Nazlım,Niyazlım,Namazım ! Niye Terkettin Beni

Gönül sızım

Özel Kardeşimiz
Yönetici
Süper Mod
Moderatör
Katılım
26 Temmuz 2011
Mesajlar
19,432
Tepkime puanı
185
goznurunam.jpg


Bekledim… Baktım ki geldiğin yok… Dedim hele şuna bir mektup yazayım… Hâlimi anlatıp, “Gel!” diye yalvarayım… De hele, neye gücendin? De hele, niye bıraktın beni?
Hakkını veremedim hiç tamam… Bir zamanlar hiç unutmazken buluşacağımız vakti, sonraları unutur oldum…
Bazen yük geldiğin oldu bana… Seni beklerken, eski heyecanım kalmadı… Sana aşkla bakamadım…
Seni ilgisiz bıraktım… Ettim bir eşeklik! Ama be canım, ne demeye uydun sen bana! Ne demeye çekip gittin!?
Gerçi, haksız değilsin… Ne desen, ne etsen haktır bana… Oyalanmazsın elbet ben gibi dökük bir handa… Herkes gibi sen de pek, sağlam yerler ararsın…
Çürükle halvetlikten, elbette hoşlanmazsın… De ki mecnûn ararım, beni unutmayacak… Benimçün işin gücün bir kenara koyacak… Ne diyeyim, doğrudur, gün geldi, işim için seni ihmal ettim.
Bilenler, farzını, sünnetini, hükmünü anlatıyor… Edebinden bahsediyor.
Seni huşû ile ifâ etmekten, sana dalıp, dünyayı unutmaktan bahsediyor. A canım, ben ne anlarım o işlerden… Ben senin az biraz huyunu bilirim o kadar. Ve sanırım, huyuna suyuna gidemedim…
Az biraz dedimse, küçümseme! Aslında tanırım seni… Bilirim ne nazlı olduğunu… Bilirim incelik beklediğini… Şimdi, aramızda yabancı yok, bak, hadi söyle, niye bıraktın beni?
Derdin ki bana, abdestini al… Güzel elbiselerini giyin… Kokularını sürün… El âleme giderken süslenmeyi biliyorsun! Hadi, benimle buluşacağında da şık ol…
Ama ben, bazen pek güzel geldim sana… Bazen pek darmadağın… Acep diyorum, bu mu zoruna gitti? Kılığımı kıyafetimi, kokumu mu beğenmedin? Hani suyla, sabunla, miskle gidermeye çalıştım da, yine de o hassas burnun, kalbimdeki necâsetin kokusunu aldı, beni ondan mı terk ettin?
İsterdin ki, buluşacağımız yer tertemiz olsun… Ne bileyim, temizdi zannederim… Öyle pek sevmem iş yapmayı bilirsin… Ama be canım; toz, necâset değil ki… Yine de, acep diyorum, ona mı gücendin?
Ört derdin… Ört kendini… Tek teli görünmesin saçlarının… Topuklarını kapatsın çorapların… Bana edeple gel… Nizamla gel… Ama ben, üşendim bazen, çorap giymeye bile… Bazen, özensiz olurdu başörtüm… Yoksa, buna mı içerledin?
Yoksa hiçbiri değil de… Sana hakkıyla yönelemeyişim mi üzdü seni? Yönümü, bir silüet olarak sana dönmüşken, aklımın nice başka yönlere koşturması mı zoruna gitti…
Hani, sana doğruymuş gibi dururken, aslında, nice yerlerde gezinir gelirdim… Bedenim seninleyken, kalbim, ruhum, dolaşır dururdu uzaklarda…
Seninle hemhâl olmuş görüntümün altında, nice keder, nice şüphe, nice vesvese yaşayışım mı mâlûm oldu ki, bırakıp gittin?
Nazlım! Yoksa, dediğin saatte gelmediğim için miydi sitemin? Hani, sana yönelmem gerekirken, işlerimi bitirmeye çalıştığım, hattâ bazen, seni her şeyden sonraya bırakıp mahzun ettiğim zamanların acısını mı çıkartıyorsun? De hele, ne olur! Tâ ezelden verdiğim: “Vaktinde gelmek” sözünü tutamadığım için mi kırıldın? Tamam haklısın… Vakitli olursa güzeldir, her iş… Ve elbet sen, vaktinde hazır olunmaya pek lâyıksın…
Ya da belki, o firâsetli gözlerinle, kim bilir nasıl derûnuna baktın da, gördün, kalbimin harap vaziyetini…
Hani, sana niyetlenirken dilimle, kalbimin nasıl da başka başka arzulara dalıp gittiğini fark ettin… Ne bileyim, belki, sana niyet ederken, nice gaflet yaşadı da kalbim, riyaya, kibre sürüklendim, bunun için terk ettin…
Ah be nazlım! Ne yapayım, kalbimin bir ipi yok, ki tutsam da çeksem, uzağa kaçtığı zaman… İşte, sana bunları yazarken bile, sırf gidişinin değil, başka düşlerin kederiyle içi yanmada…
Ne yapayım ki, sadece sana değil, bu sebeple, kalbim herkese yaban kalmada…
A nazlım! Sana niyetlenip de, başkalarına dalışım üzdüyse seni… Sende gibi görünüp de, uzaklarda oluşum üzdüyse, ne diyebilirim?
Ama kim bilir, belki de, seninleyken, dünyayı ellerimin arkasında bırakamayışımdan rahatsız olmuşsundur.
Başım secdede iken, az mıydı sanki, kaybettiğim bir eşyayı düşünmelerim? İsterdin bilirim… Seninleyken, bütün kâr-zarar hesaplarından sıyrılıp, sadece sana bakayım, bakışlarınla sarhoş olayım isterdin… Seni seveyim, o kadar ki, sana durmuşken, ne sağımı, ne solumu göreyim… Hani, aşkın gözü kördür derler… Bilirim sana aşk ile durmamı beklerdin.
Kim bilir ne de çok özlüyorsun, sahabenin kıldığı o namazları… Hani, baldırlarına bir ok saplansa, kendilerini unutmak için sana niyetlenir de… Okun çıktığını hissetmezlermiş bile… Ah be nazlım! Şimdi âhir zaman bilmez misin? Bilmez misin ki, imanımız elimizde kor gibi durmada! Zaten o kor dahî hikâye! Zaten her şeyim şüpheli, her hâlim defolu! Ne olduğum belli değil zaten! Sırası mıydı yani, bir de sen bıraktın gittin!?
Belki de, sadece sendeyken ayakta durup, haksızlıklar karşısında pısmışlığımdır, seni kızdıran… Hani, sendeyken, başım, sırtım dimdik kıyama durup, sağda solda ezilmekte olan nicesi için, parmağımı bile kımıldatmayışıma kızmışsındır belki…
Öyle ya… Kıyam, sadece senin bir parçan olarak kalmamalıydı. Tüm hayatıma yayılan ve cesurca, haksızlıklar karşısında da dimdik durabilmemi sağlayan bir idman olmalıydı. Kıyam…
Evet ya… Kıyamı sadece sana mahsus bir basit harekete dönüştürüp, korkaklığa ve yılgınlığa düşüşümden rahatsız olmuşsundur belki…
Nefsimin azgınlığı ve yersiz istekleri karşısında da… Şeytanın fısıltıları karşısında da kıyama geçebilmeliydim…
Tabi yaa… Seni, bütün hayatımı kaplayan bir sevda gibi yaşayamadığıma içerledin!
Ya da, belki sadece dilde kalan duâlarımdı seni üzen… Doğru düzgün hissetmekten geçtim, anlamlarından bile gâfil olduğum âyetleri, sadece, ağız alışkanlığıyla, hızlı hızlı okuyup da, bunu da okumadan sayışıma mı bozuldun? Ki dile gelişleri bile yarım yamalak, eksik gedikti…
Hâlbuki Hak’la konuşmak olmalıydı, sende okumak! Bulaşık yıkarken türkü mırıldanmaya benzememeliydi. Ne yalan söyleyeyim, çoğu zaman, sendeyken alamadığım hazzı, bir türkü söylerken hissettim. E tabiî bakmazsın yüzüme! Ben sana âşık olamadım!
Eğildim… Kıyamlarımın beni dik başlı yapmaması için, eğilmemi öğütlerdin çünkü. Yoksa, diyorum, rukûlarda söylediğim o, “Sübhâne Rabbiye’l-Azîm”lerin içi mi boştu ki? Hani hem, O’nun bütün eksikliklerden münezzeh bir güç olduğunu söyleyip, hem de yine O’nun yaptıklarında kusur buluşlarım mıydı seni küstüren? Öyle ya, mademki eksiklikten münezzehti, her yaptığı da mutlaka, bir sebeple, bir hikmetleydi…
Sabredemeyip, şikâyet ettim. Bel çalıştırmaktan ibaret bir beden hareketinden öteye geçmeyince… Ubûdiyete götürmeyince rukûlar beni, dedin ki belki: Boşa kürek sallıyorum, burada vakit kaybetmeyeyim!
Âhh, neler neler geliyor aklıma… Yoksa diyorum, alnım yere değmişken, aklım havada olduğu için mi darıldın? Kalıbım, sevgilisinin ayaklarına kapanmış, mahcup ve yanık birininkini andırırken, kalbim, ukalaca ve âsice çarptığı için mi? Hani “Subhâne Rabbiye’l-A‘lâ!” sözleriyle yüceltirken Rabbini, bir yandan, o en Yüce’nin râzı olmayacağı laflar edişine mi kızdın dilimin? Âhh, o dil var ya, o dil! Kemiği yok işte mübâreğin! Hem canım, sen ne diye takıldın ki, o densize?!
Ya da ona takılmadın da belki, yerinde duramayan, jet hızıyla bir çukura, bir zirveye gidip gelen hâllerimdi seni üzen… Ânı yaşayamadım doğru-düzgün, evet…
Sadece, anlık yaşadım her şeyi… Samimiyet ve istikrar bekledin… Veremedim…
Selamlarım, Kirâmen Kâtibîn’e idi ama… Beş vakit selam verip, yine de onların varlığından gaflete düşüşümdü belki, gidişinin sebebi… Her yaptığımı…
Ve yapmam gerekirken yapmadıklarımı yazan… Her söylediğimi… Ve söylemem gerekirken sustuklarımı yazan… Her kaçtığımı… Ve kaçmam gerekirken yakalanıp kaldıklarımı belgeleyen o yazıcılar mı şikâyet etti beni sana? Bilmiyorum ki…
Şimdi söyle! Sıradan bir kumaş parçası, işe yarar bir elbise olana kadar, kaç iğne darbesi alıyor, kaç kez ateş altına yatıyor bilir misin?! Sitem yüklü gidişini, hasret çektirişini, işte buna yoracağım! Zira, sen benimleyken, ben benimleydim. Seni benden ötürü zannederdim. Ben sana sahibim, sen bana tâbîsin sanırdım…
Meğer ben, başıma bile sahip değilmişim nazlım! Meğer tâbî olmak öyle kolay mesele değilmiş! «Kıldım» demesi kolay da seni… «Kılması» zor imiş…
Diyorlar ki: O gittiyse gelir… Sen ondan gittiysen, seni beklemededir… Ben işte burada, eli-kolu kırık, gücü bitik, kendine pek yenik ve ezik bir hâlde, gelişini bekliyorum.
Bir yere gitmedim… Şimdi, dersin ki belki, ben seni nasıl duyayım, uzaklara gittim, seni terk ettim…
İnanmam be güzelim! Hissediyorum, yakınlarımdasın… Sana bunca ihtiyaçlıyken, seni bunca dibimde hissederken, Fîzan’da olsan ne çıkar?
Bilmem mi seni! Terk etmiş gibi yapıp, beni peşine düşürmek niyetin… Ama işte… Peşine düşüp de yakalayacağımı ve seni hiç bırakmayacağımı söyleme zamanlarım gerilerde kaldı. Büyük konuşmamayı öğrendim.
Anladım ki, sen benim hakkıyla beklemeye ve karşılamaya güç yetiremeyeceğim, ancak, bana lûtfedilen ve şükründen âciz kaldığım bir nimetsin… Emirsin… Boynumun borcusun… Fakat o kadar miskin ve öylesine fakirim ki…
senden ancak, âmirler âmiri seni bana hediye ederse, istifade edebilirim. Hakkında, “Ben namaz kıldım!” demekle, ancak gafletteymişim. Bütün hayatıma yayılmayan kıyamlar, kıraatlar, secdeler ve rukûlardan ötürü, seni de sahte etmişim.
Şimdi, işte tüm bunlara rağmen, gel! Ben böyle çürükken, sen sapasağlam lûtfet, bana kendini…
Ben böyle hastayken, sen sıhhatle lûtfet seni… Ben yaşayan bir ölüyken, sen, dipdiri, capcanlı ve coşkulu bir âşık gibi, bana gel! Hakkını veremeyeceğimi bil, râzıysan gel! Yok, işte ne yapayım, yok, sarhoş olamıyorum! Ben böyle yarı ayık ve kayıkken, sen mest ü hayran ol, bana rağmen bana gel! Ben eksikken, bütün varlığınla sen koş bana…
Zira “Ben” sana koştuğunu zannedince, burnu havaya dikiliyor. Burnumu sürtercesine utandır da, tüm pişkinliğime karşın, hadi, gel! “Ben” i beklersen, işte, dokuz canlı bir nefisle, keçi gibi inat edip, ayak diremede! Yahu ne olur ki, uyma da ona, yola çık, gel!
İşte dedim diyeceğimi! Daha bundan sonra da uğramazsan, senden sorsun hesâbını!

A benim nazlım! A benim niyazlım! Sana, “Gözümün nûrudur” diyenin hatırına, yalnızca beş vakit değil, ah keşke, vakitli vakitsiz, çat kapı çık gel! Yetsin artık, küskün durduğun bana…
Hem, beni sakın cehennemle korkutma! Yokluğun zaten yangın! Yokluğun zaten musibet! Cehennemden kurtulayım diye değil! Hem bırak, isteyenine kalsın üstelik cennet!! Çok naz, âşık usandırır derler… “Gafil Ben”in zaten canına minnet…

Ne olur, uzatma artık hasreti… Ne olur, insâf et! Gel! Mâbudun aşkına çık gel! Kucaklaşalım…

ALINTI
 

Gönül sızım

Özel Kardeşimiz
Yönetici
Süper Mod
Moderatör
Katılım
26 Temmuz 2011
Mesajlar
19,432
Tepkime puanı
185
namaz72.jpg


A benim nazlım! A benim niyazlım! Sana, “Gözümün nûrudur” diyenin hatırına, yalnızca beş vakit değil, ah keşke, vakitli vakitsiz, çat kapı çık gel!
Yetsin artık, küskün durduğun bana…
Hem, beni sakın cehennemle korkutma! Yokluğun zaten yangın! Yokluğun zaten musibet! Cehennemden kurtulayım diye değil!
Hem bırak, isteyenine kalsın üstelik cennet!! Çok naz, âşık usandırır derler… “Gafil Ben”in zaten canına minnet…

Ne olur, uzatma artık hasreti… Ne olur, insâf et! Gel! Mâbudun aşkına çık gel! Kucaklaşalım…
 

Gönül sızım

Özel Kardeşimiz
Yönetici
Süper Mod
Moderatör
Katılım
26 Temmuz 2011
Mesajlar
19,432
Tepkime puanı
185
namazmusli.jpg


1. Herşeyden önce namazı ciddiye almak gerekiyor.

2. Namazın hayatımızda yapacağı derin etkinin bilincinde olmalı ve bu etkiyi elde etmek bizim namaz kılarken motivasyonumuzu oluşturmalı.

3. Namaza başlamadan önce ruhi bir ön hazırlık yapmak gerekiyor. Namaza birden başlamak konsantrasyonu yakalamak için bir engeldir. Yani seccademizi serdiğimizde o an Rabbimizin huzuruna çıkmak için hareket ettiğimizi aklımıza getirmeliyiz.

4. Kılacağımız namazın belki son namazımız olabileceğini düşünmeliyiz.

5. Namaza durduğumuz vakit kimin manevi huzuruna girdiğimizi idrak etmeliyiz. Huzurunda durduğumuz varlığın yüce şanını ve azametini düşünmeliyiz..

6. Böyle bir varlığın huzuruna çıkabilmenin ne kadar mutluluk verici bir olay olduğunu hatırlamalıyız ve hissetmeliyiz.

7. Okuduğumuz ayet ve duaların anlamlarını ezberlemeli ve onları düşünmeliyiz. Ayet ve dualardaki anlamlar bizim namaz esnasındaki düşüncelerimizi/aklımızın faaliyetini yönlendirmeli.

8. Dünyevi duygu ve düşüncelere geçit vermemeye hassasiyet ve titizlik göstermeliyiz. Zihnin başka şeylere takılması oranını her namazımızda daha bir aşağıya indirmeliyiz. Namazın büyük oranı % 80, giderek %90, % 95, % 99 konsantrosyonlu geçmeli...
 

Gönül sızım

Özel Kardeşimiz
Yönetici
Süper Mod
Moderatör
Katılım
26 Temmuz 2011
Mesajlar
19,432
Tepkime puanı
185
enguzel_namaz_31.jpg


Gecelere değil,camilere akan gençleri görmek istiyoruz..
 

Jale1989

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
29 Aralık 2012
Mesajlar
10
Tepkime puanı
0
Selamunaleykum...
Ben namaz kilmak istiyorum, basladim namaza ama basladim bile diyemiyorum. Cok rahatsizlaniyorum bu durumdan. Calistigim icin is yerinde namaz kilamiyorum, bazen 15 dakika tenefusum oluyor namaz vakti olursa mescidde kilabiliyorum. Yoksa aksam kazaya kaliyor. Cogu zamanda kaza yapiyorum veya yapamiyorum isten geldigimde halsiz dusuyorum. Gunde 4 saat yol cekiyorum ise gidip gelmek icin, biliyorum bu bir sebeb degildir kilmamak icin.. veya sadece bir vakit kiliyorum. Ne yapmam gerekiyor. Ya nefsime yenik dusunuyorum her defasinda, bazen oyle oluyor icimdeki Iman aski artiyor, sonra is guc derken bir an unutuyorum ihmal ediyorum. NE yapabilirim bu durumda ? yardimci olursaniz seviinirim.. tesekkur ederim...
 

Turab

Teknik Ekip
Yönetici
Admin
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
7,021
Tepkime puanı
425
Selamunaleykum...
Ben namaz kilmak istiyorum, basladim namaza ama basladim bile diyemiyorum. Cok rahatsizlaniyorum bu durumdan. Calistigim icin is yerinde namaz kilamiyorum, bazen 15 dakika tenefusum oluyor namaz vakti olursa mescidde kilabiliyorum. Yoksa aksam kazaya kaliyor. Cogu zamanda kaza yapiyorum veya yapamiyorum isten geldigimde halsiz dusuyorum. Gunde 4 saat yol cekiyorum ise gidip gelmek icin, biliyorum bu bir sebeb degildir kilmamak icin.. veya sadece bir vakit kiliyorum. Ne yapmam gerekiyor. Ya nefsime yenik dusunuyorum her defasinda, bazen oyle oluyor icimdeki Iman aski artiyor, sonra is guc derken bir an unutuyorum ihmal ediyorum. NE yapabilirim bu durumda ? yardimci olursaniz seviinirim.. tesekkur ederim...
Aleykumselam, nefis her zaman bizi namazdan alakoymak ister. Her zaman bahane bulunabilir. Yapılacak tek şey nefsin eline kendimizi bırakmamaktır. NAMAZ ALLAH C.C EMRİDİR. İşyerinde yetkili bir kişinin emrini yapmak mecburiyetinde iken. Bizi yaratanın emrine karşı mı gelelim ya da gevşek mi davranalım?İşte bu tür düşüncelerle kendimizi daima uyandırmalıyız. Tabi bunlar hepimizin bildiği telkinler. Fakat bunlar imanımızı korumaya yardımcıdır. Mümkün olduğu kadar islami bilgi içeren yazılar okumaya, sohbetlere katılmaya, imanlı kişilerle birlikte olmaya gayret edin derim.

İşyerinde namaz hakkında olan sıkıntılarınız için alttaki linkleri de okuyun İnşAllah

İşyerinde ibadetlerini tam olarak yapamayınca

IS YERINDE ISLAM adına sıkıntı var
 
Üst Alt