Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
Tasavvuf
BEDİR MUHAMMED ALİ
TOPRAK TAŞ VE BAHÇIVAN
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Gönül sızım" data-source="post: 69037" data-attributes="member: 1049"><p><img src="https://sphotos-a.xx.fbcdn.net/hphotos-frc3/311564_566617996712349_1825620841_n.jpg" alt="" class="fr-fic fr-dii fr-draggable " style="" /></p><p></p><p><span style="color: Black">Yıllar yılı aynı mekânı paylaşmış, aynı havayı solumuş, aynı misafirleri ağırlamışlardı. </span></p><p><span style="color: Black">Her ne kadar yaratılışları başka başka olsa da, iyi anlaşırlardı. Taş, yarıdan fazlasını toprağa gömmüş, orada rahat ve güven bulmuştu. </span></p><p><span style="color: Black">Toprak da bu güne kadar taşı hiç reddetmemiş, onun varlığından rahatsızlık değil, mutluluk duymuştu.</span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Her dem, aynı kararda geçmez elbet. Her varlık kendi içinde ayrı bir âlem, ayrı bir sır. Gün oldu, taş da toprak da pek şen oldular, şakalaşıp gülüştüler; gün oldu kâh biri, kâh diğeri gamlandı da, ağlayıp dertleştiler.</span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Taş, gözünü toprağa dikti o gün. Endişelendi. Çünkü toprak, nicedir dil kesmiş, konuşmaz, gülmez olmuştu. Merakla sordu:</span></p><p><span style="color: Black">"-Yüzün ne de çorak. Oysa hayretle hissediyorum ki, için ağlamada ve bağrında sular kaynamada. Üstelik kaynayan bu su öylesine sıcak ki, ayaklarımı yakıyor. </span></p><p><span style="color: Black">A toprak, nedir bu hâl ki, derinlerinde sular coşarken, dışın suya hasretmişçesine yarılıp çatlıyor? İçin bereket kokarken, yüzündeki bu kuraklığın sebebi nedir?"</span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">"-Hasretim!" dedi toprak.</span></p><p><span style="color: Black">"-Hayret…" dedi taş. "Bütün otlar ve çiçekler senin üzerinde can bulurken; böcekler yollarında gezinir, köstebekler, karıncalar sende yuva yaparken, neye hasretsin? </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Bulutlar aşkınla ağlayıp, gözyaşlarıyla yüzünü öperken; asırlık nice ağaç, köklerinin en ince dallarını bile güvenle sana dayarken; kalanlar, </span></p><p><span style="color: Black">en çok sevdiklerini, hiç tereddütsüz senin kucağına gömüp giderken; tüm varlıklar sana muhtaç ve sana hayranken; böylesi sevilir, istenir ve arzulanırken, </span></p><p><span style="color: Black">hasretini çektiğin nedir ki? </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Uğruna nice kavgalar, nice savaşlar, nice düğünler yapılırken; böylesine kıskanılır ve paylaşılmazken, bu kadar değerli ve özelken; adına nice türküler yakılır, </span></p><p><span style="color: Black">nice şiirler yazılırken; diken de gül de sende hayat bulurken, içinin bu kadar yanması ve kaynaması niye?"</span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Toprak, bu soru üzerine, yarası deşilmiş hasta gibi inledi. Hani, niceleri kalabalıklar içinde yalnızdır da kimseler anlamaz. Hani niceleri, anası babası varken, yetim ve öksüzdür de, kimseler bilmez.</span></p><p><span style="color: Black">Ve hani niceleri, gülümsemeler altında gözyaşı, heybet altında gariplik ve kudret altında acz gizler de kimseler fark etmez. Toprağın hâli de böyleydi sanki.</span></p><p><span style="color: Black">Taş, toprakta bu hâli sezince, daha da şaşırdı.</span></p><p><span style="color: Black">"-Yâhu." dedi, "Ben beni bildim bileli ayaklarım bağrına saplı, başım da üzerindedir, hayret ki, senin bu mahzunluğunu fark etmemişim. Taşım işte, hoş gör. </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Toprak, içlendi temelli. Titredi. Taş sandı ki, bu titremeyle, içeride kaynayan sular, kuru yarıkların arasına dolacak. Ama öyle olmadı. Ve toprak, </span></p><p><span style="color: Black">içi sımsıcak coştuğu hâlde, yüzü durgun ve kurak, dedi ki:</span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">"-Bahçıvana hasretim!"</span></p><p><span style="color: Black">Bu cevap üzerine taş, inanmaz bir tavırla şunları söyledi:</span></p><p><span style="color: Black">"-Bahçıvana mı hasretsin!?. Sen delirdin mi toprak! Ondan ne hayır gördün ki? </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">O her fırsatta gelir, karnını yarar, canını yakardı. </span></p><p><span style="color: Black">Kazmasıyla ne zaman deşse bağrını, acıyla haykırdığını duyardım. Küreğiyle yüzüne yüzüne vurur, incitirdi seni. </span></p><p><span style="color: Black">Üzerinde büyümüş otları hiç acımadan söker alırdı. </span></p><p><span style="color: Black">Otların kökleri vücudundan ayrılırken, yüzünün acıyla dolduğunu görürdüm. </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Seni, alışık olduğun sükûnetten hoyratça uzaklaştırır, parçalanmana, dağılmana, feryâd ile sağa sola savrulmana sebep olurdu. </span></p><p><span style="color: Black">Elleriyle okşayacağına, ayaklarıyla basardı yüzüne. </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Seni incittiği için kızar da, yüzüne bile bakmazdım! Sen ne diyorsun Allâh aşkına!?. Hüznünün sebebi, o bahçıvanın ayrılığı mı gerçekten? </span></p><p><span style="color: Black">Nicedir yanına uğramadı da rahat ettin biraz. Sana rahatlık mı battı a toprak, başka kimse bulamadın da, can düşmanına mı sevdâlandın?"</span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Toprak, arkadaşından duyduğu bu sözler üzerine, hiç beklenmedik bir şekilde celâllendi ve dedi ki:</span></p><p><span style="color: Black">"-Sus! Unutma ki dışımın tüm çoraklığına rağmen, içim hasretle kaynamadadır. </span></p><p><span style="color: Black">Hasreti doğuran ananın, sevgi olduğunu bilmez misin! </span></p><p><span style="color: Black">Sevenin sevdiğine söz söyletmeyeceğini, sevdiği için, en yakınını bile hiç düşünmeden fedâ edebileceğini duymadın mı! </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Yıllar var ki işte burada, seninle birlikteyiz. İyi bil ki bahçıvan için ne söylersen söyle, Allâh'ın izniyle bu davranışın ancak ve ancak, ona olan muhabbetimi perçinler. Sen onun hakkında kötü de desen, iyi de desen, benim için birdir. </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Dost olanlar için ayrılık, ölümden daha acı değil midir? Ey taş! Eğer dostumsan, bahçıvan için bu şekilde konuşma! Çünkü senin dostluğunu kaybetmeyi istiyor değilim."</span></p><p><span style="color: Black">Taş, toprağın bu âni tepkisi karşısında, söylediklerine pişman olarak:</span></p><p><span style="color: Black">"-Özür dilerim." dedi. "Ama ben hep onun sana cefâ ettiğini düşünür ve içten içe senin için üzüntü çekerdim."</span></p><p><span style="color: Black">Toprak, bu söz ile biraz sakinleşti ve ağlarcasına baktı taşa. Sesine, öncekine hiç benzemeyen bir ton hâkim olmuştu. Bunun nasıl bir ton olduğunu târif etmek çok güç.</span></p><p> <span style="color: Black">Zirâ anlatılamayan, îzâh edilemeyen hâller vardır.</span></p><p><span style="color: Black">İşte o hâllerden biri içine dalmış olarak, sözlerine şöyle devam etti toprak:</span></p><p><span style="color: Black">"-Seni bahçıvana düşman edenin, bana duyduğun muhabbet olduğunu sanıyorum. Yıllardır vefâlı bir dost, iyi bir arkadaş oldun bana. Hep de öyle kalmanı istiyorum. </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Sen bilmezsin, onun, kazmasıyla yardığı demlerde, nice sızı çekerim ama, açtığı çukurlara öyle sihirli tohumlar bırakır ki, vakti gelip de o tohumlar, </span></p><p><span style="color: Black">yüzümde rengârenk birer çiçek olduklarında, imrenmeyen tek canlı kalmaz. Böceği, kuşu, insanı ve yağmuru bana râm eden, onun bana dokunuşudur. </span></p><p><span style="color: Black">İliklerimin hicran ateşiyle yanıp kavrulduğunu duyarım ey taş! Bahçıvan lûtfedip yüzüme bakmasa, her bir hücrem ayrı ayrı kederlenir. </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Beni temelli bırakıp gitse, sadece yüzüm değil, bağrım da çorak kalır da, işte o vakit, ne sevenim, ne isteyenim, ne de uğrumda ölenim olur. </span></p><p><span style="color: Black">Bana biçilen değer, bahçıvanın bana bakışı, benimle ilgilenişi, beni umursayışı kadardır. </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Ey taş! Bilesin ki, tüm cevherler, keşfedilmeyi bekler. Ve her cevher, kendisini arayanı çeker. Toprağım. Ayağım kesik, kolum kırık. Kendi kendime yapacağım bir şey yok. </span></p><p><span style="color: Black">Kendi arzumla tek bir adım bile atamam. Ama bahçıvan gayret ederse, göklere kanat açarım."</span></p><p><span style="color: Black">Taş, bir şey anlamamış gibi baktı. Sanki duyduklarına bir anlam veremiyordu.</span></p><p><span style="color: Black">"-Doğrusu," dedi, "seni anlamak da pek güç. Ben taşım. </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Sana benzemem. Bu sebeple dediklerinden kendimce mânâlar çıkarsam da, hissettiklerini senin gibi hissedemem. </span></p><p><span style="color: Black">Fakat, sen, yere mahkûm toprak, nasıl olacak da göklere kanat açacaksın?"</span></p><p><span style="color: Black">Toprak, kendinden emin bir tavırla:</span></p><p><span style="color: Black">"-Çok uzun yıllar önceydi." dedi. "Bir sabah müthiş bir acıyla uyandım. Bir de baktım ki bir el, sakinliğimi bozmakta, canımı sancıya boğmakta. </span></p><p><span style="color: Black">Karnımı deşti de deşti. Sonra bir küçük tane bırakıp üstünü örttü. Ardından, sanki az önce canımı yakan o değilmiş gibi, şefkatle dokundu ve düzeltti. </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Bir ses duydum hemen sonra. O ses:</span></p><p><span style="color: Black">"Yâ Rabbi! Ben âcizim, elimden gelen budur. Sen lûtfunla ikrâm etmezsen, bu fakirin gücü neye yeter? Sen kudretinle oldurmazsan, bu zayıf, hangi işi oldurabilir? </span></p><p><span style="color: Black">Hazinen geniş, rahmetin engin, kudretin sonsuz iken, şu ekmeyi nasip ettiğin tohumun hayatı da ancak senin elindedir." dedi ve gitti.</span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Anladım ki el açıp bağrıma bıraktığı cevher için Allâh'a yakaran, bahçıvanmış. </span></p><p><span style="color: Black">Bahçıvan tuttuğu sürece ellerimden, rengim kara değil, gökkuşağının her rengi bendedir. Bana bakan, bende hayatı bulur. </span></p><p><span style="color: Black">Lâkin bendeki hayatın güzelliği, bahçıvanın mahâretinde ve ihlâsında saklı olduğundan, sadrım onun hasretiyle kaynar durur. </span></p><p><span style="color: Black">Onun beni yakışı ise, elinden geleni yaptıktan sonra, hiçlik ve huzur içinde, neticeyi Hakk'a bırakışıdır. </span></p><p><span style="color: Black">Tevekkülü güzelce yapar da bahçıvan, tohum yeşermez mi hiç? </span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Gönül sızım, post: 69037, member: 1049"] [IMG]https://sphotos-a.xx.fbcdn.net/hphotos-frc3/311564_566617996712349_1825620841_n.jpg[/IMG] [COLOR="Black"]Yıllar yılı aynı mekânı paylaşmış, aynı havayı solumuş, aynı misafirleri ağırlamışlardı. Her ne kadar yaratılışları başka başka olsa da, iyi anlaşırlardı. Taş, yarıdan fazlasını toprağa gömmüş, orada rahat ve güven bulmuştu. Toprak da bu güne kadar taşı hiç reddetmemiş, onun varlığından rahatsızlık değil, mutluluk duymuştu. Her dem, aynı kararda geçmez elbet. Her varlık kendi içinde ayrı bir âlem, ayrı bir sır. Gün oldu, taş da toprak da pek şen oldular, şakalaşıp gülüştüler; gün oldu kâh biri, kâh diğeri gamlandı da, ağlayıp dertleştiler. Taş, gözünü toprağa dikti o gün. Endişelendi. Çünkü toprak, nicedir dil kesmiş, konuşmaz, gülmez olmuştu. Merakla sordu: "-Yüzün ne de çorak. Oysa hayretle hissediyorum ki, için ağlamada ve bağrında sular kaynamada. Üstelik kaynayan bu su öylesine sıcak ki, ayaklarımı yakıyor. A toprak, nedir bu hâl ki, derinlerinde sular coşarken, dışın suya hasretmişçesine yarılıp çatlıyor? İçin bereket kokarken, yüzündeki bu kuraklığın sebebi nedir?" "-Hasretim!" dedi toprak. "-Hayret…" dedi taş. "Bütün otlar ve çiçekler senin üzerinde can bulurken; böcekler yollarında gezinir, köstebekler, karıncalar sende yuva yaparken, neye hasretsin? Bulutlar aşkınla ağlayıp, gözyaşlarıyla yüzünü öperken; asırlık nice ağaç, köklerinin en ince dallarını bile güvenle sana dayarken; kalanlar, en çok sevdiklerini, hiç tereddütsüz senin kucağına gömüp giderken; tüm varlıklar sana muhtaç ve sana hayranken; böylesi sevilir, istenir ve arzulanırken, hasretini çektiğin nedir ki? Uğruna nice kavgalar, nice savaşlar, nice düğünler yapılırken; böylesine kıskanılır ve paylaşılmazken, bu kadar değerli ve özelken; adına nice türküler yakılır, nice şiirler yazılırken; diken de gül de sende hayat bulurken, içinin bu kadar yanması ve kaynaması niye?" Toprak, bu soru üzerine, yarası deşilmiş hasta gibi inledi. Hani, niceleri kalabalıklar içinde yalnızdır da kimseler anlamaz. Hani niceleri, anası babası varken, yetim ve öksüzdür de, kimseler bilmez. Ve hani niceleri, gülümsemeler altında gözyaşı, heybet altında gariplik ve kudret altında acz gizler de kimseler fark etmez. Toprağın hâli de böyleydi sanki. Taş, toprakta bu hâli sezince, daha da şaşırdı. "-Yâhu." dedi, "Ben beni bildim bileli ayaklarım bağrına saplı, başım da üzerindedir, hayret ki, senin bu mahzunluğunu fark etmemişim. Taşım işte, hoş gör. Toprak, içlendi temelli. Titredi. Taş sandı ki, bu titremeyle, içeride kaynayan sular, kuru yarıkların arasına dolacak. Ama öyle olmadı. Ve toprak, içi sımsıcak coştuğu hâlde, yüzü durgun ve kurak, dedi ki: "-Bahçıvana hasretim!" Bu cevap üzerine taş, inanmaz bir tavırla şunları söyledi: "-Bahçıvana mı hasretsin!?. Sen delirdin mi toprak! Ondan ne hayır gördün ki? O her fırsatta gelir, karnını yarar, canını yakardı. Kazmasıyla ne zaman deşse bağrını, acıyla haykırdığını duyardım. Küreğiyle yüzüne yüzüne vurur, incitirdi seni. Üzerinde büyümüş otları hiç acımadan söker alırdı. Otların kökleri vücudundan ayrılırken, yüzünün acıyla dolduğunu görürdüm. Seni, alışık olduğun sükûnetten hoyratça uzaklaştırır, parçalanmana, dağılmana, feryâd ile sağa sola savrulmana sebep olurdu. Elleriyle okşayacağına, ayaklarıyla basardı yüzüne. Seni incittiği için kızar da, yüzüne bile bakmazdım! Sen ne diyorsun Allâh aşkına!?. Hüznünün sebebi, o bahçıvanın ayrılığı mı gerçekten? Nicedir yanına uğramadı da rahat ettin biraz. Sana rahatlık mı battı a toprak, başka kimse bulamadın da, can düşmanına mı sevdâlandın?" Toprak, arkadaşından duyduğu bu sözler üzerine, hiç beklenmedik bir şekilde celâllendi ve dedi ki: "-Sus! Unutma ki dışımın tüm çoraklığına rağmen, içim hasretle kaynamadadır. Hasreti doğuran ananın, sevgi olduğunu bilmez misin! Sevenin sevdiğine söz söyletmeyeceğini, sevdiği için, en yakınını bile hiç düşünmeden fedâ edebileceğini duymadın mı! Yıllar var ki işte burada, seninle birlikteyiz. İyi bil ki bahçıvan için ne söylersen söyle, Allâh'ın izniyle bu davranışın ancak ve ancak, ona olan muhabbetimi perçinler. Sen onun hakkında kötü de desen, iyi de desen, benim için birdir. Dost olanlar için ayrılık, ölümden daha acı değil midir? Ey taş! Eğer dostumsan, bahçıvan için bu şekilde konuşma! Çünkü senin dostluğunu kaybetmeyi istiyor değilim." Taş, toprağın bu âni tepkisi karşısında, söylediklerine pişman olarak: "-Özür dilerim." dedi. "Ama ben hep onun sana cefâ ettiğini düşünür ve içten içe senin için üzüntü çekerdim." Toprak, bu söz ile biraz sakinleşti ve ağlarcasına baktı taşa. Sesine, öncekine hiç benzemeyen bir ton hâkim olmuştu. Bunun nasıl bir ton olduğunu târif etmek çok güç. Zirâ anlatılamayan, îzâh edilemeyen hâller vardır. İşte o hâllerden biri içine dalmış olarak, sözlerine şöyle devam etti toprak: "-Seni bahçıvana düşman edenin, bana duyduğun muhabbet olduğunu sanıyorum. Yıllardır vefâlı bir dost, iyi bir arkadaş oldun bana. Hep de öyle kalmanı istiyorum. Sen bilmezsin, onun, kazmasıyla yardığı demlerde, nice sızı çekerim ama, açtığı çukurlara öyle sihirli tohumlar bırakır ki, vakti gelip de o tohumlar, yüzümde rengârenk birer çiçek olduklarında, imrenmeyen tek canlı kalmaz. Böceği, kuşu, insanı ve yağmuru bana râm eden, onun bana dokunuşudur. İliklerimin hicran ateşiyle yanıp kavrulduğunu duyarım ey taş! Bahçıvan lûtfedip yüzüme bakmasa, her bir hücrem ayrı ayrı kederlenir. Beni temelli bırakıp gitse, sadece yüzüm değil, bağrım da çorak kalır da, işte o vakit, ne sevenim, ne isteyenim, ne de uğrumda ölenim olur. Bana biçilen değer, bahçıvanın bana bakışı, benimle ilgilenişi, beni umursayışı kadardır. Ey taş! Bilesin ki, tüm cevherler, keşfedilmeyi bekler. Ve her cevher, kendisini arayanı çeker. Toprağım. Ayağım kesik, kolum kırık. Kendi kendime yapacağım bir şey yok. Kendi arzumla tek bir adım bile atamam. Ama bahçıvan gayret ederse, göklere kanat açarım." Taş, bir şey anlamamış gibi baktı. Sanki duyduklarına bir anlam veremiyordu. "-Doğrusu," dedi, "seni anlamak da pek güç. Ben taşım. Sana benzemem. Bu sebeple dediklerinden kendimce mânâlar çıkarsam da, hissettiklerini senin gibi hissedemem. Fakat, sen, yere mahkûm toprak, nasıl olacak da göklere kanat açacaksın?" Toprak, kendinden emin bir tavırla: "-Çok uzun yıllar önceydi." dedi. "Bir sabah müthiş bir acıyla uyandım. Bir de baktım ki bir el, sakinliğimi bozmakta, canımı sancıya boğmakta. Karnımı deşti de deşti. Sonra bir küçük tane bırakıp üstünü örttü. Ardından, sanki az önce canımı yakan o değilmiş gibi, şefkatle dokundu ve düzeltti. Bir ses duydum hemen sonra. O ses: "Yâ Rabbi! Ben âcizim, elimden gelen budur. Sen lûtfunla ikrâm etmezsen, bu fakirin gücü neye yeter? Sen kudretinle oldurmazsan, bu zayıf, hangi işi oldurabilir? Hazinen geniş, rahmetin engin, kudretin sonsuz iken, şu ekmeyi nasip ettiğin tohumun hayatı da ancak senin elindedir." dedi ve gitti. Anladım ki el açıp bağrıma bıraktığı cevher için Allâh'a yakaran, bahçıvanmış. Bahçıvan tuttuğu sürece ellerimden, rengim kara değil, gökkuşağının her rengi bendedir. Bana bakan, bende hayatı bulur. Lâkin bendeki hayatın güzelliği, bahçıvanın mahâretinde ve ihlâsında saklı olduğundan, sadrım onun hasretiyle kaynar durur. Onun beni yakışı ise, elinden geleni yaptıktan sonra, hiçlik ve huzur içinde, neticeyi Hakk'a bırakışıdır. Tevekkülü güzelce yapar da bahçıvan, tohum yeşermez mi hiç? [/COLOR] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Günün ilk namazı hangi namazdır
Cevap yaz
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
Tasavvuf
BEDİR MUHAMMED ALİ
TOPRAK TAŞ VE BAHÇIVAN
Üst
Alt