- Katılım
- 23 Nisan 2011
- Mesajlar
- 3,344
- Tepkime puanı
- 25
İslam'ın gelişinden önce Mekke yönetimini elinde tutan ve Hz. Peygamberin de mensubu olduğu kabile.
Hz. Muhammed (s.a.s)'in İslâmiyeti tebliğ ettiği sıralarda Mekke'deki topluluğun tek ceddi kabul edilen Kureyş'in asıl adının "Fihr", yahut "Nadr" olduğu söylenir. "Kureyş" kelimesi, köpek balığı manasına geldiğine göre, bu muhtemelen totemizm devirlerinin bir kalıntısıdır. Genel olarak Kureyş kabilesi Kinâne kabilesinin bir koludur. Kureyş kabilesi Hz. Peygamber (s.a.s) devrinde on koldan oluşmuştu. Bunlar; Nevfel, Zühre, Mahzûm, Esed, Cumah, Sehm, Ümeyye, Haşim, Teym ve Adiy idi.
Adı Fihr veya Nadr olan ve Kureyş lâkabıyla anıları kişiden itibaren Hz. Peygamber (s.a.s.)'e kadar uzanan soy kütüğü şu sekilde sıralanır: Kureyş (Fihr veya Nadr)-Galib-Lüey-Kâab-Mürre-Kilâb-Kusay-(Zeyd)-Abdümenaf(Muğîre)-Hâşim (Amr)-Abdülmuttalib (Şeybe)-Abdullah-Hz. Muhammed (s.a.s).
Kureyş kabilesi, câhiliye devrinde Ka'be'nin içinde bulunan bir kuyunun yanı başına dikilmiş bir puta taparlardı. Bu putun adı Hübel idi. Bu put, Ka'be ve Hicaz başkanlığı Huzâalılara geçtikten sonra, başkanları olan Amr b. Luhay tarafından Suriye topraklarından getirilmiştir. Rivâyete göre Amr, daha puta tapıcılığın Hicaz'a girmediği bir sırada Suriye'ye gittiğinde, oradaki halkın birtakım putlara taptığını görmüştü. Bu putlara niçin taptıklarını sorunca onlar: "Biz bunlara taparız, ne zaman yağmur istesek yağdırırlar; bir konuda yardım dilesek yardım ederler" demişlerdi. Amr, böyle her derde devâ putlardan bir tane de kabilesine götürmek üzere kendisine vermelerini ricâ etmiş, onlar da bu Hübel putunu vermişler. Amr da onu getirip Ka'be'ye yakın ve zemzem kuyusunun üst tarafına yerleştirmiş ve herkesi buna tapmaya teşvik etmişti. Yine rivâyete göre bu put, kırmızı akikten yapılmış ve insan şeklinde olup sağ eli kırık imiş. Ona, altından bir el takmışlar ve tapmaya başlamışlar ki ona gösterdikleri saygı, Hacer-i Esved'e gösterdikleri saygı derecesine varmış. Sonra bu Hübel putunu Ka'be'nin içine almışlardı.
Ayrıca Kureyş kabilesi zemzem kuyusunun yanında bulunan İsaf ve Naile adlarındaki iki puta taparlar ve bunların önünde kurbanlar keserlerdi. Rivâyete göre İsaf, Bağy oğlu Yusuf adında bir adam; Naile de Dîk kızı Naile adında bir kadın olup Ka'be içinde zinâ ettiklerinden dolayı Allah onları taş etmişti.
Bu büyük putlardan başka her aile, bir put edinip kendi evinde ona karşı değişik hareketlerle tapıyordu. Meselâ, bir adam yola çıkmak istediği zaman, hayvanına binmeden önce, evindeki bu puta elini ve yüzünü sürerdi. Bu hareket, onun yola çıkmadan önce yaptığı en son iş olurdu. Yolculuktan döndüğü zaman da yine o puta elini yüzünü sürerdi. Bu hareket de o adamın yolculuktan döndükten sonra ailesini görmeden yaptığı ilk iş olurdu.
Kureyş kabilesi ile ilgili Kur'ân-ı Kerim'de başlı başına bir sûre vardır. Bu sûrede Kureyş kabilesinin yaptığı ticârî faaliyetlerinden söz edilerek, onların kışın Yemen'e, yazın da Suriye'ye olmak üzere yılda iki defa uzak ülkelere ticârî seferler düzenlediği belirtilmektedir (Kureyş, 106/1-4).
Kureyş kabilesi ve fazileti hakkında pek çok hadis-i şerif vardır:
a) İbn Abbas (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.s)'in şöyle dua ettiğini nakleder: "Allahım! Kureyş'in öncekilerine azabı tattırdın, sonrakilerine nimet ve ihsanını tattır" (Tirmizi, Menakıb, 66).
b) Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "(Câhiliye devrinde) Arap kabileleri şu emâret hususunda en şerefli olan Kureyş'e uyardı: Arapların mü'minleri (hanifler), Kureyş'in mü'minlerine, müşrikleri de Kureyş'in müşriklerine uyarlardı. İnsanlar madenler gibidir. Onların cahiliyette hayırlı olanları, İslâm devrinde de hayırlı kimselerdir" (Tecrid-i Sarih, IX, 220).
c) Hz. Peygamber (s.a.s): "Hilâfet Kureyş'in uhdesinde bulunacaktır. Onlar dini vecibeleri yerine getirdikçe ve adâleti icrâ ettikçe, onlara hiçbir kimse düşmanlık etmeyecektir. Eğer onlar dinden, adâletten uzaklaşırsa Allah, Kureyş'i yüz üstü sürçtürür, rezil eder." (Tecrid-i Sarih, IX, 220) buyurmuştur.
d) Başka bir hadiste şöyle bir olay anlatılır: Hz. Peygamber (s.a.s.) Ensârdan bazı kişileri topladı ve "geliniz; sizden olmayan kimse içinizde var mı?" buyurdu. Onlar da "hayır; yalnız bir hemşirezâdemiz var" dediler. Rasûl-i Ekrem (s.a.s); "bir cemaatin hemşirezâdesi kendilerinden sayılır" buyurdu. Sonra Rasûlüllah (s.a.s) şöyle konuştu: "Kureyş, câhiliye devrinden ve bir fâciadan henüz çıkmıştır. Ben (Hevâzin ganimetlerinden bol bol vererek) onların gönlünü almak ve kendilerini İslâm'a ısındırmak istedim. Herkes dünya ile dönerken, sizin Allah'ın peygamberi ile evlerinize dönmeniz sizi memnun etmez mi?" Bunun üzerine Ensâr, "evet, memnun eder" diye cevap verdiler. Rasûlüllah (s.a.s.) buyurdu ki: "Herkes bir vadiye veya geçide girmiş, Ensâr da başka bir vâdiye veya geçide girmiş olsalar, ben mutlaka Ensâr'ın vadisine ve geçidine girerim " (Tirmizi, Menakıb, 66).
e) Ebû Hureyre (r.a) Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)in şöyle buyurduğunu rivâyet eder: "Kureyş, Evs ile Hazrec, Cüheyne, Müzeyne, Eslem, Esca', Gıfâr (kabile fertleri) benim hâlis yardımcılarımdır. Onların da Allah'tan ve Rasûlullah'tan başka koruyucuları yoktur." (Tecrid-i Sarih, IX, 222).
Mefail HIZLI
Hz. Muhammed (s.a.s)'in İslâmiyeti tebliğ ettiği sıralarda Mekke'deki topluluğun tek ceddi kabul edilen Kureyş'in asıl adının "Fihr", yahut "Nadr" olduğu söylenir. "Kureyş" kelimesi, köpek balığı manasına geldiğine göre, bu muhtemelen totemizm devirlerinin bir kalıntısıdır. Genel olarak Kureyş kabilesi Kinâne kabilesinin bir koludur. Kureyş kabilesi Hz. Peygamber (s.a.s) devrinde on koldan oluşmuştu. Bunlar; Nevfel, Zühre, Mahzûm, Esed, Cumah, Sehm, Ümeyye, Haşim, Teym ve Adiy idi.
Adı Fihr veya Nadr olan ve Kureyş lâkabıyla anıları kişiden itibaren Hz. Peygamber (s.a.s.)'e kadar uzanan soy kütüğü şu sekilde sıralanır: Kureyş (Fihr veya Nadr)-Galib-Lüey-Kâab-Mürre-Kilâb-Kusay-(Zeyd)-Abdümenaf(Muğîre)-Hâşim (Amr)-Abdülmuttalib (Şeybe)-Abdullah-Hz. Muhammed (s.a.s).
Kureyş kabilesi, câhiliye devrinde Ka'be'nin içinde bulunan bir kuyunun yanı başına dikilmiş bir puta taparlardı. Bu putun adı Hübel idi. Bu put, Ka'be ve Hicaz başkanlığı Huzâalılara geçtikten sonra, başkanları olan Amr b. Luhay tarafından Suriye topraklarından getirilmiştir. Rivâyete göre Amr, daha puta tapıcılığın Hicaz'a girmediği bir sırada Suriye'ye gittiğinde, oradaki halkın birtakım putlara taptığını görmüştü. Bu putlara niçin taptıklarını sorunca onlar: "Biz bunlara taparız, ne zaman yağmur istesek yağdırırlar; bir konuda yardım dilesek yardım ederler" demişlerdi. Amr, böyle her derde devâ putlardan bir tane de kabilesine götürmek üzere kendisine vermelerini ricâ etmiş, onlar da bu Hübel putunu vermişler. Amr da onu getirip Ka'be'ye yakın ve zemzem kuyusunun üst tarafına yerleştirmiş ve herkesi buna tapmaya teşvik etmişti. Yine rivâyete göre bu put, kırmızı akikten yapılmış ve insan şeklinde olup sağ eli kırık imiş. Ona, altından bir el takmışlar ve tapmaya başlamışlar ki ona gösterdikleri saygı, Hacer-i Esved'e gösterdikleri saygı derecesine varmış. Sonra bu Hübel putunu Ka'be'nin içine almışlardı.
Ayrıca Kureyş kabilesi zemzem kuyusunun yanında bulunan İsaf ve Naile adlarındaki iki puta taparlar ve bunların önünde kurbanlar keserlerdi. Rivâyete göre İsaf, Bağy oğlu Yusuf adında bir adam; Naile de Dîk kızı Naile adında bir kadın olup Ka'be içinde zinâ ettiklerinden dolayı Allah onları taş etmişti.
Bu büyük putlardan başka her aile, bir put edinip kendi evinde ona karşı değişik hareketlerle tapıyordu. Meselâ, bir adam yola çıkmak istediği zaman, hayvanına binmeden önce, evindeki bu puta elini ve yüzünü sürerdi. Bu hareket, onun yola çıkmadan önce yaptığı en son iş olurdu. Yolculuktan döndüğü zaman da yine o puta elini yüzünü sürerdi. Bu hareket de o adamın yolculuktan döndükten sonra ailesini görmeden yaptığı ilk iş olurdu.
Kureyş kabilesi ile ilgili Kur'ân-ı Kerim'de başlı başına bir sûre vardır. Bu sûrede Kureyş kabilesinin yaptığı ticârî faaliyetlerinden söz edilerek, onların kışın Yemen'e, yazın da Suriye'ye olmak üzere yılda iki defa uzak ülkelere ticârî seferler düzenlediği belirtilmektedir (Kureyş, 106/1-4).
Kureyş kabilesi ve fazileti hakkında pek çok hadis-i şerif vardır:
a) İbn Abbas (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.s)'in şöyle dua ettiğini nakleder: "Allahım! Kureyş'in öncekilerine azabı tattırdın, sonrakilerine nimet ve ihsanını tattır" (Tirmizi, Menakıb, 66).
b) Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "(Câhiliye devrinde) Arap kabileleri şu emâret hususunda en şerefli olan Kureyş'e uyardı: Arapların mü'minleri (hanifler), Kureyş'in mü'minlerine, müşrikleri de Kureyş'in müşriklerine uyarlardı. İnsanlar madenler gibidir. Onların cahiliyette hayırlı olanları, İslâm devrinde de hayırlı kimselerdir" (Tecrid-i Sarih, IX, 220).
c) Hz. Peygamber (s.a.s): "Hilâfet Kureyş'in uhdesinde bulunacaktır. Onlar dini vecibeleri yerine getirdikçe ve adâleti icrâ ettikçe, onlara hiçbir kimse düşmanlık etmeyecektir. Eğer onlar dinden, adâletten uzaklaşırsa Allah, Kureyş'i yüz üstü sürçtürür, rezil eder." (Tecrid-i Sarih, IX, 220) buyurmuştur.
d) Başka bir hadiste şöyle bir olay anlatılır: Hz. Peygamber (s.a.s.) Ensârdan bazı kişileri topladı ve "geliniz; sizden olmayan kimse içinizde var mı?" buyurdu. Onlar da "hayır; yalnız bir hemşirezâdemiz var" dediler. Rasûl-i Ekrem (s.a.s); "bir cemaatin hemşirezâdesi kendilerinden sayılır" buyurdu. Sonra Rasûlüllah (s.a.s) şöyle konuştu: "Kureyş, câhiliye devrinden ve bir fâciadan henüz çıkmıştır. Ben (Hevâzin ganimetlerinden bol bol vererek) onların gönlünü almak ve kendilerini İslâm'a ısındırmak istedim. Herkes dünya ile dönerken, sizin Allah'ın peygamberi ile evlerinize dönmeniz sizi memnun etmez mi?" Bunun üzerine Ensâr, "evet, memnun eder" diye cevap verdiler. Rasûlüllah (s.a.s.) buyurdu ki: "Herkes bir vadiye veya geçide girmiş, Ensâr da başka bir vâdiye veya geçide girmiş olsalar, ben mutlaka Ensâr'ın vadisine ve geçidine girerim " (Tirmizi, Menakıb, 66).
e) Ebû Hureyre (r.a) Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)in şöyle buyurduğunu rivâyet eder: "Kureyş, Evs ile Hazrec, Cüheyne, Müzeyne, Eslem, Esca', Gıfâr (kabile fertleri) benim hâlis yardımcılarımdır. Onların da Allah'tan ve Rasûlullah'tan başka koruyucuları yoktur." (Tecrid-i Sarih, IX, 222).
Mefail HIZLI