İslam ahlakı ve iffet

vaveyla

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
26 Şubat 2011
Mesajlar
503
Tepkime puanı
10
Evet; duruluğu, paklığı, saflığı temsil eden iffet… Eskilerde namusluyum naraları atan erlerin hanımlarının-kızlarının büründüğü beyaz bir elbise. Namus kavramının libasla sembolleştirilmiş hali. Evet, mü'min bir erkekte bulunması gerektiğinin yanı sıra, en çok mü'mine bir hatuna yakışan erdemli bir hal… Nazif bir duruş… Vakar, heybet, ar, vs… İçinde barındırdığı o kadar güzel çağrışımları var ki iffet kavramının…

İş böyleyken demek ki, İffet ve namus elbisesiydi insanı güvenilir ve güvende kılan. İffetsiz bir erkeğin yanında ( baba, abi, dayı gibi yakınlar dahi olsa) ne kadar rahat durabilirdi bir bayan? Veya iffetsiz bir bayanın yapamayacağı bir kötülük var mıdır sizce? Günümüzde bunun örnekleri sınırsız bir şekilde mevcut. Uzaklara bakmamıza gerek yok. Hemen her insanın yakınında maalesef ki, güven duymadığı birileri var. Çünkü islami emir ve yasaklar yaşam tarzımızdan ne denli uzak olursa hayatımızda o nispette sıkıcı hale gelir. Ve hatta çekilmez bir hal alır. Bu sebeple namus kelimesini mana itibariyle çözememiş ve hayatına tatbik edememiş insanlardan hayasızlıktan başka bir fiilin sadır olması beklenemez. İşin üzücü tarafı ise yapılan bunca iffetsizliğin muasır medeniyet adıyla etiketlenip, hayasızlığı bir yaşam biçimi olarak sunması modern dünyanın… Yani iffetsiz olanın medeni, iffetini koruyup, muhafaza edenin ise çağ dışı olarak gençliğe ve dahi yaşlılara empoze edilmeye çalışılması…

Merhum Mehmet Akif Ersoy’unda dizelerinde geçtiği gibi “ Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” . Evet, yapılan ahlaksızlıklar, namussuzluklar medeniyet maskesi altında sürülüyor piyasaya. Gerçek medeniyetin İslami yaşamda olduğunu bilmeyen insanımız ise maalesef çağın dayatmaya çalıştığı hedonizmin (zevkperest) peşine takılıyor bilinçsizce. Ve bu yaklaşım onları alabildiğince uzaklaştırıyor asıl medeniyetten. İffetin bulunduğu bir insan, bakmaması gereken sahnelere ve noktalara bakabilir mi? Veya milyonlarca insanın karşısında (eşi dahi olsa) olmaması gereken yaklaşımlarda bulunan bir insan, var oluşunda kendisine verilmiş olan iffetten zerre miktarı taşıyor mudur hâlâ? Sayılabilecek örnekler o kadar çok ki! İslami kıstasları hayatında uygulayan bir insan, iffet bayrağını da üzerinde taşıyordur haliyle. Bu ölçüde kişi, insani değerlerinin farkına varır. Ve olması gerektiği gibi yaşar. Yani, kendi fıtratını ve insani konumunu korur. İnsanlık çizgisinde durmayı başarır. Çünkü her bir mahlûku farklı hikmetlerle yaratmış olan Rabbimiz hayvanlara vermemiştir; gizlilik, özellik, gibi birbirinin hakkına el sürmeme özelliğini. İnsanoğlu münhasırdır bu tutum ve davranışla yaşama emrine. Ve bunu başarabildiği müddetçe insandır. Demek oluyor ki, her varlık insan değildir. Yani “İnsanım” iddiasında bulunan her canlı yaşam tarzıyla; ya kendini yalanlamaktadır, ya da kendi iddiasına tezat bir şekilde yaşamaktadır... İnsanlıktan nasibini almamış o kadar canlı var ki insan kılığında! Bunu anlatırken ne yazık ki biz de onlara insan kelimesini kullanmaktan hayâ ediyoruz. Çünkü Rabbim bu konuda şöyle buyurmaktadır:

“Ben, insanları ve cinleri, ancak bana ibadet ( kulluk) etsinler diye yarattım.” (zariyat-56)

Hal böyleyken Rabbini tanımayan ve ona kul olma bilinci taşımayan bir insan nasıl olur da, insanım iddiasında bulunabilir? Rabbim insan derken yanında kulluk kelimesini kullanıyor. Yani insan+kulluk=ilahi rıza… Kısacası âbid (ibadet eden) olmayan ebid (vahşi) olur. Ölçü bu. Bunun ötesi safsatadan başka bir şey değildir. En nihayetinde Rabbul âlemin insan denen o aciz varlığı yarattığında kulluk misyonunu hayatının merkezine yerleştirecek donanımda halk etmişti. Kendinde bulunan bu üslerin farkındalığını kavrayıp anlayamayan bir canlı, ne derece kendinden haberdardır ve hayata baktığı pencere ne kadar aydınlıktır? İşte bu farkındalık kişiyi olgunluğa eriştirir. İffet de kişinin farkına varması gereken özelliklerinden biridir. Bunu Hz. Havva ve Hz. Âdem kıssasından anlıyoruz. Şöyle ki; Hz. Havva ve Hz. Âdem yaratıldıkları ve daha ilahi emirlere muhatap kılınmadıkları dönemde yasak meyveyi yedikleri an avret mahalleri açılınca utanıp koşmaya başladılar. Öyle utandılar ki, cennette koşarken ilk gördükleri ağacın yapraklarını koparıp üzerlerine yapıştırdılar. Bu merhalede henüz örtünün insan için gerekli olduğunu bilmiyorlardı. Buna rağmen örtünme gereksinimi hissettiler. Ve acilen bunu yapma girişiminde bulundular. Bu, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Demek ki, insan var oluşundan beri örtünme ihtiyacı hissetmektedir. Bu, ilahi emir olma gerekliliğin yanı sıra, bir ihtiyaçtır. Ve hayâ mefhumunun tarihinin cennete dayandığını da bize bu olay hatırlatmış oluyor. Fakat günümüz insanı bunun ne kadar bilincindedir. Mevcut yaşayış tarzı bu olayın neresindedir? Modern çağın gençler üzerinde bulunan baskın çağdaşlık dayatması belli ki, bu bilinci yok etme niyetindedir. Ve zaten şu da inkâr edilemeyecek bir gerçektir ki, utanmayan, sıkılmayan bir insanın yapamayacağı bir şey yoktur. Yani iffet kavramı beyinlerden silindiği zaman kişi dilediğini fütursuzca yapabilmektedir. Onu engelleyen başka ne kalır ki!? Çünkü Peygamberimiz (s.a.v) buyurduğu gibi; haya imandandır. Dolayısıyla haya olmayan insanda iman sorunu, iman olmayan insanda da haya sorunu vardır. “Hayasız insan eşittir imansız insan”da diyebiliriz zımnen…

Gençlere bu tür yaşam tarzını empoze etmeye çalışan faili aşikar veya meçhullerin de niyetleri bu değil midir? Önce utanma duygusunu alıp, sonra o masum çehreleri istedikleri noktalarda kullanmak, yönlendirmek. Onlar üzerinden kendilerine gelecek inşa etmek…. Üzülerek söylüyoruz ki, bizim bilinçsiz insanımız da bu sele kapılıp gidiyor. Yanlışlıklar girdabında boğulup kalıyor. Ve sonuç olarak çürümüş bir ömür ve onun çürük meyveleri kalıyor geriye. Tabii o meyvelerin de talipleri çıkıyor. Çoğu zaman şahit olmuşuzdur, utanma duygusundan yoksun anne ve onunla aynı yapıda olan kızı veya oğlu. Nesilden nesile uzayıp gidiyor bu silsile. Miras olarak bırakılanlara bak hele: Bir tarafta “Bir baba, çocuğuna güzel ahlaktan daha üstün bir miras bırakamaz.” (Said ibnu’l As) diye buyuran bir önder ve onun takipçileri; Diğer tarafta ahlaksızlığı miras olarak evlatlarına bırakanlar. Gör, bak aradaki farka! Gör ki, farklılıkların farkına var!.. sonra safını iyi seç ve nasıl bir nesil için köprü olacağının kararını ver. Unutma; Müslüman dayatılan kriterlere göre değil, Rabbinin kendisine emrettiği kriterlere göre yaşayandır. Bedeli ne olursa olsun.
 
Üst Alt