Sakarya efsaneler

ceylannur

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
2 Eylül 2011
Mesajlar
3,872
Tepkime puanı
37
Efsaneler

Doğmuş Bir Güzel Şehir: Sakarya (Adapazarı)

Sakarya ilimiz, adını Sakarya nehrinden alır. İçbatı Anadolu yaylalarından doğan Sakarya, Pamukova güneyinde il sınırlarına girer, çeşitli ırmaklarla beslenerek Karasu yakınlarında Karadeniz'e dökülür. Yüz yıl öncesine kadar Sakarya, Uzunköprü yakınlarında iki kola ayrılarak küçük bir ada meydana getiriyordu. Üzerinde de bir köy kurulmuştu. Adaköyü derlerdi. Derken bu köy, çevre esnafının toplandığı bir Pazar yeri oldu. İşte "Adapazarı" böyle doğdu. Son elli yıl içinde hızla gelişti, bir ticaret ve sanayi şehri olarak büyüdü. 1954 yılında, Sakarya ili kuruldu ve merkez olarak da Adapazarı seçildi. Aslında, bölgenin tarihi çok eskilere gider. Bir zamanların Bitinya Krallığının, daha sonra Romalılar ve Bizanslıların elinde bulunan Sakarya, Selçuklu ordularının, zaman zaman nal seslerini dinlemiş, Osmanlı devletinin ilk kuruluş yıllarındaysa, ilk fetih destanları bu bölgede yazılmıştı. Tarihçiler, Sakarya adının "Sangarius" tan geldiğini, bu adın da eski Frikya bölgesinde Sakarya'nın doğduğu yer olan "Sangia" şehrinden alındığını yazarlar. Bu şehir, Eskişehir sınırları içindeki Çifteler ilçesinin 3 kilometre güney doğusundaydı. Bu gün de burada kaynayan ve küçük bir göl haline gelen yer altı suları, Sakarya'nın kaynağı olarak bilinir.

Ana Tanrıça

Mitolojiye göre, Friklerin Ana Tanrıçası Kibele'nin kocası Atis'i, Sakarya nehrinin kızı Nana doğurmuştu. Nana, Sakarya'nın güzellikte eşsiz kutsal perilerinden biriydi. Bahar geldi mi Sakarya nehri açılıp saçılıyor, su perileri, yeşeren toprakların dallarında, çiçeklerinde, güzel kokularla tabiata kucak açıyorlardı. Nana, böyle bir bahar günü, çiçekli bir badem ağacına 'şık olmuş, beyaz bir badem içini bağrına basarak gebe kalmış, sonunda Atis, ya da Temmuz'u doğurmuştu. Temmuz ayı, adını buradan almaktaydı. Ana Tanrıça Kibele'nin şehri, bugün Sivrihisar'ın on iki kilometre güney doğusundaki Pessinus olarak bilinir. Bugün, bu şehrin yerinde arkeolojik kazılar yapılmakta ve Kibele tapınağı meydana çıkarılmaktadır.Eskiçağ Anadolu efsanelerine göre, Kibele aynı zamanda hayat ve bereketin tanrıçasıydı, tabiatın anası sayılıyordu. İlkbaharda kız, yazın çeşitli ürünleri doğuran ana oluyordu. Kibele'ye ay tanrıçası gözüyle de bakılıyor, ay hilâl şeklindeyken kızı, dolunayken gebe kadını temsil ediyordu. Sakarya da Anadolu tapınağının damarında dolaşan, ona can veren, güç kazandıran kan misali bir hayat kaynağıydı. Bundan dolayı Sakarya nehri yüzyıllar boyu kutsal sayılmış, susuz, bağrıyanık Anadolu toprağını sulamış, geniş ovaları, yaylaları kıvrım kıvrım dolaşarak Karadeniz'e kavuşmuştur.

Sapanca'nın Efsanesi

Sapanca gölünün bir efsanesi var, dilden düşmez. Yeri gelmişken bir de biz anlatalım: Bir zamanlar Sapanca gölünün yerinde, verimli topraklar, bu toprakların üzerinde de zengin, varlıklı bir kasaba varmış. Kasaba halkı zenginmiş, varlıklıymış ama, gözlerini dünya malı bürümüş, bencillik ve cimrilik ruhlarını karartmış. Bir gün, Adapazarı'nın güneyindeki Erenler tepesinde oturan, gözünü dünyaya kapamış, gönlünü aşk ve sevgiyle doldurmuş erenlerden bir eren, bu kasabaya inmiş. Selam vermiş, selamını almamışlar, konuk olmak istemiş, kimse "buyurun" dememiş, hangi kapıyı çaldıysa yüzüne kapanmış, bu fakir, fakat gönlü zengin dervişe bir bardak içecek su bile vermemişler. Derviş gönlü bu, bir kırıldı mı onarılmaz, onarılsa da faydası olmaz. Akşama değin yorgun-argın, aç-susuz kasabayı terk ederken, ötelerde küçük bir kulübeden sızan mum ışığına doğru yönelmiş, bir de bu kapıyı çalayım, belki bir gönül yoldaşı bulurum diye düşünmüş. Bu, kasaba halkına sapan yaparak geçimini sağlayan fakir bir sapancının iş yeriymiş. Kapıyı çalmış, az sonra sapancı güler yüzle konuğuna açmış kapıyı:
-Buyurun, hoş geldin, safa geldin. Ocaktan tencereyi şimdi indirdim. Bir konuk göndermesi için Tanrı'ya niyaz ediyordum, demiş.Derviş memnun, baş köşeye oturmuş. Sapancı sofrayı kurmuş, nesi var, nesi yoksa dervişin önüne getirmiş. Yemekten sonra, içi talaş dolu yatağını sermiş, konuğunu yatırmış. Sabah, erkenden kalkmışlar. Derviş, Sapancı'dan izin istemiş, Sapancı da onu karşıdaki tepelere kadar uğurlamış. Dönüşünde bir de ne görsün. Kasabanın yerinde koca bir göl var. Ne ev-bark kalmış, ne tarla-tapan. Koca göl, hepsini bir anda yutuvermiş. Kendisinden başka hayatta kimsecikler yok. Dervişin ahı tutmuş, kırılan bir gönül, bir kasabaya mal olmuş. O günden sonra, bu koca göle Sapanca adını vermişler. Adapazarı'nın Erenler Tepesi, aynı zamanda Ağaç Baba'nın yattığı yerdir. Ağaç Baba, bahar geldi mi, ormana iner, boş tarlalara fidan diker, ağaç yetiştirirmiş. Ağaç Baba'nın diktiği fidanları koparan, ya da yetiştirdiği ağaçları kesenlerin elleri kurur, bu yüzden kimse ormanlara el süremezmiş. Ölürken, Ağaç Baba'nın vasiyeti şu olmuş:

- Benden sonra, çocuklarınızın mutlu, topraklarınızın verimli olmasını istiyorsanız ağaçlarıma dokunmayın. Benim hayır duamı almak, dünya ve ahiretinizi ma'mur etmek istiyorsanız ağaç dikiniz. Ağaç Baba öleli, yıllar, yüzyıllar olmuş. Ama ölmeyen, halk arasında yaşayan bir vasiyeti var. Bu vasiyeti yalnız Sakarya için değil, tüm Anadolu için kabullenmek gerek.

Sakarya'da efsane üstüne efsane... Bitmez tükenmez Anadolu, ondan bir parça Sakarya...
Sessiz, fakat derin. Şairin dediği gibi:
Hani bir nehir var ya,
Sessiz sessiz akar ya!
Bir adı Anadolu
Bir adı da Sakarya...
İçine dönük, derin
Kaynağı perilerin
Mavi, yeşil gözlerin
Yürekleri yakar ya!
Kutsal sütünü nehir
Toprak anaya verir,
Doğmuş bir güzel şehir
Adı Adapazar ya!
 
Üst Alt