İslam Dini 'nde bilmemiz gerekenler..!

omer_ömer

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
100
Tepkime puanı
5
Hz. Allah, fiili ve subuti sıfatları ile bilinir.

-Vücudu ile mevcut, (vücut, düşündüğümüz anlamda değil, ilim ve iradesi olarak her zerredeki, sıfatlarının bi'zatihi değil, izafi, mecazi manadaki tecellisidir)

-Sıfatı ile muhit, (her bir zerreyi, her bir yönü kapsamış, kaplamış olan)

-Esması ile zahir, (yaratan, yaşatan, rızık veren, öldürecek ve tekrar diriltecek olan)

-Ef'ali ile malum olan, (yaşadığımız alemdeki fiilleri, yapılan işleri, eylemleri tertip ve tanzim eden)

Hz. Allah, zaman ve mekandan münezzehtir. Arazı ve cevheri olmadan meydana getiren, Hz. Allah 'tır. Yani, suyu ve toprağı yoktan var eden, ol deyip olduran O 'dur. Kullarına bahşetmiş olduğu subuti sıfatları ile insana, toprak ile suyu karıştırıp, kerpiç yapma içgüdüsünü vermiştir.

Bakara suresi 31. ayette Hz. Allah ;

“Biz Adem’e eşyanın ismini öğrettik, ona hikmet verdik. Melâikeye sorduk, bilemedi. Adem bildi…” buyurmakta.

Hz. Allah insanlığa, ''alemleri ben yarattım, sen tanzim edeceksin'' buyurmakta. Tanzimi, tanzim eden de O ..! Başkaca bir güç, başkaca bir kuvvet ve kudret, ilim ve irade sahibi yok. Her şeyin taktir edeni, tanzim edeni, tertip edeni, O ..!

Kamer surei 49. ayette;
''Biz her şeyi bir kadere (bir düzene, ölçüye, plana) göre yarattık. buyrulmakta..

Hz. Allah 'a inanmış, varlığını ve birliğini kabul etmiş ancak, sıfatlarından habersiz yaşayan bir çok kişi, konuşmalarında, Hz. Allah 'ı yüksek, yüce göstermek maksatlı olsa gerek, Allah yukarıda şahit, yukarıda Allah görüyor gibi ifadeler kullanmakta. Bu kelime ''şirktir''..!

Hz. Allah zaman ve mekandan münezzehtir. Hz. Allah 'a, yer ve mekan isnat etmek, Allah 'a şirk koşmaktır, en büyük yanlıştır, hatadır, kusur ve günahtır. Her namazda okuduğumuz, bazılarımızın dilinden düşürmediği bir dua olan;

''Sübhanallahi velhamdülillahi vela ilahe illallahu vallahu ekber vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim''..

Anlamı : Allah, bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Bütün hamdler ona mahsustur. Allah'tan başka ilah yoktur, Allah en büyüktür. Azamet sahibi Yüce Allah'tan başkasında güç, kuvvet ve kudret yoktur.

Manasından haberimiz olmayan, ancak, dilimizden düşürmediğimiz bazı kelimeler ile, manasını bildiğimiz halde, düşünmeden, ansızın lisanımızdan dökülen kelimeler, hiç de hesap edemeyeceğimiz sonuca bizleri ulaştırır. Bu yönlü hata ve kusurdan Allah cümlemizi korusun, amin..

Hz. Allah, yer ve mekandan münezzeh, her yerde, hazır ve nazırdır..!
 

omer_ömer

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
100
Tepkime puanı
5
Sayın forum yöneticisi kardeşlerim..

Acaba bir sorun mu var.? Yaklaşık altı gün olmasına rağmen paylaşımıma müsaade edilmedi. Herhangi bir yanlışa bilerek veya kasten meyletmedim. Bilmeyerek bir yanlışımız oldu ise de özür dilerim. Bir problem olup olmadığını merak ediyorum.

Bu mesajımı paylaşım amacı ile yazmıyorum. Okuduktan sonra silerseniz sevinirim.
 

Turab

Teknik Ekip
Yönetici
Admin
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
7,021
Tepkime puanı
425
Sayın forum yöneticisi kardeşlerim..

Acaba bir sorun mu var.? Yaklaşık altı gün olmasına rağmen paylaşımıma müsaade edilmedi. Herhangi bir yanlışa bilerek veya kasten meyletmedim. Bilmeyerek bir yanlışımız oldu ise de özür dilerim. Bir problem olup olmadığını merak ediyorum.

Bu mesajımı paylaşım amacı ile yazmıyorum. Okuduktan sonra silerseniz sevinirim.
Sizin onaylanmamış, bekleyen hiçbir mesajınız yok. Hatta forumda bekleyen, açılmamış mesaj dahi yok. Bilginize.
 

omer_ömer

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
100
Tepkime puanı
5
Din olarak bahsedilebilir yegane din, ''İslam'' dır. Dışındaki, inanış olarak bahsi geçenler, batıl, sapkın inanıştır, din değil.

Dolayısı ile İslam Dini, Peygamberimiz Efendimiz ile başlayan bir din değildir. Peygamberimiz Efendimiz ile başlayan, onun şeriatıdır, Muhammedilik 'tir.

İslam, Adem a.s ile başlayan tek Din 'dir. Hz. Allah 'ın Kuran 'daki buyruğu da bu yöndedir.

Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki, ondan kabul edilmeyecek ve o, ahirette kaybedenlerden olacaktır.
(Ali İmran suresi 85)

Gayet açık ve net bir ifade ile bildirilmiş.. Başka din arayan hüsranda..

Günümüzde, Diyanet kurumu vazifelileri dahil, ilahiyat fakültesinde yetişen, bu okuldan mezun olan bir çok kişinin anlatımında, ''İslam Dini geldikten sonra'' gibi ifadeler kullanılmakta. Hatta. yazar, araştırmacı yazar olarak kendisini lanse etmiş şahıslar bu ifadeyi gayet rahat bir şekilde kullanabilmekteler..

Bakınız bu manada çok açık bir ayeti sizlerle paylaşmak isterim;

Dîni doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin diye, din olarak Nuh’a tavsiye ettiğimizi, sana vahiy ettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi, sizin için şeriat yaptı. Fakat kendilerini çağırdığın bu nizam Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir.”
(Şura suresi13)

Allah’ın, öteden beri devam eden kanunu budur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.
(Fetih suresi 23)

Evvelki satırlarda ifade ettiğimiz gibi, ''Allah 'ın mescitlerinde, Allah 'ın zikrinden men eden zalimden daha zalim kimdir''.? ayetini görmemezlikten gelenler, '' İslamiyet Peygamber Efendimiz ile başladı'' cümlesini sıkça kullanmaktalar.

İçtihat kapısını kapatanlar, içeride mahsur kalmış, her öğün aynı yemeği yemekten, başkaca lezzetleri unutmuşlar. Hatta başka lezzetleri neredeyse yok sayıyor, inkar ediyorlar.. Hal böyle olunca da kısır döngü devam edip duruyor.

Yenilenmemiş olan, içtihat görmemiş bu tedrisat ile yetiştirilenlerin de, tornadan çıkmış malzeme misali aynı oldukları gayet açık. Yazdıkları eserlerin bir çoğu, satır ilmidir. Sadır ilminden, Hz. Allah 'ın ilmi, ilm-i ledün 'den bihaberdirler.

Yazmış oldukları eserlere baktığımızda, birbirine çok yakın ifadeler yer almakta. Birisinin, yukarıdan dediğine, bir diğeri gökten, bir diğeri arştan, bir diğeri yüksekten gibi, güya farklılık oluşturduklarını zannediyorlar. Örnek olarak tefsir ve mealler bu gibi örneklerle dolu, dolu..

Dünyada, insanların dikkatini çeken yerlerin başında, tarihi yerler, eski, salaş yerler gelmekte. Bir çok insan gökdelenleri, yüksek, modern yapıları değil, kıyı, köşe, eski mahalle ve tarihi yerleri dolaşmaktan keyif almakta. Buralardaki manevi huzur oldukça yüksektir. Çünkü aslı korunmuş, dünden bu güne aktarılmış bir hal, bir yaşam görünür.

Günümüzde yazılmış tefsir ve mealler, aslından, Allah kelamı olmaktan uzaklaşmış, yazarın kendi anladığı ve kendi ifadeleri ile dolu, dolu. Hal böyle olunca da, okunan satırlar, Hz. Allah Kelamı yerine, yazarın kelamı halini almakta.

Özellikle meallerdeki, parantez ve tırnak içi satırlar, Allah Kelamı, Kuranın buyruğu değil, yazarın kendi anladığı, kendi ifadesidir.
 

omer_ömer

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
100
Tepkime puanı
5
Kuran 'da, Evliya 'ya, bir Mürşide tabii olma anlamı taşıyan, Hz. Allah 'ın biat buyruğu vardır.

Biat: Söz vermek, anlaşma yapmak manasındadır.

Muhakkak ki, Sana biat edenler, gerçekte Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, kendi aleyhine bozmuş olur. Ve kim Allah’a verdiği sözü tutarsa Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.
(Fetih suresi 10 )

Allah şu mü’minlerden razı olmuştur ki onlar, ağacın altında sana biat ediyorlardı, Allah onların gönüllerinden geçeni bildiği için onların üzerine huzur ve güven indirdi ve onlara yakın bir fetih verdi.
(Fetih suresi 18)

Ey Peygamber.! İnanmış kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, iyi işi işlemekte sana karşı gelmemek hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.
(Mümtehine suresi 12)

Bir Kamil mürşide tabii olmak gerekir. İslam 'da Tasavvuf vardır ve Tasavvuf, hal üniversitesidir. Dergahlar, İslam 'ın yaşanılabilirliği, Peygamber efendimizin yaşantısını tatbik ve uygulama mektebidir. Evliyaulah ise, bu mektebin terbiyecisi, Peygamber varisleridir.

Hz. Allah kainatı bir an olsun boş bırakmamıştır. Adem a.s 'dan günümüze, Peygamberler yeryüzünde bulunmadığı, zamanlarda, biat makamını muhafaza etmiş, Evliyasını, Mürşidini, Elçisini göndermiştir.

Kuran 'ı tefsir edenler, Meali yazanlar, Evliyaullah 'a dost dedikleri için, günümüz insanlığı, Tarikat ve Tasavvuf karşıtı haline gelmiştir. Bunun en büyük müsebbibi, sorumluluk altına girip, vazifeye talip olup, yapılması gerekeni yapmamalarından kaynaklanmaktadır.

O’dur ki ümmiler içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah’ın ayetlerini okuyan, onları yücelten, onlara Kitabı ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdi. Oysa onlar, önceden, açık bir sapıklık içinde idiler.
(Cuma suresi 2)

Kuran evrenseldir ve kıyamete kadar geçerlidir hükmüne göre, Evliya 'ya biat, biat-ı Resulullah 'tır..! Hz. Allah 'ın koymuş olduğu bu kural, tertip, taktir ve tanzim kıyamete kadar devam edecektir. Bu kapının bir diğer adı da tövbe kapısıdır.
 

omer_ömer

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
100
Tepkime puanı
5
Mülk Allah 'ın ...

Mülk Allah 'ın diyoruz, diyoruz ama, mülk olarak neyi düşündüğümüz belli değil. Gayrimenkuller mi, arsa ve araziler mi, kullandığımız araç ve makinalar mı.? Yağmur, kar, dolu, hava, güneş, ay, yıldızlar mı.? Mevsimler yahut, bütün dünya ve içerisinde bulunanlar mı.?

Elbette ki hepsi ve daha fazlası..

Aldığımız her bir nefes, verdiğimiz de dahil, gören göz, işiten kulak, kendimizde var olduğunu düşündüğümüz akıl ve irade, yiyip içmek dahil, bütünüyle eylem ve yaşantımız, tüm bedenimiz, aklımıza ne geliyorsa, bildiğimiz veya bilmediğimiz her bir zerrenin tek sahibi Hz. Allah 'tır..! Buna, bilmediğimiz ''on sekiz bin alemi'' de ilave etmemiz gerek..

Cansız zannettiğimiz, cansız gördüğümüz her bir zerre, kendi lisanı ile Allah 'ı zikrediyorsa, ölü olan bir zerre olabilir mi.?

Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar, O'nu tesbih ederler. O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O, halimdir, çok bağışlayandır.
(İsrâ suresi 44)

Taş bile, kendisinde göremediğimiz canlılık olmasa, bütünlüğünü, mevcudiyetini sağlayamadığı gibi, varlığından bahsedilemez. Su ve topraktaki canlılık olmasa, bir araya getirildiğindeki o mukavemet sağlanamaz. Bu gibi örneklerden sonsuzca bahsedilebilir.

Bütünü ile, tüm hasletleri var eden O 'dur. Yoktan var eden, ol deyip olduran, yaratan, yaşatan, sayısız, sonsuz rızık veren, öldürecek ve tekrar diriltecek olan O 'dur. Din gününün, sahibi, O 'dur. O 'ndan başka güç, O 'ndan başka kuvvet, O 'ndan başka kudret sahibi yoktur. Bize göre, canlı veya cansız, her bir zerre üzerindeki tek tasarrufat sahibi Hz. Allah 'tır.

Hz. Allah 'ın ilmi, her bir zerreyi kuşatmıştır. İşte bu yüzden her yerde hazır ve nazırdır. Bi'zatihi değil, izafi, mecazi olarak..

Her bir zerreyi toplayıp bir araya getirdiğimiz zaman, artık ''Mülk Allah 'ın'' olmuştur..
 

omer_ömer

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
100
Tepkime puanı
5
Toz zerresinin yaratılışında dahi hikmetler vardır..

İşte bu yüzdendir ki, tesadüf diye bir şey yok, isabet vardır. Ortaya çıkan, zahir olan her bir hadise, Hz. Allah 'ın taktir ettiği gibi, taktir ettiği zamanda, taktir ettiği kadar, yine taktir ettiği şekilde zuhur eder. O 'nun taktiri ve dilemesi dışında hiç bir hadise vuku bulmaz.

İmanın şartlarındandır, hayır ve şerrin ancak Allah 'tan olduğuna inanmak, yine imanın şartlarındandır, kaderin ve kazanın ancak Allah 'tan olduğuna inanmak..

Hz. Allah şerri yaratandır ancak, şer ile hükmetmez. Kulun kendi tercihleridir, kendisine şer olan. Şöyle ki, ısrarla Hz. Allah 'tan bir şeyler dilemek, karşılığında bir şeylerimizin elimizden kaybolması anlamına gelir. Allah, verdiğinin karşılığını alandır..

Gönlümüzden geçeni bilen olduğuna göre, Ya Rabbi bana şundan, bu kadar ver diye, açıklama gereği yoktur. Gönlümüzde olanı hakkımızda, hakkımızdakini gönlümüze hayır eyle demek yeterlidir.

Yani, Ya Rabbi, hakkımızda her şeyin hayırlısını ver diye dua edip, verilmesi aşamasına sabredemediğimiz, yine Hak 'tan hayırlısını dileyip ama, kendimizce şekil ve suretlerde istediklerimiz bizim hakkımızda şer oluyor.

Her bir zerre gibi, insanlığın tercihleri de var edilmiş, ortaya konulmuş, herkes kendi ihtiyacı olanı, nefsinin isteklerini, gönlünün arzularını, neye talip, neyi talep ediyorsa, ortaya konulmuş olan ve daha önce var edilmiş hasletlerden, istek ve arzuları doğrultusunda kendisi seçiyor. İşte tevekkül olup, yalnızca hayrı dilemek bu sebepten dolayı elzemdir.

Belki ifade uzun ve karışık gibi gelebilir. Bunu çarşı, pazar alış verişindeki tercihlerimiz gibi düşünebiliriz.

Mutlak var olan, Hz. Allah 'tır. Varlık, Zatına mahsustur, gayrısı yok mesabesindedir. Her bir zerrenin varlığı, Hz. Allah 'ın fiili ve subuti sıfatlarının tenezzülen zuhuru olup, bi'zatihi değil, izafidir, mecazidir. Bir ışığın aynaya aksetmesi gibi..

Bütün bunları idrak edebilmenin mektebi, Tasavvuf 'tur.

Tasavvuf 'suz Din yaşansa da, tadı ve tuzu olmaz. Kişi, zanda kalan bir Allah inancını, Allah 'ı bilmek olarak addeder. Böyle bir zan ile, Hz. Allah ve O 'nun yüceliği, nasıl tefekkür edilebilir.? Denilir ki, ''sen çık aradan, kalsın Yaradan''..

Ancak böyle olduğunda işler değişir. Kul kendisindeki, acziyeti ve hiçliği fark edebilirse, Hz. Allah 'ın yüceliği o zaman ortaya çıkmış olur. Aksi halde zanda kalır. Böyle olunca da, şahidi olduğumuz değil, varlığını kabul ettiğimiz bir Yaratıcı inancından öteye gitmez..

Mevlana Hazretleri buyuruyor ki; ''Evlat bütün putları kırmışsın amma, kendin put olmuşsun''..! Allah cümlemizi bu gibi yanlıştan korusun, amin..

Bütünü ile bunlar ancak ve ancak terbiyesinde yetişilen Evliyaullah sayesinde, Tasavvuf kanalı ile elde edilebilir. Bunlara fıkhi kitaplarda rastlamak mümkün değildir. Çünkü zan üzere inanıp, şahidi olmadıkları bir Allah inancını anlatıyorlar.

Hz. Allah 'ın şahidi olabilmek için, Tasavvuf ve Tarikat olmazsa olmazdır. İlla ki bir Evliya 'ya tabii olmak, biat etmek gerekir.
 
Son düzenleme:

omer_ömer

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
100
Tepkime puanı
5
Konu yeri burası değil ama, ''Rüya'' tabiri, yalnızca Peygamberler efendilerimiz ve Evliyaullah 'a verilmiş bir haslettir.

Hz. Allah Kuran 'da Yusuf suresi 21. ayette şöyle buyuruyor:

Yusuf’a biz rüya tabirini öğrettik. Ona hikmet verdik. Hikmet verdiklerimize çok çok rahmetimizi ihsan ederiz.

Bu ayet şunu gösteriyor ki, her önüne gelen rüya yorumlayamaz.

Rüya yorumlatan kişi, rüyayı yorumlayanın lisanından ne dökülürse, hayır yahut şer, başına gelmesine razı olmuş demektir. Çünkü, (her rüyanın değil) rüyaların da mahremiyeti vardır. Bu sebeple rüyanın herkese, her yerde anlatılması hoş değildir.
 

omer_ömer

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
100
Tepkime puanı
5
Bazı kimseler şöyle düşünür; Keşke Peygamber efendimiz zamanında yaşasaydım, şöyle olurdum, böyle yapardım.. Hayır, olamaz ve yapamaz..

Çünkü gerçek ortada duruyor amma, farkında değil, değiliz. Bu gün, hangi durum ve şartlarda yaşıyorsa, hal ve hareketleri ne durumda ise, dün yaşasaydı, bu günden hiç de farklı olmayacaktı. Çünkü kendisi için yazılmış, önceden belirlenmiş olan bir kaderi var.

Akıl insanı sürekli peşinden sürükler. Bu sürüklenmeden kurtulabilmenin tek yolu, biattır. Kişi, biatı ile, farkında olmadan korunmaya alınmıştır, yine farkında olmadan maneviyata sığınmıştır, muhafaza altına girmiştir.

''Tasavvuf, Tarikat yoldur varana, hakikat, marifet andan içeru''..

Aslında her insanın bir tariki vardır. Tarik, yol demektir ve bu tarik, kişilerin kendi tercihlerini oluşturur. Tariki olmayan bir zerre düşünülemez. Ama yıllardır karşıt zümrenin vermiş olduğu zarar neticesi ortaya çıkan hal, maalesef, Tarikat ve Tasavvuf karşıtı bir toplum..!

Hem insanlardaki, geçmişi yaşama arzusu, hem de bu gün, içerisinde bulunduğumuz hal ve durumdan vaz geçememe durumu. Hal böyle olunca, ne geçmiş tam manası ile yaşanılabiliyor, ne de bu güne, bu zamana intibak edilebiliyor. Arası bir durumda kalıyor insan. Ne orada, ne burada, muallakta..!

Hz. Ali r.a "Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil, onların yaşayacağı zamana göre yetiştirin".! Buyuruyor.

Bunu, Hz. Mevlana k.s ifadesi ile şöyle anlamamız gerekir;

''Dün geçti can cağızım, dem bu demdir, dem bu dem, gün bu gündür, gün bu gün''.. Başka bir ifade ile, ''an'ı yaşamak'' olarak belirtilir.

Dünü yaşamak mümkün olmadığı gibi, geleceği de önceden tahmin edebilmek, mümkün değildir. Dün, mazi olmuş, geri getirmek ve geçmişi telafi edebilmek mümkün değildir. Gelecek ise, istikbal, yani gayb 'dır, bilinemez, tahmin edilemez. Belki bir ön görü, hissiyat olarak ifade edilse de, hakikati yansıtmaz.

Evvelki yaşantılar, biz insanlığa ibrettir, örnektir. Fakat dünkü gibi yaşayabilmek, günümüz şartlarında mümkün değildir.

Hiç kimse, anne ve babası gibi olmayı düşünmez ama, gidişat ona doğrudur. Yaşlandıkça, onlardan alınan terbiye, hal ve davranış, bizlerin geleceğini inşa etmemizde öncüdür. Bizler bunu fark etmesek de bu gerçek değişmez.

İşte, Tasavvuf ve Tarikat da, kişiyi, arzu ettiği dünkü gibi yaşayabilme imkanını sunar. Bu gün, kişinin Peygamber efendimize biat etme ihtimali yok. Çünkü biat, hayatta olan kişiye yapılır. Günümüzde Peygamber efendilerimizin varisleri olan Evliyaullah 'a biat, dolayısı ile Peygamberimiz efendimize biattır ve aksi düşünülemez.

Çünkü Hz. Allah bu manada Al'i İmran suresi 31. ayette;

De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." Buyurmakta..

Yine bu manada Hz. Allah Fetih suresi 10. ayette;

''Sana bi'at edenler, gerçekte Allah'a bi'at etmektedirler. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, kendi aleyhine bozmuş olur. Ve kim Allah'a verdiği sözü tutarsa Allah ona büyük bir mükafat verecektir''. Buyurmakta..

Şayet Allah 'ı bilmiyor isen, bilenlerle beraber ol denilir. İşte kurtuluşa vesile kılınan Evliyaullah 'a biat bu denli önem arzeder.
 

omer_ömer

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
100
Tepkime puanı
5
Yıllardır hep uyutulmuşuz..

İslam 'ın içerisinde olmayan, fakat İslam 'ın emriymiş gibi, beş duyu içerisine hapsedilmişiz. Hz. Allah 'ın, akletmez misiniz, düşünmez misiniz gibi ayetlerini, akıl ile bağdaştırmaya zorlanmışız. Aklımızın erdiğini zannettiğimiz hadiseleri bildiğimizi, bildiğimizi zannettiğimiz hadiseleri de hakikat zannetmişiz.

Halbuki aklı, önde görmek, nefs atında yolculuktur. Şöyle bir kıssa anlatılır;

İblis, kendisi ile alış verişi olan birisi ile yolculuk ederken, pazardan, peşine takmaya çalıştığı kişilere boyunduruk vurmak için halka ve zincirler alıyormuş. İblisin yanındaki adam sormuş;

- Bunları ne için alıyorsun.? İblis;
- Peşimden gelmeyenlerin boyunlarına takıp, zincirle ve zorla götürmek için.! demiş. Adam yine sormuş;
- Peki bana da aldın mı.? İblis;
- Sana almama gerek yok ki. Sen zaten benim peşimdesin ve kendiliğinden geliyorsun.!

Nefs denilen olgu, iblisten daha şerli, daha tehlikelidir. Nefsine gem vuramayan kişi, batılın oyuncağı olmaya müsaittir. Çünkü kendisine göre, akıllıdır, zekidir, bilendir, gören ve işitendir. Hal böyle iken, insanın neye ihtiyacı olur ki.?

''Nefsini bilen, Rabbını bilir''.! Nefsini bilip, tanımaya başlayan kişi, gönle doğru yolculuğa çıkmış demektir.

''Nefs Allah 'tan kaçar. Siz onu bir yere bağlayınız'' diye Evliyaullah işaret edilmiştir.

Beş duyu İslam 'ı anlamaya, idrak etmeye müsait yaratılmamıştır. Duyu olarak, tat alma, koku alma, dokunma, görme ve işitmedir. Akıl denilen olgu, sadece bunlarla ilgilenir. Akıl, nefsin ortağıdır, iblisin arkadaşıdır.

Görmediği, işitmediği, hissetmediği, farkını fark edemediği olgularla uğraşmaz, ihmal eder, boş addeder.

Halbuki İslam, meta 'dır. Yani fizik üstü, metafiziktir. Metafizik hadiseler, imanın şartlarındaki gibi gayb olandır. Bilinmeyen, görülmeyen, hissedilemeyen, ancak varlığına iman edilendir. Çünkü İslam 'ın emri olan temel ibadet ve taatların hiç birisi de, ifade ve izah edilebilir, tarif edilebilir değildir. Hele ki Hac ibadetinin açıklanabilmesi mümkün değildir.

Hz. Mevlana buyuruyor ki; ''Aşkın şehrinde akıl, mantık, çamura saplanmış merkebe benzer, çabaladıkça batar''.! Yani aklın hiç bir şeyi anlamaya ve idrak etmeye muktedir olmadığını, maneviyatta ölçü ve terzi olamayacağını ifade etmekte..

Bakıldığı zaman, Kâbe 'nin etrafında tavaf etmek, dönmek, say yapmak, Arafat 'a çıkmak, kurban kesmek, vakfeye, durmak..! Bunların hiç birisi de izah edilebilir değildir. Ancak Allah 'ın emri, Peygamberinin tebliği olduğuna inanmak, iman etmek, insanları bu ibadetlere borçlu kılmakta.

İnsan, bu ibadetlerden hiç bir şey anlamasa da, Rabbim böyle emretmiş, Peygamberim de böyle tebliğ etmiş diye, zevkini alarak emre itaat etmeli, emredildiği ve tarif edildiği gibi, vazifesini acziyeti içerisinde yerine getirmeye çalışmalıdır.

Bütün bunları yaparken emredilenin ne maksatla emredildiğine değil, Hz. Allah 'ın ''gayb 'a iman'' edin buyruğuna bakmaktadır. İşte iman, dünya ve ahiret yurdu için bu kadar önemlidir. İman, maneviyatın en değerli, en kıymetli anahtarıdır. Asla ve asla ihmale gelmez..!
 

omer_ömer

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
100
Tepkime puanı
5
Amentüye iman, kulun cennete girmesine vesile olsa da, dünya için yapılan onca çabalama ve gayretin ahirete hiç bir faydası yoktur. Ahiret yurdu ve ebedi alem için yapılan gayretler daha elzemdir. Dünya hayatı geçici, ahiret yurdu ise ebedi olarak yaratılmıştır.

Dünya malı dünyada kalır sözü gerçeğin ifadesidir. Ahiret yurduna ise, kişinin kendi çaba ve gayreti, elindeki en büyük sermeyedir. Bu sermaye gayb 'a iman ve ibadetlerle ve müttakiy olmakla elde edilebilir.

Bu manada Hz. Allah buyuruyor ki ;

Kendisinde hiçbir şekilde şüphe olmayan o kitap, müttakiler için bir hidayet kaynağı ve yol göstericidir. O müttakiler ki, gaibe inanırlar, namazı kılarlar ve kendilerine verdiğimiz mallardan infak ederler... Onlar ki, Sana indirilenlere ve senden önce indirilen kitap ve peygamberlere ve ahiret gününe iman ederler. Onlar, Rablerinden bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.
(Bakara suresi 2-3-4-5)

Ayet, müttakiy olmanın kişiyi kurtuluşa erdireceğini açıkça ifade etmekte.

Yalnızca Allah inancı olan, bu inancı ile Müslümanlığı kazanan ve amentüye iman ile tanışmayan kişilerin, bu inançlarını çok çabuk harcaya bilecekleri aşikardır. Kasıtlı olmasa da, bilmeden, henüz amentüden habersiz, bu kişi, bu inancını şirk ile mahvedebilir.

Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirip geçerler. Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah’a iman ederler.
(Yusuf suresi 105-106)

Ayet, imanın önemini vurgulamakta..

Son çırpınış insana fayda vermez. Hz. Allah 'ın vermiş olduğu ömrü boşa geçiren kişinin feryadı ise aşağıdaki ayet'i kerimede açıkça ifade edilmekte ;

“Nihâyet onlardan birine ölüm gelip çattığında: Rabbim, der. Lütfen, beni geri gönder. Ta ki, boşa geçirdiğim dünyada iyi iş yapayım. Hayır! Onun söylediği bu söz laftan ibarettir. Onların gerisinde ise yeniden dirilecek güne kadar bir berzah vardır.”
(Mü’minun suresi 99-100)

Hz. Allah, ezel'i ervahta insanı yaratmış, dünya hayatı için kendilerinden söz almıştır. Öldürüp tekraren dünya gönderdi ki, ezel'i ervahta, ''beli'', evet, sen bizim Rabbımızsın sözünü yerine getirelim, kendimizi Rabbımıza ispat edelim.. O 'nun emir ve yasaklarına uygun davranışta bulunalım. Ayette ;

Rabbin, Adem oğullarından, onların zürriyetlerini almış ve: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye onları kendilerine şahit tutmuştu. “Evet, şahidiz!” dediler. Kıyamet günü “Biz bundan habersizdik!” demeyesiniz. Burulmakta..
(Araf suresi 172)

Bundan çıkan sonuç şu ; Hz. Allah dünya hayatını, insana ikinci bir fırsat olarak vermiştir. ''Rabbim lütfen beni geri gönder'' demeyelim, diyemeyelim diye.. Yaşadığımız dünya hayatı, aslında Rabbimizin bizlere verdiği ikinci bir fırsatıdır.

Bu manada baktığımızda, dünya hayatının önemi, daha bariz görülmekte.. İkinci bir fırsat olarak verilmiş olan dünya hayatı ile amentüye imandan sonra, ibadet ve taatlarla alakadar olmak, kişiyi kurtuluşa götürür.
 

omer_ömer

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
100
Tepkime puanı
5
İslam Dini 'nde bilmemiz gerekenlerin belki de en başında bahsetmemiz gerekirdi. Din nasihattır..!

Konuya, en başından şu ana kadarki ifadelere bakıldığı zaman, ifadeler birbirine çok yakın. İfadelerdeki bu yakınlık, Hz. Allah 'ı bilmeyi, O yüce Yaratanı idrak etmeyi içerisinde barındırıyor. Baktığını görmek, gördüğünü anlamak, anladığını idrak etmek gerekir.

İdrakten uzak kalan bir kimsenin, bahsi geçen konuyu anladığını ifade etmesi, bal yememiş, ancak, balın tadını, kokusunu, rengini anlatmasına benzer.

Bu manada, Mevlana k.s hazretleri şöyle buyurur ;

''Anlattığın, karşıdakinin anladığı kadardır''..!

Hayatımızın geneline baktığımız zaman, renk, şekil, tarz farklı olsa da, hayat tekerrürden ibarettir. Kuran-ı Kerim 'e baktığımızda da bunu açıkça görmek mümkün. Hz. Allah, en başta bahsettiği bir konuyu, Kuran 'ın farklı yerlerinde ve tekraren biz kullarına ifade etmekte.

Bu tekrarlar, bahsedilen konunun anlaşılır olabilmesi için önem arzeder. Niçin mi.? Çünkü, insan konuyu anlamış gibi görünse de, anlatılmak istenilene vakıf olamaya bilir. Anlatımdaki tekrarlar, kişinin, takılı kaldığı yerden kurtulmasına yardımcı olur.

Musa a.s, Hz. Allah 'a, Zatını görmek istediğini ifade ettiğinde, Hz. Allah buyuruyor ki; ''Len terani''.! Beni göremezsin ya Musa.. Evet, Hz. Allah Zati sıfatları olarak görülemez.

Ancak, Hz. Ali efendimizin ifadesi malumunuz ; Görmediğim Allah'a secde etmem dediğinde, nerde gördün diye sormuşlar, Hz. Ali r.a efendimiz de, "Olmadığı yeri gösterin.!" buyurmuşlar.

Şimdi tefekkür edelim. Şayet Hz. Allah 'ın biz insanoğluna bahşettiği subuti sıfatlarını müşahede ederek düşünebilir isek..

Hz. Allah Musa a.s 'a buyuruyor ki, göremezsin ya Musa..

Hz. Ali r.a efendimiz de buyuruyor ki, görmediğim Allah 'a secde etmem..!

Allah görünür mü, görünmez mi.? Şayet görünüyor olsa idi, Musa a.s 'a görünmesi gerekmez miydi.? Yok eğer görünmüyor ise, Hz. Ali r.a efendimizin lisanından böyle bir kelime dökülür müydü.?

Maksat hasıl olsun istiyor isek, kullanılan ifadelerdeki tekrar ve benzerlikler, bizleri rahatsız etmemeli.. Kendimizi bir yoklayalım.

Bildiğimiz bir Allah, varlığının şahidi olduğumuz bir Yaratıcı inancına mı sahibiz.? ''Eşhedü enlailahe illallah''...

Yoksa, sadece varlığını kabul ettiğimiz bir Yaratıcı inancına mı.? Hangisi .?
 

Rhodium

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
6 Eylül 2023
Mesajlar
43
Tepkime puanı
18
Forumlarda konu ve başlık geleneği vardır. Bir başlıkta bir çok konu yazdığınız için karışıyor.

Ben burada İncil ve Tevrat konusuna değinmek istiyorum. Bunların tahrif edilmesi bir çok araştırmalara konu olmuştur. Ancak burada "yorum" tahrifi dediğimiz bir durum vardır.

Yorum tahrifi kuran içinde olabilir. Bir din adamı mevki ve makamı için yorumda bulunabilir. İşte ayetleri parayla satma bunun gibi bir şey de olabilir.

Ama genel görüş incilin büyük ölçüde Tevratın kısmen mana dışında değiştirildiği yönünde. Bu benim düşüncem değil. Bunu ben bilemem.

Şimdi size bir Hristiyanlık forumunda bir kullanıcının yazdıklarına bakın, yorumun tahrif konusunda önemini görebilirsiniz, kullanıcı akıl erdirerek, teslis inancını ret ediyor ve İncile de inanıyor.

alıntılıyorum:

İncil, Tanrı'nın BİR olduğunu söyler. Bunu defalarca ve inkar edilemez bir şekilde söylüyor.

Diğer tüm Hıristiyanlar ve kiliseler için bir inanç oluşturma kararının arkasındaki hikaye İznik Konsili'nde yapıldı ve birincil sözcü Athanasius'tu. Başlıca rakibi Arius'du. Athanasius, Basil ve iki Gregory ile birlikte, "üçleme" fikrini ortaya atan ve onu herkes için kuran ana insanlardı. Temelde zulüm ve reddedilme tehdidi altında herkese ZORLA ZORLANDI.

Bu konuda kilise konseyi ile aynı fikirde olmayan Hıristiyan kardeşlere kötü davranmaya yönelik bu Hıristiyan olmayan gelenek günümüze kadar devam ediyor.

Şahsen, bir kişinin bu konuda kendisi için karar verebileceğine inanıyorum ve bu bir kurtuluş makalesi DEĞİLDİR.

İncil'in bize söylediği bu değil. Geleneğin bize söylediği budur. Üçlü birlik doktrini, tüm kiliselerin onun üzerinde bölündüğü ve onunla aynı fikirde olmadıkları için birçok acı ve incitici şeyin yapıldığı bir noktaya kadar devasa miktarda kafa karışıklığına neden olmuştur (ve neden olmaya devam etmektedir). Hristiyanların tartışmak ve didişmek için yeterli nedenleri vardır ve bu ana nedenlerden biri olmuştur.

Fikir doğrudan 325'teki kilise konseyinden geliyor: KABUL ET YA DA BAŞKA! BUNU ANLAMAK ZORUNDA DEĞILSINIZ VE YAPAMAZSINIZ. BU YÜZDEN SADECE KABUL ET!" Kilise konseyine güvenme fikri çok güçlüdür ve kararları bazen (pratikte) Mukaddes Kitap kadar ilham edilmiş olarak kabul edilir.

Katılmıyorum. İlham aldıklarına inanmıyorum. Melekler tarafından yönetilmediler. Onlar Tanrı tarafından yönlendirilmediler. Mukaddes Kitabı takip etmekle her zaman ilgilenmiyorlardı. Esas olarak imparatoru memnun etmek, onu kızdırmak ve onun lütfunda kalmakla ilgileniyorlardı. Bunun nedeni, Hıristiyanlığa geçmiş gibi davranmasına rağmen (gökyüzünde bir haç gördüğünü ve İsa'nın ona onun adına öldürmesini söylediğini iddia ederek) şiddet yanlısı bir adam olmasıdır. Ancak imparator (Konstantin) askeri ve siyasi bir lider olarak son derece zekiydi ve Hıristiyan kiliselerinin "hepsinin aynı sayfada" ve birleşik olmasına ihtiyacı vardı. Bu onun en iyi siyasi çıkarlarına uygundu. Dolayısıyla konseyler.

Ancak konseyler birbirine küfür eden, kavga eden, fiziksel saldırılar, hile, el altından hareketler ve art niyetli insanlarla doluydu. Onlara (ve kararlarına) güvenilebileceği fikri saçmadır. HEPİMİZ hata yaparız ve yukarıdaki ifadenin size daha iyi olduğumu söylediğimi düşündürmesine izin vermeyin. Ama kesinlikle Hıristiyanlığın geri kalanına nasıl inanacaklarını dikte etmeyeceğim! Kilise konseylerine değil, İncil'e bağlı kalmanın gerçekten daha iyi olduğunu düşünüyorum.

Şimdi sorunuza gelince, bana mantıklı gelen şey, Tanrı'nın BİR olduğunu söyleyen, İncil'in söylediği gibi, reddettikleri bir doktrindir. Kendisini Yahshua (İsa) adında bir insan olarak tezahür ettirdi ve bu zamanda Kutsal Ruh olarak insanlıkla birlikte mevcuttur. O hala biri. Bir olmayı bırakıp iki ya da üç olmadı. O, insanların sürekli gündeme getirdiği bir "üçgen" değil. O bunların hiçbiri değil. O, bugün bir insan formu ve Ruh aracılığıyla işleyen tek bir Tanrı'dır. Kafa karışıklığına neden olan GERÇEK sorun "kişi" kelimesidir. Benim "Kişi" tanımıma göre Tanrı'nın tek bir Kişi olduğuna inanıyorum. Üçlemeyi kabul edenlere, Tanrı'nın üç "kişi" olduğu öğretilir. İncil böyle demiyor. Bu soruyu kendiniz cevaplamak için, "kişi" kelimesini dikkatlice tanımlamanız ve bunun Tanrı'yı Bir Kişi mi yoksa iki mi yoksa üç kişi mi yaptığını belirlemeniz gerekir.

Bu büyük konuyu anlamlandıran okuduğum tek kitap, internette bulunan David Bernard'ın Tanrı'nın Birliği olarak adlandırılıyor.
 

omer_ömer

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
100
Tepkime puanı
5
Forumlarda konu ve başlık geleneği vardır. Bir başlıkta bir çok konu yazdığınız için karışıyor.

Ben burada İncil ve Tevrat konusuna değinmek istiyorum. Bunların tahrif edilmesi bir çok araştırmalara konu olmuştur. Ancak burada "yorum" tahrifi dediğimiz bir durum vardır.

Yorum tahrifi kuran içinde olabilir. Bir din adamı mevki ve makamı için yorumda bulunabilir. İşte ayetleri parayla satma bunun gibi bir şey de olabilir.

Ama genel görüş incilin büyük ölçüde Tevratın kısmen mana dışında değiştirildiği yönünde. Bu benim düşüncem değil. Bunu ben bilemem.

Şimdi size bir Hristiyanlık forumunda bir kullanıcının yazdıklarına bakın, yorumun tahrif konusunda önemini görebilirsiniz, kullanıcı akıl erdirerek, teslis inancını ret ediyor ve İncile de inanıyor.

alıntılıyorum:

İncil, Tanrı'nın BİR olduğunu söyler. Bunu defalarca ve inkar edilemez bir şekilde söylüyor.

Diğer tüm Hıristiyanlar ve kiliseler için bir inanç oluşturma kararının arkasındaki hikaye İznik Konsili'nde yapıldı ve birincil sözcü Athanasius'tu. Başlıca rakibi Arius'du. Athanasius, Basil ve iki Gregory ile birlikte, "üçleme" fikrini ortaya atan ve onu herkes için kuran ana insanlardı. Temelde zulüm ve reddedilme tehdidi altında herkese ZORLA ZORLANDI.

Bu büyük konuyu anlamlandıran okuduğum tek kitap, internette bulunan David Bernard'ın Tanrı'nın Birliği olarak adlandırılıyor.
Aslında konu başlığı tek.. Farklı yorumlara yazmış olduğumuz cevaplarda benzerlikler mevcut.

Evvelki kitaplar için ''tahrif edildi'' düşüncesi ve inancı, Kuran 'a iman etmiş, Hz. Muhammed Mustafa s.t.a.v efendimizi rehber edinmiş bir Müslümana, iman boyutunda zarar verir. Tahrif edildi inancı, evvelki kitapların imandan çıkartıldığı anlamına gelir. Halbuki Hz. Allah ne buyuruyor.?

Önündeki Tevrat’ı doğrulayıcı olarak izleri üzerine, Meryem oğlu İsa’yı arkalarından gönderdik. Ve ona, içinde doğruya rehberlik ve nur bulunmak, önündeki Tevrat’ı tasdik etmek, sakınanlara bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil’i verdik. (Maide 46)

Hiç bir tefsire ve açıklamaya ihtiyacı olmayan ayet, gayet açık ve net..

Kuran denildiği zaman, Tevrat, Zebur, İncil 'den ayrı düşünülemez. Çünkü Kuran gibi evvelki gönderilen kitap ve suhufların hepsi de Allah Kelamı 'dır.. İlk önce şunu bilmemiz ve idrak etmemiz gerekir ki; Allah Kelamı değişmez, değiştirilemez.. Bahsi geçen kitaplar, evvelki gönderilenler de olsa, sonuç değişmez. Hiç bir Hak Kelamı değiştirilemez..! Hz. Allah buyuruyor ki;

Sana söylenen, senden önceki elçilere söylenmiş olandan başka bir şey değildir. Kuşkusuz Rabbin, hem bağışlama sahibi, hem de acı azap sahibidir.
(Fussilet 43)

Senden önce hiçbir resul göndermedik ki ona: “Benden başka İlah yoktur; bana kulluk edin” diye vahyetmiş olmayalım. (Enbiya 25)

Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin diye, din olarak Nuh’a tavsiye ettiğimizi, sana vahiy ettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi, sizin için şeriat yaptı. Fakat kendilerini çağırdığın bu nizam Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir.”
(Şura 13)

Allah’ın, öteden beri devam eden kanunu budur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.
(Fetih 23)

Bizim en büyük gafımız, elimizde bulunan Kuran 'a değil, okumadığımız, el dokunmadığımız, tahrif veya tahrip edildiğinden haberimizin olmadığı, birilerinin elindeki İncil ve Tevrat 'a bakmamız.. Allah Kelamına iftira ettiğimizin farkında değiliz.

Biz, Muhammediler Madem ki Kuran 'dan sorumluyuz, Madem ki Kuran 'ın ahkamlarına uymak ve uygulama zorunluluğumuz var, Kuran 'ın bize ne emrettiği önemli. Kuran bizlerin evvelki kitap ve peygamberlere iman etmemizi emrediyor. Falanın, filanın elindeki İncil veya Tevrat 'a bakmamızı değil..!

İncil ehli şahsın tespitleri de yerli yerinde.. Bakan görür, gören anlar, idrak eder..

İncil sahipleri, Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsinler. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıklardır.
(Maide 47)

Şayet evvelki kitaplar tahrif edilmiş olsa idi, İncil 'den yaklaşık altı yüz on sene sonra gönderilen Kuran, evvelki kitapların tahribatını haber verirdi. Lakin tam tersine, onlara iman ve korunması emrini bizlere veren, Kuran..!

Bu manada onlara ayet paylaşa bilirim..
 

omer_ömer

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
100
Tepkime puanı
5
Her canlı, kendisine verilmiş olan fıtratını, belirlenmiş olan kaderini yaşar. Diğer bir tabir ile kul, kendisini yaşar.

Tercihler, kişinin kendisine aitmiş gibi görünse de, kaderi ve kazayı, hayrı ve şerri var eden Hz. Allah 'tır. Belirlenmiş olan bu hallerden seçme ve tercih, kulun kendi iradesine bırakılmıştır. Ki, yaşantımızdaki sorumlu olduğumuz yanı burasıdır, tercihler bizim sorumluluğumuzdur.

Hz. Allah, kainatta yaşanılan hayra ve şerre dair ne varsa, hepsini var edendir. Haram ile helale dair her şeyin varlığı,
O 'nun tertibi, taktiri ve tanzimidir.. İmtihana dair soruyu, cevabını da yaratan Hz. Allah 'tır.

Kişi hangi hal ve ahval içerisinde ise, tercihleri de o yönde olur. Haramdan medet uman, haram yoldan kazanmayı tercih eden bir kimsenin, helalden nasibi olmadığı gibi, helalden kazanmayı tercih edenlerin de haramdan korunduğu bir gerçektir.

Özet olarak biz kullar, tercihlerimizden sorumluyuz. Yine biz kullar, başkalarına değil, karşımızdakilerin hata ve kusurlarına değil, kendimize bakmakla sorumluyuz. Bir başkasında hata ve kusur gören kimse, kendisini ihmal ediyor demektir. Hiç bir beşer, kusursuz değildir.

Mükemmel olarak yaratılmış tek insan, Hz. Muhammed Mustafa s.t.a.v efendimizdir. Bu mükemmelliğin ötesinde yaratılmış başkaca hiç bir beşer yoktur.

Bu bilinç oluştuğunda, karşımızdaki insanlarda noksanlık, hata kusur aramak yerine, bakışlarımızı sadece kendimize çevirmemiz gerekmektedir. Bizi bizden soracaklar, bir başkasından değil..
 

omer_ömer

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
100
Tepkime puanı
5
Peygamberimiz efendimiz Hz. Muhammed Mustafa s.t.a.v efendimiz buyuruyorlar ki;

''Yedi kemik üzere secde etmekle emrolundum''..!

Bu ifade şu şekilde açıklanmıştır; İkisi ayak uçları, parmaklar, ikisi dizler, ikisi eller, alın ve burun birlikte, toplamı yedi kemik eder.

Bu ifadenin dışında kalan secdeler, geçerli olmaz, noksandır.. Secdede iken bir ayağın yerden kesilmesi, alının tek olarak secdeye gelmesi, burunun secdeye dokunmaması, namazın iade edilmesini gerektirir. Namaz farzdır, rükünleri da aynı şekilde farzdır.

Secde edilen yerin, hissedilecek şekilde sert olması gerekmektedir. Yumuşak, sertliği hissedilemeyen yere secde edilmez.

Namaz borcunun olmamasına dikkat etmek gerekir. Namaz borcu olan kişiler, nafile namazları, teheccüt, evvabin, kuşluk, ve duha namazı kılamazlar. Öncelikli olarak borcun ödenmesi, iadesi gerekir ki, nafile ibadetlere kapı açılsın.

Namaz borcu olan kişilerin, teheccüt namazı vaktinde kalkıp, kaza namazı kılmaları, hem kıldıkları kaza namazından sakıt olmalarına, hem de teheccüt namazının sevabından istifade etmelerine vesiledir. Bu manada gece namazının önemi oldukça büyüktür.

Yatsı namazı sonrasında kılınan vitir namazı da aslında gece namazıdır. Namaz borcu olmayan kimselerin, teheccüt namazı vaktinde kalkıp iki rekat teheccüt namazı kıldıktan sonra, ardından vitir namazı kılmaları tavsiye edilir.

Teheccüt namazını kılmaya kaç rekattan başlanmışsa, aynı tertip ve düzende devam edilmesi gerekir. Başlangıçta sekiz veya daha fazla rekatta kılmak, sonrasında zorlanıldığı veya yaşlılık nedeniyle düşürmek, pek uygun görülmemektedir. Bu sebepledir ki, hastalık, yaşlılık gibi sebepler de göz önünde bulundurularak, başlanıldığı tertip ve düzende devamı öğüt verilir.

''İbadetin az, ancak devamlı olanı makbuldür''...! Bu düsturu unutmamak gerekir..
 

omer_ömer

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
100
Tepkime puanı
5
Hz. Allah Hac sûresi 47. ayette buyuruyor ki;

Onlar senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar. Allah vaadinden asla dönmez. Muhakkak ki, ''Rabbinin nezdinde bir gün, sizin saymakta olduğunuz şekliyle bin yıl gibidir''.

Bu ayeti kerime gösteriyor ki, dünya hayatı, ahiret hayatı yanında bir andan daha kısadır. Şöyle düşünelim;

Bir yanımızda dünya hayatında insanoğlu için taktir edilen, altmış, yetmiş, seksen ve daha fazlası bir yıl..!

Diğer yanımızda, başlangıcı ve sonu belli olmayan ebedi bir hayat..!

Sonsuzluğun üzerine, insan hayatı için bahşedilen ve en uzun süre olarak adlandırılan yüz yılı koyduğumuz zaman, bir nokta bile etmediğini görürüz. İşte bağlanıp, çok değer verdiğimiz dünya hayatının kısacık açıklaması.. Birkaç saniyelik bir dünya hayatı, ahiretin, ebedi hayatın önüne geçmeye yetiyor.

Ankebut suresi 14. ayette Hz. Allah buyuruyor ki;

Andolsun ki biz, Nuh'u kendi kavmine gönderdik de, o bin yıldan elli yıl eksik bir süre onların arasında kaldı. Sonunda onlar zulümlerini sürdürürken tufan kendilerini yakalayıverdi..

Nuh a.s 'a verilen bin yıllık bir ömür, günümüz insanlığına verilen yüz yıl, onda biri, yüzde onu..!

Şöyle bir kıssa anlatılır;

Zamanın padişahı ahaliyi toplamış bir şeyler anlatacak. Bütün mekan dolu ve en önde ileri gelenlerin oturacağı bir bölüm ayrılmış. Zamanın veziri için ayrılmış olan bir sandalyeyi boş gören Bektaşi, gelmiş sandalyeye oturmuş. Kısa bir süre sonra vezir gelmiş ve kendisine sormuş;

- Sen de kimsin.?
- ''Hiçim''..! demiş.. Vezir,
- O da ne demek.? Diye sorduğunda, Bektaşi de ona sormuş;
- Peki ya sen kimsin.? Adam;
- Ben vezirim.. demiş.. Bektaşi yine kendisine sormuş;
- Anladım vezirsin, peki daha daha ne olursun.? Vezir,
- Olsam olsam baş vezir olurum.. demiş. Bektaşi yine sormuş,
- Peki ya sonra.? Vezir;
- Olmaz ya, belki padişah olurum.. Bektaşi yine sormuş,
- Peki ya sonra.? Vezir cevap vermiş,
- Hiç ..! Bektaşi..
- İşte ben o hiçim demiş..!

Kıssadan hisse, Hz. Allah 'ın varlığı karşısında insanın kendi hiçliğini bilmesi, Allah 'a karşı kulluğunun, acziyetinin, muhtaçlığının farkında olduğunun diğer bir ifade şeklidir.

Kul, Hz. Allah 'ın varlığı karşısında yok olacak ki, kendisi varlıktan kurtulsun. İki var bir arada bulunmaz denilmiştir. Kul, kulluğunu, Allah 'a karşı hiçliğini idrak edecek kadar donanımlıdır. Hal böyle olduğunda ise, Hz. Allah 'ı bilmeye bir adım daha yaklaşmış olur.

Ne dünyaya gelişimizde bir dahlimiz oldu, ne de ahirete gideceğimiz zamanda bir dahlimiz olacak. Ayet'i kerimede şöyle buyruluyor;

''Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geriye atabilirler, ne de bir an ileriye alabilirler''. (A'raf sûresi 34)

Bu kadar belirlenmiş, bu kadar sınırlanmış bir hayat bizleri aldatmaya yetiyor. Varlık Hz. Allah 'ın zatına mahsustur, baki olan yalnızca Zatı 'dır, gayrısı yok mesabesindedir. Yani ''hiç'' 'tir..!
 
Üst Alt