliyet sahibi bir alime gitmektir. Bu alime mürşid denir.
Bir mürşid tarafından tespit ve telkin edilen zikirler ilaca benzer. Hangi kalbe hangi ilacın şifa vereceğini kâmil mürşid bilir. O bu zikirler arasından bir tercih ve terkip yapar. Bu terkip, ilim, feraset müşahede ve tecrübe ile yapılır. Verilecek ilacın şekil ve miktarı insanın mizaç ve meşrebine göre değişir. Bunu ehli olan anlar ve ayarlar, Tasavvufun ana gayesi, kalbi Allah’ın zikri ve sevgisi ile mamur etmektir.
Bütün hak tasavvufî kollar, kalbin uyanması ve nefsin ıslahı için gizli veya açık zikir çeşitlerinden birisini tercih etmişlerdir. Her ikisini birden uygulayanlar da vardır.
Fayda yönünden zikrin en faziletlisi, insanın meşrebine en uygun olan ve az da olsa devamlı yapılan zikirdir. Şimdi bu iki zikir türünün genel özelliklerini tanıyalım.
GİZLİ ZİKİR: ZİKRİN EN HAYIRLISI
Zikirde esas olan gizliliktir. Çünkü zikredilen zat Allahu Tealâ’dır. O, kula şahdamarından daha yakındır. Bir defasında yolculuk esnasında Ashab-ı Kiram’ın yüksek sesle tekbir getirdiğini işiten Rasulullah A.S. Efendimiz, onları şu şekilde uyarmıştır:
“Böyle sesinizi yükseltip kendinizi yormayın. Siz kulağı sağır veya uzaktaki birisini çağırmıyorsunuz. Sizler, gizli açık her şeyinizi işiten, size çok yakın olan ve hep sizinle beraber bulanan Allah’ı zikrediyorsunuz.” (Buharî, Müslim, Ebu Davud)
Cenab-ı Hak kulun kalbine nazar etmekte ve onun içinden geçen düşünceleri bilmektedir. Bu durumda sesi yükseltip O’na bir şey duyurmaya hacet yoktur. Esas mesele kalbin uyanması ve Allah’a yönelmesidir.
Gizli zikir iki şekilde olur. Birincisi sadece kalple yapılır, ikincisi kalp ve dille yapılır. Ancak dilin katıldığı zikirde ses yükseltilmez, sadece kendi duyacağı kadar söylenir. Gizli zikir Rasulullah A.S. Efendimiz tarafından en hayırlı zikir olarak tanıtılmıştır. (Ahmed, Ebu Ya’la, İbnu Hıbban)
Kudsî hadiste, “Kulum beni gizlice içinden zikrederse, ben de onu zatımda zikrederim.” buyurulmuştur. (Buharî, Müslim)
Gizli zikri tercih eden arifler, işe kalpten başlamaktadır. Zikir ilk safhada sadece kalp ile yapılmaktadır. Zikir için Allah lafzı tercih edilmektedir. Dil damağa yapışık halde tutulup, kalp ile “Allah... Allah...” diyerek zikir çekilmektedir. Allah lafzı, Alemlerin Rabbi Yüce Yaratıcımız’ın özel ismidir. Diğer bütün ilâhi isimleri içinde toplamaktadır. Bu ism-i şerifle zikir çekildiğinde, bütün ilâhi isimlerin tecellisine ulaşılmış olmaktadır. Bu zikir kalp, ruh, sır, hafi, ahfa ve nefs latifeleri üzerinde çekilerek vücuda tam yerleştiği zaman, zikirlerin en faziletlisi olan “lâ ilâhe illallah” zikrine geçilmektedir. Ancak bu zikir kalp ve dil ile birlikte çekilmekte ve böylece bütün vücut zikre katılmış olmaktadır.
Sesli zikre gelince: Bu zikir yüksek sesle dille yapılır. Sesli zikirde hedef, sesi Allah’a değil, derin gaflet uykusuna dalmış olan nefse işittirmektir. Bunun için önce nefis hedefe alınır. Terbiyeye nefisten başlanır. En sonunda kalbe sıra gelir. Zikir için “lâ ilâhe illallah” kelime-i tevhidi tercih edilir. Çünkü kelime-i tevhid zikirlerin en faziletlisidir. Bundan başka zikir kelimeleri ile de sesli zikir yapılabilir.
Bu zikirler tek başına yapıldığı gibi, toplu halde de yapılabilir. Cemaat halinde yapılan zikir, cemaatla kılınan namaz gibi daha faziletli ve faydalıdır.
AMAÇ KALBİ UYANDIRMAK
Görüldüğü gibi her iki zikir çeşidinde hedef kalbi uyandırmak, nefsi ıslah etmek, huzuru ele geçirmek ve gerçek tevhid anlayışına ererek Allahu Tealâ’yı yüceltmektir.
Müminlerden istenen, devamlı zikir içinde olmalarıdır. Bu hal, zikre devam edilerek zaman içinde elde edilebilir. Arifler, “zikir kalpte iyice yerleşirse nefes alıp vermek gibi tabii hale gelir. O zaman insan istese de zikirden uzak kalamaz” demişlerdir. Bu hale ulaşan insan yerken, içerken, gezerken, çalışırken, konuşurken, yatarken, kalkarken kalbiyle devamlı Allahu Tealâ’yı zikreder. Bu, başı ağrıyan bir kimsenin durumu gibidir. Başı ağrıyan insan hangi işle meşgul olsa başının ağrısını hisseder, aynı zamanda işine de devam eder. Zikrin kalbe yerleşmesi de böyledir. Allahu Tealâ bu hale ulaşan kalplerin ticaret ve alışveriş yaparken dahi zikirden kopmayacağını belirtmiştir. (Nur/37)
Zikrin bu derece bütün vücuda yayılmasına arifler zatî zikir, sultanî zikir ve devamlı zikir ismini vermektedirler. Zatî zikir, insanın bütün zatını, duygularını ve maddi varlığını saran, nefes alıp vermek gibi vücudun tabii hareketi haline gelen zikirdir.
Bütün arifler zikrin kâmil bir mürşidin telkini ile ve onun nezareti altında yapılmasını faydalı görmüşlerdir. Bunun ilk faydası mürşidin dua ve feyiz desteğidir. Mürşidden alınan ders bütün silsiledeki velilerin emaneti olduğundan, ayrı bir feyzi ve tadı vardır. İkinci faydası, kalbin ve çekilen zikrin kontrol altında olmasıdır. Mürşid, kalbin tedavisi için tercih ettiği zikri artırma veya değiştirme zamanını takip eder. Bu arada zikir esnasında karşılaşılan halleri ve vücuttaki değişmeleri kontrol eder, gerekli müdahaleyi yapar.
Kendi başına zikir çekmenin elbette sevabı vardır, fakat ileri safhada şeytanın tuzakları da vardır. Çektiği zikirle nefsini beğenmek, zikirden zevk alıp onu asıl hedef gibi görmek, zikir anında oluşan şeytanî halleri melekten veya Allah’tan zannetmek, zikirle yetinip farz ibadetleri terk etmek gibi tehlikelere düşenler çok olmuştur,
Kâmil ve mükemmil bir mürşide talebe olanlar, manevi terbiye ve tedavide onun talimatlarına uymalıdırlar. Bu kimselerin kendi başına farklı zikir seçmeleri, verilen zikri değiştirmeleri, başka zikirlere heves etmeleri doğru değildir. Çünkü bu davranış kalbi dağıtmakta ve önündeki zikirden soğutmaktadır. Zikrini artırmak veya değiştirmek isteyenler bunu mürşidine danışarak yapmalıdır. Aksi durumda hastalığına kendi başına teşhis koyan, reçete yazan ve tedavi uygulayan hastanın acı akıbetine düşülür.
KALBİN GÜNLÜK İLACI: VİRD
Vird, günlük vazife demektir. Her gün belli miktar yapılan zikre de vird denir. Bu zikir belli miktar Kur’an okumak, salâvat getirmek ve istiğfar çekmek de olabilir.
Vird kalp için günlük ilaç hükmündedir. Kalbin gafletten uyanması ve şifa bulması için her gün bu ilacın alınması gerekmektedir. Vird beş vakit namaz gibi müslümanın hayatına girmelidir. Büyükler, “virdi olmayanın varidi olmaz” demişlerdir. Varid, manevi feyiz ve ilâhi hediyeler demektir. Vird, hak yolcusunun ana sermayesidir. Vird Allah dostlarının sırrı kabul edilmiştir. O sırra ve Allah dostluğuna ulaşmanın yolu virddir.
Vird gafletle de olsa çekilmelidir. Gafletle çekilen zikir, hiç çekmeyip terk etmekten daha hayırlı ve kazançlıdır. Çünkü insan farkında olmasa da vücudu o anda Allah’ın zikri ile meşgul olmaktadır. Vird dersi yirmidört saat içinde yapılabilir, ancak zikrin en faziletli vakti sabah ve akşam vakitleridir. Vird dersi için mekruh bir vakit yoktur. Ancak, virdle meşguliyet farz ibadetleri geciktirmemelidir.
Bütün zamanlar zikir için yaratılmıştır. Allahu Tealâ kendisini seven müminlerin yüce zatını çokça zikretmesini istiyor ve zikirden ancak münafıkların usanacağını bildiriyor. (Nisa/142)