Şikayetler Hayatı Kuşatırken !...

elifgibi

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
28 Mart 2011
Mesajlar
2,123
Tepkime puanı
26
Şikayetler Hayatı Kuşatırken !...

—Hiçbir şeye vaktin yok mu sahiden?
—Hiçbir şeye...
—...

BÖYLE SONLANMIŞTI iki gencin sohbeti. Biri, diğerine, “Gerçekten ‘hiçbir şeye’ ayıracak vaktim yok” diye halinin ispatını yapmaya çalışıyordu.. ‘Düşünmeye’ bile vakti yoktu. Başkalarının rahatını düşünmeye, kapıda bekleyenlerin kaç saattir beklediklerini umursamaya, gülümsemeye vesaireye...

Bir insanın hayatı, bir insanın yüreği nasıl olurdu da böylesine dolu olabilirdi?

Hiçbir şeye vakti olmayan genç, hiçbir şeye vakti olmayan diğer genç arkadaşı ile bir binadan diğerine koştururken gün boyu işittiklerini ve gördüklerini anlatmaya başladı. Her günki muhabbetlerden farklı birşey yoktu. Hiçbir şeye vakti olmayan iki gencin, başkalarını eleştirecek ve hallerinden şikayet edecek vakitleri nedense çoktu.

Şikayet ki, kimin kime şikayet edildiği bile unutulurdu.

"Merhametliler Merhametlisi olan Allah'ı, merhametsizce, merhametsiz bir insana şikayet etmek;” çoğu zaman yapılan buydu.

Başı ağrıdığı için, felaketler hep ‘kendisini’ bulduğu için, hava çok soğuk olduğu için edilen şikayetler, kim içindi?

Bazen şikayetler öyle büyüyordu ki, bugüne sığmıyor, gelecek günleri de, geçmiş günleri de içine alıyordu.


* * *


Toprağın üzerine atılanlar, bir şekilde yine toprağa dönüşür, biliriz. Oysa insanın hayatına atılanlar, bir yerde bekletilir ve yeri geldiğinde beklediği yerden çıkartılıp şikayet vesilesi edilebilir. Kimi zaman da toprağın yaptığı sindirme işlemi es geçilir. Münakaşa sırasında galip gelmek için bir koz olarak bulunduğu yerden çıkartılabilir.

Yıllar geçmiş, devran dönmüştür, ama öfke ve şekva dinmemiş, bastırılmıştır. Beklediği yerden çıkmaya hazır sözler, fırsatını bulur bulmaz fırlayıverir ağızlardan. "Sen bana yıllar evvel böyle yapmıştın da, ben sesimi çıkarmamıştım” ya da "Bir vakit ne çileler çektiğimi bir ben bilirim" gibi. Çekilen cefanın kendi gitmiş, ama adı kalmıştır ve şikayet listesinden hiç çıkmamıştır.

Toprak ile plastiğin farkına benzer bu. Çöplerimizi toprağa boşalttığımızda bir zaman sonra ortada çöp kalmadığını görürüz. Ama plastik bir kaba koysak, yıllar sonra, aynı çöpleri daha kötü bir halde buluruz.

İnsan ise, topraktan yaratılmasına rağmen çoğu zaman plastikle uyumlu bir hayat sürmektedir.

Onun için geçmiş, yaşanan zor günlerden ibaret olup, hayat kronolojisinde ana başlıkları insanın çektiği acılar oluşturmaktadır.

Toprak için ise, sonbahar, kış, ilkbahar ve yaz olmak üzere her mevsimin hakkı mahfuzdur ve hiçbirine sitem edilmez, her birinin pahası ayrı biçilir.

Güzün dökülen yaprakları, kışın su ve bereket kaynağı bembeyaz karı, baharın yeni filizleri, yazın olgunlaşan meyveleri vardır. Her biri de ayrı bir istifade, ayrı bir tecelligâhtır.

Toprak üşüdüğü için şikayet etmediği gibi, sıcaktan kavrulduğundan da dem vurmaz.

Oysa onun da bahar içeren güllük gülistanlık günlerle dolu haftaları neredeyse parmakla sayılacak kadardır.

İşte bu misalden, insanın toprak karakterine ne denli aykırı davrandığını mesajını çıkarıyorum kendime.

Zira insan, yetmişiki saatten oluşan üç gün içerisinde toplam üç saat başağrısı çeker ve bu yetmişiki saatten "Üç gün sürekli başım ağrıdı" diye bahsedebilir.

Hatta bir yılın onbir ayını mutlu mesut geçirip, bir ayda sıkıntılı bir dönem geçirdiğinde, bu yılı da ‘hüzünlerle dolu bir yıl’ olarak ifade edebilir.

İyiliğin ve sağlığın yerini unutabilir.

Şikayetlerin sadece bununla kalmadığını, bazen bir ömrü sarıp kuşattığını duydum.

Bu kuşatmanın, kalbimizin şükürle dolması gereken bölmelerini tarumar ettiğini düşünüyorum. Gördüğüm memnuniyetsiz insan yüzleri ve bir dokunup bin ah işittiğim kimseler de bu düşüncemi destekliyor.

Memnuniyetsizlikler ile dolmuş vakitlerin yerini düşünmeye ve teşekküre devredeceği günleri iple çekerken, şimdi kendimi vaktiyle kimi kime şikayet ettiğimi sorgulamaya davet ediyorum...

Rabia Nazik Kaya
 
Üst Alt