- Katılım
- 23 Nisan 2011
- Mesajlar
- 3,344
- Tepkime puanı
- 25
Hasta adam, doktor doktor dolaşmış, belki bir eczane dolusu ilaç içmiş, buna rağmen şifa bulamamıştı. Hastalığı daha da arttığında, başka çareler aramak zorunda kaldı. Bu arada yakınları devreye girmiş, kimi şifalı otları, kimi doğal gıdaları, kimisi de bir kaç mübarek zatı önermişti. “Evliya” diyorlardı onlar için, duaları ilaçlardan çok daha etkiliydi.
Adamın ağrıları dayanılmaz bir noktaya gelince, ister istemez bu yolu denedi. Elinde birkaç tane adres vardı. Bu işten pek ümitli olmasa da, o mübarek zatlara başvuracak, bu arada dostlarıyla vedalaşacak; daha sonra evine kapanarak bu dünyadan sessizce çekip gidecekti.
Adam sokağa çıkınca, simit satan küçük bir çocuğa rastladı. Yedi-sekiz yaşlarındaki bu ufaklık, bir deri bir kemik görünüyordu. Ara sıra öksürmesi de cabasıydı.
Adam, cebinden bir on lira çıkartarak:
— Simitlerin taze herhalde, dedi. Kokusunu duyunca hemen geldim.
Küçük çocuk, sıcak bir tebessümle:
— Biraz önce gelmişlerdi, diye atıldı. Henüz sıcaklar.
Adam, paranın üstünü simitçiye bıraktı. Zaten artık kendisine para lazım değildi. Tam geriye dönerken, gözü simitçinin ti-şortuna takıldı. Onun göğüs kısmında, kocaman bir "E" harfi yazıyordu ve bu harf kesinlikle evliyanın “E” siydi.
Kim bilir belki de öyle gelmişti kendisine.
Adam, çocuğun yüzüne tekrar bakınca, içi bir anda sıcacık duygularla kaplandı. Dostlarının önerdiği o mübarek kişiyi, birkaç adım ötesinde buluvermişti. Zaten bütün çocuklar günahsız olduğundan, elbette ki hepsi evliya sayılırdı.
Adam, çocuğun kulağına eğilerek:
— Birkaç yıldan beri hastayım, dedi. İyileşmem için bana dua eder misin?
Çocuk, bu teklif karşısında şaşırmıştı.
Biraz kekeleyerek:
— Ben de sık sık hastalanırım, dedi. Ama dedem, Allah’a inananların ölünce yıldızlara uçtuğunu ve oralarda dolaşıp Cennet’i seyrettiğini söylerdi. Bu yüzden hiç korkmam hastalıklardan.
Adam, her nedense bir anda ferahladı.
Çocuğa bir öpücük kondururken:
— Deden çok haklı, dedi. Ama ben, yine de dua istiyorum senden.
Duasının kıymetini fark ettiğinden, küçük çocuk biraz nazlanıyordu. Karşı kaldırımdan geçen baloncuyu gösterip:
— Size dua edeceğim, diye karşılık verdi. Ama eğer hastalıktan kurtulursanız, on tane balon isterim, tamam mı?
Adam, tebessüm edip başını salladı. Fakat simitçi çocuk, söylediği sözlerden pişmanlık duymuştu. Küçücük bir duaya, büyük bir hazine istemek doğru muydu?
Yanakları bir anda kızarırken:
— Uçan balon almanıza gerek yok, dedi. Normalinden on tane istemiştim.
Adam, elini uzatıp çocukla tokalaştı. Anlaşma sağlanınca, sıra işin ayrıntılarına gelmişti. Hastalıktan kurtulursa çocukla buluşacak, balonları kendi eliyle verecekti. Buluşma tarihiyse, Ramazan Bayramı’nın ilk günüydü. Zaten bütün simitçiler o günü iple çeker, Ramazan boyunca simit özlemi duyanlara, bayram namazından sonra düzinelerle simit satarlardı.
Bu arada “b planı” da çizilmişti. Bir aksilik çıkar da adam gelemezse, balonlar çocuğa postalanacak, ya da başka bir şekilde yollanacaktı.
Ramazan geldiğinde, adamın hastalığından eser bile kalmadı. Sanki yeniden doğmuş, belki yirmi yaş birden gençleşmişti. Bayramın ilk gününde, çocuğu ilk gördüğü yere gitti. Cami zaten biraz ötesineydi. Namazdan çıkar çıkmaz küçük çocuğu bularak onu kucaklayacak; önce bayramlığını, daha sonra balonlarını verecekti.
Bayram namazı bitince avluya çıktı. Binlerce insan, yan yana sıralanan simitçilere doğru yönelmişti. Adam, küçük çocuğu bulamadı. Diğer simitçiler de, her nedense onu tanımıyordu.
Caminin avlusunda, tespih satan ufak bir dükkân vardı. Adam oraya uğrayıp küçük çocuğu sordu.
Dükkân sahibi, en az yetmiş yaşında bir ihtiyarcıktı.
Küçük bir çocuk gibi ağlayarak:
— O yavrunun ciğerleri hastaydı, dedi. Geçen hafta anîden ölüverdi.
Adam, sanki beyninden vurulmuştu. Ayakta duramayıp, oradaki bir iskemleye çöktü. Kim bilir belki de bir kâbus görüyordu. Kendisine gelince, ihtiyara peş peşe sorular yöneltti. Ne yazık ki duydukları yanlış değildi. Önce hızlı adımlarla, daha sonra da koşarak oradan ayrılırken aniden durdu.
Bir baloncu çıkmıştı karşısına.
Cebinden bir tomar para çıkartıp:
--On tane balon istiyorum, dedi. Çabuk ol! Gecikmeden ulaşmalı yerine.
Mavisiyle yeşiliyle kırmızısıyla, baloncu on tane seçip uzattı. Adam, onların hepsini bir araya topladı ve iplerini birbirine düğümledikten sonra, besmeleyle gökyüzüne doğru bıraktı.
Baloncu bu işe bir anlam verememiş, çevredeki çocuklar kadar şaşırmıştı.
Sonunda merakını yenemeyip:
— Yaptığınız şeyi çok merak ettim, dedi. Neden bıraktınız onları öyle?
Adam o balonları, buğulu gözlerle takip ederken:
— Onları bekleyen biri var, dedi. Hem de evliya biri. Balonları adresine postaladım sadece.
Adamın ağrıları dayanılmaz bir noktaya gelince, ister istemez bu yolu denedi. Elinde birkaç tane adres vardı. Bu işten pek ümitli olmasa da, o mübarek zatlara başvuracak, bu arada dostlarıyla vedalaşacak; daha sonra evine kapanarak bu dünyadan sessizce çekip gidecekti.
Adam sokağa çıkınca, simit satan küçük bir çocuğa rastladı. Yedi-sekiz yaşlarındaki bu ufaklık, bir deri bir kemik görünüyordu. Ara sıra öksürmesi de cabasıydı.
Adam, cebinden bir on lira çıkartarak:
— Simitlerin taze herhalde, dedi. Kokusunu duyunca hemen geldim.
Küçük çocuk, sıcak bir tebessümle:
— Biraz önce gelmişlerdi, diye atıldı. Henüz sıcaklar.
Adam, paranın üstünü simitçiye bıraktı. Zaten artık kendisine para lazım değildi. Tam geriye dönerken, gözü simitçinin ti-şortuna takıldı. Onun göğüs kısmında, kocaman bir "E" harfi yazıyordu ve bu harf kesinlikle evliyanın “E” siydi.
Kim bilir belki de öyle gelmişti kendisine.
Adam, çocuğun yüzüne tekrar bakınca, içi bir anda sıcacık duygularla kaplandı. Dostlarının önerdiği o mübarek kişiyi, birkaç adım ötesinde buluvermişti. Zaten bütün çocuklar günahsız olduğundan, elbette ki hepsi evliya sayılırdı.
Adam, çocuğun kulağına eğilerek:
— Birkaç yıldan beri hastayım, dedi. İyileşmem için bana dua eder misin?
Çocuk, bu teklif karşısında şaşırmıştı.
Biraz kekeleyerek:
— Ben de sık sık hastalanırım, dedi. Ama dedem, Allah’a inananların ölünce yıldızlara uçtuğunu ve oralarda dolaşıp Cennet’i seyrettiğini söylerdi. Bu yüzden hiç korkmam hastalıklardan.
Adam, her nedense bir anda ferahladı.
Çocuğa bir öpücük kondururken:
— Deden çok haklı, dedi. Ama ben, yine de dua istiyorum senden.
Duasının kıymetini fark ettiğinden, küçük çocuk biraz nazlanıyordu. Karşı kaldırımdan geçen baloncuyu gösterip:
— Size dua edeceğim, diye karşılık verdi. Ama eğer hastalıktan kurtulursanız, on tane balon isterim, tamam mı?
Adam, tebessüm edip başını salladı. Fakat simitçi çocuk, söylediği sözlerden pişmanlık duymuştu. Küçücük bir duaya, büyük bir hazine istemek doğru muydu?
Yanakları bir anda kızarırken:
— Uçan balon almanıza gerek yok, dedi. Normalinden on tane istemiştim.
Adam, elini uzatıp çocukla tokalaştı. Anlaşma sağlanınca, sıra işin ayrıntılarına gelmişti. Hastalıktan kurtulursa çocukla buluşacak, balonları kendi eliyle verecekti. Buluşma tarihiyse, Ramazan Bayramı’nın ilk günüydü. Zaten bütün simitçiler o günü iple çeker, Ramazan boyunca simit özlemi duyanlara, bayram namazından sonra düzinelerle simit satarlardı.
Bu arada “b planı” da çizilmişti. Bir aksilik çıkar da adam gelemezse, balonlar çocuğa postalanacak, ya da başka bir şekilde yollanacaktı.
Ramazan geldiğinde, adamın hastalığından eser bile kalmadı. Sanki yeniden doğmuş, belki yirmi yaş birden gençleşmişti. Bayramın ilk gününde, çocuğu ilk gördüğü yere gitti. Cami zaten biraz ötesineydi. Namazdan çıkar çıkmaz küçük çocuğu bularak onu kucaklayacak; önce bayramlığını, daha sonra balonlarını verecekti.
Bayram namazı bitince avluya çıktı. Binlerce insan, yan yana sıralanan simitçilere doğru yönelmişti. Adam, küçük çocuğu bulamadı. Diğer simitçiler de, her nedense onu tanımıyordu.
Caminin avlusunda, tespih satan ufak bir dükkân vardı. Adam oraya uğrayıp küçük çocuğu sordu.
Dükkân sahibi, en az yetmiş yaşında bir ihtiyarcıktı.
Küçük bir çocuk gibi ağlayarak:
— O yavrunun ciğerleri hastaydı, dedi. Geçen hafta anîden ölüverdi.
Adam, sanki beyninden vurulmuştu. Ayakta duramayıp, oradaki bir iskemleye çöktü. Kim bilir belki de bir kâbus görüyordu. Kendisine gelince, ihtiyara peş peşe sorular yöneltti. Ne yazık ki duydukları yanlış değildi. Önce hızlı adımlarla, daha sonra da koşarak oradan ayrılırken aniden durdu.
Bir baloncu çıkmıştı karşısına.
Cebinden bir tomar para çıkartıp:
--On tane balon istiyorum, dedi. Çabuk ol! Gecikmeden ulaşmalı yerine.
Mavisiyle yeşiliyle kırmızısıyla, baloncu on tane seçip uzattı. Adam, onların hepsini bir araya topladı ve iplerini birbirine düğümledikten sonra, besmeleyle gökyüzüne doğru bıraktı.
Baloncu bu işe bir anlam verememiş, çevredeki çocuklar kadar şaşırmıştı.
Sonunda merakını yenemeyip:
— Yaptığınız şeyi çok merak ettim, dedi. Neden bıraktınız onları öyle?
Adam o balonları, buğulu gözlerle takip ederken:
— Onları bekleyen biri var, dedi. Hem de evliya biri. Balonları adresine postaladım sadece.