Tasavvuf derler...

ömr-ü diyar

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
23 Nisan 2011
Mesajlar
3,345
Tepkime puanı
25
TASAVVUF DERLER...

Tasavvuf derler...
Mutasavvuflar vardır...
Tasavvuf hakkında yazılmış kitaplar vardır...
Her telden bir ses...
Güzel sözler...
Tasavvuf; ALLAH’ın bir sırrıdır, insanın iç âleminde gizli bir sır deryasıdır...
Öğretilmez, öğrenilmez.
Târif edilmez.
Ulaşılır, varılır belki...
İşte o kadar...
Tasavvufî kitaplar vardır.
Tasavvufî sözler vardır.
Tasavvufî cümleler vardır.
Menkıbeler, hikayeler yardır.
Bunlar aslında yoktur…
Tasavvuf, ulaşılan manevî bir kemâl, bir makamdır.
Yaşanır...
O ne târif edilir.
Ne söze, ne kelimeye gelir...
Bir perde arkasıdır.
Tasavvuf hakkında suâl sormak bile abestir, insanın iç âleminde varılan ve yaşanan bir hâldir..
Su, bardağa konan ile anlatılmış olmaz,.,
Tasavvufî söz, ötenin lakırdılarıdır.
Öte nedir?
Herkes kendi bilgisi kadar O’nu bilebilir...
Cesedi ile mekanda, gönlü ile sonsuzlukta olanların sözleridir.
İnsanın sonsuzluğa bakan gönül penceresinden kâinatı seyretmek makamıdır.
Yaşanan bir kemâl makamı...
Son söz:
Sessiz sözsüz asıl kendisiyle SOHBET-İ YEZDAN...
Bu hâl sözlerle öğretilmez..
Kitaplardan öğrenilmez.
ALLAH yolunda; Resûl-ü Ekrem’in ruhanî yardımıyla, şikayetsiz çile, usanmadan, ne cesedî ne ruhî bunaltılara aldırmadan, kimseyi incitmeden ve incinmeden bu dünya mekânında mekânsızlığa doğru yürümekle, bir hâl içine girmekle mümkündür.
Bütün büyükler böyle söylemiştirler.
Hangi büyükler?..
Onu da bilmiyorsan.
Sözümüz yok!..
Ateş buz ile savaşırsa kim galip gelir?..
Buz erir su olur.
Suda ateşi söndürür.
Hangi ateş var ki suya sonunda mağlup olmasın...
Bu sözleri çocuk bile anlar.
Evet doğrudur...
Fakat bunun içindeki hikmeti:
Filozof başka düşünür.
Fizikçi başka türlü anlatır.
Matematikçi rakamların beliğ ifadelerinde herkesin anlayamayacağı formüller bulur.
Kimyacı, olayların, kâinat ahenginin nasıl şuûrlu bir intizamla islediğini, maddenin elementlerini formüle eder.
Birleşmeleri, kaynaşmaları ortaya koyar.,.
Hepsi bir sırrın çözümü peşindedir..
Bilmeden...
Veya akıl mantık, yolundan ayrılamaz.
Aslı olan suda boğulmak korkusu içindedir, insanın başka âleme açılmış tarafını sığdıramaz formüle...
Mantık ve akıl ile dış hükümler peşindedir.
En küçük atom ki maddenin ötesine madde âlemine bağlayan nokta.
Sürati, kavrama sığmayan çekirdek...
İhtimal ve tahmin formüllerinde gizli...
Bütün insanlık bu görünmeyen çekirdekle meşgul,..
Bütün bu fikirleri nazariyeleri düşünceleri, formüle edilmiş bilgileri harman yaparsak:
Herseyin kâinatta iki yüzü vardır, deriz:
ALLAH’a bakan yüzü...
Eşyaya bakan yüzü...
Birincisi Lâ Mekân’a bağlı kısım...
Bilinmeyen, sonsuzluktaki durgun enerji, kudret menba’ı...
İsmine ne dersen de bir şey ifade etmez zira hepisi bir yerde toplanır...
Cansız dediklerimizde, elektronlar...
Canlılarda aynı fakat ismi başka “HAYY” olan kısım...
Herşeyin bir maddî element, birde ruhî elementi vardır.
Sessiz, sözsüz, kimsenin duymadığı bir lisanla söylenen lafları yine kendi duyma, anlama dilimize göre söylersek:
Maddesi dışta...
Madde ötesi ve güzellikleri ötelerin ötesinde.
Mekânda maddî element tükendi mi ötenin enerji elementi hemen öteye döner bir anda...
300.000 + Delta ә saniyedeki süratle...
Her an zamansızlıktan, mekânsızlıktan, akıl hududu mekâna ve zamana geliş vardır.
Yine her an zaman ve mekândan zamansızlığa ve mekansızlığa, aklın ötesine akış vardır.
Her şey iç içe, bu, alış veriş idrak edilemiyecek kadar hızlı olduğundan her şeyi birbiriyle kaynamış zannediyoruz.
Yokluk ve hiçlik mefhumu diye bir şey yoktur.
Her şey vardır.
Bu laflar insan aklının son tahammül hudududur.
Bunu anlayanlar...
HAKK’la birliktedirler. Secdededirler...
Kâinatta ne varsa ALLAH’ı tesbih ederler.
Siz bunu göremez anlayamazsınız...
Bu tesbih durduğu dakikada gördüğümüz kâinât yoktur.
Bütün kâinat. HAKK’ın güçlerinin, kudretlerinin mekânda görünüşüdür.
Bu güçler de HAKK’ın görünüşüdür.
Kâinatta herşey her an hem yok oluyor ve hem de tekrar var oluyor.
Ne tarafa bakarsan bak bu ahenk bu şuûr her yerde vardır.
O’nsuz boş yer yoktur…
Balık deryada yaşadığı gibi, bizde dünya yüzünde yaşıyoruz.
Buradaki şuûrlu ahenk de bizim deryamız...
Bu ahenk kaderdir.
ALLAH’ın en büyük Sırrı...
Bu sır hiç bir peygambere ve meleğe bildirilmemiştir.
Bozuldu mu ki böyle bir bozulma yoktur.
Bozuldu dediğimize tesadüf deriz.
Kaza ismini veriyoruz...
Alın yazısı, kader, kısmet diyoruz.
Bu ahenkli şuûru bu sözlerle tasdik ediyoruz demektir.
İnsan yuvarlak bir taşa basarsa düşer.
Suç taşta değildir.
Fakat taş orada olmasa insan düşmeyebilir.
Kendi yumruğun yüzüne hiç çarptı mı?
Bu lafı düşün.
Bir şey açıklıyoruz, böylelikle...
Bir ağaç ormanda devrilirse gök gürültüsü gibi ses çıkarır.
Ormanda kimse yoksa sesi kimse duymaz.
Ama yine ağaç devrilmiştir yıkılmıştır...
Dünya da bir orman oraya gir, dolaş!
Fakat elinde balta olmasın!..
Baltasızlık kadere inkiyaddır.
Sâkin ol!..
Savaş derler;
Savaş işlenen cinâyetlerin günahını örten bir kelimedir.
Kinden doğar.
Kin insanın acısını azaltmaz, intikam başka birinin acısını çoğaltır.
Ondan da tekrar kin doğar bu sürer gider.
Nefret tuzlu su içmek gibidir, içtikçe susuzluğun artar.
Öldürmek insana şeref kazandırmaz, öldürmek cesaret işi değildir. Korkakların işidir.
Her şeye karşı iyi davranmak ancak insana şeref kazandırır.
Her insan, ölümü kendi aynasında görür.
Ölüm insanı tedirgin etmez.
İnsanı tedirgin eden ölüm korkusudur.
Ölüm yok olmak değildir.
Şeklî bir değişme ile asıl terekküp ettiği âdeta atomlara ayrılmasıdır.
Rüyadan uyanmadıkca, rüyanın rüya olduğunu anlamadığımız gibi ölümün sır olduğunu anlayamaz.
Ölmeden ölmeli...
Kendi kendime söylüyorum:
Beni kaybetmek bir gölge kaybetmek gibidir.
Ölüm, vücudun yıkılması, ALLAH’ın kurduğu şey’i mahvetmesi değildir.
Bu bir çözülmedir, insanın manevî benliğini halktan ALLAH’ın kendisine çekmesidir.
“Herşey Hakk’a döner” âyet...
Bunu bilen ölüme bıyık altından güler.,
Sedefe zarar gelir inciye değil...
İnsan beden ise, o hâlde ruh nedir?
Ruh ise beden nedir?
Bu iş ne senin işin nede benim işim.
Her ikisi de birbirini gizliyor.
Beden, ruhun gölgesinin gölgesinin gölgesidir.
Mahsulün adı dane diğeri saman çöpü demişler...
ALLAH Hikmeti;
Zıddiyetleri birbiriyle kaynaştırdı.
Ruh bedensiz bir iş yapamaz.
Kalıbın da ruhsuz soğur, donar kalıbın da meydandadır.
Canın gizli...
Toprağı bir insanın başına atsan yarmaz.
Suyu döksen yine başı yarmaz.
Onlardan yaratıldı insan...
Su ve toprak nankör değildir.
Şimdi toprakla suyu karıştırıp kerpiç yapsan başı paramparça eder.
Başı yardın mı, kerpicin suyu aslına döner.
Ayrılış gününde de toprak aslına döner.
ALLAH’ın Su ile toprağı birleştirmesinin hikmeti işte bu...
Başka birleşmelerde olmuştur amma, onları ne kulak duymuştur ne göz görmüştür.
Eğer duysaydı kulak olarak kalırdı, başka sözleri duymazdı.
Buraya söz bağladık…
Ateşin yakmadığı eşref saatin sırrını öğrenmek için Usta ara...
ALLAH’tan ayrılmayan insanın fotoğrafını kudret makinası çekmiştir.
Arş’ta onu seyretmeye gayret et!..
Arşın penceresi kalbin gönül kısmındadır.
O aralıktan bakmaya çalış!..
Lafların tuhaflığına bakma ve sapıtma!..
Kendinde tanımadığın bir dost taşıyorsun.
ALLAH insanın içinde âdemiyet hamulesine sarılmıştır.
Fakat bunu bilen çok azdır!
Kader, ALLAH’ın biç bir peygambere ve meleğe bildirmediği, kendi ilminde gizli ve herşeyi kâinâtta içine alan ahenk...
Bu ahenge uyan mümindir.
Diğerleri hayır…
“Mü’min, Müminin aynasıdır” hadîs.
“Yâ habibim: Sana bakıyorlar amma göremiyorlar!” âyet.
Hakiki mümin bir aynadır.
Onda “El MÜ’MİN” esmâsı mütecellîdir.
Onu görmek mümkündür.
Mü’min, insan şekliyle, ALLAH’ın esmâ tecellîlerinin göründüğü bir aynadır. Görmek güç.
Görmek kolay...
“Ve vucuhun yevmeizin basiretun. İla rabbiha naziretun.” âyet.
İnsanın en mahrem yerinde ALLAH gizlidir.
Bir tohumda bir orman gizlidir.
Bunun gibi...
İnsanda, HAKK güçleriyle gizlenmiştir.
Bu gizlenmeyi yapan perdeleri kaldır!.
Yırt...
Eğer çıldırmazsan gör HAKK’ı o zaman...
Bundan dolayı hakiki mü’min diğer mü’mini kardeş bilir.
Sevgisi, nebat, hayvan, maden, insan herşeye şamildir.
Herşeyi insan ALLAH için sevmelidir.
ALLAH’ın Rahîm esmâsıyle sevmelidir.
HAKK’ın yarattığı her ne var ise azîzdir.
Çünkü HAKK’ın kudret ve güçleri onda ortaya çıkmıştır.
ALLAH azîz ve hakimdir.
Mü’min başkasını kendine numune almayacaktır.
Başkasına numune olacaktır.
Din, olgun, kamil insanların iç âlemindedir.
Ancak, doğruluk, adalet, fazilet, yekdiğerine hürmet ve sevgi gösteriyle dışarıya akseder.
Hak murat etti, topraktan bir bedende bütün kudret ve güçleriyle, kelâmiyle görünmek arzuladı.
İnsana bir isti’dad verdi.
Kemâle ermesi için de “Kelime-i Şehâdet” ile kelâmdan kalbe kalbten gönüle oradan da kendisine varma yolunu gizledi
Kemâle ermek demek:
İnsanın mahreminde olan bütün mânevi hünerlerin aslına varmak ve o asıl ile bulunmaktır…
Bunun ismine de “mü’min” deriz..
“El Mü’min”in aynası oldu...
Mü’mine tevhid peşinde koş dedi.
Tevhid peşinde koşmak HAKK’ta erimek demektir.
Rızkın benden.
Güç ve kuvvetin benden.
Herşeyin benden.
“Vahid” de “Ahad “ı bul!
‘Tek” de kaybol!
Bu “BİR”e giriş kaybolmak veya DEYYÂN ile buluşmadır.
Tam birleşme olmaz..
Şirk olur.
İnsan Kuldur.
“E’l-HAKK” olamaz.
Böylelikle bana gel dedi...
“Ben bir gizli hazineyim görünmek istedim,
Kendimi seyretmek arzuladım bütün kâinatı halkettim.
Vahdetten Kesrete dönerek göründüm.
Kendimi gizledim namütenahi kalabalıkta kayboldum.
Beni bul!
Sana ip uçları verdim.
Usuller bildirdim Beni bulmak için.
Denize atılan balık ağı gibi.
Birgün ağ çekilecek,
Hepiniz bir araya gelip bana çekileceksiniz...
Denizde yaşamayı öğrendiniz, amma karaya çıktığınızda yaşamayı öğrenmediniz!
Ben size dalganın denize yakınlığı gibiyim!”
“Herşeyi sudan halkettik!” âyetindeki:
“Herşey” nedir?
Herşeyde su vardır.
Bu ne demektir?
“Herşeyde Ben varım.
Ben kudretimle tecellî ettim, bütün güçlerimle göründüm.”
Her meydana çıkıp zuhur eden “Şey”in aslı, sırrı, gücü, kudreti o zuhur eden “Şey”in içinde kalandır.
“Arş’ım su üzerinde kurulmuştur.”
ALLAH’ın Arş’ını kimse bilmez.
Melekler bile bilmezler.
Yaratılanların hiçbiri bilemez.
Cebrail’in bilgisi de görmeye ait bir bilgi değildir.
Levh-i Mahfuza dayalı bu bilgidir.
Meleklerin bilgisi Resûlullah’ın bilgisi gibi değildir.
Suyun neden halk edildiğini, nasıl hâlledildiğini, ne melek ne peygamber hiç kimse bilemez.
HAKK’ın sırrı bildirilmemiştir.
İnsanlar ancak maddî varlıkları incelemeye imkân bulabilirler.
Kendinde taşıdığın ulvî dostu bilen çok azdır.
O’nu bilen; ölümden, ihtiyarlıktan, ızdıraptan kurtulmuştur, ölmemezlik suyunu içmiştir.
İnsan Rahîm ve Rahmân gözüyle bakıp yekdiğerini sevseydi;
HAKK’ın cenneti dünyadan görünürdü.
Cehennem kendiliğinden sönerdi.
Bu ince sırrı bilmeyenler kibir içindedirler.
Zâlimdirler…
İnsanlık asırlardır bu gibilerin körlüğü yüzünden derdi, izdırabı, açlığı, huzursuzluğu kendinden ayrılmaz bir arkadaş yapmıştır.
Bundan dolayı insanlar güvenmenin ne olduğunu unutmuşlardır.
Bir damla suyun söylediği işte bu...
Günün birinde buluttan bir damla yağmur düştü.
Koskoca okyanusa...
Damla, denizin genişliğini görünce utandı.
“Şu deniz denilen yerde ben kim oluyorum.
Eğer deniz bu ise gerçekten ben “hiç”im!” dedi.
Damla kendisini hor görünce...
Sedefin biri onu koynuna aldı.
Seve seve besledi.
Sonunda bu sevgi o bir damlayı padişahlara yaraşan ünlü bir “inci”ye çevirdi...
Görünmeyen sevgi o damlayı içinde eritti.
Görünür inci oldu.
Taçlara konmak için...
Sedef gurur duydu yaptığı işten...
Kendisi de nadide eşyalara fırlayarak kakıldı.
Rahleleri, saray kapılarını süsledi...
Aza kanaat eden sedefin içini de ALLAH inci ile doldurdu...
İşte bu “Su Kitabı”, bu minicik hikâyede gizlendi.
İnci olmak için gönüllere...
Acaba o bir damla bilmiyor mu idi?
Okyanusu o damlacıklar okyanus yaptı.
Okyanus da biliyordu kendini, ben bir damladan türedim.
Aralarındaki bu sessiz konuşma o hâlde neden?
Damla Okyanusu gördü utandı.
Kendini hor gördü inciye döndü.
Kudret; o damla da Okyanusu damlalarıyle gösterdi.

Prof.D.M.Derman(k.s)
Kaynak: Su Kitabi, II.Cilt, 5.Konu
 
Üst Alt