Rağıb el-İsfahani, Müfredat.

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81
Râgıb El-Isfahânî'nin Mukaddimetü't-Tefsir'inin Kökleri ve Kitabın Türkçe'ye Tercümesi

********************************
Kur'ân, öyle bir üslûba sahiptir ki, onun âyetlerini duyan Arap ve Acem beliğleri ona secde etmiş, onun muhteva güzelliklerini sezip anlayan hakikatşinas edipler, o Söz Sultanı'nın yanında edeple iki büklüm olmuşlardır.
********************************

Râgıb el-Isfahânî’nin Mukaddimetu Câmii’t-Tefsir kitabı, Kur’ân’ı anlamada, onun başlıca iletişim aracı olan Arap dilinin inceliklerini bilmeye pek büyük bir ehemmiyet verme özelliğine sahiptir. Onun sergilediği başarı, kendisinin bu alana katkılarıyla ilgili olduğu kadar, yararlandığı filolojik birikim ile de alâkalıdır. İncelemeye girişmeden önce, güçlü gövdesi üzerinde duran bir ağaca benzetebileceğimiz bu eserin ana köklerine inmeye çalışmada fayda görüyorum. Elbette bu ağacın sayılamayacak kadar çok kılcalları da vardır. Diğer taraftan bu kutlu ağaç R. Isfahânî’den sonra daha da güçlenip meyvelerini vermiştir. Zamanımızda da uygun aşılamalarla daha olgun semereler vermeyeceğini kimse iddia edemez. Isfahânî’nin uzattığı bu filizin bile sağlam bir dal olabileceği söylenebilir. Girişinin başında kendini gösteren engin ve ihlâslı tevazuu sayesinde Allah onu yükseltmiştir: “Gayem, Kur’ân tefsirine dair Sahabe ve Tâbiun’un mücmel olarak ifade ettikleri güzellikler hakkında tafsilat sunmaktır.”

Filolojik altyapıyı bulmaya girişince:
1. Her şeyden önce Kur’ân-ı Hakîm’in (قُرْآنًا عَرَبِيًّا)2, (بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُبِينٍ)3 “Açık ve vâzıh Arapça ile” gibi tavsiflerini görüyoruz. Bunlar Arapçanın üstünlüğünü göstermez. Maksat, onun maksatlarının anlaşılması için, esas iletişim aracı olan bu dili iyice bilmek gerektiğini hatırlatmaktır. Ayrıca maksat, Kur’ân’ın mânâlarını tam koruma altına almanın, onun etrafında bina edilecek muhkem kalenin de Arapça ile kurulabileceğini vurgulamaktır. Bu dil sağlam şekilde bilinip Kur’ân ona göre anlaşılmazsa, hadde hesaba gelmeyecek sayısız tevillerin nerede duracağı belli olmaz.

2. Hz. Peygamber aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm’ın da ilâhî tebligatı koruma gayesiyle Arap diline ihtimam gösterme hususunda tavsiye ve örneklikleri olmuştur.

Ebu Hüreyre Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu nakleder: أعْرِبُوا القرآنَ وَ الْتمِسُوا غَرائِبَهُ Bu hadîsi Beyhaki’den nakleden Süyuti ondan bir de şu hadîsi nakleder: “Kim Kur’ân okur ve onu i’rab ederse her harfe karşılık ona yirmi sevap vardır. Kim i’rab etmeksizin okursa ona on sevap verilir.”4 Süyuti’nin şu izahı oldukça önemlidir: Bu hadîslerdeki i’rabtan maksat, Kur’ân’ın lafızlarının mânâlarını bilmektir, yoksa nahivcilerin ıstılahındaki i’rab değildir. Dil hatası (lahn) yapmadan sakındırmadır. Çünkü i’rabsız kıraat, okuma sayılmaz, onda sevap yoktur. Bu konulara girişen kimsenin emin olması, bu sahanın kitaplarını iyi araştırması gerekir. Bu hususta zan ile söz söylenmez. Nitekim öz be öz Arap ve fasih lisan konuşan, Kur’ân’ın kendi dilleriyle ve yine kendilerine inişine şahit olan sahabe-i kiram bile mânâsını bilmedikleri lâfızlar hakkında açıklama yapmaktan geri durmuşlardır.

Hz. Peygamber, konuştuğunda dil hatası yapan birini işitince yanındakilere, أرْشِدُوا أخاكُمْ فإنه ضَلّ “Arkadaşınız dil hatası yaptı, ona doğrusunu öğretiniz.” buyurmuştur. Efendimiz bazen anlaşılmayan kelimelerin eşanlamlılarını bildirmiştir: Bakara 2/143 âyetindeki وَسَطاً kelimesini, العدل yani tam âdil, dengeli diye açıklamıştır.5 Bazen tarifini yapmıştır: بِرّ6 ve اِثْم kelimelerinin anlamını soran birine, بِرّ: Ahlâk güzelliği, اثم ise “vicdanını tırmalayıp seni huzursuz eden ve başkalarının haberdar olmasını istemediğin şeydir.”7 buyurmuştur.

Bazen kelimenin şer’i mânâsını bildirmiştir. Meselâ Mâide/6 âyetinde geçen vech “yüz”ün âdeta sınırlarını çizmiştir: “Kulaklar başa (الرأس)’e dâhildir” demiştir. Bir defasında sakalını örten bir adamı görünce ona: “Aç onu, zira sakal yüze (وجه) dâhildir.” demişti.8
Bazen mecazî anlamı açıklamıştır: Meselâ Bakara 2/187 âyetinde geçen “fecrin siyah ve beyaz ipliği” hakkında; “Bu âyetten maksat sadece, gündüzün ağarması, gecenin karanlığıdır.”9 buyurmuştur. Bu konularda başka hadîs örnekleri de vardır.10

Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîflerin yönlendirmeleri sebebiyle daha sahabe nesli yaşarken İbn Abbas (ö.68/688) Ğaribu’l-Kur’ân konusunda bir Kur’ân sözlüğü telif etmiş, ilmî çalışmalar başlamış, ikinci hicri asırda Halil b. Ahmed (ö.175/791) Kitabu’l-Ayn gibi mükemmel bir sözlük yazmıştır. Bedevilikten ilim ve medeniyete geçişteki bu sürat, dünyada görülmemiş bir hâdisedir.

3. Sahabeden Abdullah b. Abbas’ın (r.a) Arap filolojisi bakımından önemli faaliyetleri olmuştur. Burada onun dil bakımından önemli üç tutumuna kısaca değineceğiz:

A) İbn Cerir Taberî ve başkaları onun şu ünlü düsturunu naklederler: الشعر ديوان العرب “Şiir, Arapların arşividir. Ne zaman Allah’ın, Arapların dili ile indirdiği Kur’ân’dan her hangi bir mânâ gizli kalırsa, Arapların divanlarına başvurup mânâsını orada arayınız.”11 Ebu Ubeyd, Fedâilu’l-Kur’ân’da, onun bu sözünü açıklamak için, Kur’ân’daki kelimeleri açıklamak üzere şiirle istişhâd ettiğini bildirmiştir.12 Hârici önderlerinden Nafi b. Ezrak, İbn Abbas Hazretlerine varıp ona: “Sana Allah’ın kitabından bazı sorular soracağız. Sen bize Arapların sözlerinden şahitlerini getirerek tefsir edeceksin. Zîrâ Allah Kur’ân’ı Arapça indirmiştir.” İbn Abbas (r.a) onun sorduğu 200 kadar kelimeye şiirle istişhâd ederek cevap vermiştir.13

Verdiği cevaplardan çoğunu Taberânî el-Mu’cemu’l-kebir’de ve İbnu’l-Enbari Kitabu’l-Vakf ve’l-ibtida’da rivayet etmişlerdir. İbnu’l-Enbâri şöyle bir açıklama yapma ihtiyacı duymuştur: Sahabe ve Tâbiun’un Kur’ân’daki müşkil ve ğarib kelimeler hakkında çokça şiirden delil getirdiklerini biliyoruz. İlim ehli olmayan bazı kimseler, nahivcilerin bu uygulamalarını şöyle diyerek red etmek isterler: “Böyle yapmakla şiiri asıl kabul edip Kur’ân’ı ona tâbi yapmış oluyorsunuz.” Oysa iş onların dediği gibi değildir. Bizim yaptığımız, sadece Kur’ân’daki ğarib bir kelimeyi şiirdeki kullanılışıyla anlamaya çalışmaktan ibarettir. Zîrâ Allah Teâlâ
(بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُبِينٍ)15,(قُرْآنًا عَرَبِيًّا)14 “Kur’ânen Arabiyyen” “bi lisanin Arabiyyin mübin” buyurmuştur.16

B) Taberî ve başkaları17 İbn Abbas’ın tefsiri dörde ayırdığına dair meşhur taksimini naklederler:
a-Ümmetten, bilmemekte kimsenin mazereti bulunmayan tefsir.
b-Arapların kendi dillerinden anladıkları tefsir.
c-Âlimlerin bilebilecekleri tefsir.
d-Allah Teâlâ’dan başkasının bilemeyeceği tefsir.
Zerkeşî şöyle der: İbn Abbas’ın bu taksimi isabetlidir. Şöyle ki:

a) Bilmemekte kimsenin mazur görülemeyeceği kısım, ilim ehlinin bilebileceği şer’i ahkâmı ve tevhid delillerini teşkil eden kısımdır. Meselâ فَاعْلَمْ اَنَّهُ لاۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللَّهُ “Şunu bil ki, Allah’tan başka tanrı yoktur.”18 sözünden, herkes tevhidin yani O’nun ortağı olmadığını ve O’nun uluhiyyetinin kasd edildiğini bilir. Fakat لا’nın dilde nefy edatı, الا’nın ise isbat için konulup hasr ifade ettiğini bilmez. وَاَقِيمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكَاةَ ve benzeri emirlerin farziyyet ifade ettiğini vs. bilmese bile, Müslüman toplumda yaşayan herkes bu hükümleri zarurî olarak bilir.

b) Arapların kendi dillerinden anlayacakları kısımda, onların lisanlarına müracaat edilir. Bu da lügat ve i’rabdır. Lisan hususunda müfessirin, kelimelerin mânâlarını ve oradaki isimlerin müsemmalarını bilmesi gerekir. Ama bu, kıraat edene gerekmez. Diğer taraftan Kur’ân lafızlarının içerdiği hususlar ilmi değil de ameli gerektiriyorsa bu durumda haber-i vahid veya iki kişinin haberi ve bir şiir beyti ile istişhâd kâfidir. Eğer ilmi gerektiriyorsa bu yetmez; çünkü o lafzın yayılmış olması ve şiir şevâhitleri lâzımdır. İ’rab ise şayet i’rabdaki ihtilaf, mânâyı başka yöne çevirecek olursa, dil hatasından kurtulmak için tevakkuf etmek gerekir. Müfessir ile kâri’nin onları bilmeleri gerekir. (…)

c) Âlimlerin bileceği kısım. Ahkâm istinbatı, mücmeli beyan, umumu tahsis, iki veya daha fazla mânâya gelen kelimeleri gibi konular âlimlere aittir. Onlar da sırf kendi görüşlerine değil, delillere ve şevâhide dayanırlar. İki mânâdan biri daha zâhir ise onu tercih etmeleri gerekir. Bu hususta eşit olurlar, lügavî kullanılış ile şer’î kullanılış arasında kalırlarsa, şer’î mânâyı tercih etmeleri gerekir. Ama lügavî mânânın kasd edildiğine delil olursa, bu durumda lügavî mânâ tercih edilir (…)19

d) Yalnız Allah Teâlâ’nın bildiği kısım: Kıyamet, huruf-ı mukatta’a, ruh, ehl-i ilim nezdinde kat’i müteşabihat kısmı. Bunların te’vili Kur’ân, hadîs ve icma ile bildirilmedikçe kesin mânâlarını bilmek imkânsızdır.
İbn Abbas’ın bu dörtlü taksiminin, (b) ve (c) şıklarının Arap dili ile doğrudan ilgili olduğu ve bunların en geniş alanı kapsadığı âşikârdır.

C) İbn Abbas’ın önemli tefsir ilkelerinden olup, üzerinde durduğumuz dil konusu ile ilgili olarak hatırlamamız gereken bir husus da şudur: ليس في الدنيا مما في الجنة إلا الأسماء20 Buna göre Cennet’te olan nimetlerle dünyadaki şeylerin benzerliği sadece isimlerdeki benzerliktir. Bu prensip, uhrevî hallerden bahseden âyetlerin anlaşılması bakımından anahtar hükmündedir.

4. Ebu Ubeyde Ma’mer b. Müsenna (ö.209/824?) Bu zat Kur’ân’ın, Arap dili üslûplarına göre tefsir edilmesinin esas olduğunu vurgular. Ona göre Sahabe ve Tâbiun Arapçaya vukufları sebebiyle daha sonraki nesillerin İ’rab, Ğarib ve Meani ilimlerine yerleştirdikleri konular hakkında pek sorma ihtiyacı duymamışlardı.21 Kur’ân’da Arap dilindeki özellikler bulunur. Ezcümle ğarib kelimelerin kullanılması, Arap dili üslûplarından hazf, ihtisar, çoğul kasd edildiği halde lafzın tekil gelmesi, tesniye kasd edilip çoğul gelmesi, canlı ve cansız varlıklarla ilgili anlatımların insana ait ifade ile bildirilmesi, zâid harfler, te’kid için sözün tekrarı, tekrardan kaçınmak için sözün mücmel getirilmesi, takdim-te’hir, lafzın müzekker ve müennes getirilmesi, isimlere bedel kinaye kullanılması vb. hususlar Kur’ân’da da yer almaktadır. Hayvanlar ve cansızlar hakkında insanlara dair kelimelerin; ğâib yerine şahid (muhatap) veya aksine muhatap yerine ğâib kullanılması, ayrıca takdim-te’hir, tevkid kullanılmasından bahseder.22

Ebu Ubeyde tarafından belirtilen bu hususlar, kelimelerin etimolojik ve morfolojik yapıları ve i’rab yönleri kadar, Arapçanın farklı yönlerini kapsadığı gibi istiare, teşbih, temsil, teşhis, intak, kinaye gibi alanlar da belagat, dolayısıyla mecaz kapsamına girmektedir.23 Onun kullanışında mecaz, hakikatin zıddı olmaktan çok, Arap dilinin ifade tarzlarıdır. Bu kitap, Kur’ân’ın, rivayet ile tefsir edilmesi geleneğinden, filolojik tahlile dayanan bir yoruma geçişin bir dönüm noktası sayılabilir. Ebu Ubeyde, Kur’ân’ın anlaşılmasında ortaya çıkan sorunların ekseriya ondaki ğarib kelimeler ve mecazi ifadelerden ileri geldiğini görmesi üzerine bu kitabı kaleme almıştır.24 Fatiha ve Besmele tefsirinde, müteallakın zikr edilmemesine “izmar” der.25 (وَلَا الضَّالِّينَ)’deki لا’nın, huruf-i zevâidden kelâmı tamamlama için getirildiğini söyler.26 Ebu Ubeyde’nin, Basra ve Kûfe mekteplerinin tespit ettiği gramer kurallarından çok, serbest filolojik yorumlara meyl edip kıyasa dayalı olarak dili geniş bir biçimde kullandığı görülür. O, Asma’i ve başka dilciler tarafından Kur’ân’ı şahsî fikrine göre tefsir etmekle itham edilmiştir. Taberî’nin onu dile dair bazı meselelerde tenkit etmesi, ondan istifadesine mâni olmamıştır. Keza Ebû Ubeyd Kâsım b. Sellâm, Zeccâc, İbn Hişam, Ezheri, İbn Düreyd ve Cevheri bu kitaptan yararlanan müelliflerdendir.

Mecazu’l-Kur’ân; sarf, nahiv, lügat ve iştikak meseleleri yanında mecaz, teşbih, temsil, kinaye, icaz, hazf, takdim-te’hir gibi birçok teknik terimle birlikte şevâhid olarak değerlendirilmiş, Cahiliye ve İslâm dönemlerine ait zengin şiir hazinesine sahip olmasıyla, Arap dili ve belâgati çalışmaları için temel kaynaklardan biri olmuştur.27

5. İbn Kuteybe (ö.276/889) Te’vilu Müşkili’l-Kur’ân28 kitabının mukaddimesinde Hz. Peygamber’e (sallallahü aleyhi ve sellem) kitap mucizesinin verilmesini lisanın ehemmiyetine delil olarak zikreder. Hz. Musa ve Hz. İsa’ya (a.s) kendi zamanlarına ve muhitlerine göre mucize verildiği gibi Hz. Muhammed’e (sallallahü aleyhi ve sellem) de kitap şeklinde verildiğini belirtir.29 Kur’ân’ın bazı âyetlerini doğru anlamak için lisan inceliklerine vâkıf olmak gerektiğini örneklerle gösterir (Meselâ Yunus Sûresi 42 ve 43. âyetlerinde sem’in basar’dan daha önemli olduğuna delil bulur: “Zira Allah, aklın olmayışını sağırlıkla beraber zikrederken körlükte sadece görmenin yokluğundan bahsetmiştir”.)30 Kur’ân’ın az lafızla çok mânâlar ifade ettiğini belirtip örneklerini verir.31 Tefennün gayesiyle Arap dilinde farklı üslûplarla anlatım bulunduğunu yazar. Meselâ, der, bazen tahfif için ihtisar, bazen ifham için itâle yapılır. Bazen te’kid için tekrar, bazen muhatapların ekserisinin anlamayacağı şekilde ihfa’, bazen Arap olmayanların bile anlayabilecekleri şekilde açık ifade kullanılır.32 Mânâda mütekarib kelimelerden, iştikakdan bahseder.33

Âyetlerin lafızlarının anlam ve sınırlarını belirlemek ve bunların nasıl yorumlanacağını göstermek için bu kitabı ve başka kitaplarını yazdığını ifade eder.34 Bu kitabına sadece yanlış anlamaya veya itiraza sebep teşkil eden âyetleri alır. Mukaddimesinde belâgatle ilgili ğarib lâfızları açıklar. Kur’ân’ın dili olan Arapçanın başlıca özelliklerini bir başlık altında sıralar.35 Bu eserin, Kur’ân eksenli, nahiv ağırlıklı bir muhtevaya sahip olduğu göze çarpmaktadır. Âyet, hadîslerden ve Arap şiirinden nakiller yapar.36 “Hatta İbn Kuteybe’nin bu kitabının mukaddimesini tamamen dil-tefsir münasebetine hasrettiğini söylersek yanlış olmayacaktır. Çünkü mukaddime baştan sona Kur’ân eksenli izahlardan oluşmaktadır”.37 İbn Kuteybe, Kur’ân’ın her bir lafzının ne kadar geniş mânâlar ihtiva ettiğinin iyice bilinmesi için birçok âyeti örnek vermekte ve bunların üzerinde düşünülmesini istemektedir.38 İbn Kuteybe bu eserinde mecaz, hakikat, te’vil ve tefsir konularına yer vermektedir. Halil b. Ahmed, Ebu Ubeyde, Ferra’ gibi dilcilerin yolundan gitmiştir.39 Ebu Ubeyd Kâsım b. Sellâm da hocaları arasında zikredilir.40 Doğrudan talebesi olmasa bile, onun kitaplarından naklettiğini görmekteyiz.

6. Hâris b. Esed el-Muhasibi (ö.243/857) ve Fehmu’l-Kur’ân41 Kitabı
Bu zâtın Kur’ân tefsirine teşebbüs etmesi, onu nahiv ve belâgatle ilgili bazı taraflara girmeye sevk etmiştir. Nitekim hocası Ebu Ubeyd de böyle yapmıştı. Muhasibi, nesih konusunu ayrıntılı olarak ele aldıktan sonra takdim-te’hir, izmar, huruf-i zevâid, fasl ve vasl konularına girmiştir.42 Burada ayrıca Mecaz sahibi Ebu Ubeyde’den nakil yaptığını görüyoruz.43 Ayrıca İbn Abbas, İbn Mes’ud, Mücahid gibi müfessirlere de atıflarda bulunur.

Kur’ân nazil olmadan da Arap dilinde takdim-te’hirin bulunması sebebiyle Kur’ân’ın da bu üslûbu kullandığını söyleyip örneklerini verir (Meselâ Şuara 26/208 âyetinde azabın takdim, inzarın te’hir edildiğini bildirir,)44 Huruf-i zevâide örnekler verir. وَلَا الضَّالِّينَ deki لا’nın, A’raf 7/12’deki مَا مَنَعَكَ أَلَّا تَسْجُدَ deki لا’nın, nefy için olmayıp,45 zâid olduğunu bildirir.

Fehmu’l-Kur’ân yazarı Mu’tezile’yi eleştirmekte, kendi döneminde kültürel ortama hâkim olan Mu’tezile’ye karşı, aklî delillerle desteklediği nasları da yeterince kullanmaktadır. Muhaliflerine cevap verişinde delillere hâkimiyeti, görüşlere vukufu, üslûbunun güzelliği ile dikkat çeker.46 “Kur’ân fıkhı” adı altında, Kur’ân’ı anlamadan bahseder.

7. Muhammed İbn Cerir et-Taberî (ö.310/922)
Taberî47 tefsirinin uzun mukaddimesinin baş tarafında Kur’ân’ın Arap dili ile beyan edildiğini vurgular. O, muhatapların anlamayacakları bir lisan ile peygamber ve kitap göndermenin doğru olmadığını belirtir. Aksi olsaydı muhatap, hitaptan önce cahil olduğu gibi hitaptan sonra da cahil kalacaktır. Allah böyle saçma iş yapmaktan münezzehtir. Kur’ân Arapça olduğundan, mânâları da Arapçanın mânâlarına muvafıktır. Arap üslûplarına göre gönderildiği için Arap dil ve edebiyatında bulunan îcaz, ihtisar, ihfa’, izhar, itâle, iksar (çoğaltma) gibi üslûplar Kur’ân’da da bulunmaktadır.48 Taberî meseleye muhatap açısından bakar. Sözü anlaması için fehm ve akıl vasfını haiz olması gerektiğini söyler.49

Taberî’nin bu hacimli ve önemli tefsirine Câmi’u’l-beyân adını vermesi de eserin Kur’ân âyetlerinin yorumuna ilişkin beyanı toplayıcı özelliklere sahip olduğunu düşündürmektedir.50
Tekrar Mukaddimetu’t-tefsir kitabımıza gelecek olursak, bir nebze değindiğimiz bu kaynaklardaki filolojik yönelişlerin hicri 5. asırdaki olgunlaşmış eserleri hazırlamada büyük rolleri olduğunu anlıyoruz. Râgıb’ın bu eseri, doğrusu bir mukaddime olmayıp başlı başına bir Tefsir Usulü kitabıdır. Bu ilim dalının da ilk örneklerinden olmasına rağmen, kıvama ermemiş malzeme yığını alâmeti kesinlikle bulunmuyor. Bu olgunluk onun, tefsir usulü alanında rutin sürecin ötesinde bir yüksek atlama yaptığını düşündürüyor. Dilin imkânlarını temel alarak yaptığı aklî muhakemelerle çarpıcı tespitlerde bulunuyor. Bazı müşkil konuları izahta mahareti, geniş perspektife sahip oluşu dikkat çekiyor. Bin sene kadar önce bir insan tarafından yazılıp da bu kadar güncel algılanabilecek eser kolay kolay bulunamaz. Bunda kitabı çeviren Dr. Celalettin Divlekci’nin akıcı Türkçesinin de payı var elbette.

Konuların hepsi de ilgi çekiyor: Sözün kısımları, anlam ilişkileri bakımından kelimeler, lafız-anlam örtüşmesi bakımından söz kategorileri ve örnekleri. Anlam kaymaları, terkib edilen kelime çeşitleri, açık ve kapalı anlamlar, kapalılığın türleri. Hitabın muhatap tarafından anlaşılmasına engel olan üç husus: Hitab edenin nitelikleri, hitabın özellikleri ve muhatabın şartları. Genel olarak farklı anlamalara yol açan sebepler: Lâfzı veya anlamı merkeze alma bu ihtilafın temelinde yatar. Nitekim Allah Teâlâ ile ilgili bazı müteşabih âyetler farklı yorumlanmıştır. Râgıb, tenzih tarafını açıkça destekler.51

Yaptırım ifade eden söz çeşitleri haber, emir ve nehiy; çeşitleri ve örnekleriyle açıklanır. Çok sorulan bir soru: “Kur’ân, mübin olduğu hâlde neden açıklamaya ihtiyaç duyuluyor?” Kur’ân’ın beyanı konusunu Râgıb etraflıca, câzip ve genel okuyucu seviyesine göre açıklar.52 Tefsir ve te’vil çeşitleri. Anlamı ifade üslûpları, aynı şeyi farklı yönlerden anlatma, kelimeler arasındaki semantik bağ, analitik sözcük bilgisi; varlıkları, aslında sıfatları olan isimlerle adlandırma, hakiki ve mecazî anlamlar, geniş bir bâb olan mecaz türleri, hazif, ziyade, temsili anlatımlar. Geniş ve dar anlamlar, umum-husus çeşitleri, Allah’ın fiilleri, mecaz-ı mürsel çeşitleriyle fiillerin öznelerine izafe edilmesi, sathî bakışla tutarsız sanılan (müşkil) âyetler konusunda çelişkiyi giderme yöntemi, Kur’ân-ı Hakîm’in bütün hikmetleri içerdiği hâlde insanların ekserisinin onun hakikatlerini tam kavrayamamasının sebepleri, ümmetin âlimlerini şereflendirmek ve sevaplandırmak için içtihad imkânlarının bırakılması.53 Kur’ân’ın, Arap dil ve edebiyatının üslûpları ile indirilmiş olmasının izahı, Kur’ân’da anlam tabakaları; âlimlerin, ilimlerinin kuvveti derecesinde ondan yararlanmaları, Kur’ân’ın içerdiği altı ana konu, ibadet felsefesi. Nesih hakkında orijinal ve etraflı açıklama (ahkâmın asıllarında değil fürüatta neshin cevazı), müteşabih âyetlerin hikmetleri, Kur’ân’da anlaşılmayacak bir yer olur mu? Allah’ın hayata koyduğu tekâmül kanunu, Tefsir ilminin şerefi, muteber tefsirin şartları, Kur’ân’ın i’câzı, muvakkat ve sürekli mucize. Râgıb, Kur’ân’ın zatında muciz olduğunu vurguladıktan sonra, insanların nazire yapmalarını ilâhî engellemeyi de i’câzdan sayar. Bu tarz sarfeyi benimseyen Sünni âlimler vardır. Makalemizi bitirirken şunu da belirtelim ki Râgıb’ın kısmen bize ulaşan Tefsirini, bu Mukaddimesi açısından inceleyen bir çalışma, önerdiği usulü uyguladığını belirtmektedir.54

Kitabı tercüme eden Dr. Celalettin Divlekci, okuyucunun yararlanmasını kolaylaştırmak için ayrıca alt başlıklar, gereken yerlerde önemli dipnotlar koymuş. Çalışma boyunca gözlemlenen ilmî titizlik ve düzgün bir Türkçe, kitabı gerçekten okunaklı kılmış. Bu eseri Türkçeye kazandırmasından dolayı kendisini tebrik eder, bu kitaptan yararlanarak Kur’ân’ı anlama gayretlerini artıran okuyucularımızın sayısını artırmasını Cenâb-ı Allah’tan niyaz ederim.

Dipnotlar
1. Kitap Dr. Celaletin Divlekçi tarafından Türkçe’ye çevrilip İstanbul’da Rağbet Yayınevi tarafından 2011’de yayınlanmıştır.
2. Yusuf 12/1.
3. Şuara 26/195.
4. İbn Ebî Şeybe, Musannef, Dâru’t-Tac, Beyrut 1989, 6/116; el-Hâkim, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1990, 2/477; Ebû Ya’lâ el-Mevsılî, Müsned, thk. Hüseyin Selim Esed, Dâru’l-Me’mûn li’t-Turâs, Dımaşk, 1986, 11/436; Süyuti, el-İtkan, 1/113, Mısır, 1370/1951. Aynı yerde Beyhaki’den başka bir hadise daha yer verir.
5. Tirmizi, Tefsir bölümü; Ahmed b. Hanbel (el-Fethu’r-rabbani, 18/77); Kenzu’l-ummal, 2/1-2; İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 9/238.
6. Bakara 2/177.
7. Müslim, 45, hadis no:14; Tefsiru İbn Kesir, 3/87.
8. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/258; Ebu Davud, had. No.134; Taberî 10/32; İbn Kesir, 2/508.
9. Buhari, Tefsir, 5/156; Müslim, 13, had. No.33; Ahmed b. Hanbel, el-Fethu’-rabbani, 18/81.
10. Suat Yıldırım, Peygamberimizin Kur’ânı Tefsiri, 1/193-206, İst., Yeni Akademi yay., 2006.
11. Taberî, 1/54; Süyuti, İtkan, 1/119.
12. Süyuti, İtkan,1/120.
13. Cevapları havi Risale Şam Zahiriye, Berlin kütüphanelerinde mevcutur. Ğaribu’l-Kur’ân adlı, Ata b Ebi Rabah’ın ondan rivayet ettiği risale İstanbul Atıf Ef ktp. Nr. 2815/8 yer alır. M. Fuad Abdülbaki Mu’cemu Ğaribi’l-Kur’ân adı ile yayınlamıştır (Kahire, 1950).
14. Yusuf 12/1.
15. Şuara 26/195.
16. Süyuti, İtkan,1/119.
17. Age, 1/182.
18. Muhammed Sûresi 47/19.
19. İtkan 2/182 vd.
20. Tefsiru İbn Kesir, Bakara 2/25 âyetinin tefsirinde; Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr: Mefâtîhu’l-Gayb, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1990, 33/220; İbn Teymiyye, Mecmûu Fetâvâ, Cem’ ve Tertîb Abdurrahmân b. Muhammed b. Kâsım el-Âsımî en-Necdî, Dâru Âlemi’l-Kutub, Riyad, 1991, 3/28; İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî bi-Şerhi Sahîhi’l-Buhârî, tahk. Abdulazîz b. Abdillâh b. Abdurrahmân b. Baz, Muhibbuddîn el-Hatîb, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 6/321.
21. Ebu Ubeyde, Mecazu’l-Kur’ân, 1/8.
22. Age, 1/18-19
23. Ali Bulut, Erken Dönem Tefsir Mukaddimelerinin Tefsir Usulü Açısından Değerlendirilmesi, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta 2009, s. 125-126.
24. Adem Yerinde, DİA, “Mecazu’l-Kur’ân” md., XXVIII, 225.
25. Ebu Ubeyde, Mecaz, 1/20.
26. Age, 1/25.
27. Adem Yerinde, Agm., DİA, XXVIII, 226.
28. İbn Kuteybe, Te’vilu Müşkili’l-Kur’ân, Kahire, Daru’t-Türas, thk. Ahmed Sakr, 1393/1973.
29. Age, s.12.
30. Age, s.7. Başka misaller için bu kitabın 4-11. sahifelerine bkz.
31. Age, s. 3.
32. Age, s. 13
33. Age, s.16.
34. Y. Şevki Yavuz, “İbn Kuteybe” md., DİA, XX, 149.
35. Age, s.12.
36. Ali Bulut, s. 69.
37. Age, s.127.
38. İbn Kuteybe, s. 3-11.
39. Y. Şevki Yavuz, Agm., DİA, XX,149.
40. Hüseyin Yazıcı, İbn Kuteybe md., XX, 145.
41. Fehmu’l-Kur’ân, thk. Hüseyn el-Kuvvetli, Daru’l-fikr, 1402/1982. Bu kitap Türkçeye çevrilmiştir: Kitabu’l-Akl ve Fehmu’l-Kur’ân, İstanbul, İşaret Yay., 2003.
42. H. el-Kuvvetli, Fehmu’l-Kur’ân, s. 259-260. Mesela Fasl ve Vasl konusunda (s. 492-502) anlam itibariyle fasl edilmesi gerekli yerlerde vasl etmenin, vasl gereken yerlerde fasl etmenin dil bakımından yanlışa yol açacağını belirtir.
43. Age, s. 260’da Âl-i İmrân 7. âyetindeki müteşabihat hakkında nakli yer alır.
44. Age, s. 476.
45. Age, s. 488-491
46. Age, H. el-Kuvvetli’nin değerlendirmesi, s. 253-254.
47. Taberî, Câmiu’l-beyân an te’vili âyi’l-Kur’ân, mukaddime.
48. Age, 1/17-19.
49. Age, 1/57-58.
50. Ali Bulut, Erken Dönem Tefsir Mukaddimeleri, s. 150.
51. Tercüme s.12.
52. Age, s. 16-18.
53. Age, s. 39.
54. Mustafa Kiriş, er-Râgıb el-Isfahânî’nin Mukaddimetu’t-Tefsir Adlı Eseri ve Tefsir Usulü Açısından Tefsirin Değerlendirilmesi, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sivas 2006, s.189.

Prof. Dr. Suat Yıldırım
Marmara Üniv. İlâhiyat Fak. E. Öğretim Üyesi
yeniumit
 
Üst Alt