- Katılım
- 22 Şubat 2011
- Mesajlar
- 9,107
- Tepkime puanı
- 81
Gayet ehemmiyetlidir.
2وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ1بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
2وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ1بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber mânevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden biçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki:
Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nispeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye mâsumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.
Üç dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken, Avrupa’da, Rusya’daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:
O musibet-i semaviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı mâneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.
On beşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır. Çünkü âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem âhirzamanda Hazret-i İsâ’nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa’ya (a.s.) mensup Hıristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zaifler, müstebit büyük zâlimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikatten haber aldım, Cenab-ı Erhamürrâhîmine hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem ve şefkatten tesellî buldum.
Eğer o felâketi gören zâlimler ise ve beşerin perişaniyetini ihzar eden gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateş veren hodgâm, alçak insî şeytanlar ise, tam müstehak ve tam adalet-i Rabbaniyedir.
Eğer o felâketi çekenler mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-i beşeriye için ve esasat-ı diniyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlığın mânevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki, o musibeti onlar hakkında medâr-ı şeref yapar, sevdirir
• • •
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
2 : “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
********************************************************
Lügatler :
âhirzaman : dünya hayatının kıyamete yakın son devresi
beşer : insanlık
beyan : açıklama, izah
biçare : çaresiz
cebir : zorlama
din-i hakikî : gerçek din
din-i Muhammedî : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) dini
ehemmiyet : önem
elîm : acı veren, üzücü
felâket : belâ, sıkıntı
fetret : karanlık, mânevî buhran zamanı
helâket : mahvolma, yok oluş
hususan : bilhassa, özellikle
ihtar : hatırlatma, ikaz
kâfir : Allah’ı veya Onun kesin olarak emrettiği şeylerden herhangi birini inkâr eden kimse
lâkaytlık : ilgisizlik, gevşeklik
mazlum : zulme, haksızlığa uğrayan
mensup : bağlı
merhamet : acıma, şefkat etme
musibet : belâ, felaket, sıkıntı
musibet-i beşeriye : insanî musibetler, sıkıntılar
musibet-i semaviye : bir hikmete binaen Allah tarafından gökten indirilen musibet, belâ
musibetzede : felâkete uğrayan
mükâfat : ödül
mükâfat-ı mâneviye : mânevî mükâfat, karşılık
müstebit : istibdatçı, diktatör
nevi : tür, çeşit
nispeten : kıyasla, oranla
rikkat : acıma, yufka yüreklilik
sefalet : perişanlık, yoksukluk
şefkat : acıma, merhamet
şehadet : şehitlik
şiddet-i şefkat ve rikkat : acıma ve şefkatin şiddeti
tahattur : hatırlama
taksimat : kısımlara ayırımlar, paylaştırmalar
zâlim : zulmeden, haksızlık eden
adâlet-i Rabbâniye : herşeyi idare ve terbiye eden Allah’ın adaleti
beşer : insanlar
Cenâb-ı Erhamürrâhimîn : merhametlilerin en merhametlisi olan şeref ve azamet sahibi yüce Allah
dalâlet : hak yoldan sapkınlık
elem : acı, sıkıntı, üzüntü
elîm : acı veren, üzücü
esasat-ı diniye : dinin esasları, temelleri
esrar : sırlar, gizli gerçekler
esrar-ı gaybiye : gizli sırlar
gaddar : acımasız, çok zulmeden
gaybî : bilinmeyen, gayb âlemine ait
hadsiz : sonsuz, sınırsız
hakaik-i imaniye : imân hakikatleri, gerçekleri
hakikat : gerçek, doğru
hodgâm : kendi keyfini düşünen, bencil
hukuk-u insaniye : insan hukuku, hakları
ihtar : hatırlatma, ikaz
ihzar etme : hazırlama
imdad : yardım
insî : insan cinsinden olan
istirahat-i beşeriye : insanlığın rahatı, huzuru
keffâret : işlenen bir hata veya günahın bağışlanmasına vesile olması için verilen sadaka veya tutulan oruç, karşılık
küfran : iyilik bilmeme, nankörlük
mazlum : zulme, haksızlığa uğrayan
medar : dayanak, sebep, vesile
medâr-ı şeref : şeref kazandıran sebep
muhafaza : koruma
mukaddesât-ı semâviye : İlâhî emre ve vahye dayanan mukaddes şeyler
musibet : belâ, felaket, sıkıntı
müstehak : hak etmiş, lâyık
mütalâa : dikkatlice okuyup inceleme
perişaniyet : perişanlık
remz : ince işaret
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un her bir bölümü
sefahet : yasak zevk ve eğlencelere düşkünlük, beyinsizce davranış, budalalık
şükür : Allah’a karşı minnet duyma, Ona teşekkür etme
tevafuk : denk gelme, uygunluk
uhrevî : âhirete dair, yönelik
umumî : genel, herkese ait