- Katılım
- 28 Mart 2011
- Mesajlar
- 2,123
- Tepkime puanı
- 26
Oruçlu İçin Müstehap Şeyler
Orucun geçerliliği ile doğrudan ilgili olmamakla birlikte, oruç tutmayı biraz daha kolaylaştırmak üzere Peygamberimiz'in bazı tavsiyeleri olmuştur. Bunların başında sahur yapmak gelir. Sahur, ikinci fecirden az önceki vakit olan seher vaktinde yenilen yemek demektir. Sahura kalkmakla hem bir şeyler yenilerek oruç için enerji toplanmış, hem de bir sünnet yerine getirilmiş, seher vaktinin feyiz ve fazîletinden yararlanılmış olur. Bu bakımdan bir yudum su ile de olsa sahur yapmak ve sahur yemeğini mümkün olduğunca, gecenin son vaktine denk getirmeye çalışmak uygun olur. Peygamberimiz'in sahura kalkmayı teşvik ve tavsiye eden birçok hadisi bulunmaktadır: "Oruç tutmak isteyen sahurda bir şeyler yesin." (Müsned, III/367, 379), "Sahura kalkın, çünkü sahur yemeğinde bereket vardır." (Buhârî, Savm 20; Müslim, Sıyâm 45), "Sahur yemeği ile gündüz tutacağınız oruca ve öğle üzeri uykusuyla da (kaylûle) teheccüd namazına kuvvet kazanın." (İbn Mâce, Sıyâm 22).
Peygamberimiz, sahuru mümkün olan son vakte denk getirmeyi teşvik ettiği gibi, iftarın da vakit girer girmez yapılmasını teşvik etmiştir. Bu iki teşvikten çıkarılabilecek anlam, ibâdetin mümkün olduğunca kolay hale getirilmesidir. İftar vakti girdiğinde yemeğe oturmadan namaz kılmak isteniyorsa, yine de biraz su veya bir hurma ile orucu açıp, ondan sonra namaz kılmak yerinde olur.
Oruç açılırken duâ edilmesi sünnettir. Herkes içinden geldiği gibi zikrini, şükrünü ve yakarışını ifâde edebilir. Örnek olması bakımından öteden beri yaygın olarak yapılan bir duâyı buraya alalım: "Allahumme leke sumtü ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü ve alâ rızkıke eftartü, fa'ğfirlî mâ kaddemtü vemâ ahhartü." (Allah'ım' Senin rızân için oruç tuttum, Sana iman ettim, Sana tevekkül edip güvendim ve Senin rızkınla iftar edip orucumu açtım; benim geçmiş ve gelecek günahlarımı affet, bağışla"
Varlıklı kimselerin, özellikle durumu iyi olmayan kimselere iftar yemeği yedirmesi, güzel ve sevap bir davranıştır. Peygamberimiz, "Oruçluya iftar ettiren kimse, oruçlunun sevabında bir eksilme olmaksızın, oruçlunun alacağı kadar sevap alır" (Tirmizî, Savm 82; İbn Mâce, Sıyâm 45) buyurmuştur. İftar yemeklerini, zenginler arasında bir lüks ve gösteriş yarışı haline getirmekten, israf sayılacak gereksiz harcamalardan kaçınmak gerekir. Yine varlıklı kimselerin, her zamankinden daha fazla olarak, Ramazanda ihtiyaç sahiplerine yardımda bulunması beklenir. Varlıklı kimselerin bulunduğu bir bölgede akşam ne ile iftar edeceğini düşünen insanların kalmamış olması gerekir. Bu hem müslümanlığın yüksek bir amacı, hem de oruç ibâdetinin verdiği kalp inceliğinin bir gereğidir. Aksi bir durum, elbette ki varlıklı kimselerin vicdanını rahatsız edecektir.
Sabah namazının vaktini geçirmemek kaydıyla, cünüp sabahlamak câiz ise de, ibâdete başlarken temiz olmak düşüncesiyle daha önce gusletmek uygundur. Hayız ve nifastan temizlenen kadınlar için de aynı durum geçerlidir. Bununla birlikte, cünüp olarak sabahlayan kimsenin gerekli dikkati göstermek şartıyla, oruçlu iken banyo yapması câizdir. Âişe vâlidemizin bildirdiğine göre Peygamberimiz, bazı kereler cünüp olarak sabah namazı vaktine girmiştir.
Oruç, kişinin Rabbiyle gönül bağını güçlendiren, ona mânevî ve derûnî bir haz tattıran, irâde eğitimine ve kalp inceliğine yol açan ibâdetlerden olduğu için oruç tutan kişi, zâten dilini kötü, çirkin, başkalarını rencide edecek boş ve gereksiz sözlerden koruyacaktır. Oruç, bu tesiri tam meydana getiremiyorsa, oruç tutan kimsenin bu sonucu ve etkiyi elde etmek için çalışması, oruçlu iken söz ve davranışlarına daha çok dikkat etmesi gerekir. Hele müslümanların birbirleri hakkında kötü kanaate sevkedecek ve ilişkilerini bozacak yalan, çirkin söz, gıybet ve söz taşıma gibi, dinimizce hiçbir zaman hoş görülmeyen davranışlar, orucun mânevî haline taban tabana zıt şeylerdir. Peygamberimiz, orucun bu yönünü anlatmak üzere; "Yalan konuşmayı bırakmayan, yanlış davranışlardan kaçınmayan kimsenin kendini aç ve susuz bırakmasına Allah'ın ihtiyacı yoktur." (Buhârî, Savm 8, Edeb 51; Ebû Dâvud, Savm 25; Tirmizî, Savm 16) buyurmuştur. Aslolan ibâdeti amacına uygun yapmak, ibâdetin zevkini tatmaktır. İbâdetlerin hakkı verilmeye çalışıldığı takdirde bunun önce kişinin kalp ve vicdanındaki olumlu etkileri, sonra da toplumdaki olumlu sonuçları çok belirgin bir şekilde ortaya çıkacaktır. Peygamberimiz bu noktaya işaretle; "Hiçbiriniz oruçlu iken kötü lâf söylemesin; bağırıp çağırmasın, hatta kendisine ağır sözler söyleyen (küfreden) birine dahi, sadece "ËÅBen oruçluyum'' demekle yetinsin." (Buhârî, Savm 2; Müslim, Sıyâm 160) buyurmuştur.
Ramazanın mânevî atmosferini daha iyi hissedebilmek için Kur'an okumak, eksikliğini hissettiği bilgileri öğrenmeğe çalışmak yerinde olur. Ayrıca her Ramazanda mutlaka Kur'ân-ı Kerim'in Türkçe anlamı, mukabele okur gibi bir defa okunmalı, imkân varsa tefsirlere mürâcaat edilmeli, genel hatlarıyla Kur'ân-ı Kerim'in içeriği hakkında bilgi sahibi olunmalı, daha derin ve detaylı bilgiye ihtiyaç hissedilen konularda, o alanda yazılmış eserlere veya bizzat ehliyetli ve takvâ sahibi hocalara başvurulmalıdır.
İtikâf: Fıkıh terimi olarak itikâf, bir mescidde ibâdet niyetiyle ve belirli kurallara uyarak inzivâya çekilmek demektir. Hadis kaynakları Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretten sonra her yıl Ramazanın son on gününde itikâfa çekildiğini, hanımlarının da genelde Rasûl-i Ekrem'le aynı zamanda, kendi hücrelerinde itikâf yaptığını nakleder (Buhârî, İ'tikâf 3; Müslim, Hayz 6; Tirmizî, Savm 80). Peygmaberimiz'in Ramazanın son on gününde daha fazla ibâdet ettiği bilinmektedir. Âişe vâlidemizin belirttiğine göre Rasûl-i Ekrem Ramazanın son on gününe girildiğinde bütün geceyi ihyâ eder; âilesini uyandırır ve kadınlardan ayrı kalırdı.
Hz. Peygamber'in bu tatbikatından hareketle âlimler, oruçlunun özellikle Ramazanın son on gününde itikâfa girmesini müstehap kabul etmişlerdir. Hatta Hanefîler, Hz. Peygamber'in bunu devamlı yapmış olmasından hareketle itikâfı kifâî nitelikte müekked sünnet saymıştır. İtikâf bir ibâdet nevi olduğundan itikâfa girenin mükellef olması, itikâfa bir mescidde girmesi ve niyet etmesi gerekli görülür. Kadınlar evlerinin bir odasında itikâfa girerler.
İtikâfa girmek, nefsi yasaklardan korumada daha etkili bir yöntem olduğu gibi, Ramazanın son on gününde olması tahmin edilen Kadir gecesine rastlama imkânı ve umudunu da arttırır. İtikâf, insanı dünyevî meşgalelerden uzaklaştırıp daha fazla ibâdete vesile olması yanında, genel anlamda hayatın anlamı üzerinde tefekkür etme imkânı da sağlar. İnsanların zaman zaman böyle derin tefekküre ihtiyacı vardır. İtikâf, bu tefekkürü gerçekleştirmek için bir fırsat olarak kullanılabilir.
Orucun müstehaplarını maddeler halinde özetlersek:
Sahurda, bir yudum su içmek gibi az da olsa bir şey yemek ve sahuru gecenin son vaktine geciktirmek,
İftarı akşam namazını kılmadan önce acele yapmak,
İftar sırasında duâ okumak,
Diğer oruçlu kimselere ihsan ve ikramda bulunmak, en güzeli de yoksul oruçlulara iftar vermek,
Sabah vakti girmeden guslü gerektiren hallerden temizlenmek,
İlimle uğraşmak, Kur'ân-ı Kerim okumak, zikir yapmak, Peygamberimize Salât ve Selâm getirmekle meşgul olmak,
Dili gereksiz ve boş sözlerden korumak,
Özellikle Ramazanın son 10 gününde itikâfa girmek.
Orucun geçerliliği ile doğrudan ilgili olmamakla birlikte, oruç tutmayı biraz daha kolaylaştırmak üzere Peygamberimiz'in bazı tavsiyeleri olmuştur. Bunların başında sahur yapmak gelir. Sahur, ikinci fecirden az önceki vakit olan seher vaktinde yenilen yemek demektir. Sahura kalkmakla hem bir şeyler yenilerek oruç için enerji toplanmış, hem de bir sünnet yerine getirilmiş, seher vaktinin feyiz ve fazîletinden yararlanılmış olur. Bu bakımdan bir yudum su ile de olsa sahur yapmak ve sahur yemeğini mümkün olduğunca, gecenin son vaktine denk getirmeye çalışmak uygun olur. Peygamberimiz'in sahura kalkmayı teşvik ve tavsiye eden birçok hadisi bulunmaktadır: "Oruç tutmak isteyen sahurda bir şeyler yesin." (Müsned, III/367, 379), "Sahura kalkın, çünkü sahur yemeğinde bereket vardır." (Buhârî, Savm 20; Müslim, Sıyâm 45), "Sahur yemeği ile gündüz tutacağınız oruca ve öğle üzeri uykusuyla da (kaylûle) teheccüd namazına kuvvet kazanın." (İbn Mâce, Sıyâm 22).
Peygamberimiz, sahuru mümkün olan son vakte denk getirmeyi teşvik ettiği gibi, iftarın da vakit girer girmez yapılmasını teşvik etmiştir. Bu iki teşvikten çıkarılabilecek anlam, ibâdetin mümkün olduğunca kolay hale getirilmesidir. İftar vakti girdiğinde yemeğe oturmadan namaz kılmak isteniyorsa, yine de biraz su veya bir hurma ile orucu açıp, ondan sonra namaz kılmak yerinde olur.
Oruç açılırken duâ edilmesi sünnettir. Herkes içinden geldiği gibi zikrini, şükrünü ve yakarışını ifâde edebilir. Örnek olması bakımından öteden beri yaygın olarak yapılan bir duâyı buraya alalım: "Allahumme leke sumtü ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü ve alâ rızkıke eftartü, fa'ğfirlî mâ kaddemtü vemâ ahhartü." (Allah'ım' Senin rızân için oruç tuttum, Sana iman ettim, Sana tevekkül edip güvendim ve Senin rızkınla iftar edip orucumu açtım; benim geçmiş ve gelecek günahlarımı affet, bağışla"
Varlıklı kimselerin, özellikle durumu iyi olmayan kimselere iftar yemeği yedirmesi, güzel ve sevap bir davranıştır. Peygamberimiz, "Oruçluya iftar ettiren kimse, oruçlunun sevabında bir eksilme olmaksızın, oruçlunun alacağı kadar sevap alır" (Tirmizî, Savm 82; İbn Mâce, Sıyâm 45) buyurmuştur. İftar yemeklerini, zenginler arasında bir lüks ve gösteriş yarışı haline getirmekten, israf sayılacak gereksiz harcamalardan kaçınmak gerekir. Yine varlıklı kimselerin, her zamankinden daha fazla olarak, Ramazanda ihtiyaç sahiplerine yardımda bulunması beklenir. Varlıklı kimselerin bulunduğu bir bölgede akşam ne ile iftar edeceğini düşünen insanların kalmamış olması gerekir. Bu hem müslümanlığın yüksek bir amacı, hem de oruç ibâdetinin verdiği kalp inceliğinin bir gereğidir. Aksi bir durum, elbette ki varlıklı kimselerin vicdanını rahatsız edecektir.
Sabah namazının vaktini geçirmemek kaydıyla, cünüp sabahlamak câiz ise de, ibâdete başlarken temiz olmak düşüncesiyle daha önce gusletmek uygundur. Hayız ve nifastan temizlenen kadınlar için de aynı durum geçerlidir. Bununla birlikte, cünüp olarak sabahlayan kimsenin gerekli dikkati göstermek şartıyla, oruçlu iken banyo yapması câizdir. Âişe vâlidemizin bildirdiğine göre Peygamberimiz, bazı kereler cünüp olarak sabah namazı vaktine girmiştir.
Oruç, kişinin Rabbiyle gönül bağını güçlendiren, ona mânevî ve derûnî bir haz tattıran, irâde eğitimine ve kalp inceliğine yol açan ibâdetlerden olduğu için oruç tutan kişi, zâten dilini kötü, çirkin, başkalarını rencide edecek boş ve gereksiz sözlerden koruyacaktır. Oruç, bu tesiri tam meydana getiremiyorsa, oruç tutan kimsenin bu sonucu ve etkiyi elde etmek için çalışması, oruçlu iken söz ve davranışlarına daha çok dikkat etmesi gerekir. Hele müslümanların birbirleri hakkında kötü kanaate sevkedecek ve ilişkilerini bozacak yalan, çirkin söz, gıybet ve söz taşıma gibi, dinimizce hiçbir zaman hoş görülmeyen davranışlar, orucun mânevî haline taban tabana zıt şeylerdir. Peygamberimiz, orucun bu yönünü anlatmak üzere; "Yalan konuşmayı bırakmayan, yanlış davranışlardan kaçınmayan kimsenin kendini aç ve susuz bırakmasına Allah'ın ihtiyacı yoktur." (Buhârî, Savm 8, Edeb 51; Ebû Dâvud, Savm 25; Tirmizî, Savm 16) buyurmuştur. Aslolan ibâdeti amacına uygun yapmak, ibâdetin zevkini tatmaktır. İbâdetlerin hakkı verilmeye çalışıldığı takdirde bunun önce kişinin kalp ve vicdanındaki olumlu etkileri, sonra da toplumdaki olumlu sonuçları çok belirgin bir şekilde ortaya çıkacaktır. Peygamberimiz bu noktaya işaretle; "Hiçbiriniz oruçlu iken kötü lâf söylemesin; bağırıp çağırmasın, hatta kendisine ağır sözler söyleyen (küfreden) birine dahi, sadece "ËÅBen oruçluyum'' demekle yetinsin." (Buhârî, Savm 2; Müslim, Sıyâm 160) buyurmuştur.
Ramazanın mânevî atmosferini daha iyi hissedebilmek için Kur'an okumak, eksikliğini hissettiği bilgileri öğrenmeğe çalışmak yerinde olur. Ayrıca her Ramazanda mutlaka Kur'ân-ı Kerim'in Türkçe anlamı, mukabele okur gibi bir defa okunmalı, imkân varsa tefsirlere mürâcaat edilmeli, genel hatlarıyla Kur'ân-ı Kerim'in içeriği hakkında bilgi sahibi olunmalı, daha derin ve detaylı bilgiye ihtiyaç hissedilen konularda, o alanda yazılmış eserlere veya bizzat ehliyetli ve takvâ sahibi hocalara başvurulmalıdır.
İtikâf: Fıkıh terimi olarak itikâf, bir mescidde ibâdet niyetiyle ve belirli kurallara uyarak inzivâya çekilmek demektir. Hadis kaynakları Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretten sonra her yıl Ramazanın son on gününde itikâfa çekildiğini, hanımlarının da genelde Rasûl-i Ekrem'le aynı zamanda, kendi hücrelerinde itikâf yaptığını nakleder (Buhârî, İ'tikâf 3; Müslim, Hayz 6; Tirmizî, Savm 80). Peygmaberimiz'in Ramazanın son on gününde daha fazla ibâdet ettiği bilinmektedir. Âişe vâlidemizin belirttiğine göre Rasûl-i Ekrem Ramazanın son on gününe girildiğinde bütün geceyi ihyâ eder; âilesini uyandırır ve kadınlardan ayrı kalırdı.
Hz. Peygamber'in bu tatbikatından hareketle âlimler, oruçlunun özellikle Ramazanın son on gününde itikâfa girmesini müstehap kabul etmişlerdir. Hatta Hanefîler, Hz. Peygamber'in bunu devamlı yapmış olmasından hareketle itikâfı kifâî nitelikte müekked sünnet saymıştır. İtikâf bir ibâdet nevi olduğundan itikâfa girenin mükellef olması, itikâfa bir mescidde girmesi ve niyet etmesi gerekli görülür. Kadınlar evlerinin bir odasında itikâfa girerler.
İtikâfa girmek, nefsi yasaklardan korumada daha etkili bir yöntem olduğu gibi, Ramazanın son on gününde olması tahmin edilen Kadir gecesine rastlama imkânı ve umudunu da arttırır. İtikâf, insanı dünyevî meşgalelerden uzaklaştırıp daha fazla ibâdete vesile olması yanında, genel anlamda hayatın anlamı üzerinde tefekkür etme imkânı da sağlar. İnsanların zaman zaman böyle derin tefekküre ihtiyacı vardır. İtikâf, bu tefekkürü gerçekleştirmek için bir fırsat olarak kullanılabilir.
Orucun müstehaplarını maddeler halinde özetlersek:
Sahurda, bir yudum su içmek gibi az da olsa bir şey yemek ve sahuru gecenin son vaktine geciktirmek,
İftarı akşam namazını kılmadan önce acele yapmak,
İftar sırasında duâ okumak,
Diğer oruçlu kimselere ihsan ve ikramda bulunmak, en güzeli de yoksul oruçlulara iftar vermek,
Sabah vakti girmeden guslü gerektiren hallerden temizlenmek,
İlimle uğraşmak, Kur'ân-ı Kerim okumak, zikir yapmak, Peygamberimize Salât ve Selâm getirmekle meşgul olmak,
Dili gereksiz ve boş sözlerden korumak,
Özellikle Ramazanın son 10 gününde itikâfa girmek.