- Katılım
- 23 Nisan 2011
- Mesajlar
- 3,344
- Tepkime puanı
- 25
Dil; insanların birbirleriyle anlaşmak, konuşmak, tanışmak amacıyla kullandıkları işaret ve sesler sistemi.
Kur'an-ı Kerim'in Bakara suresindeki Allah, Âdem'e bütün isimleri öğretti" ayetini zikreden Abdullah, İbn Abbâs, Allah'ın ilk öğrettiği isimlerin yer, gök, dağ, deve, inek vb. gibi mahlukat ve eşya isimleri olduğunu söylemiştir. Bazı müfessirler de bu isimlerin meleklerin, bazıları da bütün yaratılmışların isimleri olduğunu iddia etmişlerdir. Bu görüşlerden başka, kelimelerin doğuşunda bunların birinin değil belki birkaçının rolü olabileceği şeklinde ayrı bir görüş ileri sürenler de vardır. İlk çağdan beri doğuşu, gelişmesi, sınıflandırılması ve grameri konusunda düşünürleri meşgul eden dil, onu ele alanın mesleğine, zevkine ve dünya görüşüne göre açıklanmıştır.
Dil; "zaman zaman bir anlaşma vasıtası"; "gramer bütünü"; "hayvanlarla insanları birbirinden ayıran en büyük özellik"; "duygu, düşünce ve dilekleri anlatmak için kullanılan işaretlerin tümü"; "insan beyninin bir faaliyeti"; "toplu yaşamanın bir gereği olarak ortaya çıkan olay" gibi izahlarla tanımlanmıştır. İnsanların toplumsal hayatında vazgeçilmez bir unsurdur.
Filoloji (dil bilimi)nin gelişmeye başladığı on dokuzuncu asırdan bu yana yapılan inceleme ve araştırmaların ışığında izah edilecek olursa; "dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta, kendine mahsus kanunları olan ve bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış gizli antlaşmalar sistemi ve seslerden örülmüş sosyal bir kurumdur."
Bunun yanısıra kemiksiz bir et parçası olan dilin insanı Allah'ın indinde ne durumlara düşürdüğü ve nice mertebelere yükselttiği hususu da önemlidir. "İnsanın başına ne gelirse dilinden gelir" ata sözü bir gerçeği yansıtmaktadır. Bunun gibi dil ile ilgili vecizeleşmiş daha bir çok sözler vardır. İslâm, dil üzerinde çok durmuştur. Müslümanın dilini boş ve faydasız sözlerden, yalanın her türlüsünden, gıybet ve koğuculuktan sakındırması emredilmiştir. Dilin insan üzerindeki hakkı doğruyu ve hakkı söylemesidir. Peygamber Efendimiz bir hadisi şeriflerinde dilin insana getirdiği kötülük ve belâlara değinerek şöyle demiştir: "İnsanlar diliyle söylediklerinden başka bir şey yüzünden yüz üstü ateşe atılırlar mı?" (Tirmizi). Yine Tirmizi'de geçen bir başka hadiste de Mümin ayıplamaz, lânet etmez, kötü söz söylemez" buyuruluyor. İmam Nevevi de bu konuda şöyle der: "Her mükellefin -faydalı sözlerden başka dilini her sözden koruması lâzımdır. Faydadan uzak bir söz uzadığında, sünnet olan, onu kesmektir. Çünkü mübah olan bir söz kısa zamanda harama veya mekruha çekilebilir."
Müslüman kendi aleyhine de olsa "Allah'ın dini konusunda kınayanın kınamasından korkmadan" hakkı söylemelidir. Bu, dilin, insanın üzerindeki en büyük hakkıdır. Dilini, Hakk'a ulaşmak amacında kullanan, yalandan, gıybetten, her türlü faydasız sözlerden uzak tutan müslümanın bu tavrı ruhuna şeytanın vesvese ve düzenlerine karşı korunma gücü verir. Dedi kodu, gıybet, yalan, ruhu zayıflatır, öldürür, insanın haysiyet ve şerefini ortadan kaldırır. Bunun için İslâm, yalanı "lânetlenmiş afetlerden" saymıştır.
İA
Kur'an-ı Kerim'in Bakara suresindeki Allah, Âdem'e bütün isimleri öğretti" ayetini zikreden Abdullah, İbn Abbâs, Allah'ın ilk öğrettiği isimlerin yer, gök, dağ, deve, inek vb. gibi mahlukat ve eşya isimleri olduğunu söylemiştir. Bazı müfessirler de bu isimlerin meleklerin, bazıları da bütün yaratılmışların isimleri olduğunu iddia etmişlerdir. Bu görüşlerden başka, kelimelerin doğuşunda bunların birinin değil belki birkaçının rolü olabileceği şeklinde ayrı bir görüş ileri sürenler de vardır. İlk çağdan beri doğuşu, gelişmesi, sınıflandırılması ve grameri konusunda düşünürleri meşgul eden dil, onu ele alanın mesleğine, zevkine ve dünya görüşüne göre açıklanmıştır.
Dil; "zaman zaman bir anlaşma vasıtası"; "gramer bütünü"; "hayvanlarla insanları birbirinden ayıran en büyük özellik"; "duygu, düşünce ve dilekleri anlatmak için kullanılan işaretlerin tümü"; "insan beyninin bir faaliyeti"; "toplu yaşamanın bir gereği olarak ortaya çıkan olay" gibi izahlarla tanımlanmıştır. İnsanların toplumsal hayatında vazgeçilmez bir unsurdur.
Filoloji (dil bilimi)nin gelişmeye başladığı on dokuzuncu asırdan bu yana yapılan inceleme ve araştırmaların ışığında izah edilecek olursa; "dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta, kendine mahsus kanunları olan ve bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış gizli antlaşmalar sistemi ve seslerden örülmüş sosyal bir kurumdur."
Bunun yanısıra kemiksiz bir et parçası olan dilin insanı Allah'ın indinde ne durumlara düşürdüğü ve nice mertebelere yükselttiği hususu da önemlidir. "İnsanın başına ne gelirse dilinden gelir" ata sözü bir gerçeği yansıtmaktadır. Bunun gibi dil ile ilgili vecizeleşmiş daha bir çok sözler vardır. İslâm, dil üzerinde çok durmuştur. Müslümanın dilini boş ve faydasız sözlerden, yalanın her türlüsünden, gıybet ve koğuculuktan sakındırması emredilmiştir. Dilin insan üzerindeki hakkı doğruyu ve hakkı söylemesidir. Peygamber Efendimiz bir hadisi şeriflerinde dilin insana getirdiği kötülük ve belâlara değinerek şöyle demiştir: "İnsanlar diliyle söylediklerinden başka bir şey yüzünden yüz üstü ateşe atılırlar mı?" (Tirmizi). Yine Tirmizi'de geçen bir başka hadiste de Mümin ayıplamaz, lânet etmez, kötü söz söylemez" buyuruluyor. İmam Nevevi de bu konuda şöyle der: "Her mükellefin -faydalı sözlerden başka dilini her sözden koruması lâzımdır. Faydadan uzak bir söz uzadığında, sünnet olan, onu kesmektir. Çünkü mübah olan bir söz kısa zamanda harama veya mekruha çekilebilir."
Müslüman kendi aleyhine de olsa "Allah'ın dini konusunda kınayanın kınamasından korkmadan" hakkı söylemelidir. Bu, dilin, insanın üzerindeki en büyük hakkıdır. Dilini, Hakk'a ulaşmak amacında kullanan, yalandan, gıybetten, her türlü faydasız sözlerden uzak tutan müslümanın bu tavrı ruhuna şeytanın vesvese ve düzenlerine karşı korunma gücü verir. Dedi kodu, gıybet, yalan, ruhu zayıflatır, öldürür, insanın haysiyet ve şerefini ortadan kaldırır. Bunun için İslâm, yalanı "lânetlenmiş afetlerden" saymıştır.
İA