“Süleymancılık” diye bir tarikat yoktur

ömr-ü diyar

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
23 Nisan 2011
Mesajlar
3,345
Tepkime puanı
25
“Süleymancılık” diye bir tarikat yoktur

Süleyman Efendi Hazretleri’ne izafeten söylenen “Süleymancılık” veya “Süleymancılar” tabirleri, başkaları tarafından, Süleyman Efendi’nin (k.s.) talebelerine yamanmaya çalışılmaktadır.
“Süleymancılığın kurucusu” yahut “Süleyman Efendi tarikatını kurarken...” ve benzeri sözler ise, hatalı ve gerçeği yansıtmıyor olması bir tarafa –kanaatimizce- Süleyman Efendi (k.s.) Hazretlerini ve onun talebelerini, İslam’dan ve Nakşilik’ten ayrı, 20. yüzyılın ilk yarısında başlamış, lokal bir hareket olarak tanıtmak maksadıyla söylenmiş ve söylenmektedir.

Bu yüzden, defalarca belirtilen ve açıklanan bu mevzuyu tekrar açıklamak da bu konuda yanlış düşünceye sapmaların önlenmesi bakımından da gayet faydalı olacaktır.

Süleyman Efendi (k.s.) Hazretleri ve talebeleri; itikatta, tek hak mezhep olan “ehl-i sünnet ve’l-cemaat”e mensupturlar. Mezhep imamı olarak da, İmam-ı Muhammed Mansur Maturi’yi tercih etmişlerdir. Amelde mezhep olarak ise, Şafii ve Hanbeli Maliki mezheplerini de hak kabul etmekle birlikte, kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanife olan Hanefi mezhebine mensupturlar. Meşrep itibariyle de Nakşi’dirler. Zaten Süleyman Efendi (k.s.) Hazretleri, Tarik-i Nakşibendiye’nin “Silsile-i Zeheb” olarak anılan 33. zattan müteşekkil silsilesinin 33. ve son halkasıdır. Salahuddin İbn-i Mevlana Siracüddin (k.s.) Hazretleri’nden sonra “vazife”yi devralan Süleyman Efendi (k.s.) ruhani nispetle de İmam-ı Rabbani’ye (k.s.) bağlı idi.

Maddi vücutları her ne kadar dünya hayatından ayrılmış ise de., manevi tasarrufları, el’an tamamiyle ve kemaliyle devam etmektedir. Hal böyleyken, hala “süleymancılık”tan bahsetmek abesle iştigal olsa gerektir.

Süleyman Efendi (k.s.) II. Abdülhamid Han’ı çok sever ve takdir ederdi
Süleyman Efendi (k.s.), II. Abdülhamid Han’ı çok sever ve takdir eder, onun hakkında kötü söz söyleyenleri ve yazanları duydukça üzülürdü. Meşruti idareye geçmenin arkasından felaket geleceğine inanan Süleyman Efendi’nin (k.s.) düşüncesi gerçek olmuş, Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesini müteakip sırasıyla Trablusgarp, Edirne’den yukarıya doğru bütün Rumeli gittikten başka 1914’de Birinci Dünya Harbi’ne girildi ve aşağı yukarı 10-15 sene zarfında koskoca Devlet-i Aliye tarihe karışıp gitti.

Demokrat Parti ve Menderes
Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ile dindarlar kısmi de olsa bir ferahlığa kavuşmuştu. Fakat gene de, DP’nin İslam’a uzak kesimi yüzünden tam bir rahatlama mümkün olmamıştır. 1940’lı yılların sonlarına doğru Süleyman Efendi (k.s.) tarafından başlatılan Kur’an Kursu faaliyetleri, bu rahatlama neticesinde daha da hızlanmıştır.
Fakat bürokrat kesimin tamamen eskiden kalmış olması yer yer sıkıntı doğuruyor, fakat sıkıntılar, iktidarın İslam’a yakın milletvekillerinin araya girmesiyle halloluyordu. Bazen de Başbakan bizzat kendisi devreye giriyordu. Süleyman Efendi (k.s.) bu tür hadiseleri duyunca memnun oluyor fakat DP’den milletvekili adayı olmak isteyen talebelerine de müsaade etmiyordu.

Süleyman Efendi (k.s.) Hazretleri, vaazlarında zaman zaman “Menderes, Ayasofya’yı aç, bu şeref sana nasip olsun” der. Ancak Menderes bu hitabı duymaz veya duymazlıktan gelir ve Ayasofya açılmaz.

Ne garip ve talihsiz bir hadisedir ki, Süleyman Efendi’nin (k.s) Bursa’da meydana gelen “mehdilik” tertibi sebebiyle Kütahya’da hapsedilmesi ile bütün izinler alınmış olmasına rağmen, ceddi Fatih Sultan Mehmed Han’ın kabri yanına defininin engellenmesi ve İçişleri Bakanı Namık Gedik’in, partisinin de görüşünü yahsıtan bir ifadeyle “karşıya geçilmeyecek, Karacaahmet mezarlığında, polisin açtığı bir çukura gömülecek” demesi de Menderes ve demokrat Parti dönemine rastlamaktadır.


Cihat anlayışı...
Müslüman, bulunduğu ortamı İslam’a uygun hale getirmek için cihad etmekle mükelleftir. Fakat cihadı iyi anlamak da icap etmektedir. Süleyman Efendi (k.s.) ve talebeleri, cihadı, “tebliğ/İslam’ı anlatmak” ve kendi nefislerinde yaşamak suretiyle ihya etmek şeklinde yorumlamaktadırlar. Zira Peygamber efendimiz’in (s.a.v.) buyurduğuna göre “en büyük cihad, nefisle yapılan cihaddır”.
Evet, uygulanan, bu laiklik perdesi altındaki din düşmanlığını tasvip etmek mümkün değildir. Fakat, devlete karşı bayrak açıp silahlı ve benzeri bir mücadeleye kalkışmak da “derviş” olma yolunda nefis terbiyesiyle uğraşanlara uygun bir şey değildir.

Eğer, fert fert bizler iyi olur, İslam’ı hakkıyla yaşamaya çalışır ve “gerçek kul” olmaya çaba gösterirsek, Cenab-ı Hakk, “layık olduğumuz” idareyi bize ihsan edecektir. Yoksa, “önce şeriatı getirelim, namazla oruca sonra bakarız” türü yaklaşımlar, bir müslümana asla yakışmayan tutumlardır.
“Öşür” emrini yerine getirirler
“Öşür” zekat gibi ’ın kullarına bir emridir. Öşrü verilmemiş bir meyve ve sebzeden yemek caiz değildir. Ancak öşrü hesaplanmış ve ödemeye niyetlenilmiş mahsüller yenilebilir.

Asrı saadetten tarihimizde “aşar’ın kaldırılması”na kadar öşür toplanır ihtiyaç sahiplerine dağıtılırdı. Öşürün halk arasında “aşar” tabiri kullanılmasının sebebi ise İslam’da emredilenden kat kat fazlasıyla devrin idarecileri tarafından baskı ile toplanmasından kaynaklanmasıdır. Bu zulüm neticesinde “öşür” unutularak, “aşar” haline gelmiş ve sonra da kaldırılmıştır. ’ın emri olan “öşür”ün üzerinde Süleyman Efendi (k.s.) çok durmuştur. Bugün ise onun talebeleri mahsüllerinin öşürünü İslam’da emredildiği şekliyle hesaplayıp verilecek yerlere vermektedirler.

Kadın-erkek münasebetleri ve flört
Kadın-erkek münasebetleri konusunda, her sahada “eşitlik”ten bahsetmek manasız ve saçmadır. Çünkü yaratılıştan kaynaklanan bazı farklar vardır ve her konuda “eşitlik” mümkün değildir.
Cenab-ı Hakk, “Dinini öğrenmek her müslüman kadına, her müslüman erkeğe farzdır” buyuruyor. Yani, kadınlar şuraya kadar öğrensinler de bundan sonrası erkek işidir gibi bir ayrıma kesinlikle yer yok. Bunun gibi, namaz, oruç vb. her şeyde kadınla erkek arasında fark yoktur. Sadece miras hukukunda erkeğe “iki”, kadına “bir” verilmiştir ve bu da gayet yerinde bir tutumdur. Çünkü hanımları, babaları, erkek kardeşleri yahut eşleri kollayıp gözetmekte, himaye ve geçimini temin etmektedir. Oysa erkekler, hem kendilerine hem de kızkardeşlerine, annelerine veya hanımlarına da bakmak gözkulak olmak durumundadırlar. Ayrıca erkek, hayata atılmak suretiyle iş yapacak, üretici olacaktır.
Kadınların çalışmasına gelince. Dine aykırı olmadıkça, kadının çalışmasında bir mahzur yoktur. Fakat günümüzde, kadınların çalışabileceği vasat yok denecek kadar kısıtlıdır. Zaten, ev işleri ve çocuk yetiştirmenin başlıbaşına ve gayet yoğun emek isteyen işler olduğu da meydandadır. Hal böyle olunca, mecbur kalmadıkça kadının dışarıda çalışmayıp, evi ve çocuklarıyla ilgilenmesi, mecbur kaldığında da, önce evde yapabileceği işleri araştırması, daha makul olacaktır. Bu arada hatırlanması gereken bir diğer nokta da, ev hanımlarının “boş” durmadıkları ve belki de kocalarından daha fazla “iş ve emek” ürettikleri gerçeğidir.

Günümüzde, kadınların çok düşük ücretle çalıştırılması, onlara yapılabilecek en büyük kötülüktür ve asıl sömürü budur.

Flört, yani nikahsız kız-erkek arkadaşlığı, hem erkek hem de kadın için günahla iştigaldir. Bu noktayı, bilhassa İslami endişe taşıyan gençlerin mutlaka dikkat etmesi gerekmektedir. Dinin cemiyet hayatında daha fazla yer ettiği eski devirlerde abes veya ayıp sayılan bir çok şeyin günümüzde mübah yahut doğru görülmeye başlanmış olması, o “şey” hakkındaki dini hükmün değişmiş olmasına işaret etmez. Bu yüzden, üzerinden “sosyal baskı” kalkan davranış kalıplarını kullanmadan önce, İslam’ın o konu hakkındaki hükmüne bakmak en doğru ve emniyetli yoldur. Çünkü bir işi, günah olduğunu bile bile, “Devrin gereğidir” diyerek yapmak, çok çirkin ve sonuçta hüsrana götüren bir davranıştır.

Sigara içmezler ve içilmesini tavsiye etmezler
Alkollü içki ayet ve hadislerde yasaklığı açıkça beyan olunduğu halde sigara bahsi açıkça geçmemektedir. Bu sebeple sigaranın haramlığı konusunda tartışmalar olmaktadır. Süleyman Efendi’nin talebeleri sigara kesinlikle kullanmamaktadırlar. Sigaranın sağlığa zararlı olduğu tıp ilmince ispatlanmıştır. Hatta Türkiye’de Telek tarafından üretilen ve dağıtılan sigaranın üzerinde Sağlık Bakanlığı tarafından “Sağlığa zararlıdır” ibaresi konmuştur.
İslam’da vücuda zararlı olan şeyler haramdır.
 

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81
Giyim-kuşam

Giyim-kuşam
İslam dini avret mahallerinin örtülmesini erkek ve kadın her müslümana farz kılınmıştır. Kadınlar için avret mahalli yüz (çenealtı ve saç bitimi kadar) el (bileklere kadar) ve ayak (topuklara kadar) hariç diğer yerler. Erkekler için göbek ile diz kapağı arasındaki kısımlar. Bu kısımlar örtüldüğünde dinin emri yerine gelmiş oluyor. Yalnız vücut hatlarını belli eden giysiler giymek caiz değildir.

Süleyman Efendi (k.s.) sakallı idi. Yaz-kış cübbe gibi uzun ceket giyerdi. Bugün talebeleri arasında sakal bırakanlar vardır. Bazı şartlardan dolayı sakal bırakamasalar dahi ekseriyeti bıyık bırakırlar. Şunu da belirtelim ki, sakal, sarık ve cübbenin Peygamber Efendimiz’in sünneti olduğuna dair itikatları tamdır.
Hıristiyanların ve diğer dinlerin alamet-i farikası olan elbiseleri giymek ve takmak caiz değildir; müslümanlar bunlardan men edilmişlerdir.

Süleyman Efendi’nin talebeleri bu men edilenlerin haricindeki aşırıya kaçmayan kıyafetleri giymekte mahzur görmezler, “yakalı gömlek giyilmez, kravat takılmaz” gibi düşünceleri yoktur. Genelde sade, rahat kıyafetleri tercih ederler.

Partileşmeyi hiç düşünmemişlerdir
Süleyman Efendi (k.s.) de günlük gazete alır Dünya’daki ve Türkiye’deki hadiselerden haberdar olurdu. Kendileri “dışımız halk ile içimiz Hak ile” buyururdu.
Talebeleri de siyasi olayları her zaman yakından takip ederler. Seçim zamanı en uygun partiye oylarını verirler, hatta milletvekili ve belediye başkanlığına aday oldukları vakidir. Fakat bu onların o partinin zihniyetini taşıdığı manasında kesinlikle düşünülmemelidir. Hiçbir zaman parti kurmak gibi bir çalışmaları ve niyetleri olmamıştır.
Türkiye Darülislam değildir
Darülharp-Darülislam meselesinde darülharb nedir, darülislam nedir ve hangi hallerde ve şartlarda birbirine inkılab eder, bunu izah etmek lazım.

Müslümanların eli altında, hakimiyeti dairesinde bulunan yerler birer darülislamdır ki, ehl-i İslam, oralarda “emn” ve “eman” içinde yaşayarak, dini vazifelerini ifa etmek hususunda yeterli iktidara sahip bulunurlar. Müslümanlar ile aralarında “musalaha” ve “muvadaa” bulunmayan gayrimüslimlerin hakimiyeti altında bulunan yerler de birer darülharptir. Bunların gayrimüslim ahalisinden olan her birine “harbi” denilir. Meşhur fakih Kuhıstani’nin Camiurrumuz’da yaptığı tarif de şöyledir: “Darülislam, mü’minlerin imamının hakimiyeti altında ve İslam ahkamının yürürlükte olduğu beldelerdir. Darülharp ise kafirlerin reisinin emir ve idaresi altında bulunan, küfür ahkamının icra edildiği yerlerdir”. Buraya kadar yapılan izahtan anlaşıldığına göre, bir ülkenin darülislam kabul edilmesinde temel ölçü, idare ve icraatın İslami olması, yani ülkenin İslam esaslarına göre yönetilip, İslam hukukunun tatbik edilmesidir. Buna göre, darülislam, nüfusu ister müslim ister gayrimüslim olsun, müslümanların hakimiyeti altında olan ve İslam hukukunun tatbik ve icra edildiği her ülkedir.

Darülharp ise İslam’ın siyasi hakimiyetinin sınırları dışında kalan, idare ve hukuk nizamının İslami olmadığı bir ülkedir. Bunda da temel ölçü, İslam hükümlerinin tatbik ve icra edilmemesidir.
Darülharp olan bir beldenin darülislam hale gelmesi hususunda, fukaha arasında bir ihtilaf yoktur. İslam ahkamının icra edilmeye başlamasıyla, darülharp olan yerin darülislam bir beldeye dönüşeceği hususunda ittifak vardır.

Mezhep görüşleri
İtikatta hak mezhep tektir ve “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” mezhebidir. Ehl-i sünnet mezhebinin iki imamı vardır. Bunlar; İmam-ı Muhammed Mansur Maturidi ve Haseni’l-Eş’ari Hazretleridir.
İtikatta mezhep imamı umumiyetle İmam-ı Muhammed Mansur Maturidi Hazretleridir. Amelde mezhebe gelince. Günümüzde, tahrif olmamış ve takipçisi bulunan amelde hak mezhep dörttür; Hanefi, Şafii, Hanbeli ve maliki. Süleyman Efendi (k.s.) ve talebelerinin (umumiyetle) amelde mezhebi ise, İmam-ı Azam Ebu Hanife tarafından kurulan Hanefi mezhebidir.

Dört hak mezhep dışındaki mezhep ve görüşler; “doğru yol”un “sapık kolları” olarak nitelendirilmektedir. Hatta bazıları, “sapma” sınırını aşmış ve “kopma” noktasına gelmiş veya kopmuştur.
Süleyman Efendi (k.s.) talebelerine, Şerh-i Akaid dersiyle İslam’dan sapmış cerayanlardan korunma yollarını göstermiştir. Emali ve Nesefi adlı kitaplarda İslam akaidinin ve ehl-i sünnet fikrinin temelini öğretmişlerdir. Bu sağlam ilim neticesinde talebeleri arasında itikadi noktadan en ufak bir sapmaya rastlanmamıştır.

Tasavvuf terbiyeleri
Süleyman Efendi Hazretleri manevi salahiyeti alır almaz vazifeyi tebliğe başlamıştır. Zamanında tarikat şeyhlerine haber göndererek onları manevi selahiyetinden haberdar etmiştir.

Nakşi yolunun bir “kutbu” olan Süleyman Efendi (k.s.) Hazretleri, “vahdet-i vücud” görüşünü de ısrarla reddeder, talebelerini bu sapık cereyana kapılmamaları noktasında uyarır ve vaazlarında cemaata şöyle hitap ederdi: “ey İslam Cemaati! Biz hayatta olduğumuz halde, Vahdet-i Vücud’a gidilebileceğini mi zannediyorsunuz? Böyle bir zanna kapılmayınız, çünkü biz hayattayız.”
Bizim tespit edebildiğimiz kadarıyla bazı meseleler hakkındaki Süleyman Efendi (k.s.) ve talebelerinin fikri yapıları bu şekildedir. Netice olarak Süleyman Efendi (k.s.) İslam’ı kaynağından anlatarak onları “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” yolundan ayrılmayarak, “dışımız halk ile içimiz hak ile” düsturuyla talebelerini itidale teşvik ederek, ifrat ve tefride kaçmamalarını tembihlemiştir. Talebeleri de Ustazlarının çizgisinde devam ederek, onun fikirlerini bugüne taşıyarak hizmetlerini sürdürmektedirler
 
Üst Alt