- Katılım
- 26 Temmuz 2011
- Mesajlar
- 19,432
- Tepkime puanı
- 185

O'nu içten içe yakan bir derdi vardı...
Derdine de dermân bulamıyordu. Bulamazdı. Çünkü derdini hiç kimseye açamıyordu...
O da içten içe eriyip akıyordu. Dışı neşeliydi. Dışı nurluydu. Dışı halk ile doluydu. Ya içi? Ya gönlü?
Ya kalbi..hep hasret ile kaniyordu..VUSLAT-i arzuluyordu...
Sevgili ile vuslat istiyordu....
O'nu içi başkalıkla dışı başkalıkla yargılayacaklardı.o yuzden hep SUSUYOR du...
Suskundu. Konuşmuyordu. Hep O'nu anlatmayı, O'nu tanıtmayı ve O'nun ezber ilim haline gelmiş özelliklerini kelimeler ile anlatsa bile yuregindeki..Sevgiliyi anlatmaya yetmiyordu..
Mecnûn, Leylâ'sının cemâline bakarak bir tek harf söyleyemez iken... elâlem ise gırtlayana kadar anlatip yazmasinin ne değeri var?
Sevgili nin özelliklerini değil..Sevgili yi anlatsın...istiyordu...
O'nun kelâmını aşkin ilhami ile degil...
Aşk in asli kendisi ile anlatmayi istiyordu..kelimeler..duygular..Arz ve sema sanki yetersiz kaliyordu..
O'nun kelâmını O'nun ruhundan çıkan ses olarak duymak istiyordu.
Aşkın yasası vardı.
Doğduğu zaman neşe çığlıkları atılmış olanlar… Öldüğü zaman da hüzün gözyaşları akıtılacak olanlar…
biribirlerini gerçek aşk ile sevebilirlerdi....
Sevgi ruhların imtizacından ibarettir. Nasıl ki birbirine karışan iki suyu ayırmak imkansızsa bazen sevgide öyle bir noktaya varır ki..
biri diğerinin ACISINI hisseder....Eğer birinin başına gelen DERT diğerinin başına gelmiyorsa...SEVGİDEN BAHSEDİLEMEZ…
Ah Mine'l Aşk...