- Katılım
- 23 Nisan 2011
- Mesajlar
- 3,344
- Tepkime puanı
- 25
Kur'an-ı Kerim'in ellinci sûresi. Kırkbeş âyet; üçyüzyetmişbeş kelime ve bindörtyüz yetmişyedi harftir. Fasılaları be, cim, dâl, râ, sâd ve zı harfleridir Mekke'de inen sûre, ismini başındaki hurûfu mukatta'*dan olan "kâf" harfinden almaktadır.
Sûre, ölümden sonra diriliş konusunu işlemekte olup burada ele alınan meselelerin hepsi bu konuyla içiçedir.
Konu işlenirken meseleler şöyle sıralanır:
a- Müşriklerin ölümden sonra dirilmeyi inkâr etmeleri.
b- Ölümden sonra dirilmenin delilleri.
c- Ölümden sonra dirilmeyi inkâr eden geçmiş kavimlerin başına gelen musibetler.
d- Ölüm ve diriliş.
Sûre, kâf harfinden sonra Kur'an'a yemin ile başlar. Ardından müşriklerin inkârı şöyle dile getirilir: "Biz öldükten ve toprak olduktan sonra mı dirileceğiz? Bu dönüş uzak (bir ihtimal) dir" (3).
Ölümden sonraki dirilişin delilleri anlatılırken, görünen âlem yani şehâdet âleminden misaller verilir. Deliller serdedilirken kuru mantık metodu takip edilmez Akılla birlikte hal ve duyguya da hitap edilir Böylece anlatım canlılık kazanır. Asımda Kur'an'ın anlatım metodu budur. Zaten insanın duygularından arınmış olarak salt mantıkla hüküm vermesi ve bir sonuca varması hemen hemen imkân dışıdır.
Deliller özet olarak şöyle serdedilir:
Göğe bakmıyorlar mı? Onu nasıl bina ettik? Yıldızlarla süsledik. Yeri yaydık, göz alıcı çeşit çeşit bitkiler ve ağaçlar bitirdik. Yükseklerden yağmur yağdırarak âdeta yeri diriltip canlandırdık.
Bütün bunları hiç yoktan vareden Allah, elbette onlara yeni bir hayat vermeye de kadirdir.
Bu deliller belirtildikten sonra münkirlerin geçmişlerinden örnekler verilir. Kur'ân'ın geçmişlere dair verdiği her misal, şimdiki zamana ve geleceğe uzanan bir projektör durumundadır. Kur'an'ın tarihi yorumlamasında insanlar; inananlar ve inanmayanlar şeklinde bir ayrıma tâbi tutulurlar.
Bu arada muhataplara şu husus hatırlatılır: "Andolsun ki insanı Biz yarattık ve nefsinin kendisine ne fısıldadığını biliyoruz. Hem Biz ona şah damarından daha yakınız. (O insanın her şeyini bilmemize rağmen) bir sağ tarafında, biri sol tarafında oturmuş iki meleğin (onun) amelini yazmakta olduğunu hatırla. O bir söz söylemeye görsün yanında (hemen yazan) hazır bir gözcü vardır" (16-18)
Metinde geçen "rakib" ve "atid" kelimeleri meleklerin ismi değildir. Bu kelimeler meleklerin sıfatıdır. Hz. Peygamber (s.a.s) bir hadislerinde böyle buyurmuştur: Muhakkak ki kişi Allah'ı razı edecek bir kelime söylediğinde onun nereye ulaşacağını tahmin bile edemez. Allah Teâlâ razı olduğu bu sözü yazar ve hesap günü karşısına çıkarır. Yine kişi Allah'ı gazablandıran bir söz söyler ve bu sözün nereye varacağını tahmin bile edemez. Ama Allah onun aleyhinde gazabını yazar ve karşılaşacağı gün onu karşısına çıkarır (Buhâri Rikâk 23 Müslim Zühd 49 50; Ahmed b. Hanbel 11, 236). Alkame bu hadis hakkında "Beni nice sözleri söylemekten alıkoyan bu hadistir" demiştir.
Bu canlı gerçeğin ışığı altında hayatımıza devam etmemiz, yaptığımız her hareketin, söylediğimiz her sözün, sağımızda veya solumuzda kaydeden kâtipleri bulunduğunu ve bizim hesabımıza deftere işlendiğini ve Allah'ın huzuruna çıktığımız gün onun hiçbir kırıntısının kaybolmayacağını bilip gözönünde bulundurarak yaşamamız yeterlidir.
Bu hatırlatmadan sonra ölüm gündeme getirilir. Ölümün zikredilişi, insanı irkilten bir konudur. Geçmiş ve geleceği düşünmekten gâfil olan insana ölüm hatırlatıldığında ister istemez bu probleme yönelme mecburiyetini hisseder.
Ölümün umulmadık bir zamanda gelebileceği hatırlatılır. O zaman pişmanlığın bir faydası yoktur. Âhirete azık hazırlama dönemi son bulmuştur. Kötülerin varacağı yer Cehennem olacaktır ve onlar Cehennem'e atıldığında Cehennem; Daha var mı? deyip canlı bir varlık gibi konuşacaktır.
Muttakilere de her türlü nimetlerle bezenmiş Cennet vardır. "Muhakkak ki bunda, kalbi olan yahut şâhit olarak kulak veren kimse için âhirette bir öğüt vardır" (37)
Bu arada hitap Peygamber'e ve dolayısıyla bütün mü'minlere yöneltilir: Şu inanmayanların dediklerine sabret, sen Rabbini anmağa devam et. Bir gün gelecek, sûr'a üfürülecektir. Herkes yaptığının hesabını verecektir. "Gecenin bir bölümünde ve secdelerin ardından O'nu tesbih et. Bir münadinin yakın bir yerden çağıracağı güne kulak ver. O gün bu hak sayhayı işiteceklerdir. İşte bu çıkış günüdür" (40-42). Bu âyet-i kerimelerde gökyüzü ile ilgili deliller sıralanarak Hz. Peygamber'e hitaben kulluk yapması istenmektedir. Bu deliller Allah'ı tesbih ve hamd ile ilgilidir. Bundan dolayı Hz. Peygamber'e Allah'ı tesbih etmesi emredilmektedir. "Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver" (45). Kur'an kalpleri tutar, yerinden oynatır sarsar. Allah'tan korkan hiç bir kalp Kur'an'ın öğütlerine karşı çıkmaz. Bundan dolayı Hz. Peygamber'e sûrenin bu son âyetinde Kur'an'la insanlara öğüt vermesi istenmiştir. Nitekim sûre ilk âyetinde de Kur'an'a yeminle başlamıştır.
M. Sait Şimşek
Sûre, ölümden sonra diriliş konusunu işlemekte olup burada ele alınan meselelerin hepsi bu konuyla içiçedir.
Konu işlenirken meseleler şöyle sıralanır:
a- Müşriklerin ölümden sonra dirilmeyi inkâr etmeleri.
b- Ölümden sonra dirilmenin delilleri.
c- Ölümden sonra dirilmeyi inkâr eden geçmiş kavimlerin başına gelen musibetler.
d- Ölüm ve diriliş.
Sûre, kâf harfinden sonra Kur'an'a yemin ile başlar. Ardından müşriklerin inkârı şöyle dile getirilir: "Biz öldükten ve toprak olduktan sonra mı dirileceğiz? Bu dönüş uzak (bir ihtimal) dir" (3).
Ölümden sonraki dirilişin delilleri anlatılırken, görünen âlem yani şehâdet âleminden misaller verilir. Deliller serdedilirken kuru mantık metodu takip edilmez Akılla birlikte hal ve duyguya da hitap edilir Böylece anlatım canlılık kazanır. Asımda Kur'an'ın anlatım metodu budur. Zaten insanın duygularından arınmış olarak salt mantıkla hüküm vermesi ve bir sonuca varması hemen hemen imkân dışıdır.
Deliller özet olarak şöyle serdedilir:
Göğe bakmıyorlar mı? Onu nasıl bina ettik? Yıldızlarla süsledik. Yeri yaydık, göz alıcı çeşit çeşit bitkiler ve ağaçlar bitirdik. Yükseklerden yağmur yağdırarak âdeta yeri diriltip canlandırdık.
Bütün bunları hiç yoktan vareden Allah, elbette onlara yeni bir hayat vermeye de kadirdir.
Bu deliller belirtildikten sonra münkirlerin geçmişlerinden örnekler verilir. Kur'ân'ın geçmişlere dair verdiği her misal, şimdiki zamana ve geleceğe uzanan bir projektör durumundadır. Kur'an'ın tarihi yorumlamasında insanlar; inananlar ve inanmayanlar şeklinde bir ayrıma tâbi tutulurlar.
Bu arada muhataplara şu husus hatırlatılır: "Andolsun ki insanı Biz yarattık ve nefsinin kendisine ne fısıldadığını biliyoruz. Hem Biz ona şah damarından daha yakınız. (O insanın her şeyini bilmemize rağmen) bir sağ tarafında, biri sol tarafında oturmuş iki meleğin (onun) amelini yazmakta olduğunu hatırla. O bir söz söylemeye görsün yanında (hemen yazan) hazır bir gözcü vardır" (16-18)
Metinde geçen "rakib" ve "atid" kelimeleri meleklerin ismi değildir. Bu kelimeler meleklerin sıfatıdır. Hz. Peygamber (s.a.s) bir hadislerinde böyle buyurmuştur: Muhakkak ki kişi Allah'ı razı edecek bir kelime söylediğinde onun nereye ulaşacağını tahmin bile edemez. Allah Teâlâ razı olduğu bu sözü yazar ve hesap günü karşısına çıkarır. Yine kişi Allah'ı gazablandıran bir söz söyler ve bu sözün nereye varacağını tahmin bile edemez. Ama Allah onun aleyhinde gazabını yazar ve karşılaşacağı gün onu karşısına çıkarır (Buhâri Rikâk 23 Müslim Zühd 49 50; Ahmed b. Hanbel 11, 236). Alkame bu hadis hakkında "Beni nice sözleri söylemekten alıkoyan bu hadistir" demiştir.
Bu canlı gerçeğin ışığı altında hayatımıza devam etmemiz, yaptığımız her hareketin, söylediğimiz her sözün, sağımızda veya solumuzda kaydeden kâtipleri bulunduğunu ve bizim hesabımıza deftere işlendiğini ve Allah'ın huzuruna çıktığımız gün onun hiçbir kırıntısının kaybolmayacağını bilip gözönünde bulundurarak yaşamamız yeterlidir.
Bu hatırlatmadan sonra ölüm gündeme getirilir. Ölümün zikredilişi, insanı irkilten bir konudur. Geçmiş ve geleceği düşünmekten gâfil olan insana ölüm hatırlatıldığında ister istemez bu probleme yönelme mecburiyetini hisseder.
Ölümün umulmadık bir zamanda gelebileceği hatırlatılır. O zaman pişmanlığın bir faydası yoktur. Âhirete azık hazırlama dönemi son bulmuştur. Kötülerin varacağı yer Cehennem olacaktır ve onlar Cehennem'e atıldığında Cehennem; Daha var mı? deyip canlı bir varlık gibi konuşacaktır.
Muttakilere de her türlü nimetlerle bezenmiş Cennet vardır. "Muhakkak ki bunda, kalbi olan yahut şâhit olarak kulak veren kimse için âhirette bir öğüt vardır" (37)
Bu arada hitap Peygamber'e ve dolayısıyla bütün mü'minlere yöneltilir: Şu inanmayanların dediklerine sabret, sen Rabbini anmağa devam et. Bir gün gelecek, sûr'a üfürülecektir. Herkes yaptığının hesabını verecektir. "Gecenin bir bölümünde ve secdelerin ardından O'nu tesbih et. Bir münadinin yakın bir yerden çağıracağı güne kulak ver. O gün bu hak sayhayı işiteceklerdir. İşte bu çıkış günüdür" (40-42). Bu âyet-i kerimelerde gökyüzü ile ilgili deliller sıralanarak Hz. Peygamber'e hitaben kulluk yapması istenmektedir. Bu deliller Allah'ı tesbih ve hamd ile ilgilidir. Bundan dolayı Hz. Peygamber'e Allah'ı tesbih etmesi emredilmektedir. "Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver" (45). Kur'an kalpleri tutar, yerinden oynatır sarsar. Allah'tan korkan hiç bir kalp Kur'an'ın öğütlerine karşı çıkmaz. Bundan dolayı Hz. Peygamber'e sûrenin bu son âyetinde Kur'an'la insanlara öğüt vermesi istenmiştir. Nitekim sûre ilk âyetinde de Kur'an'a yeminle başlamıştır.
M. Sait Şimşek