Ümmü Fadl (r.a)

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,107
Tepkime puanı
81


Ümmü Fadl radıyallahu anhâ Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin baldızı... Meymûne binti Hâris radıyallahu anhâ annemizin kız kardeşi... Efendimizin sevgili amcası Hazreti Abbas radıyallahu anh'ın âilesi... İslâm'ı ilk kabul eden hanım sahâbîlerden...

O Mekke'de Kinâne kabîlesine mensuptur. Annesinin adı Hind (Havle) binti Avf'dır. Babası Hâris ibni Hazen'dir. Mekke'de Abbas ibni Abdülmuttalib ile evlendi. İlk çocuğu Fadl'ın doğumundan sonra Ümmü Fadl künyesiyle tanındı. Asıl adı Lübâbe'dir.

O, Haticetü'l-Kübrâ (r.anhâ) annemizden sonra Mekke'de İslâm'ı ilk kabul eden, cesûr yiğit hanımefendilerdendir. Kocası Hz. Abbas (r.a.), kendisinden sonra İslâm'la şereflenmiştir.
Ümmü Fadl (r.anhâ) şecâat sâhibi, cesûr, vakûr ve imanından taviz vermeyen yiğit bir hanım sahâbîdir. Hizmetiyle, sevgisiyle, insanları güzelliklere çağıran İslâm'ın ilk çilekeşlerindendir. Onun İslâm'ın ilk günlerinde gösterdiği kahramanlık dillere destandır. Müslüman kardeşini yalnız bırakmama, onun yardımına koşma ve ona arka çıkma konusundaki fedakârlığı hatırdan çıkmayacak tarzda zihinlere nakşolmuştur. Şöyleki:

"Ümmü Fadl (r.anhâ)'nın kocası Abbas'ın Ebû Râfî adında Mısır'lı bir kölesi vardı. O da İslâm'la şereflenmişti. Fakat müşriklerin şerrinden çekindiği için İslâm'a girdiğini ilân edememişti. Ebû Râfî (r.a.) Zemzem kuyusunun yanında ağaçtan su tasları oymacılığı yapardı. Ümmü Fadl (r.anhâ)'nın odası da bu kuyuya yakındı.

Bedir harbinin olduğu günlerdi. Müslümanların müşrikleri hezimete uğrattıkları haberini aldılar. Kâbe çevresinde sevinçli sevinçli bu konu üzerinde konuşurlarken Ebû Leheb yanlarına çıka-geldi. Bu azılı müşrik Bedir'e gitmemişti. Yerine Âs İbni Hişam'ı göndermişti. Fakat devamlı ne olup bittiğini takip ediyordu. Neticeyi sabırsızlıkla bekliyordu. Acı haber, Kureyş'in mağlûbiyeti ona ulaşınca kininden, kibirinden, öfkesinden ne yapacağını bilemedi. Hezimeti bir türlü içine sindiremedi. Nasıl olur? diye düşüncelere daldığı bir sırada Ebû Süfyan'ın karşıdan geldiğini gördü. Yanına çağırdı ve: "Ey kardeşimin oğlu! Nasıl oldu anlat bakalım?" dedi.

Ebû Süfyan hüzünlü hüzünlü: "Hiç sorma! Sanki onların karşısında elimiz kolumuz bağlandı. İstedikleri gibi bir kısmımızı öldürdüler, bir kısmımızı da esir aldılar." diye söze başladı. Sonra devamla: "Vallahi ben bizimkilerden kimseyi kınayıp ayıplamıyorum. Çünki o sırada öyle kimselerle karşılaştık ki, yer ile gök arasında yağız atlara binmiş ve beyazlar giyinmiş adamlar bizlere hücum etti." dedi.

Ebû Râfî (r.a.) onların konuşmalarına kulak misafiri olup dinliyordu. Sevincinden ve heyecanından kendini tutamayarak araya girdi ve: "Vallahi onlar meleklerdir." deyiverdi.

Bedir mağlûbiyetinin hıncıyla dolu olan Ebû Leheb melek sözünü işitince Ebû Râfî (r.a.)'ın üzerine doğru yürüdü. Var gücüyle ona vurmağa başladı. Hıncını ondan çıkarmak istercesine üzerine çullandı.

Ümmü Fadl (r.anhâ) onları takip ediyordu. Müşriklerin Ebû Rafî üzerine doğru yürüdüklerini görünce süratle eline bir çadır direği alarak koştu geldi ve Ebû Leheb'e: "Kimsesi yok diye onu güçsüz gördün değil mi?" diyerek hücum etti. Sırığı kafasına indirdi. Başından yaralanan azgın müşrik bir kadının saldırısını hazmedemeyerek bayılıp yere düştü. Avânelerinin yardımıyla hor ve hakîr olarak oradan ayrıldı. Daha sonra bu eziklik içerisinde kendini yedi durdu. Bir daha ayağa kalkamadı. Kibir ve kiniyle cehennemi boyladı.

Mekke'nin çileli günlerinde böylesine bir fedakârlık, kahramanlık ancak Allah yolunda kardeş olmanın bir meyvesiydi. Ne güçlü iman!... Ne güzel kardeşlik!..



Ümmü Fadl (r.anhâ) üç kızkardeş idiler. İslâm'ın zor günlerinde üçü birden Allah'a ve Rasûlüne teslim olmuşlardı. İslâm'la şereflenmişlerdi. Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz onlara; "mümine kızkardeşler" diye hitap ederdi. Bu üç kızkardeş Mekke'de bu lakabla meşhur oldu. Bunlardan Hz. Meymûne (r.anhâ) İki Cihan Güneşi Efendimizle evlenerek müminlerin annesi oldu. Hz. Esma binti Umeys (r.anhâ) da Ebû Tâlib'in oğlu Hz. Câfer ile evlendi.




Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimiz sevgili amcası Hz. Abbas (r.a.)'ın evine sık sık giderdi. Hatırlarını sorar ve öğle vakti istirahatini çoğu kere burada yapardı. Amcası ve yengesiyle sohbet ederdi. Birgün Ümmü Fadl (r.anhâ) korkulu ve sıkıntılı bir rüyâ gördü. Onu anlatmak istedi ve Efendimize;

"Yâ Rasûlallah! Bir rüyâ gördüm ve çok korktum." dedi. Rasûl-i Ekrem (s.a.); "Ne gördün?" dedi. O da;


"Yâ Rasûlallah! Sizin vücûdunuzdan bir parçanın kesilip evime konulduğunu gördüm." dedi. İki Cihan Güneşi efendimiz Ümmü Fadl (r.a.)'ın sıkıntısını dağıtmak üzere rüyayı şöyle yordu:

"Hayırlı bir rüya görmüşsün. Fâtımâ'nın bir oğlu dünyaya gelecek. Sen de onu Kusem ile beraber emzireceksin." buyurdu.

Çok geçmeden Hz. Hüseyin (r.a.) dünyaya geldi. Ümmü Fadl (r.anhâ) onu alıp evine götürdü. Doyasıya Hüseyin'i emzirdi. Ona süt annelik yaptı. Onunla ilgilendi. Terbiyesiyle meşgul oldu. Gelişip büyümesine ve güzel yetişmesine gayret etti. Birgün çocuğu alıp Rasûlullah (s.a.) efendimize götürdü. Efendimiz torununu kucağına aldı ve dizine oturttu. Yavrusuyla konuşurcasına başını okşayarak onu sevdi ve yanaklarından öptü. Küçük Hüseyin dedeciği Allah Rasûlü Efendimizin kucağını ıslattı. Ümmü Fadl (r.a.) buna çok üzüldü. Biraz sinirli bir vaziyette öfke ile çocuğu tutup Efendimizin kucağından aldı. Çocuk ağlamaya başladı. Rahmet Peygamberi Efendimiz buna dayanamadı ve: "Ey Ümmü Fadl! Allah iyiliğini versin. Sen onu ağlatmakla beni üzdün." buyurdu.



Ümmü Fadl (r.anhâ), İki Cihan Güneşi efendimizin sevgili amcası Hazreti Abbas (r.a.)'tan altı erkek çocuk dünyaya getirmiştir. Bu mesûd evlilikten Fadl, Abdullah, Ubeydullah, Ma'bed, Kusem ve Abdurrahman adında oğulları olmuştur.

İslâm'ın nurunu ana karnında alan bu iman erleri hem kendilerine hem de çevrelerine ışık saçmışlardır. Her biri yüksek idealler, hedefler peşinde koşmuş, şahsiyetli, vakûr gençler olmuşlardır. İslâm'ı öğrenme ve öğretme konusunda kendileri birer ilim eri olarak çalışmışlardır. Bilhassa Abdullah İbni Abbas(r.a.) ashâb-ı kiram arasında tefsir ve fıkıh konusunda en üst seviyede müracaat kaynağı olmuştur. İslâm'ı yayma konusunda Kusem (r.a.)'ın orta Asya topraklarına kadar gidişi ve o bölgede şehid oluşu, oraya defnedilmesi ne büyük hedeflere sahip olduklarını göstermektedir. Hayatları bizler için ne büyük dersler ve alınacak ne ibretli örnekler ile doludur...



Hz. Osman (r.a.)'ın halifeliği döneminde ahirete göç eden Ümmü Fadl (r.anhâ) böylesine bir şerefe sahipti.
Bir şâir onun hakkında:


"Mâ veledet necîbetün min fahlin
Ammi'n-Nebiyyi'l-Mustafa zi'l-Fazl'ı
Ke sittetin min batni Ümmi'l-Fadl'ı
Ve hâtemi'r-rüsül ve hayrir-rusûl'i"



"Hiç bir asaletli kadın, bir erkekten ümmû Fadl Lübâbe'nin altı çocuğu gibi çocuk doğurmamıştır.
Bu Ümmü Fadl ile kocası ne kadar kıymetli, hürmete lâyık ve şerefli gençlerdir ki, kocası, peygamberlerin sonuncusu ve hayırlısının amcasıdır." diye methetmiştir.
Cenâb-ı Hak'tan şefaatlerini niyaz ederiz. Amin.


Mustafa Eriş. Altınoluk Dergisi
 
Üst Alt