İnsanlığın ve Dünyanın Durumu -1

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81
İnsanlığın ve Dünyanın Durumu -Bölüm1
Kâinatın Efendisine risâlet vazifesi verilmeden önce, insanlığın ve dünyanın manevî çehresini tanımak ve bilmekte fayda vardır. Ancak o zaman Resûlullah'ın insanlığı nasıl dinî, ruhî, fikrî, içtimaî ve siyasî bir karanlık ve sapıklık içinden kısa zamanda çekip çıkardığını anlayabiliriz!

Milâdî altıncı asır sonları...

Bu zaman, insanlık âleminin üzerine küfür, dalâlet ve ahlâksızlık kâbusunun olanca kesafetiyle çöktüğü ve onu boğmaya var gücüyle çalıştığı bir asırdır. O gün için dünya üzerinde göze çarpan mühim devletler şunlardır:

Bizans, İran, Mısır, Hindistan, İskenderiye, Mezopotamya, Çin v.s.

Bütün bu devletlerde;

A) Doğru Bir İnanç Sistemi Mevcut Değildi

İnançsızlığın veya yanlış inancın ruh ve vicdan ızdırabı içinde kıvranan zamanın insanları, âdeta çılgına dönmüşler, ne yaptıklarını bilmeyen azgınlar durumuna gelmişlerdi.

Kâinatın Yaratıcısı Yüce Allah'a îman ve ibâdet yerine, kâinatta cereyan eden hâdiselere ve Yüce Kudret'in eseri olan eşyaya tapılmakta idi. Yıldızlara, ateşe, kupkuru ve ruhsuz taş ve tahtalara zavallı insanlık "İlâh!" diye secde ediyordu.

Ruh ve vicdanlar, tek Allah'a îmandan mahrum karanlıklara gömülü bulunduklarından "Her şey, İlâhî Kudret'in eseridir."

denilmiyor ve dolayısıyla devrin insanları tarafından, kâinat, mânâsız, abes ve gayesiz mütalâa ediliyordu! îman, irfan ve basiretten mahrum bu zavallılar, bir harfin, bir kelimenin, bir kitabın müellifsiz vücud bulmayacağını biliyorlardı da, içinde bin bir türlü esrar ve hikmeti muhafaza eden Kâinat Kitabını sahipsiz ve mânâsız kabul edecek kadar düşünceden mahrum bir perişanlık içinde kıvranıp duruyorlardı.

Bu içler acısı vaziyetiyle bütün dünyanın, tevhid inancını, Allah'ın varlık ve birliğine inanmayı insanlığa takdim edecek, gönülleri şirk, küfür ve dalâlet kirinden temizleyecek bir peygambere ihtiyacı vardı ve onu bekliyordu!

B) İnsanlar, Sınıflara Ayrılmışlardı

İlâhî ölçüden mahrum insanlık, zengin fakir, kuvvetli zayıf, avam havas, efendi köle diye birçok sınıfa ayrılmış durumda bulunuyordu. Zengin ile fakir, halk ile devlet ricali arasında korkunç bir kopukluk ve uçurum vardı!

Sınıflar arası hava oldukça gergindi. Üst tabakadakilerin zulüm ve tahakkümü sebebiyle alt sınıflar her an patlamaya hazır bir barut fıçısını andırıyordu. Misâl olsun diye o günkü İran'ın durumuna beraberce bir göz atalım: "Birçok ibtidaî kavimde olduğu gibi, İranlılar da birbirinden tamamen ayrılmış ve ilk üçü en aşağı tabakada olan, dördüncüsünden bütünüyle kopmuş dört sınıfa [kasta] ayrılmıştı. En yüksek olan üç sınıf, münhasıran Magi Kabilesinden alınan ve bu itibarla Magiped veya Möbed denilen râhibler ve hâkimler, cengâverler ve resmî memurlardı. Rençber ve san'at sahiplerinden mürekkep kısım da dördüncü sınıfı teşkil ediyordu. Sözde halk denilen zümre ise, hür şehirlerden ve toprağa bağlı esir ve kölelerden [serflerden] mürekkepti ve bu sonuncuların vazifeleri, hiçbir mükâfat ve ücret karşılığı olmaksızın tarlalarda veya orduda çalışmaktı. Bunlar tamamıyla kendi hâllerine terkedilmiş, aşılmaz manialarla ayrılmış oldukları—mal ve mülkünden şerbetçe faydalanan—Dehkanlığa, yâni şehirliliğe bile yükselmeyi ümit edemezlerdi."150

Doğu Roma İmparatorluğunun hâli daha da acıklı ve ibretli idi: "Halk, kendiliğinden birçok talî sınıfa ayrılmıştı. Bunlar: 1) Ne orduya alınan ve ne de herhangi bir çeşit ticarete girişebilen toprak sahiplerinden mürekkep Curule [Kürül] denilen sınıf, 2) İran'daki benzerleri gibi, toprak sahibi olmayan, nüfus vergisi veren, babadan oğula intikal eden muhtelif loncalara bağlı Haraç güzar [vergi veren] halk, 3) Askerî sınıftı. Bu konu üzerinde bir yazarın dediği gibi, 'toprağı eken çiftçiler, saray halkını doyuran ve giydiren birer âletten başka bir şey değildi.""51

Orta Doğunun hatırı sayılır bir tarihçisi olan Finlay, Doğu Roma'nın [Bizans'ın] o zamanki perişan durumunu, bakınız, nasıl hülâsa eder: "Jüstinyen'in ölümü (528565) ile Muhammed'in (s.a.v.) doğumu arasında geçen zaman zarfında olduğu gibi, belki tarihin hiçbir devrinde ahlâkı bu dereceye kadar bozulmuş bir cemiyet ve o cemiyette Yunanlılar ve Romalılar kadar irade ve faziletten mahrum milletler görülmüş değildir."152

Avrupa'da halk, aristokratların, şövalyelerin, kilise adamlarının zâlim elinde, kralların, barbarların şefkatsiz pençeleri arasında ruhsuz bir eşyadan, dilsiz bir hayvandan farksızdır. İstenildiği zaman alınır, arzu edildiği zaman da satılırlardı. İtiraza hiçbir hakları yoktu. Satılanlar köle durumuna girerdi. Köle olmasa bile, efendisinin dizi dibinden ayrılma güç ve kuvvetinin sahibi bulunmayan birer hizmetçi olurlardı. Hiç kimse, efendisini beğenmemek hakkına sahip olmadığı gibi, efendisini seçmek yetkisine de mâlik değildi. Sâdece şu vardı: Bazı barbar memleketlerde, hizmetçi, ilk efendisine muayyen bir kurtuluş akçesi vermek suretiyle bir başka kapıya kendisini atabiliyordu. Bu, onlar için haliyle büyük bir lütuftu!

Hülâsa, Arabistan Yarımadasının dışındaki diğer bütün devletlerde de, insanlar birbirlerine kinle, nefretle, vahşetle bakan sınıflara ayrılmışlardı!

Bu perişan durumda bulunan dünyanın, insanın yeryüzünde Allah'ın en kıymetli mahlûku olduğunu, insanların tek babadan geldiklerini ve dolayısıyla bir tarağın dişleri gibi hepsinin belli haklara aynı nisbette sahip olma hürriyetini doğuştan beraberinde getirdiğini ilân edecek, insanlar arasındaki kin, nefret ve düşmanlığı sevgiye, saygıya ve dostluğa döndürecek büyük bir peygambere ihtiyacı vardı! Hâl diliyle, âdeta bu büyük peygamberin bir an evvel gelmesi için yalvarıyor, yakarıyordu!

C) Kölelik, Bir Müessese Olarak Mevcuttu

İnsan, mükerrem ve muhteremdir. Bunu takdir edebilmek ise, ancak gerçek bir îman sayesinde mümkündür.

Gönülleri bu îmanın şerefinden mahrum bulunan o devrin insanları, elbete, insana hürmetin, insanın yeryüzünde en mükerrem varlık olduğunun şuurundan uzak bulunacaklardı ve hemcinslerini parayla alıp satabilecek kadar vahşîleşeceklerdi.

"Köle" diye adlandırılan zavallı insanlar, pazarlarda basit bir mal alıp satmak gibi, açık artırmayla satılıyordu! Efendi, kölesine her türlü hakareti, zulmü yapma ve her türlü işte çalıştırma yetkisine eksiksiz sahipti!

Bu derin vahşete ve kadirbilmezliğe son verecek birine, insanlık âleminin şiddetle ihtiyacı vardı. Bir güneş gibi şefkat ışığını hiç kimseden esirgemeyecek bir rehbere insanlık muhtaçtı.

Devamı Bölüm -2
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt