- Katılım
- 22 Şubat 2011
- Mesajlar
- 983
- Tepkime puanı
- 16
İnancın Başarımızdaki Gizemli Derinliği
İnancın insanın elde edeceği sonuçlardaki etkisi çok büyüktür. Hiç kimse bir
yolda güçlü inançlarla yürüyen insandan daha fazla yol alamaz. İnanç,
insanları bunalıma sürükleyen Batılı kişisel gelişimcilerin önerdiği gibi
insanda yaratma kudreti iddia eden inanç değildir. Önerdiğim inanç, Hz.
İbrahim'i (a.s.) yakacak olan ateşi bir damla suyla söndürmeye giden
karıncanın kalbindekine benzer inançtır. Köy okulumuz mahallemizin epeyce
uzağındaydı. Karın, yağmurun, çamurun üzerinden, hendeklerden, uçurumlardan,
ormanlardan, dereden, köprüden geçerek okulumuza gider gelirdik. Yağmur
yağınca sınıfımıza su birikir; rüzgâr esince, üşürdük. Ortaokul bitti ve
ailemden daha fazla okuyamayacağımı öğrendim. Tarlalarda mısır, fasulye,
patates yetiştirecektim, ahırda inek besleyecektim. Aylar geçiyor, bu
şekilde yaşamaya alışamıyordum. Çöplerden topladığım kullanılmış kitapları,
defterleri yatağımın başucuna yığmıştım. Yalnız kaldığım evin alt katında
ineklerimiz, tavanında kocaman fareler yaşıyordu. Gece geç saatlere kadar
şiirler yazıyor, ağlıyor, üzülüyor, bu hapishane gibi hayattan kurtuluş için
bir yol gözlüyordum. Bir gece aniden kalbimde bir fikir doğdu: Bu köyden
okuyarak kurtulamayacaksam, acaba yazar olabilir miyim? Ertesi gün heyecanla
okul müdürümüze koştum, fikrimi danıştım. Önce şaşırdı, biraz düşündü ve
ümidimi beslemeye karar verdi: "Tabii ki evladım, filan dünyaca meşhur
yazarımız ortaokul mezunudur. Fransa cumhurbaşkanı en son onun kitabını
okumuş." Bu cevap yeterliydi. Heyecandan diğer cümlelerini duyamadım.
Hemen köyümüzün bakkalı rahmetli Haydar Amca'ya koşup kalınca bir defter
aldım ve ilk kitabımı yazmaya başladım. Rahmetli babamın yılları yurt
dışında geçtiği için bildiğim gurbetçi ailelerin dramını konu edinen bir
romandı yazdığım. Bedenim mısır tarlalarında çalışıyor, zihnim romanımın
sahnelerini kurguluyordu. Öğlen aralarında veya geceleri odama kapanıp,
kurguladığım sahneleri kaleme alıyordum. Ortaokuldaki tek zayıf dersim
"güzel konuşma yazma" olduğu halde yazmaya cüret etmiştim. Yazdıkça güvenim
ve inancım beslendi, okuyabileceğime dair bir ümit doğdu kalbime. Bunu
yapabiliyorsam, ötekileri de yapabilecek olmalıydım. Her günün sabahına,
acaba bugün bir haber gelecek mi ümidiyle çıkıyordum. Romanın yazımı bitti
ve ansızın değişim başladı. Birileri parasız yatılı sınavına girmem için
gereken ayarlamaları yapmış. Bir günde ailem ikna edilmiş. Köyden ayrılış
maceram böylece başladı.Şimdi geçmişime bakıyorum, çocukluğumda neye dua
etmişsem, neyin ümidini beslemişsem, birer ikişer karşıma çıkıyor. Sonuç
için inanmak önemli İnancın insanın elde edeceği sonuçlardaki etkisi çok
büyüktür. Hiç kimse bir yolda güçlü inançlarla yürüyen insandan daha fazla
yol alamaz. Hiçbir asker ölmekten korkmayan asker kadar korkutucu savaşamaz.
Istıraplı çocukluğum nedeniyle ilk anda olumsuz ihtimalleri düşünmeye
alışkınım. Bir hedefe yöneleceğim zaman önce kaybetme ihtimalini dikkate
alıyorum. Bu benim zaafım. Karar aşamasında her ihtimali incelemek gerekir
elbette; ama harekete geçtikten sonra "acaba" sorgulaması yapmaktan daha
tökezletici bir neden görmedim. Buna karşılık olumsuzluklarla fazla
yüzleşmemiş birçok insanın değişim macerasına tanıklık ettim. Hatta bazı
maceraların vesilelerinden olduğumu bile söyleyebilirim. Bazı insanları
inanmadığım halde bir şeyleri başarabileceklerine inandırmaya çalışmamın
sonuçlarına defalarca tanıklık ettim. Bir dostumu siyasette çok başarılı
olabileceğine ikna ettim ve günün birinde karşıma milletvekili olarak çıktı.
Bir genci yazarlığa, hatipliğe, çeşitli organizasyonlara davet ederken,
potansiyeline dikkat çektim. Günün birinde yazılarıyla, konuşmalarıyla beni
de aşan noktalara yükseldiğine tanıklık ettim. Dostlarım hoş
karşılamayabilir diye isim vermiyorum; durum bu.
Benim de hayattaki ilerleyişim böylesi yüreklendirmelerin, inandırmaların
karşılığıdır. Birçok yeteneğim inancımın eleştirilerle sarsılması yüzünden
çöktü ve birçok yeteneğim de takdirlerin beslediği inancımla gelişti.
İnanırsanız zirveye çıkarsınız Çok ilginç bir durum: Yüreği saf, ama
başarının bedelini ödemeye hazır bir insanı bir şeyleri başarabileceğine
inandırabilirseniz, günün birinde zirvelere tırmanmış olarak karşınıza
çıkıyor. İnsan muhteşem bir potansiyelle yaratılmıştır. Hepimiz az çok
sınırlarımızı biliriz. Bedensel ve zihinsel sınırlarımızın neler olabileceği
bellidir. Belirgin bir sınırımız yoksa hemen hepimiz az çok tüm dâhilerin
geliştirdiği yetenekleri açığa çıkarabilme potansiyelini içimizde
barındırıyoruz. Beynimizde yüz milyar nöron var. Herkesin zekâsı düşünmeyle,
yetenekleri egzersizle gelişiyor. Sistemli, ısrarlı, içten çalışmanın
kaçınılmaz sonucu gelişmedir. Hayattaki en büyük engelimiz içimizdeki
frenlerdir. Allah bizi sonsuzluğu, başarıyı, bilimi, sanatı, imanı, ahlakı,
ahireti yanarcasına arzulayan bir gönülle dünyaya gönderdi. Zaten
hayatımızın ilk üç yılında gösterdiğimiz amansız azim, Yaradan'ın bizden
nasıl bir gelişim beklediğinin en iyi göstergesidir. Allah zulmedenleri, dua
yerine beddua alanları, bencilleri, kibirlileri, tembelleri tanıdığı müddet
dolunca durdurur, tökezletir, çökertir. Fakat kural olarak ve genellikle,
güven ve erdem içerisinde ilerleyen insana kaderden yıkıcı bir taş
atılmaz, sadece
hızlandırıcı kamçılar vurulabilir. Bu yüzden, çakılıp kalan insan "kaderim
kötü" demek yerine, içinden kendini nasıl ve neden frenlediğine bakmalıdır.
İnançlar ilişkilere yansıyor Türkiye'de başbakanlık yapmış bazı isimlerin
özgeçmişlerini inceledim. Şaşırtıcı biçimde hepsi de çocukluklarında
başbakan veya önemli bir devlet adamı olacaklarına dair bir inanç
geliştirmişler. Bu inanç kalplerinde bir ümit ışığı halinde yanmış ve
hayatları ilerledikçe bu ümitlerini besleyecek eylemlere, ilişkilere
sürüklenmişler. İki hikâyeye dikkatinizi çekeceğim: Sevimli bir çocuk
rüyasında güneşin, ayın ve on bir yıldızın, etrafında dönerek kendisine
secde ettiğini gördü. Rüyasının heyecanına kapıldı ve hayallerini aramaya
başladı. Gün geldi, kıskanç kardeşleri tarafından ölsün veya kaybolsun diye
kuyuya atıldı. Esir düştü ve satıldı. Hayatının uzun yılları zindanlarda
geçti. Gün geldi, büyük bir saltanatın başına geçti. İnsanların kurtuluşuna
vesile oldu. Adı insanlık tarihine geçti: O zindanlarda bile rüyasındaki
ümit ve inanç ışığıyla kalbini aydınlatan Hz. Yusuf'tu (a.s.).
Genç, azimli, çalışkan, ahlaklı ve yiğit bir delikanlı ilme ve âlimlere
hayranlık duyardı. Bir gece Şeyh Edebali'nin misafiri oldu. Rüyasında,
Edebali'nin koynundan çıkan bir ayın kendi koynuna girdiğini, göğsünden
büyük bir çınarın yeşerdiğini gördü. Çınar büyüdü, dalları gökleri, kökleri
dünyayı kuşattı. İnsanlar o ağacın gölgesinde toplandılar. Genç, rüyasının
heyecanıyla ideallerine adandı, ümidine inandı, bir devlet kurdu ve kurduğu
devlet altı asır boyunca dünyaya hükmetti. O genç Osman Bey'di. Hayat bir
kader planıdır. Kaderi planlayan ve yaratan ve bizimle ilgili geleceğin
yaradılışında, dualarımızı, ümitlerimizi, inançlarımızı, beklentilerimizi
hesaba katan bir Allah'ın eserleriyiz. Bir şeye inanmak o şeyi yapmak
değildir elbette ama inanç ciddiyet, samimiyet, gerçekten isteme, güvenme
göstergesidir. Kendinden korkana sorumluluk yükleyemezler. Ümitsiz olanı
lider seçemezler. Yaradan'a güvensizlik hisseden de kaderden desteğe
liyakatini yitirir. İmanımızdan doğan ümit, Allah'a bakar. Anlatmaya
çalıştığım inanç, insanları bunalıma sürükleyen Batılı kişisel
gelişimcilerin önerdiği gibi insanda yaratma kudreti iddia eden inanç değil.
Kimseye, yumruğunu sıkarak, "benim içimde bir dev var, her şeyi
başarabilirim, dilediğim her şeyi yapabilirim" gibi bir herze savurmasını
önermiyorum. Önerdiğim inanç, Hz. İbrahim'i (a.s.) yakacak olan ateşi bir
damla suyla söndürmeye giden karıncanın kalbindekine benzer inançtır.
Birazcık aklı olan bilir ki Allah'ın kolaylaştırdığı kolay, zorlaştırdığı
zordur. Allah mümkün kılmazsa, gözlerimizi kırpmak bile imkânsızdır. Peki,
karınca o ateşi söndürebilir mi? Allah dilemezse galaksiler büyüklüğünde
okyanuslar gelse o ateş söndürülemez. Biliyoruz ki ilahî takdirle yumuşacık
su donunca demiri parçalayabiliyor. İncecik bitki kökleri taşları
delebiliyor. Bırakalım büyük işleri yaratmayı, bir buğday tanesini, hatta
tek bir kuantum alanını bile yaratacak güce sahip değiliz. Fakat imanımızdan
doğan ümidimiz Allah'a bakar. Öyle ilginç bir durum ki, Allah'a inanmayan
bile inançla hareket ederse büyük sonuçlar alabiliyor. İnsanoğlu evrendeki
en benzersiz canlıdır. Her hayvan türü az çok birbirinin kopyasıdır. Tüm
Ankara tavşanları aynı sayılır. Oysa iki insan arasında, akreple galaksiler
arasındaki fark büyüklüğünde mesafeler olabilir. Bu insanın manevî ve ruhanî
derinliğinden, insana sunulan potansiyelin enginliğinden, insanın, Kur'an-ı
Kerim'in ifadesiyle en yüksek donanımda yaratılmış olmasından kaynaklanıyor.
İnsanın bu potansiyelini açığa çıkarması, ancak inançla, sabırla, azimle ve
güvenle çalışmasına, bir karınca gibi, her hâl ve şartta kendi
sorumluluğunun gereğini yerine getirmeye çırpınmasına bağlıdır. Başarı için
inancın püf noktaları Doğmuşsanız uçağınız havalanmıştır. Eninde sonunda
toprağa döneceksiniz. Öyleyse çakılmadan gökte güzel izler bırakarak uçmanın
yollarını aramalısınız. Bu yolda Ruhsal Zekâ'da getirdiğim birinci önerim,
inancınızı güçlendirmeniz, içinizdeki frenlerle öncelikle baş etmenizdir.
Kitaptaki felsefî önerilerden bir kaçını özetle sunmama izin verin:
-- Potansiyelinizin büyüklüğüne inanarak işe başlayın: Başkasının dehasını,
zekâsını, hafızasını kendinizi sınırlamak için bahane etmeyin. Herkes her
yeteneğini çabasının karşılığında almıştır. Allah adildir ve herkese
çabasının karşılığını eninde sonunda dünyada da ahirette de veriyor.
-- Statünüzün mevcut sınırlarına kendinizi mahkûm hissederek, "yapamam,
beceremem" demeyin. Benim gibi bir köylü müsünüz? Ya da fakir, kavgacı,
tembel bir sülaleden mi geliyorsunuz? Geçmişinize soylu demiyorlar mı? Çoban
mısınız? Allah hiç kimsenin başkasının çamuruyla lekelenmesine razı olmaz.
Herkesin değeri bizzat kendi hayatından hesaplanır ve üstünlüğün tek gerçek
kıstası takvadır, ahlaktır, erdemdir. Allah çobanlardan bile peygamberler
seçmiş, imtihanlarla eğitmiş ve sorumluluk yüklemiştir. Kalbinize bakın,
içtenliğinize bakın. İnsan varmaya çalıştığı yere aittir.
-- Kaderin planlamasına güveniniz sağlam olsun. Bir istediğiniz, bir
hedefiniz gerçekleşemiyorsa, bunun sizin yanlışlarınızdan kaynaklanmayan
sebepleri de olabilir. Yeterlilik sahibi herkes milletvekili seçilemez.
Hayatta roller planlanmış ve dağıtılmıştır. Size istediğiniz A değil de
niyetinizi karşılayan B veriliyorsa, inancınız sarsılmasın. Amaç zirveye
çıkmaksa, kaderin bizi hangi yoldan çıkardığının çok önemi yoktur. Ben
istemediğim üniversitede okudum, bir şey kaybetmedim, aksine amacıma daha
çok hizmet etti.
-- Kendi görevinize odaklanın, Allah'ın ne takdir edeceğine değil. "Acaba
başarabilecek miyim?" sorusu inançsızlık üretir, çünkü insanı kendi
görevinden uzaklaştırır. "Acaba sınavı kazanabilecek miyim?" değil;
"Derslerime hakkıyla çalışabiliyor muyum?" "Acaba, ektiğim buğday verimli
başak verecek mi?" değil; "Verimli başak vermesi için üzerime düşeni yaptım
mı?" Buğdayı biz ekeceğiz ama başağı biz yaratmayacağız. En inançlı insan,
göreviyle ilgilenen insandır.
-- Olumsuz telkinlerin canı cehenneme! "Yapamazsın, edemezsin, âlemin
akıllısı sen misin?" derler. Çünkü karamsardırlar, kıskançtırlar,
bezgindirler, başarısızdırlar. Yakınlarında başarılı birisini çekecek
halleri yoktur. Hedeflerimiz ya içimizde kalsın, ya da gerçek liderlere
açalım. Allah'ın bilmesi bile bize yeter. Yapamazsam yapamam, teşebbüs
edemeden, üzerime düşeni yapamadan mı öleyim? Ben yaptıklarımın hesabını
vereceğim, elde edeceğim karşılıkların değil.
-- Kadere karşı taahhüt altına girmeyin. "Şunu yapacağım, bunu başaracağım"
gibi sözler belalı iddialardır. Ben böyle sözlerimin acısını çok çektim.
"Şunu bunu yapmayı çok istiyorum, bu konuda çırpınacağım veya Allah izin
verirse şöyle yapacağım" diyebilirsiniz. Söyleminizde "ben yapacağım"
iddiasında bulunursanız kader belki biraz hava atmanıza ve yapıyor
görünmenize izin verir, sonra da musibetler başınıza balyoz gibi çöker. Şu
yalan söyleyen siyasetçiler sinirlerimi mahvediyor: "Yapacağım, edeceğim"
diyorlar, sanki tanrısal güçleri varmış gibi, sonra da gelip milleti
soluksuz bırakıyorlar. Taahhütlerinizi iddia diliyle yapılandırırsanız kader
sizi yalancı çıkarır ve inancınız sarsılır. Ya inşallah deyin ya da "yapmayı
içtenlikle hedeflediğinizi" söyleyin.
-- İnanın ama haddinize göre de davranın. Bir karınca gibi suyu güvenle
taşımak için kendimizi su püskürten dev yerine koymamız gerekmez.
Mevlana'nın tabiriyle, "Bir ot bir dağın yükünü çekemez." Çalışarak,
düşünerek, kötü huyla çatışarak, "zihinsel, psikolojik ve ahlakî" olarak,
her yönden kendimizi geliştirme yarışı içerisinde olacağız. Bileceğiz ki bu
dünyada iz bırakan her insan bunu bir vücudu, bir beyni, bir kalbi
kullanarak başardı. Tembel, bırakın başarıyı, insanlıktan nasibini bile
kaybeder.
*Dr Muhammed BOZDAĞ
İnancın insanın elde edeceği sonuçlardaki etkisi çok büyüktür. Hiç kimse bir
yolda güçlü inançlarla yürüyen insandan daha fazla yol alamaz. İnanç,
insanları bunalıma sürükleyen Batılı kişisel gelişimcilerin önerdiği gibi
insanda yaratma kudreti iddia eden inanç değildir. Önerdiğim inanç, Hz.
İbrahim'i (a.s.) yakacak olan ateşi bir damla suyla söndürmeye giden
karıncanın kalbindekine benzer inançtır. Köy okulumuz mahallemizin epeyce
uzağındaydı. Karın, yağmurun, çamurun üzerinden, hendeklerden, uçurumlardan,
ormanlardan, dereden, köprüden geçerek okulumuza gider gelirdik. Yağmur
yağınca sınıfımıza su birikir; rüzgâr esince, üşürdük. Ortaokul bitti ve
ailemden daha fazla okuyamayacağımı öğrendim. Tarlalarda mısır, fasulye,
patates yetiştirecektim, ahırda inek besleyecektim. Aylar geçiyor, bu
şekilde yaşamaya alışamıyordum. Çöplerden topladığım kullanılmış kitapları,
defterleri yatağımın başucuna yığmıştım. Yalnız kaldığım evin alt katında
ineklerimiz, tavanında kocaman fareler yaşıyordu. Gece geç saatlere kadar
şiirler yazıyor, ağlıyor, üzülüyor, bu hapishane gibi hayattan kurtuluş için
bir yol gözlüyordum. Bir gece aniden kalbimde bir fikir doğdu: Bu köyden
okuyarak kurtulamayacaksam, acaba yazar olabilir miyim? Ertesi gün heyecanla
okul müdürümüze koştum, fikrimi danıştım. Önce şaşırdı, biraz düşündü ve
ümidimi beslemeye karar verdi: "Tabii ki evladım, filan dünyaca meşhur
yazarımız ortaokul mezunudur. Fransa cumhurbaşkanı en son onun kitabını
okumuş." Bu cevap yeterliydi. Heyecandan diğer cümlelerini duyamadım.
Hemen köyümüzün bakkalı rahmetli Haydar Amca'ya koşup kalınca bir defter
aldım ve ilk kitabımı yazmaya başladım. Rahmetli babamın yılları yurt
dışında geçtiği için bildiğim gurbetçi ailelerin dramını konu edinen bir
romandı yazdığım. Bedenim mısır tarlalarında çalışıyor, zihnim romanımın
sahnelerini kurguluyordu. Öğlen aralarında veya geceleri odama kapanıp,
kurguladığım sahneleri kaleme alıyordum. Ortaokuldaki tek zayıf dersim
"güzel konuşma yazma" olduğu halde yazmaya cüret etmiştim. Yazdıkça güvenim
ve inancım beslendi, okuyabileceğime dair bir ümit doğdu kalbime. Bunu
yapabiliyorsam, ötekileri de yapabilecek olmalıydım. Her günün sabahına,
acaba bugün bir haber gelecek mi ümidiyle çıkıyordum. Romanın yazımı bitti
ve ansızın değişim başladı. Birileri parasız yatılı sınavına girmem için
gereken ayarlamaları yapmış. Bir günde ailem ikna edilmiş. Köyden ayrılış
maceram böylece başladı.Şimdi geçmişime bakıyorum, çocukluğumda neye dua
etmişsem, neyin ümidini beslemişsem, birer ikişer karşıma çıkıyor. Sonuç
için inanmak önemli İnancın insanın elde edeceği sonuçlardaki etkisi çok
büyüktür. Hiç kimse bir yolda güçlü inançlarla yürüyen insandan daha fazla
yol alamaz. Hiçbir asker ölmekten korkmayan asker kadar korkutucu savaşamaz.
Istıraplı çocukluğum nedeniyle ilk anda olumsuz ihtimalleri düşünmeye
alışkınım. Bir hedefe yöneleceğim zaman önce kaybetme ihtimalini dikkate
alıyorum. Bu benim zaafım. Karar aşamasında her ihtimali incelemek gerekir
elbette; ama harekete geçtikten sonra "acaba" sorgulaması yapmaktan daha
tökezletici bir neden görmedim. Buna karşılık olumsuzluklarla fazla
yüzleşmemiş birçok insanın değişim macerasına tanıklık ettim. Hatta bazı
maceraların vesilelerinden olduğumu bile söyleyebilirim. Bazı insanları
inanmadığım halde bir şeyleri başarabileceklerine inandırmaya çalışmamın
sonuçlarına defalarca tanıklık ettim. Bir dostumu siyasette çok başarılı
olabileceğine ikna ettim ve günün birinde karşıma milletvekili olarak çıktı.
Bir genci yazarlığa, hatipliğe, çeşitli organizasyonlara davet ederken,
potansiyeline dikkat çektim. Günün birinde yazılarıyla, konuşmalarıyla beni
de aşan noktalara yükseldiğine tanıklık ettim. Dostlarım hoş
karşılamayabilir diye isim vermiyorum; durum bu.
Benim de hayattaki ilerleyişim böylesi yüreklendirmelerin, inandırmaların
karşılığıdır. Birçok yeteneğim inancımın eleştirilerle sarsılması yüzünden
çöktü ve birçok yeteneğim de takdirlerin beslediği inancımla gelişti.
İnanırsanız zirveye çıkarsınız Çok ilginç bir durum: Yüreği saf, ama
başarının bedelini ödemeye hazır bir insanı bir şeyleri başarabileceğine
inandırabilirseniz, günün birinde zirvelere tırmanmış olarak karşınıza
çıkıyor. İnsan muhteşem bir potansiyelle yaratılmıştır. Hepimiz az çok
sınırlarımızı biliriz. Bedensel ve zihinsel sınırlarımızın neler olabileceği
bellidir. Belirgin bir sınırımız yoksa hemen hepimiz az çok tüm dâhilerin
geliştirdiği yetenekleri açığa çıkarabilme potansiyelini içimizde
barındırıyoruz. Beynimizde yüz milyar nöron var. Herkesin zekâsı düşünmeyle,
yetenekleri egzersizle gelişiyor. Sistemli, ısrarlı, içten çalışmanın
kaçınılmaz sonucu gelişmedir. Hayattaki en büyük engelimiz içimizdeki
frenlerdir. Allah bizi sonsuzluğu, başarıyı, bilimi, sanatı, imanı, ahlakı,
ahireti yanarcasına arzulayan bir gönülle dünyaya gönderdi. Zaten
hayatımızın ilk üç yılında gösterdiğimiz amansız azim, Yaradan'ın bizden
nasıl bir gelişim beklediğinin en iyi göstergesidir. Allah zulmedenleri, dua
yerine beddua alanları, bencilleri, kibirlileri, tembelleri tanıdığı müddet
dolunca durdurur, tökezletir, çökertir. Fakat kural olarak ve genellikle,
güven ve erdem içerisinde ilerleyen insana kaderden yıkıcı bir taş
atılmaz, sadece
hızlandırıcı kamçılar vurulabilir. Bu yüzden, çakılıp kalan insan "kaderim
kötü" demek yerine, içinden kendini nasıl ve neden frenlediğine bakmalıdır.
İnançlar ilişkilere yansıyor Türkiye'de başbakanlık yapmış bazı isimlerin
özgeçmişlerini inceledim. Şaşırtıcı biçimde hepsi de çocukluklarında
başbakan veya önemli bir devlet adamı olacaklarına dair bir inanç
geliştirmişler. Bu inanç kalplerinde bir ümit ışığı halinde yanmış ve
hayatları ilerledikçe bu ümitlerini besleyecek eylemlere, ilişkilere
sürüklenmişler. İki hikâyeye dikkatinizi çekeceğim: Sevimli bir çocuk
rüyasında güneşin, ayın ve on bir yıldızın, etrafında dönerek kendisine
secde ettiğini gördü. Rüyasının heyecanına kapıldı ve hayallerini aramaya
başladı. Gün geldi, kıskanç kardeşleri tarafından ölsün veya kaybolsun diye
kuyuya atıldı. Esir düştü ve satıldı. Hayatının uzun yılları zindanlarda
geçti. Gün geldi, büyük bir saltanatın başına geçti. İnsanların kurtuluşuna
vesile oldu. Adı insanlık tarihine geçti: O zindanlarda bile rüyasındaki
ümit ve inanç ışığıyla kalbini aydınlatan Hz. Yusuf'tu (a.s.).
Genç, azimli, çalışkan, ahlaklı ve yiğit bir delikanlı ilme ve âlimlere
hayranlık duyardı. Bir gece Şeyh Edebali'nin misafiri oldu. Rüyasında,
Edebali'nin koynundan çıkan bir ayın kendi koynuna girdiğini, göğsünden
büyük bir çınarın yeşerdiğini gördü. Çınar büyüdü, dalları gökleri, kökleri
dünyayı kuşattı. İnsanlar o ağacın gölgesinde toplandılar. Genç, rüyasının
heyecanıyla ideallerine adandı, ümidine inandı, bir devlet kurdu ve kurduğu
devlet altı asır boyunca dünyaya hükmetti. O genç Osman Bey'di. Hayat bir
kader planıdır. Kaderi planlayan ve yaratan ve bizimle ilgili geleceğin
yaradılışında, dualarımızı, ümitlerimizi, inançlarımızı, beklentilerimizi
hesaba katan bir Allah'ın eserleriyiz. Bir şeye inanmak o şeyi yapmak
değildir elbette ama inanç ciddiyet, samimiyet, gerçekten isteme, güvenme
göstergesidir. Kendinden korkana sorumluluk yükleyemezler. Ümitsiz olanı
lider seçemezler. Yaradan'a güvensizlik hisseden de kaderden desteğe
liyakatini yitirir. İmanımızdan doğan ümit, Allah'a bakar. Anlatmaya
çalıştığım inanç, insanları bunalıma sürükleyen Batılı kişisel
gelişimcilerin önerdiği gibi insanda yaratma kudreti iddia eden inanç değil.
Kimseye, yumruğunu sıkarak, "benim içimde bir dev var, her şeyi
başarabilirim, dilediğim her şeyi yapabilirim" gibi bir herze savurmasını
önermiyorum. Önerdiğim inanç, Hz. İbrahim'i (a.s.) yakacak olan ateşi bir
damla suyla söndürmeye giden karıncanın kalbindekine benzer inançtır.
Birazcık aklı olan bilir ki Allah'ın kolaylaştırdığı kolay, zorlaştırdığı
zordur. Allah mümkün kılmazsa, gözlerimizi kırpmak bile imkânsızdır. Peki,
karınca o ateşi söndürebilir mi? Allah dilemezse galaksiler büyüklüğünde
okyanuslar gelse o ateş söndürülemez. Biliyoruz ki ilahî takdirle yumuşacık
su donunca demiri parçalayabiliyor. İncecik bitki kökleri taşları
delebiliyor. Bırakalım büyük işleri yaratmayı, bir buğday tanesini, hatta
tek bir kuantum alanını bile yaratacak güce sahip değiliz. Fakat imanımızdan
doğan ümidimiz Allah'a bakar. Öyle ilginç bir durum ki, Allah'a inanmayan
bile inançla hareket ederse büyük sonuçlar alabiliyor. İnsanoğlu evrendeki
en benzersiz canlıdır. Her hayvan türü az çok birbirinin kopyasıdır. Tüm
Ankara tavşanları aynı sayılır. Oysa iki insan arasında, akreple galaksiler
arasındaki fark büyüklüğünde mesafeler olabilir. Bu insanın manevî ve ruhanî
derinliğinden, insana sunulan potansiyelin enginliğinden, insanın, Kur'an-ı
Kerim'in ifadesiyle en yüksek donanımda yaratılmış olmasından kaynaklanıyor.
İnsanın bu potansiyelini açığa çıkarması, ancak inançla, sabırla, azimle ve
güvenle çalışmasına, bir karınca gibi, her hâl ve şartta kendi
sorumluluğunun gereğini yerine getirmeye çırpınmasına bağlıdır. Başarı için
inancın püf noktaları Doğmuşsanız uçağınız havalanmıştır. Eninde sonunda
toprağa döneceksiniz. Öyleyse çakılmadan gökte güzel izler bırakarak uçmanın
yollarını aramalısınız. Bu yolda Ruhsal Zekâ'da getirdiğim birinci önerim,
inancınızı güçlendirmeniz, içinizdeki frenlerle öncelikle baş etmenizdir.
Kitaptaki felsefî önerilerden bir kaçını özetle sunmama izin verin:
-- Potansiyelinizin büyüklüğüne inanarak işe başlayın: Başkasının dehasını,
zekâsını, hafızasını kendinizi sınırlamak için bahane etmeyin. Herkes her
yeteneğini çabasının karşılığında almıştır. Allah adildir ve herkese
çabasının karşılığını eninde sonunda dünyada da ahirette de veriyor.
-- Statünüzün mevcut sınırlarına kendinizi mahkûm hissederek, "yapamam,
beceremem" demeyin. Benim gibi bir köylü müsünüz? Ya da fakir, kavgacı,
tembel bir sülaleden mi geliyorsunuz? Geçmişinize soylu demiyorlar mı? Çoban
mısınız? Allah hiç kimsenin başkasının çamuruyla lekelenmesine razı olmaz.
Herkesin değeri bizzat kendi hayatından hesaplanır ve üstünlüğün tek gerçek
kıstası takvadır, ahlaktır, erdemdir. Allah çobanlardan bile peygamberler
seçmiş, imtihanlarla eğitmiş ve sorumluluk yüklemiştir. Kalbinize bakın,
içtenliğinize bakın. İnsan varmaya çalıştığı yere aittir.
-- Kaderin planlamasına güveniniz sağlam olsun. Bir istediğiniz, bir
hedefiniz gerçekleşemiyorsa, bunun sizin yanlışlarınızdan kaynaklanmayan
sebepleri de olabilir. Yeterlilik sahibi herkes milletvekili seçilemez.
Hayatta roller planlanmış ve dağıtılmıştır. Size istediğiniz A değil de
niyetinizi karşılayan B veriliyorsa, inancınız sarsılmasın. Amaç zirveye
çıkmaksa, kaderin bizi hangi yoldan çıkardığının çok önemi yoktur. Ben
istemediğim üniversitede okudum, bir şey kaybetmedim, aksine amacıma daha
çok hizmet etti.
-- Kendi görevinize odaklanın, Allah'ın ne takdir edeceğine değil. "Acaba
başarabilecek miyim?" sorusu inançsızlık üretir, çünkü insanı kendi
görevinden uzaklaştırır. "Acaba sınavı kazanabilecek miyim?" değil;
"Derslerime hakkıyla çalışabiliyor muyum?" "Acaba, ektiğim buğday verimli
başak verecek mi?" değil; "Verimli başak vermesi için üzerime düşeni yaptım
mı?" Buğdayı biz ekeceğiz ama başağı biz yaratmayacağız. En inançlı insan,
göreviyle ilgilenen insandır.
-- Olumsuz telkinlerin canı cehenneme! "Yapamazsın, edemezsin, âlemin
akıllısı sen misin?" derler. Çünkü karamsardırlar, kıskançtırlar,
bezgindirler, başarısızdırlar. Yakınlarında başarılı birisini çekecek
halleri yoktur. Hedeflerimiz ya içimizde kalsın, ya da gerçek liderlere
açalım. Allah'ın bilmesi bile bize yeter. Yapamazsam yapamam, teşebbüs
edemeden, üzerime düşeni yapamadan mı öleyim? Ben yaptıklarımın hesabını
vereceğim, elde edeceğim karşılıkların değil.
-- Kadere karşı taahhüt altına girmeyin. "Şunu yapacağım, bunu başaracağım"
gibi sözler belalı iddialardır. Ben böyle sözlerimin acısını çok çektim.
"Şunu bunu yapmayı çok istiyorum, bu konuda çırpınacağım veya Allah izin
verirse şöyle yapacağım" diyebilirsiniz. Söyleminizde "ben yapacağım"
iddiasında bulunursanız kader belki biraz hava atmanıza ve yapıyor
görünmenize izin verir, sonra da musibetler başınıza balyoz gibi çöker. Şu
yalan söyleyen siyasetçiler sinirlerimi mahvediyor: "Yapacağım, edeceğim"
diyorlar, sanki tanrısal güçleri varmış gibi, sonra da gelip milleti
soluksuz bırakıyorlar. Taahhütlerinizi iddia diliyle yapılandırırsanız kader
sizi yalancı çıkarır ve inancınız sarsılır. Ya inşallah deyin ya da "yapmayı
içtenlikle hedeflediğinizi" söyleyin.
-- İnanın ama haddinize göre de davranın. Bir karınca gibi suyu güvenle
taşımak için kendimizi su püskürten dev yerine koymamız gerekmez.
Mevlana'nın tabiriyle, "Bir ot bir dağın yükünü çekemez." Çalışarak,
düşünerek, kötü huyla çatışarak, "zihinsel, psikolojik ve ahlakî" olarak,
her yönden kendimizi geliştirme yarışı içerisinde olacağız. Bileceğiz ki bu
dünyada iz bırakan her insan bunu bir vücudu, bir beyni, bir kalbi
kullanarak başardı. Tembel, bırakın başarıyı, insanlıktan nasibini bile
kaybeder.
*Dr Muhammed BOZDAĞ