Umre Seferi ve İlk Yağmur Duası.

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81

PEYGAMBERİMİZİN İLK YAĞMUR DUASI

Hicret'in 6. yılında büyük bir kuraklık ve kıtlık her tarafı sarmıştı.

Ramazan ayında bir Cuma günü, Resûli Ekrem Efendimiz hutbe îrad buyururken kendisinden, "Allah'a dua et de bize yağmur versin." diye rica edildi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, "Allah'ım, bize yağmur ver! Allah'ım, bize yağmur ver! Allah'ım, bize yağmur ver!" diyerek dua etti.420

Bir anda ayna gibi berrak olan gökyüzünde bulutlar belirdi ve yağmur yağmaya başladı.

Peygamber Efendimiz bu sefer, "Allah'ım, bu yağmuru bardaktan boşanırcasına yağdır ve hakkımızda hayırlı kıl!"421 diye dua etti.

Enes b. Mâlik der ki:

"Üzerimize öyle yağmur yağdı ki, neredeyse evlerimize gitme imkânı bulamayacaktık! O gün, ertesi gün, daha ertesi gün, tâ öteki Cuma'ya kadar yağmur yağmaya devam etti."422

Cuma günü Peygamber Efendimiz yine hutbe îrad ederken, bu sefer yağmurun dinmesi için dua yapmasını rica ettiler.

"Yâ Resûlallah!.. Evler, yağmurdan yıkılmaya başladı; yollar kapandı. Allah'a dua etsen de yağmuru kesse!"423

Resûli Kibriya Efendimiz, tebessüm buyurdular, sonra da ellerini kaldırarak, "Allah'ım, çevremize yağdır, üzerimize değil!"424 diye dua etti.

Yine Enes b. Mâlik der ki:

"Resûlullah (a.s.m.) dua ederken de eliyle, semânın neresine işaret ettiyse orası açıldı ve Medine üstü, açık bir meydan gibi oldu. Medine çevresine yağmur yağarken, Medine'ye bir damla bile düşmüyordu. Etraftan gelenler, oralarda bol bol yağmur yağdığını haber vermekte idiler."425

Bu, Resûli Ekrem Efendimizin yaptığı ilk yağmur duasıdır. Bundan başka çeşitli zamanlarda beş yağmur duası yapmışlardır.

UMRE SEFERİ

(Hicret'in 6. senesi Zilkade ayı/Milâdî 13 Mart 628)

PEYGAMBERİMİZİN RÜYASI

Resûli Ekrem Efendimiz, bir gece rüyasında, hiçbir korku ve endişe duymadan ashabıyla birlikte gidip Kâbei Muazzama'yı tavaf ettiklerini, kimin başını kazıttığını, kiminin de saçını kısalttığını görmüştü.426

Efendimiz, bu rüyasını anlatınca, Ashabı Kiram, görülmedik bir sevinç ve heyecan izhar etmişlerdi. Zîra, Muhacir Müslümanların Mekke'den Medine'ye hicretlerinin üzerinden kocaman bir altı yıl geçmişti. Bu altı yıl zarfında büyüklü küçüklü birçok hâdise cereyan etmişti, ama vatanlarının hasreti yine de gözlerinde tütüyordu. Doğup büyüdükleri vatanlarına bir gün tekrar kavuşacaklarını her an hayâllerinde yaşatıyorlardı. Hasret duydukları belde alelade bir yer de değildi; her gün beş vakit namazlarında yöneldikleri Kâbei Muazzama'nın bulunduğu mübarek bir belde idi.

Resûli Ekrem Efendimizin, "Siz muhakkak Mescidi Haram'a gireceksiniz!" müjdesi, bu bakımdan Müslümanlar arasında büyük bir sevinçle karşılanmıştı. Hattâ, hemen o yıl gidip Kâbei Muazzama'yı tavaf edeceklerini zannettiler ve bunu umdular.Resûli Kibriya Efendimizin bu rüyasını Kur'ânı Kerîm de bize haber verir.427

MEDİNE'DEN HAREKET

Peygamber Efendimiz, yerine Medine'de Abdullah b. Ümmü Mektum'u bıraktı. Yemen işi giydiği iki elbisesiyle Pazartesi günü yola çıktı. Kendisiyle birlikte hazırlanan Müslümanların sayısı bin 400 idi. Kafilede dört de kadın sahabî vardı. Bunlardan biri, Efendimizin muhtereme hanımları Ümmü Seleme (r.a.) idi. Müslümanlardan sâdece 200'ü atlı idi. Yanlarında yolcu silâhı olan kılıçtan başka bir silâh da bulunmuyordu; onlar da kınlarında idi. Umre kafilesiyle birlikte ayrıca kurbanlık 70 de deve vardı.428

Hz. Ömer 'le Sa 'd b. Ubade 'nin, Endişelerini İzhar Etmeleri

Peygamber Efendimiz, ashabıyla Zûlhuleyfe mevkiine gelmişti.

Bu sırada Hz. Ömer huzura çıkıp, "Yâ Resûlallah!.. Seninle harb hâlinde bulunan bir kavmin üzerine silâhsız ve atsız mı gireceksin? Gerektiğinde, onlarla çarpışmak için, yanımıza silâhlarımızı almayalım mı?" diyerek endişesini izhar etti.

Resûli Ekrem Efendimiz, "Ben, umreye niyetlenmişim; silâh taşımak istemem." diyerek, mübarek niyetlerinin muharebe olmayıp, Mücerred Umre, yâni Kâbei Muazzama'yı ziyaretten ibaret olduğunu ifade buyurdu.

Aynı endişeyi bu sefer Ensâr'ın ileri gelenlerinden Sa'd b. Ubade Hazretleri izhar etti.

ZQrIa.jpg

Zûlhuleyfe Mescidi

"Yâ ReshulallahL" dedi, "Keşke yanımızda silâh taşısaydık! Onların şüpheli bir hareketini gördüğümüz takdirde üzerlerine yürürdük!"

Peygamber Efendimizin, bu sahabîye de cevabı aynı oldu: "Ben silâh taşımam; ben sâdece umreye niyetlenerek yola çıkmışımdır!"429

Zûlhuleyfe, Medinelilerin mikatı, yâni ihrama girme yeridir. Peygamber Efendimiz de burada öğle namazını kıldıktan sonra ihrama girdi. Yetmiş kadar olan kurbanlık develere de işaret vurdurdu.

Müslümanlardan bir kısmı da burada ihrama girdi.


Peygamber Efendimiz, öğle namazını kıldıktan sonra, kıbleye döndü ve, "Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk! Lebbeyke lâ şerike Leke Lebbeyk! İnnel Hamde ven'Nimete leke ve'lMülke lâ şerike leke." diyerek telbiye etti.

Bu ulvî seda, her tarafı nurânî bir havaya büründürdü. Sahabîlerin heyecanları zirvedeydi.

Henüz Zûlhuleyfe'den ayrılmamışlarken, Resûli Ekrem Efendimiz müşriklerin durumunu öğrenmek ve kendi geliş gayesini de bildirmek üzere Büsr b. Süfyan'ı Mekke'ye gözcü olarak gönderdi. Büsr daha önce, Medine'ye Peygameber Efendimizi ziyarete gelmişti. Efendimizin arzusu üzerine kendisiyle birlikte Mekke'ye dönüyordu.

KUREYŞ MÜŞRİKLERİNİN KARARI

Müşrikler, Peygamber Efendimizin kalabalık bir sahabî topluluğuyla gelmekte olduğunu öğrenmiş ve kat'î karar almışlardı: "Muhammed ve beraberindekiler Mekke içine sokulmayacaktır." Bunun için, Hâlid b. Velid emrinde 200 kişilik bir süvari birliğini sür'atle Küraü'lGamim denilen mevkiye göndermişlerdi. Diğer taraftan da Ahabiş kabilelerine ziyafetler vererek, herhangi bir çarpışma ihtimaline karşılık onları yanlarına almak için bir gayretin içine girmişlerdi.

Müşriklerin bu kat'î karar ve gayretlerini, tecessüs için gönderilen Büsr b. Süfyan gelip Usfan mevkiinde Resûli Ekrem Efendimize haber verdi.

Fahri Kâinat Efendimiz, bu haberi alınca, "Yazıklar olsun! Kureyş helak oldu. Zâten harb, onları yiyip bitirmiştir. Ne olurdu, benimle diğer Arap kabileleri arasına girmeselerdi, beni onlarla baş başa bıraksalardı. Onlar beni mağlûb edecek olurlarsa—zâten kendilerinin de istediği budur. Eğer Allah beni onlara galib getirecek olursa ve kendileri de isterlerse toptan İslâmiyete girerlerdi. Eğer böyle yapmazlarsa çarpışmayı göze almışlardır demektir. Heyhat! Kureyş müşrikleri kuvvetlerinin çok olduğunu mu zannediyor? Vallahi, Allah'ın, tebliği için beni göndermiş olduğu dini hâkim ve üstün kılıncaya kadar, şu başım şu gövdemden ayrılıncaya kadar onlarla savaşmaktan asla çekinmeyeceğim!" diye konuştu.430

Kureyş müşriklerinin karşı koymak için hazırlanmaları, Peygamber Efendimizi fazlasıyla müteessir etti. Birbirleriyle kanlı bıçaklı olanlar bile Haram Aylar'da iki kardeş gibi yan yana gelip Kabe'yi tavaf edebiliyorlardı. Müşrikler buna mâni olmuyorlardı. Sâdece Peygamberimizin ve Müslümanların Kabe'yi ziyaret etmek gibi masum, ulvî, kutsî ve haklı arzusu karşısında, böylesine menfi bir tavır takınıyorlardı!

Peygamberimizin Yol Güzergâhını Değiştirmesi

Resûli Ekrem Efendimizin mübarek niyetleri sâdece Kâbei Muazzama'yı ziyaret etmekti. Bunun için herhangi bir çatışmanın çıkmasını istemiyordu. Bu sebepledir ki, Hâlid b. Velid kumandasında bir Kureyş süvari birliğinin Gamim mevkiine gelmiş olduğunu duyunca, ashabına, "Hâlid b. Velid birtakım süvarilerle birlikte gözcü olarak Gamim mevkiinde bulunuyor! Bu bakımdan siz, yolun sağ tarafını tutup gidiniz." buyurdu ve yol güzergâhını değiştirerek, Müslümanları bir başka yoldan götürdü. Hâlid b. Velid, İslâm Ordusunu uzaktan görünce, derhâl dönüp Kureyşlilere durumu haber verdi.

Ashabı Kiram la İstişare

Bu şartlar çerçevesinde Resûli Ekrem bir durum değerlendirmesi yapmak istedi. Sahabîleri toplayarak görüşlerini sordu.

Onlar, "Allah ve Resulü daha iyi bilir! Biz, ancak umre niyetiyle buraya gelmiş bulunuyoruz. Kimseyle çarpışmaya gelmedik; ama bu niyetimizin gerçekleşmesine mâni olmak isteyen çıkarsa, elbette onlarla çarpışırız!" diyerek fikirlerini beyan ettiler.

Sahabîlerin bu kararlılığından Peygamber Efendimiz memnun oldu ve, "Haydi, öyle ise, Allah'ın ismiyle yürüyünüz!" buyurdu.

Sâdece Kabe'yi ziyaret etmek gibi masum ve kutsî bir maksatla yola çıkmış olan Müslümanlar, tekbir ve telbiyelerle Mekke'ye, Kâbei Muazzama'ya doğru adım adım yol alıyorlardı.

KASVA'NFN ANÎDEN ÇÖKÜVERMESİ

Fahri Âlem Efendimiz, Kasva adındaki devesinin üzerindeydi. Kasva, Mekke haremi sınırına girince çökmek istedi. Sahabîler buna mâni olmaya çalıştılar; fakat sonunda Kasva galib geldi ve bir adım ileri atmadan Allah'ı hikmetiyle yere çöktü. Kaldırmaya uğraştılar, fakat bir türlü muvaffak olamadılar.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, "Onun böyle bir çökme âdeti yoktur. Fakat, bir zamanlar, filin Mekke'ye girmesine mâni olan, şimdi de Kasva'ya mâni oluyor. Hayatım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş, Allah'ın Harem dâhilinde yapılmasını haram kıldığı şeylere hürmeti kastederek benden ne kadar zor istekte bulunursa bulunsun, ben onu muhakkak onlara vereceğim." diye buyurdu.431

Gerçekten, Kasva çökmemiş olsaydı, Müslümanlar doğruca Kureyş müşriklerinin üzerine varacaklardı. Bu hâl ise bir çarpışmayı kaçınılmaz duruma getirebilirdi.

Hâlbuki, Müslümanlar beraberlerinde sâdece kılıç getirmişlerdi. Şâir harb silâhlarından tamamıyla mahrum bulunuyorlardı. Sayıları da azdı. Buna karşılık Kureyşliler daha tedbirli ve etraftaki kabileleri de yanlarına aldıklarından dolayı sayıca daha fazla idiler.

Bütün bunlara rağmen, elbette Müslümanlar çarpışmaktan geri durmayacaklardı. Tek bir kalb hâlinde çarpan bir avuç Müslüman, azlığı ve techizatlığına rağmen cesareti ve kahramanlığı ile ve Allah'ın da yardımıyla muzaffer de olabilirlerdi. Fakat bu durum, Haremi Şerife karşı bir hürmetsizlik mânâsını taşıyacaktı. Peygamberimiz ve Müslümanlar ise, böyle bir şeyi asla arzu etmezlerdi.

Ayrıca, Mekke'de îmanlarını gizlemekte devam eden, Müslümanların tanımadıkları erkek kadın birçok kimse vardı. Çarpışma vuku bulduğu takdirde bunlar da arada telef olabilirlerdi.

Kaldı ki, henüz îman etmemiş olan Kureyş ileri gelenlerinden birçok zâtın, yakın bir gelecekte îmana gelip İslâm dinine büyük hizmet etmeleri ve nice hayırlı evlâd yetiştirmeleri mukadderdi.

İşte, Kasva'nın âdeti olmadığı hâlde, Allah tarafından çöküvermesi, bu gibi hikmet ve inceliklere bir işaretti.

Sahabîlerin bütün gayretlerine rağmen yürümek için yerinden kımıldamayan Kasva, Peygamber Efendimizin şevkiyle kalkıp yürüyüverdi. Fakat, Kureyşlilere doğru gitmeyip başka tarafa saparak Hudeybiiye denilen mevkiin nihayetindeki suyu çekilmiş bir kuyunun başına indi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, Müslümanların da gelip oraya konmasını emir buyurdu.432

On Musluklu Çeşme Gibi...

Hudeybiye'de Müslümanların yerleştiği saha susuz bir yerdi. Bu yüzden o gün susuz kalmışlardı.

Bir ara Peygamber Efendimizin abdest ibriğinden abdest almak istediğini görünce koşuştular. Resûli Ekrem, "Ne oluyor, size?.." diye sordu.

"Mahvolduk yâ ResûlallahL" dediler, "Yanımızda senin ibriğindeki sudan başka ne içecek, ne de abdest alacak su var!"

Resûli Ekrem Efendimiz, elini ibriğin üzerine koydu, "Alınız, Bismillah!" buyurdu. O anda çeşmelerden su akarcasına, mübarek parmaklarının arasından sular fışkırmaya başladı. Müslümanlar, o sudan doya doya içtiler, abdest aldılar ve su kırbalarını ağızlarına kadar doldurdular.

Resûli Kibriya Efendimizin bu mucizesini anlatan Cabir b. Abdullah Hazretlerine sonradan, "Siz, kaç kişiydiniz?" diye sorulunca, şu cevabı vermişti:

"Eğer, 100 bin kişi olsaydık, yine kâfi gelecekti! Fakat biz, bin 500 kadar idik."433

İkinci Haber

Resûli Ekrem Efendimiz, ashabıyla Hudeybiye'de bulunurken Huzaa Kabilesi Reisi Büdeyl İbni Verka, kabilesinden birkaç kişiyle çıkıp huzura geldi. Tihame kabilelerinden olan Huzaalılar, Câhiliyye devrinde bir husustan dolayı Peygamberimizin mensup olduğu Benî Haşîm'le ittifak etmişlerdi. İslâmiyetin zuhurundan sonra da bu anlaşmaya sadâkat göstererek, Peygamber Efendimize taraftarlık göstermekten geri durmuyorlardı. Müslüman olsun, müşrik olsun hepsi, Kureyş'in hâl ve hareketlerine dair Mekke'de olup bitenleri Peygamber Efendimize gizlice haber verirlerdi.

Peygamberimizin huzuruna çıkan Büdeyl, "Kureyşliler, seninle çarpışmaya and içmişlerdir. Beytullah'ı ziyaret etmene asla müsaade etmeyeceklerdir." dedi.

Resûli Ekrem Efendimiz, geliş maksadını tekrarladı: "Biz, buraya herhangi bir kimseyle çarpışmak için gelmedik! Maksadımız, umre yapmak, Beytullah'ı tavaf ve ziyaret etmektir! Harbler, Kureyş'i fazlasıyla yıpratmış, güçsüz hâle getirmiş ve birçok zarara uğratmıştır. Şayet arzu ederlerse, yine kendilerine bir mütâreke müddeti tâyin edeyim. Bu müddet zarfında, benden taraf emniyet içinde bulunsunlar. Kendileri, benimle şâir halklar arasına girmesinler; beni onlarla baş başa bıraksınlar! Eğer ben o topluluklara galib gelir ve onlar İslâm dinine girerlerse ve eğer Kureyş müşrikleri de o toplulukların girdikleri dine girmeyi isterlerse girebilirler. Şayet ben, zannettikleri gibi, diğer topluluklara galib gelemezsem, o zaman kendileri de rahata kavuşmuş ve kuvvet kazanmış olurlar. Eğer, Kureyş müşrikleri bunları kabul etmez ve benimle çarpışmaya kalkışırsa, varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, şu tebliğ ettiğim dinin uğrunda başım gövdemden ayrılıncaya kadar onlarla çarpışacağım! O zaman Allah da, bana yardım edeceği hakkındaki va'dini muhakkak yerine getirecektir!'"134

Büdeyl, "Ben, senin söylediklerini Kureyşlilere ulaştırırım." diyerek Peygamberimizin yanından ayrıldı.

Büdeyl, adamlarıyla Mekke'ye dönüp durumu Kureyşlilere bildirmek istediyse de, onlar önce, "Bizim, ondan gelecek bir habere ihtiyacımız yoktur! Onun bilmesini istediğimiz tek şey vardır: Bizden tek kişi sağ kalıncaya kadar o Mekke'ye giremeyecektir!" dediler.

Sonra büyükleri olan Urve b. Mes'ud araya girdi, "Siz ne diye Büdeyl ve arkadaşlarını dinlemek istemiyorsunuz? Dinleyiniz! Söyleyeceği şey hoşunuza giderse kabul edersiniz, hoşunuza gitmezse reddedersiniz!" dedi.

Bunun üzerine Büdeyl'i dinlediler. Büdeyl, Peygamber Efendimizin geliş maksadını ve yaptığı mütâreke teklifini anlattı.435

KUREYŞ ELÇİSİ, PEYGAMBERİMİZİN HUZURUNDA

Kureyş'in ileri gelenlerinden biri olan Urve b. Mes'ud, Büdeyl'in sözlerini yerinde buldu.

"Doğrusu, Büdeyl size doğruluk ve sulh yolunu göstermek üzere gelmiştir. Siz, onun tekliflerini kabul ediniz; benim de, gidip onunla konuşmama, görüşmeme izin veriniz." dedi.

Kureyş müşrikleri bu sözlerden hoşlanmadılar. "Muhammed'e git! Fakat, kendi görüşünü gelip bize haber verme." diyerek Urve'yi bir nevi azarladılar.

Buna rağmen Urve, çıkıp Peygamberimizin yanına geldi. Müşriklerin hazırlıklarını, Hudeybiye Suyu başında beklediklerini ve hiçbir kimseyi Fv/Iekke'ye sokmamaya kararlı olduklarını tekrarladı.

Peygamber Efendimiz, "Ey Urve!.. Allah için söyle: Şu kurbanlık develerin kurban edilmelerine, şu Beytullah'ı ziyaret ve tavafa engel olunur mu?" dedikten sonra şöyle konuştu:

"Biz çarpışmak için gelmedik. Niyet ettiğimiz umremizi îfa etmek ve kurbanlık develerimizi kurban etmek arzusundayız.

"Sen, benim ailem, halkım olan kavmime şunu haber ver: Harb onları yiyip bitirmiştir. Kendileri, aramızda mütâreke ve savaşmaya ara vermek için bir müddet tâyin etsinler! Bir de, benimle Beytullah arasından çekilsinler! Bıraksınlar, umremizi yapalım, kurbanlarımızı keselim! Aksi takdirde, yemin ederim ki, Allah Teâlâ şu İslâm Dinini yeryüzünde yayacağı hakkındaki va'dini yerine getirinceye ve benim de başım gövdemden ayrılıncaya kadar, onlarla çarpışmaktan asla vazgeçmeyeceğim!"436

Urve b. Mes'ud, bir taraftan Peygamberimizle konuşuyor, diğer taraftan sahabîlerin Resûli Ekrem'e karşı davranış ve hareket tarzlarını göz ucuyla süzüyordu. Ashabın Peygamberimize karşı son derece hürmetkar ve kendisine teslimiyet içinde hareket edişlerine hayran kalmıştı.

Kureyş müşriklerinin yanına dönünce, Peygamber Efendimizin maksadını bildirdikten sonra, hayranlık duyduğu müşahedelerini anlatmaktan da kendisini alamadı.

"Ey kavmim!.." dedi, "Ben birçok hükümdarın huzuruna elçi olarak çıkmış bir kimseyim. Vallahi, ben bunlardan hiçbir hükümdarın adamlarının onları, ashabının Muhammed'e hürmet ettikleri, sayıp sevdikleri gibi görmedim! Ashabından herhangi biri, ondan izin almadan konuşmuyordu. Muhammed, onlara bir şey emrettiği zaman yerine getirmek için âdeta birbirleriyle yarışıyorlardı! Sahabîleri onun yanında konuşurlarken seslerini alçaltıyorlardı, kendisine olan hürmetlerinden dolayı yüzüne bile dikkatle bakamıyorlar, gözlerini yere indiriyorlardı. Ben öyle anladım ki, bu kavim hiçbir zaman onu yalnız bırakmayacak, onun bir tek kılını bile kimseye teslim etmeyecek, hiçbir kimseyi onun tenine dokundurmayacaktır! Gerisini siz düşünün!"437

Sonra da, "O, size bir sulh teklifinde bulunmuştur; gelin, bu teklifi kabul edelim." dedi.

Urve'nin bu teklifi, Kureyş ileri gelenleri tarafından hoş karşılanmadı; hattâ, kendisini böyle konuştuğundan dolayı azarladılar. Bu azardan rahatsız olan Urve, kendilerini terk edip Taif yolunu tuttu.

Peygamberimizin Elçisi

Artık her iki taraf karargâh kurdukları yerde müzakereler yapıyor, birbirlerine gönderdikleri karşılıklı elçilerle tekliflerde bulunuyorlardı. Peygamber Efendimiz, geliş maksadını Kureyşlilere bildirmek üzere Huzaalı Hiraş b. Ümeyye'yi elçi olarak gönderdi. Böylece Hıraş, Resûli Ekrem'in Kureyş müşriklerine gönderdiği ilk elçi oluyordu.438

Hıraş b. Ümeyye gidip Hz. Resûlullah'ın geliş maksadını anlattiysa da, müşrikler anlamak istemediler. Kendisine kaba davrandılar, devesini boğazladılar, hattâ kendisini öldürmeye bile kalkıştılar. Ancak araya Ahabişliler girince bu hareketlerinden vazgeçtiler. Hıraş b. Ümeyye canını zor kurtararak Peygamberimizin yanına döndü ve başından geçenleri haber verdi.

Elçisini öldürmeye kalkıştıkları hâlde Resûli Ekrem Efendimiz üzerlerine yürümedi. Teenniyle hareket etti. Onlardan yeni teklifler bekledi. Çünkü, onun maksadı kan akıtmak değildi.

KUREYŞ'İN BİR ELÇİSİ DAHA...

Peygamber Efendimizin bütün bu söylenenlere rağmen geri dönmediğini gören Kureyşliler, bu sefer Ahabişlerin reisi Huleys b. Alkame'yi elçi olarak gönderdiler. Efendimiz uzaktan Huleys'i tanıdı. Ashabına, "Bu gelen, kurbanlık inanç ve saygısı olan bir kavimdendir. Kurbanlık develerin hepsini ona karşı salıveriniz de görsün!"439 diye buyurdu.

Müslümanlar, kurbanlık develerini Huleys'e karşı sürüverdiler ve "Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk!" diyerek telbiye getirdiler.

Bu ulvî ve masum manzara karşısında Huleys'in gözleri dolu dolu oldu.

"Sübhanallah! Bu muazzam cemaatin, Beytullah'ı tavaf ve ziyaretten menedilmesi ne kadar çirkin bir harekettir! Kabe'nin Rabbine andolsun ki, Kureyşliler, bu yanlış tutum ve davranışlarıyla helak olacaklardır! Hâlbuki bunlar, umre yapmaktan başka bir maksatla gelmemişlerdir!" diye bağırmaktan kendini alamadı.

Peygamber Efendimiz, Huleys'in bu sözlerini uzaktan işitti. "Evet, öyledir ey Benî Kinane'den olan kardeş.." diye buyurdu.

Huleys'in bu masum ve kutsî manzara karşısında söyleyecek başka bir şeyi yoktu. Resûli Ekrem Efendimize olan hürmetinden dolayı, yanına gelip konuşmak bile istemedi; doğruca Kureyşlilerin yanına döndü.

Huleys ve Kureyş Müşrikleri

Huleys'in ruh ve kalbini o ulvî manzara öylesine sarmış, kucaklamış ve yumuşatmıştı ki, müşriklere açıkça şöyle demekten çekinmedi:

"Ben onu (Hz. Peygamber'i) Kabe'yi tavaftan menetmemizin doğru olmayacağı fikrindeyim!"440

Ne var ki, Kureyş ileri gelenleri, kendilerinden başka doğru düşünen kimsenin bulunmadığı fikrinde idiler. Huleys'in bu sözleri karşısında şaşırdılar, hattâ hiddete geldiler.

"Sen nihayet bir çöl Arabisın! Cahilliğin ortada! Sus, bu işlere aklın ermez!" diyerek hakarette bulundular.

Bu sözler Huleys'i fena hâlde kızdırdı. Resûli Ekrem Efendimizi müdafaa sadedinde çekinmeden, "Beytullah'a hürmet maksadıyla çıkıp gelen kimseyi ondan nasıl alıkoyabiliriz?

Vallahi, biz sizinle bu hususta bir anlaşma yapmış değiliz! Yemin ederim ki, ya Muhammed'in yapmak istediğine mâni olunmayacak veya ben bütün Ahabiş'i tek kişi bile bırakmadan alıp gideceğim!"441 diye konuştu.

Fakat, bu tehdit bile Kureyş müşriklerini inatlarından vazgeçiremedi. Bin bir yalan ve dolanla tekrar Huleys'i kandırdılar ve ittifaklarının bozulmasına mâni oldular!

İkinci Elçi: Hz. Osman

Elçiler vasıtasıyla görüşmeler devam ediyordu.

Resûli Ekrem Efendimiz ise, bir an evvel kat'î netice elde etmek istiyordu. Geliş maksadını tekrar Kureyşlilere güzelce anlatmak için bu sefer Hz. Ömer'i göndermek istedi.

Hz. Ömer, "Yâ Resûlallah!.. Kureyş reisleri, benim onlara ne derece şiddetli düşman olduğumu bilirler. Korkarım, bana suikastte bulunurlar! Mekke'de de kabîlemden hiç kimsem yoktur ki, beni himayesine alsın! Buna rağmen, muhakkak benim gitmemi istiyorsanız, giderim." diye konuştu.

Peygamber Efendimiz, hiçbir şey söylemeden sustu.

Bunun üzerine Hz. Ömer, "Bu iş için Osman b. Affan gitse daha münasip olur. Zîra, onun Mekke'de aşiret ve akrabası çoktur!" diye teklifte bulundu.

Gerçekten de, Mekke'nin eşrafından olan Benî Ümeyye, hep Hz. Osman'ın amcazadeleri idiler.

Resûli Ekrem Efendimiz, Hz. Ömer'in bu teklifini kabul etti. Hz. Osman'ı yanına çağırdı.

"Kureyşlilere git! 'Biz buraya hiç kimseyle çarpışmak için gelmedik; sâdece şu Beytullah'ı ziyaret için gelmiş bulunuyoruz. Yanımızdaki kurbanlık develeri kesip döneceğiz.' diye söyle. Sonra da onları İslâmiyete davet et." diye talimat verdi.

Peygamber Efendimiz ayrıca, Mekke'de Müslümanlıklarını gizleyen Müslümanlarla da görüşüp onlara teselli vermesini ve Mekke'nin yakında fetholunup îmanlarını gizlemeye ihtiyaç kalmayacağını da onlara haber vermesini, Hz. Osman'a emretti.

Hz. Osman, Kureyş müşriklerinin yanına vardı. Peygamberimizin geliş maksadını tek tek anlattı. Onları İslâm'a davet etti.

Fakat bu görüşmeden de bir netice alınamadı. Müşriklerin, Hz. Osman'a da cevapları menfî oldu. "Git, seni gönderene söyle: O, hiçbir zaman Mekke'ye girip, Kabe'yi tavaf edemeyecektir."

Hz. Osman'la birlikte ayrıca 10 kadar Muhacir, Resûli Ekrem'in müsaadesiyle, akrabalarını ziyaret maksadıyla gitmişlerdi. Hz. Osman'la birlikte onlar da görüştükleri Müslüman akrabalarına Mekke'nin yakında fethedileceği müjdesini vererek, onları sevindirdiler.

Hz. Osman 'in, Müsaade Edilmesine Rağmen Kabe 'yi Tavaf Etmeyişi

Bu arada Kureyş ileri gelenleri, Hz. Osman'a, "Kabe'yi tavaf etmek istersen, et." dediler.

Hz. Osman, "Hayır!.." dedi, "Resûlullah (s.a.v.) onu tavaf etmedikçe, ben de etmem!"

Kureyşliler bundan rahatsız oldular; hattâ, hiddete gelerek, Hz. Osman'ı bir müddet yanlarında tutup göz hapsine aldılar.

Fakat bu durum, Peygamber Efendimize, Hz. Osman ve beraberindeki Muhacir Müslümanların müşrikler tarafından öldürüldükleri tarzında ulaştı.442

RIDVAN BÎATI

Resûli Kibriya Efendimiz, Hz. Osman'ın müşrikler tarafından şehid edildiği haberini duyunca son derece müteessir oldu. Kureyş'in bu hareketi karşısında üzerlerine yürümekten başka bir çâre kalmıyordu.

"Madem böyle, bu kavimle çarpışmadıkça, buradan kat'îyyen ayrılmayacağız!" diye buyurdu.443

Zâten yapılabilecek başka bir şey de kalmış değildi. Sulh tekliflerine yanaşmadıkları gibi, üstelik elçisini şehid etme cür'etini bile gösterebiliyorlardı.

Ashabına, "Allah Teâlâ, bana bîat yapılmasını emretti!" diye seslendi.

Hâtemû'lEnbiya Efendimiz, Semüre (bîattan sonra "Rıdvan Ağacı" olarak adlandırılmıştır) Ağacı altında durdu. Müslümanlar da teker teker, çarpışmaktan yüz çevirmeyeceklerine, Allah ve Resulü yolunda canlarına feda edinceye kadar savaşacaklarına dair bîat ettiler.444 Bîattan tek bir kişi kaçındı: Münafıklardan Cedd b. Kays.4"5

Bu bîat, sahabîlere yeni bir cesaret, taze bir heyecan verdi. Yerlerinde âdeta duramaz hâle gelmişlerdi. Bir an evvel ya Kabe'yi tavaf etmek veya müşriklerle çarpışmak istiyorlardı.

Cenâbı Hakk, bu bîatta bulunan Müslümanlardan razı ve memnun olduğunu Kur'ânı Kerîm'de şöyle beyan eder:


"Andolsun ki Allah, mü'minlerden—seninle o ağacın altında bîat ederlerken—razı olmuştur da kalblerindeki sıdk ve ihlâsı bilerek üzerlerine kuvvei mânevîyeyi indirmiş ve onları yakın bir fetih (Hayber fethi) ve alacakları birçok ganimetle mükafatlandırmıştır. Allah, mutlak galibtir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir."446

Bu sebeple bîata "Rıdvan Bîatı" adı verildi.

Resûli Ekrem Efendimiz de bir hadîslerinde, "Ağaç altında gerçekten bîat edenlerden hiçbiri Cehennem'e girmeyecektir."447 buyurarak, bu bîatta bulunan Müslümanların faziletini beyan etmişlerdir.

Hz. Osman 'ın Geri Dönüsü

Bîat haberi Kureyş müşrikleri tarafından duyulunca, üç gün yanlarında alıkoydukları Hz. Osman'ı serbest bıraktılar.

Hz. Osman derhâl Hz. Resûlullah'ın huzuruna çıkıp geldi; böylece, şehâdetiyle ilgili haberin asılsız olduğu anlaşıldı.

Fakat, bey'at yapılmış ve tamamlanmıştı.

Sahabîler, Hz. Osman'a, "Herhalde Kabe'yi tavaf etmişsindir!" dediler.

Hz. Osman, "Vallahi, Mekke'de bir yıl kalsaydım ve Resûlullah da (s.a.v.) Hudeybiye'de otursaydı, o, Kabe'yi tavaf etmedikçe, ben yine tek başıma onu tavaf etmezdim!" diye karşılık verdi.448


--------------------------------------------------------------------------------

420 Buharı, Sahih, c. 1, s. 179; Müslim, Sahih, c. 2, s. 613.
421 Buharı, A.g.e., c. 1,s. 179.
422 Buharî, A.g.e., c. 1, s. 179; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, c. 3, s. 261.
423Ahmed İbni Hanbel, A.g.e., c. 3, s. 261.
424 Ahmed İbni Hanbel, A.g.e., c. 3, s. 104; Müslim, A.g.e., c. 2, s. 613.
425 Müslim, A.g.e., c. 2, s. 614.
426 İbni Hişam, Sîre, c. 3, s. 336.
427 Fetih, 27.
428 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 322; ibni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 95; Halebî,İnsanû'lUyûn, c. 2, s. 690.
429Taberî, Tarih, c. 3, s. 72; Halebî, İnsanû'lUyûn, c. 2, s. 689.
430 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 321.
431 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 324; Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 96.
432 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 324.
433 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 98.
434 Taberî, Tarih, c. 3, s. 74.
435 Taberî, A.g.e., c. 3, s. 74.
436 Ahmed Ibni Hanbel, Müsned, c. 4, s. 324; Ebû Davud, Sünen, c. 3, s. 85.
437 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 328; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, c. 4, s. 324.
438 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 328; İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 96.
439 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 324; Ahmed İbni Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 324.
440 Ahmed ibni Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 324; Taberî, Tarih, c. 3, s. 75.
441 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 326; Taberî, Tarih, c. 3, s. 7576.
442 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 329.
443 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 330; Taberî, Tarih, c. 3, s. 77.
444 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 330.
445 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 330

446 Fetih, 1819.
447Ahmed İbni Hanbel, Müsned, c. 3, s. 350.
448 İbni Kayyim, Zâdû'lMaad, c. 2, s. 137.



 
Üst Alt