TOPRAK TAŞ VE BAHÇIVAN

BEDİR MUHAMMED ALİ

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
18 Şubat 2012
Mesajlar
677
Tepkime puanı
3
Yaş
66
GÜNLER SU GİBİ AKIP GEÇİYORDU. HAYAT BİR RÜZGAR GİBİ ESERKEN NAĞMELER FISILTILARINDA BİR HİKAYEYİ ANLATIYORDU.

AĞAÇLAR KUŞLAR NEHİRLER NEFES KESMİŞ TOPRAK VE TAŞIN ARASINDAKİ KONUŞMAYI DİNLİYORDU. TAŞ EY TOPRAK BUNCA YILDIR BAĞRINDA YAŞARIM NİÇİN BU KADAR ÜZGÜN VE ACI İÇİNDESİN DERDİN NEDİR.

TOPRAK AH HASRETİM .NASIL YANİ SENİN HERKES BAĞRINA SIĞINIRKEN NİCE AŞIKLAR BAĞRINDA SEVDALARI İLE SANA KOŞARKEN SEN KİME HASRETSİN EY TOPRAK.

BENMİ BAHÇIVANA HASRETİM . TAŞ ŞAŞIRIR KIZAR BUMU HASRETİN EVET . TAŞ OLMAZ OYLE ŞEY SENİN BAĞRINA KAZMALAR VURUP SENİ ACILARA ATAN O ZALİMİ NASIL SEVERSİN NASIL ONUN İÇİN GÖZYAŞI DÖKER AĞLAYIP YANAR HASRET ÇEKERSİN.

TOPRAK KIZAR TAŞA SUS BÖYLE KONUŞMA SEN BU DUYGUYU BİLEMEZSİN SENİN YARATIŞINDA SANA BU PERDE KAPALI KEŞKE BİR AN AÇILSADA BENİ ANLASAN.

O ANDA UZAKTAN BİR AYAK SESİ TAŞ HAYKIRIR GÖZÜN AYDIN BAHÇIVAN GELİYOR. TORAK KIZGIN GÜNEŞTEN KURUYAN YÜZÜNDE BİR TEBESSÜMLE AH SEVGİLİ BENİ UNUTTUM SANDIM VE YANDIM AŞKINLA HASRETİNLE YANDIM.

TORAK BAK SEYRET ONU BAHÇIVAN TORAĞIN BAĞRINA HER KAZMAYI VURUŞUNDA TORAK AH BİLE DEMEDEN TEBESSÜMLE TAŞA BAKARAK SEYRET DİYORDU.

BAHÇİVAN ELLERİYLE TOHUMLARI EKİYOR ANLININ TERİNİ SİLMEDEN ARIKLAR AÇIP TOPRAĞIN BAĞRINA SUYU KAVUŞTURUYORDU .O KURUMUŞLUK BİTMİŞ TOPRAĞIN YÜZÜNDE TEBESSÜM BAĞRINDA FİLİZLENEN BAĞLARIN BAHÇELERİN YEMYEŞİLLİKLERİN ARASINDAN TAŞA SESLENEREK SEN BUNA HASRET YAŞIYA BİLİRMİSİN.

TAŞ EVET HAKLIYMIŞSIN BENİM BAĞRIMDA HİÇ AŞK VE HAYATIN ÖZÜ BU GÜZELLİK OLMADIKİ KEŞKE BENDE KIRILSAM PARAMPARÇA OLSAM SENİN GİBİ YÜZÜM KURUSADA KALBİMDEKİ HASRET VE AŞKLA BAHÇIVANI ALLAHI BEKLESEM.AEO
 

Gönül sızım

Özel Kardeşimiz
Yönetici
Süper Mod
Moderatör
Katılım
26 Temmuz 2011
Mesajlar
19,432
Tepkime puanı
185
"ANDA UZAKTAN BİR AYAK SESİ TAŞ HAYKIRIR GÖZÜN AYDIN BAHÇIVAN GELİYOR.
TORAK KIZGIN GÜNEŞTEN KURUYAN YÜZÜNDE BİR TEBESSÜMLE AH SEVGİLİ BENİ UNUTTUM SANDIM VE YANDIM AŞKINLA HASRETİNLE YANDIM.
TORAK BAK SEYRET ONU BAHÇIVAN TORAĞIN BAĞRINA HER KAZMAYI VURUŞUNDA TORAK AH BİLE DEMEDEN TEBESSÜMLE TAŞA BAKARAK SEYRET DİYORDU.

BAHÇİVAN ELLERİYLE TOHUMLARI EKİYOR ANLININ TERİNİ SİLMEDEN ARIKLAR AÇIP TOPRAĞIN BAĞRINA SUYU KAVUŞTURUYORDU .
O KURUMUŞLUK BİTMİŞ TOPRAĞIN YÜZÜNDE TEBESSÜM BAĞRINDA FİLİZLENEN BAĞLARIN BAHÇELERİN YEMYEŞİLLİKLERİN ARASINDAN ;
TAŞA SESLENEREK SEN BUNA HASRET YAŞIYA BİLİRMİSİN.

TAŞ EVET HAKLIYMIŞSIN BENİM BAĞRIMDA HİÇ AŞK VE HAYATIN ÖZÜ BU GÜZELLİK OLMADIKİ KEŞKE BENDE KIRILSAM PARAMPARÇA OLSAM ;
SENİN GİBİ YÜZÜM KURUSADA KALBİMDEKİ HASRET VE AŞKLA BAHÇIVANI ALLAHI BEKLESEM."


Bahçıvan işinin ehli, toprak da mâşâallâh pek bereketli,
bahçıvanın, gözleri toprağa baktıgi zaman,Allâh'ın kudretini ,berekettini ve sevdasini bende görür ...
Hasılı ben toprağım, içim yanar bahçıvanın geleceği gün için...
O gelince bayram olur gül ile bülbül; toz, toprak için seyran olur!!
bahçıvan,toprağini ,sevdasini Hak muhabbettini Yalnız birakmaz!!

Toprak öyle çok andı ki bahçıvanı, taş hayret etti.
"-Merak ettim." dedi, "Nasıl biri bu bahçıvan. Ne de çok anlattın, ne de çok yücelttin."
Toprak sustu. Hani bilinmez ya pek, bekleyen mi âşık yoksa beklenen mi... Hani ayırdetmek zor iştir, gel diyen mi hasret çekmiştir, yoksa gel denilen mi...
AŞK VE HAYATIN ÖZÜ-nü eken mi ekilen mi?
Az sonra bahçıvan göründü uzaktan, toprak heyecandan titredi... Öyle titredi ki, içinde kaynayan su, nice zaman sonra yüzündeki yarıkların içine dolmaya başladı.
"-Bak!" dedi taşa, "Bak, geliyor! Bahçıvan geliyor!"

Hani anlar vardır, asırlara değişilmez. İşte öyle bir andı...
Taş o kıymetli anda, bakışlarını bahçıvanın bakışlarında buldu... Ondaki güzelliğe hayran kaldı.
Öyle bir hayran kalış ki bu, yüreğine hançer vurulmuş bir kuş gibi, yaralanıp, yarıldı...
O kadar ki, toprağın sinesinde nicedir kaynayıp duran hasret pınarı, taşın yarıkları arasında yol buldu da kendine, görenler şaştılar taşın hâline...
Taş, ağladı...can veren dost, bahçıvandı... Bahçıvan, candı, cânandı... Bir andı, tek bir an... Bahçıvana sevdâlandı taş...
Ve toprağı, işte o an anladı... Ve toprak olabilmek sevdâsıyla yanmaya başladı…ve toprağın bağrında Gurbet diyarin-da taş oldu ..


acilangul1
 

Gönül sızım

Özel Kardeşimiz
Yönetici
Süper Mod
Moderatör
Katılım
26 Temmuz 2011
Mesajlar
19,432
Tepkime puanı
185
311564_566617996712349_1825620841_n.jpg


Yıllar yılı aynı mekânı paylaşmış, aynı havayı solumuş, aynı misafirleri ağırlamışlardı.
Her ne kadar yaratılışları başka başka olsa da, iyi anlaşırlardı. Taş, yarıdan fazlasını toprağa gömmüş, orada rahat ve güven bulmuştu.
Toprak da bu güne kadar taşı hiç reddetmemiş, onun varlığından rahatsızlık değil, mutluluk duymuştu.

Her dem, aynı kararda geçmez elbet. Her varlık kendi içinde ayrı bir âlem, ayrı bir sır. Gün oldu, taş da toprak da pek şen oldular, şakalaşıp gülüştüler; gün oldu kâh biri, kâh diğeri gamlandı da, ağlayıp dertleştiler.

Taş, gözünü toprağa dikti o gün. Endişelendi. Çünkü toprak, nicedir dil kesmiş, konuşmaz, gülmez olmuştu. Merakla sordu:
"-Yüzün ne de çorak. Oysa hayretle hissediyorum ki, için ağlamada ve bağrında sular kaynamada. Üstelik kaynayan bu su öylesine sıcak ki, ayaklarımı yakıyor.
A toprak, nedir bu hâl ki, derinlerinde sular coşarken, dışın suya hasretmişçesine yarılıp çatlıyor? İçin bereket kokarken, yüzündeki bu kuraklığın sebebi nedir?"

"-Hasretim!" dedi toprak.
"-Hayret…" dedi taş. "Bütün otlar ve çiçekler senin üzerinde can bulurken; böcekler yollarında gezinir, köstebekler, karıncalar sende yuva yaparken, neye hasretsin?

Bulutlar aşkınla ağlayıp, gözyaşlarıyla yüzünü öperken; asırlık nice ağaç, köklerinin en ince dallarını bile güvenle sana dayarken; kalanlar,
en çok sevdiklerini, hiç tereddütsüz senin kucağına gömüp giderken; tüm varlıklar sana muhtaç ve sana hayranken; böylesi sevilir, istenir ve arzulanırken,
hasretini çektiğin nedir ki?

Uğruna nice kavgalar, nice savaşlar, nice düğünler yapılırken; böylesine kıskanılır ve paylaşılmazken, bu kadar değerli ve özelken; adına nice türküler yakılır,
nice şiirler yazılırken; diken de gül de sende hayat bulurken, içinin bu kadar yanması ve kaynaması niye?"

Toprak, bu soru üzerine, yarası deşilmiş hasta gibi inledi. Hani, niceleri kalabalıklar içinde yalnızdır da kimseler anlamaz. Hani niceleri, anası babası varken, yetim ve öksüzdür de, kimseler bilmez.
Ve hani niceleri, gülümsemeler altında gözyaşı, heybet altında gariplik ve kudret altında acz gizler de kimseler fark etmez. Toprağın hâli de böyleydi sanki.
Taş, toprakta bu hâli sezince, daha da şaşırdı.
"-Yâhu." dedi, "Ben beni bildim bileli ayaklarım bağrına saplı, başım da üzerindedir, hayret ki, senin bu mahzunluğunu fark etmemişim. Taşım işte, hoş gör.

Toprak, içlendi temelli. Titredi. Taş sandı ki, bu titremeyle, içeride kaynayan sular, kuru yarıkların arasına dolacak. Ama öyle olmadı. Ve toprak,
içi sımsıcak coştuğu hâlde, yüzü durgun ve kurak, dedi ki:

"-Bahçıvana hasretim!"
Bu cevap üzerine taş, inanmaz bir tavırla şunları söyledi:
"-Bahçıvana mı hasretsin!?. Sen delirdin mi toprak! Ondan ne hayır gördün ki?

O her fırsatta gelir, karnını yarar, canını yakardı.
Kazmasıyla ne zaman deşse bağrını, acıyla haykırdığını duyardım. Küreğiyle yüzüne yüzüne vurur, incitirdi seni.
Üzerinde büyümüş otları hiç acımadan söker alırdı.
Otların kökleri vücudundan ayrılırken, yüzünün acıyla dolduğunu görürdüm.

Seni, alışık olduğun sükûnetten hoyratça uzaklaştırır, parçalanmana, dağılmana, feryâd ile sağa sola savrulmana sebep olurdu.
Elleriyle okşayacağına, ayaklarıyla basardı yüzüne.

Seni incittiği için kızar da, yüzüne bile bakmazdım! Sen ne diyorsun Allâh aşkına!?. Hüznünün sebebi, o bahçıvanın ayrılığı mı gerçekten?
Nicedir yanına uğramadı da rahat ettin biraz. Sana rahatlık mı battı a toprak, başka kimse bulamadın da, can düşmanına mı sevdâlandın?"

Toprak, arkadaşından duyduğu bu sözler üzerine, hiç beklenmedik bir şekilde celâllendi ve dedi ki:
"-Sus! Unutma ki dışımın tüm çoraklığına rağmen, içim hasretle kaynamadadır.
Hasreti doğuran ananın, sevgi olduğunu bilmez misin!
Sevenin sevdiğine söz söyletmeyeceğini, sevdiği için, en yakınını bile hiç düşünmeden fedâ edebileceğini duymadın mı!

Yıllar var ki işte burada, seninle birlikteyiz. İyi bil ki bahçıvan için ne söylersen söyle, Allâh'ın izniyle bu davranışın ancak ve ancak, ona olan muhabbetimi perçinler. Sen onun hakkında kötü de desen, iyi de desen, benim için birdir.

Dost olanlar için ayrılık, ölümden daha acı değil midir? Ey taş! Eğer dostumsan, bahçıvan için bu şekilde konuşma! Çünkü senin dostluğunu kaybetmeyi istiyor değilim."
Taş, toprağın bu âni tepkisi karşısında, söylediklerine pişman olarak:
"-Özür dilerim." dedi. "Ama ben hep onun sana cefâ ettiğini düşünür ve içten içe senin için üzüntü çekerdim."
Toprak, bu söz ile biraz sakinleşti ve ağlarcasına baktı taşa. Sesine, öncekine hiç benzemeyen bir ton hâkim olmuştu. Bunun nasıl bir ton olduğunu târif etmek çok güç.
Zirâ anlatılamayan, îzâh edilemeyen hâller vardır.
İşte o hâllerden biri içine dalmış olarak, sözlerine şöyle devam etti toprak:
"-Seni bahçıvana düşman edenin, bana duyduğun muhabbet olduğunu sanıyorum. Yıllardır vefâlı bir dost, iyi bir arkadaş oldun bana. Hep de öyle kalmanı istiyorum.

Sen bilmezsin, onun, kazmasıyla yardığı demlerde, nice sızı çekerim ama, açtığı çukurlara öyle sihirli tohumlar bırakır ki, vakti gelip de o tohumlar,
yüzümde rengârenk birer çiçek olduklarında, imrenmeyen tek canlı kalmaz. Böceği, kuşu, insanı ve yağmuru bana râm eden, onun bana dokunuşudur.
İliklerimin hicran ateşiyle yanıp kavrulduğunu duyarım ey taş! Bahçıvan lûtfedip yüzüme bakmasa, her bir hücrem ayrı ayrı kederlenir.

Beni temelli bırakıp gitse, sadece yüzüm değil, bağrım da çorak kalır da, işte o vakit, ne sevenim, ne isteyenim, ne de uğrumda ölenim olur.
Bana biçilen değer, bahçıvanın bana bakışı, benimle ilgilenişi, beni umursayışı kadardır.

Ey taş! Bilesin ki, tüm cevherler, keşfedilmeyi bekler. Ve her cevher, kendisini arayanı çeker. Toprağım. Ayağım kesik, kolum kırık. Kendi kendime yapacağım bir şey yok.
Kendi arzumla tek bir adım bile atamam. Ama bahçıvan gayret ederse, göklere kanat açarım."
Taş, bir şey anlamamış gibi baktı. Sanki duyduklarına bir anlam veremiyordu.
"-Doğrusu," dedi, "seni anlamak da pek güç. Ben taşım.

Sana benzemem. Bu sebeple dediklerinden kendimce mânâlar çıkarsam da, hissettiklerini senin gibi hissedemem.
Fakat, sen, yere mahkûm toprak, nasıl olacak da göklere kanat açacaksın?"
Toprak, kendinden emin bir tavırla:
"-Çok uzun yıllar önceydi." dedi. "Bir sabah müthiş bir acıyla uyandım. Bir de baktım ki bir el, sakinliğimi bozmakta, canımı sancıya boğmakta.
Karnımı deşti de deşti. Sonra bir küçük tane bırakıp üstünü örttü. Ardından, sanki az önce canımı yakan o değilmiş gibi, şefkatle dokundu ve düzeltti.

Bir ses duydum hemen sonra. O ses:
"Yâ Rabbi! Ben âcizim, elimden gelen budur. Sen lûtfunla ikrâm etmezsen, bu fakirin gücü neye yeter? Sen kudretinle oldurmazsan, bu zayıf, hangi işi oldurabilir?
Hazinen geniş, rahmetin engin, kudretin sonsuz iken, şu ekmeyi nasip ettiğin tohumun hayatı da ancak senin elindedir." dedi ve gitti.

Anladım ki el açıp bağrıma bıraktığı cevher için Allâh'a yakaran, bahçıvanmış.
Bahçıvan tuttuğu sürece ellerimden, rengim kara değil, gökkuşağının her rengi bendedir. Bana bakan, bende hayatı bulur.
Lâkin bendeki hayatın güzelliği, bahçıvanın mahâretinde ve ihlâsında saklı olduğundan, sadrım onun hasretiyle kaynar durur.
Onun beni yakışı ise, elinden geleni yaptıktan sonra, hiçlik ve huzur içinde, neticeyi Hakk'a bırakışıdır.
Tevekkülü güzelce yapar da bahçıvan, tohum yeşermez mi hiç?
 
Üst Alt