- Katılım
- 23 Nisan 2011
- Mesajlar
- 3,344
- Tepkime puanı
- 25
Kur'an-ı Kerim'in otuz birinci suresi, otuz dört ayet, beş yüz kırk sekiz kelime ve iki bin yüz on harften ibarettir. Hicazlılar bu surenin otuz üç ayet olduğu görüşündedirler.
Mekke'de nâzil olmuştur. Yirmi yedi, yirmi sekiz ve yirmi dokuzuncu ayetlerinin Medenî olduğu rivayet edilmektedir (el-Kurtûbi, el-Câmiu'li Ahkâmi'l-Kur'an, Beyrut t.y., XIV, 50). Ayet sonlarına ahenk veren fasılaları dâl, râ, zi, mim ve nun harflerdir. Saffât suresinden sonra nazil olmuştur (ez-ZemahŞeri, el-Keşşâf, Beyrut t.y., III, 486).
Lokman (a.s)'dan ve onun oğluna verdiği vasiyetlerden bahsettiği için sûreye bu ad verilmiştir: "Andolsun Biz Lokman'a hikmeti verdik. Hani Lokman oğluna-ona öğüt verirken-demişti ki: Allah'a şirk koşma... " (Lokmân, 31/12-13).
Lokman (a.s), Eyke halkından Nûbiya kabilesine mensup olup, İbrahim (a.s)'ın soyundandır (el-Kurtubî, a.g.e., XIV, 59); (daha fazla bilgi için bk. Lokman mad.);
Sure, insanların şirki terkedip İslâm'a yönelmelerine karşı, şiddetin henüz genel bir mahiyet kazanmasından önce inmiştir. Bu dönemde anne babalar, çocuklarına baskı yapıyor, köleler efendilerinin tazyikine maruz kalıyorlardı. Kur'ân'ın insanları kendine çeken ilâhi uslûbu karşısında çaresiz kalan müşrikler çeşitli entrikalara baş vuruyorlardı. Bunlardan birisi de Nadr İbn Haris'tir. Ticaretle uğraşan Nadr, İran'dan Acemlerin hikâye ve efsâne kitaplarını getiriyor ve Mekke halkına; "Muhammed size Âd ve Semûd hikâyeleri anlatıyor. Gelin, ben size Rüstem'in, İsfendiyâr'ın, Kisrâlar'ın hikâyelerini anlatayım" diyerek, onları Kur'an'ın kalpleri etkileyen sesinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Yeni müslüman olmuş kimseleri yanında bulundurduğu bir şarkıcı cariyenin yanına getirir, ona şarkı söyletirdi. Sonra; "gördün ya, bu Muhammed'in çağırdığı namazdan, oruçtan ve onun önünde savaşmaktan daha güzeldir" diyerek onları yeniden cahilî hayatın pisliklerine döndürmeye çalışırdı.
Bu sure de, müşriklerin boş sözlerle insanları aldatmaya çalışırken içinde bulundukları şirk durumunun anlamsızlığı ve saçmalığı, Tevhid'in aklilik ve gerçekliliği insanın fıtratına uygun kendi mantığı ile anlatılmak isteniyor. Kâinat, her akıl sahibinin ibret alacağı, yaradılışındaki incelik ve özellikleriyle gözler önüne seriliyor ki, insanlar yeryüzündeki konumlarını anlayabilsinler ve ilâhi mesajın gerçeklerine kulak verebilsinler.
Mukatta'a harfleriyle başlayan sure, Kur'an'ın hikmetlerle dolu hükmedici ayetleri ihtiva eden bir kitap olduğu vurgulanarak devam etmektedir. Bu kitabın, iyiler için bir kurtuluş ve rahmet vesilesi olduğuna işaret edildikten sonra, iyilerin kimler olduğu ve özelliklerinin neler olduğu belirtilmektedir: "Onlar ki, namazı (vaktinde) dosdoğru kılarlar; zekat(ların)ı verirler ve onlar ahirete (şüphe etmeyip) imân edenlerin tâ kendileridir"
Bunun akabinde insanları bilgisizce saptıran, gerçeği boş sözlerle değiştiren ve Allah'ın ayetleriyle alay edenlerin durumlarını tehdid edici bir uslûbla ortaya koyarak, onların ahirette uğrayacakları elim azaba değinilmektedir: "Öyle insanlar vardır ki, bilgisizce insanları Allah yolundan saptırmak ve Kur'an'ın âyetlerini alaya almak için boş sözler satın alırlar. İşte böyleleri için, hor ve hakir kılan, ağır bir azap vardır" (6).
Büyüklenerek Allah'a isyan edip İslâm'ı alaya alanların görecekleri azaplar zikredildiği gibi, surenin başında özellikleri açıklanan sâlih kimselerin göreceği mükâfaatlar da açıklanmaktadır: "İman edip sâlih amel işleyenler için, nimetlerle dolu cennetler vardır. Onlar, o cennetlerde ebediyyen kalacaklardır... "(8-9).
Göğün ve yerin yaratılışındaki hikmeti ve inceliklerini beyan eden Allah Teâlâ; "İşte bu Allah'ın yaratışıdır. Gösterin bakalım bana O'ndan başkasının ne yarattığını? Hayır zalimler apaçık bir sapıklık içindedirler"(11) diyerek, İslâm'ın hakikatlarını inkâr eden kâfirlere, yaradılış karşısında ne kadar aciz bir durumda olduklarını hatırlatmaktadır.
Lokman (a.s)'a hikmetin verilişi ile devam eden sure, ilk olarak hikmetin mahiyetinin neyi gerektirdiği; "Andolsun ki Biz Lokman'a hikmeti verdik ve "Allah'a Şükret" diye emrettik" (12) ifadesiyle vurgulanmaktadır. Allah'ın her türlü nimetine karşı O'na şükretmek hikmet dolu bir hareket ve yönelişi ifade etmektedir. Bunları izleyen ayeti kerimelerde de Lokman (a.s)'ın oğluna verdiği nasihatler gelmektedir. Allah Teâlâ bu ayetlerde insanın ruhî derinliklerine hitap eden bir uslûbla onu gerçekleri kavramaya çağırıyor. Bir insan başkalarına öğüt verirken samimi olmayabilir. Ancak bir babanın kendi oğluna nasihat ederken içten olmaması diye birşey düşünülemez. Çünkü baba, oğlunun mutlaka iyiliğini ister. Bu ayetlerle Allah Teâlâ, müslüman olan çocuklarına baskı yapan Mekkeli müşrik ailelerin iç dünyalarına da hitap etmektedir. Lokman (a.s) oğluna şöyle öğüt vermektedir: "Yavrum! Hiç bir şeyi Allah'a ortak koşma. Çünkü Allah'a ortak koşmak büyük bir zulümdür" (13). Görüldüğü gibi zulmün en büyüğü Allah'a şirk koşmaktır. Lokman (a.s), Mekkeli müşriklerin yabancısı olduğu bir kimse değildi. İşte bu ayette, çocuklarına İslâm'dan dönüp Allah'a şirk koşarak en büyük zulmü işletmek isteyen Mekkeli müşriklerin bunu yaparken, öz çocuklarına karşı böyle davranmakla insan fıtratına ne kadar ters düştükleri ortaya konulmaktadır. Müslümanlardan anne ve babalarına iyi davranmaları isteniyor, Allah'a şükür ile anne-babaya teşekkür konusu; "... Biz insana: "Bana ve anne ve babana şükret" dedik"(14) şeklinde zikredilerek meselenin önemi vurgulanıyor.
Bu arada Allah Teâlâ, inanç bağının her şeyden önce geldiği gerçeğini;
"Eğer anne ve baban seni, bilmediğin bir şeyi bana ortak koşmaya zorlarsa, onlara itaat etme... "(15) ifadesiyle insanlara bildiriyor.
Bunun ardından, Allah'ın her şeyi kuşatıcı ilminin azametini gözler önüne seriyor ve insanın yaptığı amellerde ne kadar dikkatli olması gerektiği, işlediği her şeyin kıyamet gününde nasıl en ince ayrıntısına kadar önüne serileceği bildirilerek, beşer vicdanı uyarılmak isteniyor: "Oğulcuğum, işlediğin Şey bir hardal tanesi kadar da olsa, bir kayanın içinde veya göklerde, yahut yerin derinliklerinde de bulunsa Allah onu getirtir. Muhakkak ki Allah, Lâtif'tir, Habir'dir"(16).
Her iman sahibinin de iyiliği emir kötülüğü yasaklama yolunda önüne çıkması kaçınılmaz olan bir takım güçlüklere sabretmesi gerektiği bildiriliyor. Ayrıca bu yoldaki bir dava adamının tebliğ esnasında ve günlük yaşayışında sözle yaptığı iyilikleri, hareketleriyle ifsat etmemesi için ona bir davranış şekli gösteriliyor ve Allah insanları küçümseyip şeytanın hasletlerinden olan kibir hastalığından kaçınılmasını vahiy: "İnsanlardan yüz çevirerek böbürlenme. Yeryüzünde kibirlenerek yürüme. Şüphesiz Allah, büyüklük taslayan ve övünen hiç bir kimseyi sevmez. Yürüyüşünde tabi ol. Sesini kıs... " (18-19) ayeti ile bildiriyor.
Allah göklerde ve yerde bulunan her şeyi insanın emrine vermiş ve insanlar için sayısız nimetler yaratmıştır. Bunların bir çoğu insanlara malum olduğu gibi bir kısmı da hâlâ insan bilgisinin ötesinde durmaktadır. Ama insanların çoğu Allah'ın bu nimetlerini görmezlikten gelerek onun hakkında cahilce çekişip dururlar; Allahın göklerde ve yerde bulunan her şeyi emrinize verdiğini ve sizlere açık ve gizli bol bol nimetler bahşettiğini görmez misiniz? İnsanlar içinde öyleleri vardır ki; hiç bir ilmi, hiç bir rehberi ve aydınlatıcı hiç bir kitabı olmadan Allah hakkında, mücadele eder durur" (20).
Daha sonra Allah'ın indirdiklerinden yüz çevirip, atalarımızın dininden dönmeyiz diyenlere: "Ya şeytan atalarını alev alev yanan ateşin azabına çağırmışsa!"(21) şeklindeki korku ve tehdid ifade eden soruyla uyarılıyor.
"İyilik yaparak yüzünü Allah'a çeviren kimse, muhakkak sapasağlam bir kulpa sarılmıştır... "(22). Onlara yer yüzünde hiç kimse zarar veremez. Onlar için ahirette de hiç bir korku yoktur. Kâfirler ise hak ile batıl arasında bocalayıp dururlar. Fıtrî mantıkları gerekli kıldığı halde, zalimlikleri onları hakka yaklaşmaktan alıkoyuyor: "Andolsun ki onlara; Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, "Allah'tır" derler. De ki: "Hamd Allah'adır". "Doğrusu onların çoğu nasıl çelişki içine düştüklerini bilmezler"(25).
Gecenin gündüzü, gündüzün geceyi peşi sıra takip edip gitmesi, güneşin ve ayın kendi yörüngelerinde bir intizam içinde yürüyüp gitmesi, ayrıca kâinatın içinde akıp giden diğer bütün gezeğen ve yıldızların Allah'tan başka hiç kimsenin bilmediği ve bilemeyeceği bir çerçeve dahilinde hareket etmeleri gösterilerek insan düşünmeye davet ediliyor.
Surenin sonuna doğru, büyük belâların insanları nasıl fıtratlarının gerektirdiği şekilde düşünmeye sevkettiği anlatılırken şöyle bir misâl verilir: "Onları, dağlar gibi dalgalar kapladığı vakit, dinin sadece Allah'a ait olduğuna inanarak, Allah'a yalvarmaya başlarlar. Daha sonra Allah kendilerini sağ salim karaya çıkardığı zaman da içlerinden bir kısmı sözünde durup orta yolu tutar. Zaten Bizim ayetlerimizi ancak hâin ve nankör olanlar inkâr eder"(32). Evet burada inkârın temel kaynağı da böylece tesbit edilmiş oluyor.
Ömer TELLİOĞLU
Mekke'de nâzil olmuştur. Yirmi yedi, yirmi sekiz ve yirmi dokuzuncu ayetlerinin Medenî olduğu rivayet edilmektedir (el-Kurtûbi, el-Câmiu'li Ahkâmi'l-Kur'an, Beyrut t.y., XIV, 50). Ayet sonlarına ahenk veren fasılaları dâl, râ, zi, mim ve nun harflerdir. Saffât suresinden sonra nazil olmuştur (ez-ZemahŞeri, el-Keşşâf, Beyrut t.y., III, 486).
Lokman (a.s)'dan ve onun oğluna verdiği vasiyetlerden bahsettiği için sûreye bu ad verilmiştir: "Andolsun Biz Lokman'a hikmeti verdik. Hani Lokman oğluna-ona öğüt verirken-demişti ki: Allah'a şirk koşma... " (Lokmân, 31/12-13).
Lokman (a.s), Eyke halkından Nûbiya kabilesine mensup olup, İbrahim (a.s)'ın soyundandır (el-Kurtubî, a.g.e., XIV, 59); (daha fazla bilgi için bk. Lokman mad.);
Sure, insanların şirki terkedip İslâm'a yönelmelerine karşı, şiddetin henüz genel bir mahiyet kazanmasından önce inmiştir. Bu dönemde anne babalar, çocuklarına baskı yapıyor, köleler efendilerinin tazyikine maruz kalıyorlardı. Kur'ân'ın insanları kendine çeken ilâhi uslûbu karşısında çaresiz kalan müşrikler çeşitli entrikalara baş vuruyorlardı. Bunlardan birisi de Nadr İbn Haris'tir. Ticaretle uğraşan Nadr, İran'dan Acemlerin hikâye ve efsâne kitaplarını getiriyor ve Mekke halkına; "Muhammed size Âd ve Semûd hikâyeleri anlatıyor. Gelin, ben size Rüstem'in, İsfendiyâr'ın, Kisrâlar'ın hikâyelerini anlatayım" diyerek, onları Kur'an'ın kalpleri etkileyen sesinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Yeni müslüman olmuş kimseleri yanında bulundurduğu bir şarkıcı cariyenin yanına getirir, ona şarkı söyletirdi. Sonra; "gördün ya, bu Muhammed'in çağırdığı namazdan, oruçtan ve onun önünde savaşmaktan daha güzeldir" diyerek onları yeniden cahilî hayatın pisliklerine döndürmeye çalışırdı.
Bu sure de, müşriklerin boş sözlerle insanları aldatmaya çalışırken içinde bulundukları şirk durumunun anlamsızlığı ve saçmalığı, Tevhid'in aklilik ve gerçekliliği insanın fıtratına uygun kendi mantığı ile anlatılmak isteniyor. Kâinat, her akıl sahibinin ibret alacağı, yaradılışındaki incelik ve özellikleriyle gözler önüne seriliyor ki, insanlar yeryüzündeki konumlarını anlayabilsinler ve ilâhi mesajın gerçeklerine kulak verebilsinler.
Mukatta'a harfleriyle başlayan sure, Kur'an'ın hikmetlerle dolu hükmedici ayetleri ihtiva eden bir kitap olduğu vurgulanarak devam etmektedir. Bu kitabın, iyiler için bir kurtuluş ve rahmet vesilesi olduğuna işaret edildikten sonra, iyilerin kimler olduğu ve özelliklerinin neler olduğu belirtilmektedir: "Onlar ki, namazı (vaktinde) dosdoğru kılarlar; zekat(ların)ı verirler ve onlar ahirete (şüphe etmeyip) imân edenlerin tâ kendileridir"
Bunun akabinde insanları bilgisizce saptıran, gerçeği boş sözlerle değiştiren ve Allah'ın ayetleriyle alay edenlerin durumlarını tehdid edici bir uslûbla ortaya koyarak, onların ahirette uğrayacakları elim azaba değinilmektedir: "Öyle insanlar vardır ki, bilgisizce insanları Allah yolundan saptırmak ve Kur'an'ın âyetlerini alaya almak için boş sözler satın alırlar. İşte böyleleri için, hor ve hakir kılan, ağır bir azap vardır" (6).
Büyüklenerek Allah'a isyan edip İslâm'ı alaya alanların görecekleri azaplar zikredildiği gibi, surenin başında özellikleri açıklanan sâlih kimselerin göreceği mükâfaatlar da açıklanmaktadır: "İman edip sâlih amel işleyenler için, nimetlerle dolu cennetler vardır. Onlar, o cennetlerde ebediyyen kalacaklardır... "(8-9).
Göğün ve yerin yaratılışındaki hikmeti ve inceliklerini beyan eden Allah Teâlâ; "İşte bu Allah'ın yaratışıdır. Gösterin bakalım bana O'ndan başkasının ne yarattığını? Hayır zalimler apaçık bir sapıklık içindedirler"(11) diyerek, İslâm'ın hakikatlarını inkâr eden kâfirlere, yaradılış karşısında ne kadar aciz bir durumda olduklarını hatırlatmaktadır.
Lokman (a.s)'a hikmetin verilişi ile devam eden sure, ilk olarak hikmetin mahiyetinin neyi gerektirdiği; "Andolsun ki Biz Lokman'a hikmeti verdik ve "Allah'a Şükret" diye emrettik" (12) ifadesiyle vurgulanmaktadır. Allah'ın her türlü nimetine karşı O'na şükretmek hikmet dolu bir hareket ve yönelişi ifade etmektedir. Bunları izleyen ayeti kerimelerde de Lokman (a.s)'ın oğluna verdiği nasihatler gelmektedir. Allah Teâlâ bu ayetlerde insanın ruhî derinliklerine hitap eden bir uslûbla onu gerçekleri kavramaya çağırıyor. Bir insan başkalarına öğüt verirken samimi olmayabilir. Ancak bir babanın kendi oğluna nasihat ederken içten olmaması diye birşey düşünülemez. Çünkü baba, oğlunun mutlaka iyiliğini ister. Bu ayetlerle Allah Teâlâ, müslüman olan çocuklarına baskı yapan Mekkeli müşrik ailelerin iç dünyalarına da hitap etmektedir. Lokman (a.s) oğluna şöyle öğüt vermektedir: "Yavrum! Hiç bir şeyi Allah'a ortak koşma. Çünkü Allah'a ortak koşmak büyük bir zulümdür" (13). Görüldüğü gibi zulmün en büyüğü Allah'a şirk koşmaktır. Lokman (a.s), Mekkeli müşriklerin yabancısı olduğu bir kimse değildi. İşte bu ayette, çocuklarına İslâm'dan dönüp Allah'a şirk koşarak en büyük zulmü işletmek isteyen Mekkeli müşriklerin bunu yaparken, öz çocuklarına karşı böyle davranmakla insan fıtratına ne kadar ters düştükleri ortaya konulmaktadır. Müslümanlardan anne ve babalarına iyi davranmaları isteniyor, Allah'a şükür ile anne-babaya teşekkür konusu; "... Biz insana: "Bana ve anne ve babana şükret" dedik"(14) şeklinde zikredilerek meselenin önemi vurgulanıyor.
Bu arada Allah Teâlâ, inanç bağının her şeyden önce geldiği gerçeğini;
"Eğer anne ve baban seni, bilmediğin bir şeyi bana ortak koşmaya zorlarsa, onlara itaat etme... "(15) ifadesiyle insanlara bildiriyor.
Bunun ardından, Allah'ın her şeyi kuşatıcı ilminin azametini gözler önüne seriyor ve insanın yaptığı amellerde ne kadar dikkatli olması gerektiği, işlediği her şeyin kıyamet gününde nasıl en ince ayrıntısına kadar önüne serileceği bildirilerek, beşer vicdanı uyarılmak isteniyor: "Oğulcuğum, işlediğin Şey bir hardal tanesi kadar da olsa, bir kayanın içinde veya göklerde, yahut yerin derinliklerinde de bulunsa Allah onu getirtir. Muhakkak ki Allah, Lâtif'tir, Habir'dir"(16).
Her iman sahibinin de iyiliği emir kötülüğü yasaklama yolunda önüne çıkması kaçınılmaz olan bir takım güçlüklere sabretmesi gerektiği bildiriliyor. Ayrıca bu yoldaki bir dava adamının tebliğ esnasında ve günlük yaşayışında sözle yaptığı iyilikleri, hareketleriyle ifsat etmemesi için ona bir davranış şekli gösteriliyor ve Allah insanları küçümseyip şeytanın hasletlerinden olan kibir hastalığından kaçınılmasını vahiy: "İnsanlardan yüz çevirerek böbürlenme. Yeryüzünde kibirlenerek yürüme. Şüphesiz Allah, büyüklük taslayan ve övünen hiç bir kimseyi sevmez. Yürüyüşünde tabi ol. Sesini kıs... " (18-19) ayeti ile bildiriyor.
Allah göklerde ve yerde bulunan her şeyi insanın emrine vermiş ve insanlar için sayısız nimetler yaratmıştır. Bunların bir çoğu insanlara malum olduğu gibi bir kısmı da hâlâ insan bilgisinin ötesinde durmaktadır. Ama insanların çoğu Allah'ın bu nimetlerini görmezlikten gelerek onun hakkında cahilce çekişip dururlar; Allahın göklerde ve yerde bulunan her şeyi emrinize verdiğini ve sizlere açık ve gizli bol bol nimetler bahşettiğini görmez misiniz? İnsanlar içinde öyleleri vardır ki; hiç bir ilmi, hiç bir rehberi ve aydınlatıcı hiç bir kitabı olmadan Allah hakkında, mücadele eder durur" (20).
Daha sonra Allah'ın indirdiklerinden yüz çevirip, atalarımızın dininden dönmeyiz diyenlere: "Ya şeytan atalarını alev alev yanan ateşin azabına çağırmışsa!"(21) şeklindeki korku ve tehdid ifade eden soruyla uyarılıyor.
"İyilik yaparak yüzünü Allah'a çeviren kimse, muhakkak sapasağlam bir kulpa sarılmıştır... "(22). Onlara yer yüzünde hiç kimse zarar veremez. Onlar için ahirette de hiç bir korku yoktur. Kâfirler ise hak ile batıl arasında bocalayıp dururlar. Fıtrî mantıkları gerekli kıldığı halde, zalimlikleri onları hakka yaklaşmaktan alıkoyuyor: "Andolsun ki onlara; Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, "Allah'tır" derler. De ki: "Hamd Allah'adır". "Doğrusu onların çoğu nasıl çelişki içine düştüklerini bilmezler"(25).
Gecenin gündüzü, gündüzün geceyi peşi sıra takip edip gitmesi, güneşin ve ayın kendi yörüngelerinde bir intizam içinde yürüyüp gitmesi, ayrıca kâinatın içinde akıp giden diğer bütün gezeğen ve yıldızların Allah'tan başka hiç kimsenin bilmediği ve bilemeyeceği bir çerçeve dahilinde hareket etmeleri gösterilerek insan düşünmeye davet ediliyor.
Surenin sonuna doğru, büyük belâların insanları nasıl fıtratlarının gerektirdiği şekilde düşünmeye sevkettiği anlatılırken şöyle bir misâl verilir: "Onları, dağlar gibi dalgalar kapladığı vakit, dinin sadece Allah'a ait olduğuna inanarak, Allah'a yalvarmaya başlarlar. Daha sonra Allah kendilerini sağ salim karaya çıkardığı zaman da içlerinden bir kısmı sözünde durup orta yolu tutar. Zaten Bizim ayetlerimizi ancak hâin ve nankör olanlar inkâr eder"(32). Evet burada inkârın temel kaynağı da böylece tesbit edilmiş oluyor.
Ömer TELLİOĞLU