- Katılım
- 22 Şubat 2011
- Mesajlar
- 983
- Tepkime puanı
- 16
Ya hayır söyle ya sus!
İnsan, en şerefli bir varlık olarak yaratılmıştır. Yaratıcımız, bu nedenle her zaman insana yakışan bir biçimde yaşamamızı emreder. Duygu, düşünce, sosyal ilişkiler, toplum halinde yaşama, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk taşımamızı da gerekli kılar.
Yüce Kitabımız, toplumda insanca yaşamamız için gerekli şartları ve özellikleri sıralar. Hayatımızı anlamlandırmak için bize kılavuzluk eder. Nasıl düşünmemiz, nasıl davranmamız gerektiğini ondan öğreniriz. Ona uyduğumuz ölçüde mutlu ve başarılı olacağımızı biliriz. Bir olay karşısında tepkimizi yine onun ışığında belirlemeye çalışırız. Çalışmamız, uyumamız, konuşmamız, insanlarla iletişimimiz… Hayatımızın her dönemine ilişkin bu ilâhî emir ve öğütlere uyduğumuz ölçüde olgunlaşırız. Yaratıcımızın rızası ölçüsünde “hayırlı” insanlardan oluruz.
Bu öğütler nelerdir?
Bu konuda ilk kaynak, şüphesiz Yüce Kitabımızdır. Sevgili Peygamberimizin örnek hayatı da kutlu sözleri de, yaşantımızda bize yol gösterir, ders alacağımız örnekleri oluşturur. Davranışlarımız yanında, konuşmalarımıza, sözlerimize de dikkat etmek durumundayız.
Ne zaman konuşmalı? Nasıl konuşmalı? Nerede susmalı?
Bunu, çoğu kez, olaylar ve davranışlarımız belirler. Sevgili Peygamberimizin temel bir ölçü olarak bizlere öğütlediği bir sözünü unutmamak durumundayız: “Ya hayır söyle, ya sus!” Atalarımız, "Söz gümüşse, sükût altındır" diyerek bizlere yeri geldiği zaman konuşmamızı tavsiye ediyorlar.
Konuşmalarımız; bir işe yaramalı, güzel duyguları, doğru düşünceleri yansıtmalı. Yapıcı, ders verici, gönül alıcı, arabulucu, yararlı, yol gösterici olmalı. Kısacası “hayır”lı olmalı. Duygu ve düşüncelerimizi konuşmalarımızla aktarırken, sözlerimiz bu özellikleri taşımalı. Kırıcı olmak, çirkin ve kaba sözlerle karşılık vermek, gıybet etmek, söz taşımak, gevezelik etmek, nerede, nasıl konuşulacağını bilememek, insan için önemli kusurlardandır.
Başta kendi sözlerimize olmak üzere , çevremizdeki insanların; yolda, toplu taşım araçlarında, işyerlerinde, spor karşılaşmalarında, okulda kendi aralarındaki konuşmalara bir dikkat edelim. Neler görürüz, neler duyarız?
Çoğunu onaylayamayacağımız; yanlış, çirkin, kaba sözler… Ağızlara yakışmayan bu sözler niçin sarf edilir? Niçin boş, kırıcı sözlerle çok kıymetli zaman yerinde kullanılmaz, çar çur edilir? Susmak gereken yerde konuşularak problemler niçin büyütülür, çirkinlikler yayılır, kalpler kırılır?
Sözümüzün nereye varacağını düşünmeliyiz de. Sözümüz, nasıl bir tepki uyandıracak? Yapıcı mı, kırıcı mı olacak? Sevgi ve dostluk köprülerini kuracak mı yıkacak mı sözlerimiz? "Dilin cirmi küçük, cürmü büyüktür” diyor atalarımız.
Söylediğimiz sözler; anlamı, söyleniş biçimi, yerli yersiz söylenmesiyle, zaman zaman yanlış anlaşılmasıyla bizi zor durumlarda bırakabilir. Sözlerimiz, iyilik ve güzellik adına bir işe yaramalı. Atalarımızın “İki ölç, bir biç!”, “İki dinle bir söyle!”öğütleri unutulmamalı.
Düşünmeden yaptığımız konuşmalar, bizi geri dönülmez pişmanlıklara da düşürebilir. "Atılan ok geri dönmez" atasözünde belirtildiği gibi, söylediğimiz sözlerden pişman olarak, özür dilemek gerekebilir. Çoğu zaman, yaptığımız hatanın karşılığı olmamakta, bizi utandırmaktadır, ama artık iş işten geçmiş, ok bir kere yaydan çıkmıştır.
Kırılan bir kalbin onarılması ne kadar zordur! Özür dilemelerle kırgınlığı silmek kolay değil. Bu açıdan "Dilin kemiği yok" sözünü hatırımızdan çıkarmayarak konuşmalıyız. Akla gelen her söz düşünülmeden söylenmemeli elbette. Söylediği sözler sebebiyle başlarına büyük sıkıntılar gelen nice insanlar vardır.
Düşünmeden söylediği sözler sebebiyle, hayatını kaybeden insanların halini atalarımız, "Bülbülün çektiği dili belasıdır" diyerek ifade etmişlerdir.
Bize verilen bütün nimetler, yetenekler, değerler gibi ağzımız, dilimiz, sözlerimiz de, iyi, güzel ve doğruyu söylemek için bize verilen bir emanettir. Bu nedenle onu yerinde, istenildiği biçimde, israf etmeden kullanmak bilincini içimize yerleştirmeliyiz.
“Söz var iş bitirir, söz var baş yitirir”, “söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı” diyen atalarımız; sözün, konuşmanın, yeri geldiğinde susmanın ölçülerini inancımızdan alarak günümüze kadar taşımışlardır.
Yaşadığımız hayatta elbette, duygu ve düşüncelerimizi, isteklerimizi belirtmek durumundayız.
Atalarımızın dediği gibi, “İnsanlar, konuşa konuşa anlaşır.”
Ancak yerinde ve zamanında konuşmak şartıyla.
Rıfkı Kaymaz
(Diyanet Avrupa Dergisi, sayı:105, sh. 54-55)
İnsan, en şerefli bir varlık olarak yaratılmıştır. Yaratıcımız, bu nedenle her zaman insana yakışan bir biçimde yaşamamızı emreder. Duygu, düşünce, sosyal ilişkiler, toplum halinde yaşama, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk taşımamızı da gerekli kılar.
Yüce Kitabımız, toplumda insanca yaşamamız için gerekli şartları ve özellikleri sıralar. Hayatımızı anlamlandırmak için bize kılavuzluk eder. Nasıl düşünmemiz, nasıl davranmamız gerektiğini ondan öğreniriz. Ona uyduğumuz ölçüde mutlu ve başarılı olacağımızı biliriz. Bir olay karşısında tepkimizi yine onun ışığında belirlemeye çalışırız. Çalışmamız, uyumamız, konuşmamız, insanlarla iletişimimiz… Hayatımızın her dönemine ilişkin bu ilâhî emir ve öğütlere uyduğumuz ölçüde olgunlaşırız. Yaratıcımızın rızası ölçüsünde “hayırlı” insanlardan oluruz.
Bu öğütler nelerdir?
Bu konuda ilk kaynak, şüphesiz Yüce Kitabımızdır. Sevgili Peygamberimizin örnek hayatı da kutlu sözleri de, yaşantımızda bize yol gösterir, ders alacağımız örnekleri oluşturur. Davranışlarımız yanında, konuşmalarımıza, sözlerimize de dikkat etmek durumundayız.
Ne zaman konuşmalı? Nasıl konuşmalı? Nerede susmalı?
Bunu, çoğu kez, olaylar ve davranışlarımız belirler. Sevgili Peygamberimizin temel bir ölçü olarak bizlere öğütlediği bir sözünü unutmamak durumundayız: “Ya hayır söyle, ya sus!” Atalarımız, "Söz gümüşse, sükût altındır" diyerek bizlere yeri geldiği zaman konuşmamızı tavsiye ediyorlar.
Konuşmalarımız; bir işe yaramalı, güzel duyguları, doğru düşünceleri yansıtmalı. Yapıcı, ders verici, gönül alıcı, arabulucu, yararlı, yol gösterici olmalı. Kısacası “hayır”lı olmalı. Duygu ve düşüncelerimizi konuşmalarımızla aktarırken, sözlerimiz bu özellikleri taşımalı. Kırıcı olmak, çirkin ve kaba sözlerle karşılık vermek, gıybet etmek, söz taşımak, gevezelik etmek, nerede, nasıl konuşulacağını bilememek, insan için önemli kusurlardandır.
Başta kendi sözlerimize olmak üzere , çevremizdeki insanların; yolda, toplu taşım araçlarında, işyerlerinde, spor karşılaşmalarında, okulda kendi aralarındaki konuşmalara bir dikkat edelim. Neler görürüz, neler duyarız?
Çoğunu onaylayamayacağımız; yanlış, çirkin, kaba sözler… Ağızlara yakışmayan bu sözler niçin sarf edilir? Niçin boş, kırıcı sözlerle çok kıymetli zaman yerinde kullanılmaz, çar çur edilir? Susmak gereken yerde konuşularak problemler niçin büyütülür, çirkinlikler yayılır, kalpler kırılır?
Sözümüzün nereye varacağını düşünmeliyiz de. Sözümüz, nasıl bir tepki uyandıracak? Yapıcı mı, kırıcı mı olacak? Sevgi ve dostluk köprülerini kuracak mı yıkacak mı sözlerimiz? "Dilin cirmi küçük, cürmü büyüktür” diyor atalarımız.
Söylediğimiz sözler; anlamı, söyleniş biçimi, yerli yersiz söylenmesiyle, zaman zaman yanlış anlaşılmasıyla bizi zor durumlarda bırakabilir. Sözlerimiz, iyilik ve güzellik adına bir işe yaramalı. Atalarımızın “İki ölç, bir biç!”, “İki dinle bir söyle!”öğütleri unutulmamalı.
Düşünmeden yaptığımız konuşmalar, bizi geri dönülmez pişmanlıklara da düşürebilir. "Atılan ok geri dönmez" atasözünde belirtildiği gibi, söylediğimiz sözlerden pişman olarak, özür dilemek gerekebilir. Çoğu zaman, yaptığımız hatanın karşılığı olmamakta, bizi utandırmaktadır, ama artık iş işten geçmiş, ok bir kere yaydan çıkmıştır.
Kırılan bir kalbin onarılması ne kadar zordur! Özür dilemelerle kırgınlığı silmek kolay değil. Bu açıdan "Dilin kemiği yok" sözünü hatırımızdan çıkarmayarak konuşmalıyız. Akla gelen her söz düşünülmeden söylenmemeli elbette. Söylediği sözler sebebiyle başlarına büyük sıkıntılar gelen nice insanlar vardır.
Düşünmeden söylediği sözler sebebiyle, hayatını kaybeden insanların halini atalarımız, "Bülbülün çektiği dili belasıdır" diyerek ifade etmişlerdir.
Bize verilen bütün nimetler, yetenekler, değerler gibi ağzımız, dilimiz, sözlerimiz de, iyi, güzel ve doğruyu söylemek için bize verilen bir emanettir. Bu nedenle onu yerinde, istenildiği biçimde, israf etmeden kullanmak bilincini içimize yerleştirmeliyiz.
“Söz var iş bitirir, söz var baş yitirir”, “söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı” diyen atalarımız; sözün, konuşmanın, yeri geldiğinde susmanın ölçülerini inancımızdan alarak günümüze kadar taşımışlardır.
Yaşadığımız hayatta elbette, duygu ve düşüncelerimizi, isteklerimizi belirtmek durumundayız.
Atalarımızın dediği gibi, “İnsanlar, konuşa konuşa anlaşır.”
Ancak yerinde ve zamanında konuşmak şartıyla.
Rıfkı Kaymaz
(Diyanet Avrupa Dergisi, sayı:105, sh. 54-55)