İmanı Ağaca Benzetirsek!

Müslüman

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
15 Mayıs 2012
Mesajlar
116
Tepkime puanı
0
Mustafa İslamoğlu'nun birçok görüşüne katılmam lakin günümüz Müslümanları gerçekten güzel analiz eden aşağıdaki yazısını paylaşmak isterim

images


İmanı Bir Ağaca Benzetirsek

İmanı bir ağaca benzetirsek, bu ağacın kökü marifet, gövdesi tasdik, dalları ikrar, meyvesi ameldir.

Marifet bilgiye tekabül eder. Tasdik bu bilgiyi kalbin onaylamasıdır. İkrar, kalbin onayladığı hakikatin bilgisini söz ve hal ile ilan etmeye denk düşer.
Amel ise, kalbin onaylayıp dilin ilan ettiği bilginin gereğini yapmaktır.


İmanı oluşturan bu dört unsurdan en önemlisi ve en "olmazsa olmazı" bilgidir.

Çünkü kişi bilmediğine inanamaz. "İnanıyorum fakat neye inandığımı bilmiyorum" diyen birinin inancı da, zaten kimse tarafından ciddiye alınmaz. ( Mükemmel )
Siz "İnanıyorum ya, neye nasıl, neden, niçin inandığımın ne önemi var" diyen birinin, Kur'an'ın "mü'min" tarifine gireceğini düşünebilir misiniz

O zaman mü'minle kafirin, muvahhidle müşrikin, müslümanla münafığın farkı kalır mıydı. Dünyada hiçbir şeye inanmayan bir insan bulunabilir mi Mutlaka herkes bir şeylere inanıyordur.
Ama nasıl, neye, niçin, ne kadar

Bu nedenledir ki, ağaca nisbetle kök neyse, imana nisbetle iman edilecek şeylerin bilgisi de odur. Ve işte tam burada can alıcı bir soru: Meyvesizlik ağaç için bir nakîsadır, ona "meyvesiz ağaç" derler. Onun bir ağaç olduğu konusunda kimsenin kuşkusu yoktur.

Bir ağacın dalları kesilebilir. Bu takdirde de o bir ağaçtır. Hatta budama için kesilmişse bu dallar (ki bazen Allah'ın mü'mine verdiği sıkıntı ve ızdıraplar budama besabesindedir), bir sonraki bahar daha taze, daha gür, dallanıp budaklanacak demektir.

Hatta bir ağaç bazen gövdesini bile kaybedebilir. Bu takdirde onun kökünden umudumuzu kesmememiz için bir çok nedenimiz vardır. Onun kökü toprakta, saçakları yerindeyse, o kökten yepyeni sürğünler vermesi hiç de küçük bir ihtimal değildir. Ve böyle bir köke, "ağaç" diyemesek de, elbette "odun" da diyemeyin ve en azından o bir köktür.

Fakat, kökü olmayan, ya da köküyle irtibatını kesmiş bir ağaca, artık kimse ağaç demez. O ittifakla herkesin gözünde bir "odundur". Gövdesi, dalları, budakları ve hatta üzerinde meyvesi de olsa -ki bu takdirde o meyve ya plastiktir, ya da birileri başka ağaçların meyvesini getirip o dallara monte etmiştir- o kökü olmadığı için artık bir "ağaç" olarak isimlendirilemez.

İşte iman ağacının kökü mesabesinde olan bilgi yoksunluğu, köküyle irtibatını keserek "odunlaşan ağacın" durumuna benzer.

Türkiye Müslümanlarının en büyük problemi, imanlarının bilgiye dayanmamasıdır. Bilgiye dayanmayan bir imanın "sabit bir yeri" yoktur. (Mükemmel) Oysa ki imanı iman yapan, sabit değerlere sahip olmaktır; sabit, asla terkedilemeyecek olan, bir adım geri atılamayacak olan değerler

Çünkü iman etmek, sabiteleri olmak demektir. Bir kararda durmayan yüreğe sabit bir "zemin" kazandırmak, toprağını bulunca bire sonsuz veren yürek fidanınını ona sahip olabilecek tek gücün gösterdiği "yere" dikmektir.

Yoksa mı? Yoksa, yok Bir fırtınada, kökü sağlam bir ağaç gibi sallanarak fırtınayı atlatamaz. Ya ne yapar Yer değiştirir, saf değiştirir, yuvarlanır ve daha da beteri savrulur

Savrulur, çünkü köksüz... Savrulur, çünkü "yeri" yok Savrulur çünkü, "ağaç" değil gerçekte "odun" Tabi ki ağaca benzer, aksesuarı yerindedir, yapma ağaçlar gibi naylondan meyveleri, yeşile boyanmış bezden yaprakları, tutkalla karıştırılmış talaştan dalları ve gövdesi vardır

Mütedeyyin insandır diye destekler belediye başkanı yaparsınız; Ramazanı festival zanneder ve "direkler-arası" rezaletini diriltmek için, Ramazanı, kamu malı bay ve bayanların "konserleriyle" ihya (!) etmeye kalkar. Bu sadece bir tek örnek.

Siz bu örnekleri o kadar çoğaltabilirsiniz ki Etrafınızdaki desteklediğiniz siyaset erbabına, belediyelere, dindarların parasıyla kurulmuş holdinglere, şirketlere, müslüman zenginlerin burslarıyla okuyup biryerlere gelmiş hakiyetsizlere, dindarların canhıraş katkılarıyla palazlanmış cemaatlere, medya kuruluşlarına kadar uzatabilirsiniz

Doğrudur, beyimiz "mütedeyyin"dir, yani "dindardır", fakat dindarlığı "ilmi dindarlık" değil, "hissi dindarlık"tır.

Dindarlığının ÇİVİSİ yoktur. Yani, nerede ne yapacağı belli değildir. Dostu-düşmanı karıştırmayacağı meçhuldür. Sınırları fludur. Davranışları yuvarlaktır.

Çivi nedir o çivi

Kur'an'dır, Kur'an!

Bir müslümana istikamet açısını mutlaka vahiy vermelidir. Vahiy inşa etmelidir onun tasavvurunu, aklını, şahsiyetini.
Çünkü bilinçteki bir milimetrelik bir sapma açısı, eylemde kilometrelere varmaktadır. Vahiyle temeli atıldıktan sonra, nerede, ne olursa olsun, ondan korkmayınız. Krizlerin en büyüğa olan "adam krizinden" çıkmanın en sağlıklı yolu da budur.

Zaten, Ramazan da aslında vahyin doğum ayı olduğu için mübarek değil midir Ramazan elbette hoş gelmiştir. Fakat bizim dindarlığımızın temelinde Kur'an'ı bulmuyorsa, Ramazan bizi boş ve nahoş bulmuş olmaz mı

Ramazan, hissi dindarlıktan ilmi dindarlığa geçiş için bulunmaz bir fırsat sayılmalı.

Mustafa İslamoğlu
 

sükut76

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
17 Mayıs 2012
Mesajlar
53
Tepkime puanı
0
Yazıda anlamadığım şu oldu;

İmanın ağaca benzetilmesi örneğinden başlanılmış örnek güzel, ama bu iman ağacının tohumu da bilgi olarak gösterilmiş.

Daha sonra bilgiyi alan beynimizin ilmi değil hissi iman ettiğini belirtmiş,

Sonra bilginin kaynağını vahiy olarak işaret etmiş.

Ama sorun ortada duruyor yine, zaten insanlar vahiy leride yazıda güvenilmez denilen beyinleri ile okuyup değerlendiriyorlar ve ortaya bu sonuç çıkıyor. Herkes okuduğunu en doğru şekilde anlasa problem kalmaz zaten, ama bu nasıl olucak, bütün dünya da ki müslümanlar aynı Kuranı okuyor ama sayısız anlayış farklılıkları var.


 

Müslüman

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
15 Mayıs 2012
Mesajlar
116
Tepkime puanı
0
Yazıda anlamadığım şu oldu;

İmanın ağaca benzetilmesi örneğinden başlanılmış örnek güzel, ama bu iman ağacının tohumu da bilgi olarak gösterilmiş.

Daha sonra bilgiyi alan beynimizin ilmi değil hissi iman ettiğini belirtmiş,

Sonra bilginin kaynağını vahiy olarak işaret etmiş.

Ama sorun ortada duruyor yine, zaten insanlar vahiy leride yazıda güvenilmez denilen beyinleri ile okuyup değerlendiriyorlar ve ortaya bu sonuç çıkıyor. Herkes okuduğunu en doğru şekilde anlasa problem kalmaz zaten, ama bu nasıl olucak, bütün dünya da ki müslümanlar aynı Kuranı okuyor ama sayısız anlayış farklılıkları var.



Bu farklı anlayışların birçok sebebi var. Ama acizane bana göre en başta gelen sebep şudur;

Bizler "edille i şeriyye" yani İslam'ın temel kaynaklarını sayarken hep Kuran'ı en başa sonra Sünneti de ondan sonra zikrederiz değil mi? Evet bunu söyleriz ama realite bunu tam tersini yaparız. Hatta Kuran ve Sünnet diye ortaya çıkan ve kendilerini selefe nisbet eden birçok kardeşimizin de bırakın Kuran'ı ilk sıraya koymayı hadislerin bile ön sırada olduğu tartışmalıdır. Bakın bunun somut örneklerini burada da görüyoruz, maalesef alimlerin görüşleri bizim için birinci sıradadır. Bunu kabul etmesek de üzülerek söylemeliyim ki bu böyledir.

Kuran'ı daha iyi anlamak için elbette istifade edeceğimiz bazı kaynaklara ihtiyaç vardır. Ama eğer Kuran tarafımızdan anlaşılamayacak kadar ağır/karışık/kapalı olsaydı istifade edeceğimiz bu kaynakların doğru tespitler ve izahatler içerdiğini nasıl tespit edebiliriz?

Bu tespiti yapamayacak isek nasıl olur da bundan sorumlu tutuluruz?

Atalarımızdan böyle gördük, çoğunluk ta böyle yapıyor diyerek körü körüne bir inanç sahibi mi olacağız?

Bu bilgileri sorgulayabilmek için Kuran süzgecinden geçirmeyecekmiyiz? Bu bilgileri anlamadığımız bir süzgeçten nasıl geçiririz?

Demek ki;

Öncelikle Kuranı türkçesini okuyacağız, iyice belleyeceğiz...
Ondan sonra hadisleri ve tefsirleri
Sonrada alimlerin görüşlerine bakacağız....

Bu sıralamaya dikkat etmek çok önemli. Sıralamayı değiştirmek ya da ilk iki sırayı yok bilip doğrudan alimlere muracaat etmek insanı saptırabilir, yanıltabilir. Çünkü o zaman o alimin söz ve düşüncelerini tartacak ve doğrulayacak veya yanlışlayacak bir hakikat elimizde olmayacak!!!
O zaman o alimin her şeye ve söze boyun eğen muridi olmaktan başak çaremiz de olmayacak.
Öyle ya bizler Kuran ve Sünneti onlardan daha iyi nasıl anlayabilirdik.

Kurana teslim olan ilk Müslümanlar Rablerine ulaşmak için ellerinden geleni yaparken, günümüzdekiler ise Kurana ulaşmamak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Kuranla aralarına bildikleri bütün engelleri koymaktadırlar. Kurana inandıklarını söylerken, Kuranın önüne binlerce kaynak ölçü usul yöntem koymaktadırlar. Adete geleneklerden usullerden yeni bir din algısı oluşturmaktadırlar.

Dinlerine göre usul belirlemek gerekirken. Usullerine ait din algısı geliştirmektedirler. Bunu da Allaha ait kılmaktadırlar. Yani belirleyen canlı diri yöneten bir din yerine, belirlenen bitmiş cansız bir bir din algısı yaşamaktadırlar.

Maalesef birileri ; Kuran’ın okunması için abdest alıp (bu forumda da bu şekilde paylaşımlar var) kıbleye dönüp diz çökerek rahleye konarak okunmasını en büyük saygı ve ibadet sayıyorlar. Manasını anlamanın en büyük ibadet olduğunu söylemiyorlar, anlaşılmayacağını ilan ediyorlar. Adeta anlaşılamayan, anlaşılması zor bir Kitap. Haşa Allah böyle yapmakla bize zulmediyor. SubhanAllah!

Kuran ısrarla kendisinin Allah katından bütün insanlar ve inananlar için "rehber", "yol gösterici", "uyarıcı", "açıklayıcı", "kolaylaştırılmış" bir kitab olarak bir rahmet olarak gönderildiğini hatırlatır dururken; O’nun "zorlaştırılmış", "kapalı", "şifrelerle dolu” (işte geçen forumda gördük ebced ve cifir yoluyla tahrif, ayetleri batini manaları gibi indi yorumlar vs) veya “sadece bazı uzmanların çözüp anlayabileceği” bir kitab olduğunu söylemek, gaflet değilse nedir?

Kuranı en doğru bilgi kaynağı olarak kabul eden bir mümin için bilgi her zaman risk taşıyan bir unsurdur. Risk, bilginin az miktarda da olsa, “doğru” olması ve insanı “yakin”e yaklaştırması zorunluluğu ile ilgilidir. Dolayısıyla mümin, hesabını verebileceği bir bilgiyi içselleştirmelidir, çünkü insan imanından ve amelinden hesaba çekilecektir ve iman doğrudan bu bilgi ile ilgilidir.

O halde dediğimiz gibi sırlamaya çok dikkat edeceğiz. İşte acizane bana göre farklı farklı anlayışların temelinde bu yatmaktadır.Elbette daha başka sebepler vardır inş. onları da bir vesile ile burada münazara ederiz.
 

Müslüman

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
15 Mayıs 2012
Mesajlar
116
Tepkime puanı
0
Şunu da ilave etmek isterim.

Maalesef çok uzun zamandır başkalarının ortaya attığı usuller üzerinden bir din algısı geliştiriyoruz. Israrla söylüyoruz İslam'ı anlamak istiyorsanız usullerimize göre değil dinimize göre usul belirlemek zorundayız.

Tutarlı bir inancın bilgi kaynağı da tutarlı olmak zorundadır. İslam'ın temel kaynağı Kuran'dır çünkü Allah tarafından gönderildiği katidir. Siz şayet bunu bu şekilde tanımlamaz ve sınırlandırmaz iseniz inanç tutarsızlığa dönüşür, hezeyana ve (zan) sanrıya dönüşür. Kuran değil midir ki "zannı" eleştirir ve iman edenlerin inancında "yakin" bilgi ister?

Şayet siz en üst sıraya Kuran'ı koymaz ve onun dışında neşet eden diğer tüm kaynakları da yine ondan bağımsız bir şekilde ele alırsanız Allah için söyleyin, kendi görüşlerini doğrulamak için Allah'ın ayetlerini ve Rasulün pak sünnetini eğip bükenlerin önüne nasıl geçeceğiz? İşte önüne geçemediğimizden dolayıdır ki birileri çıkıp Keşfi, rüyayı, ilhamı bilgi diye sunarken bir başkası da Kuran dışı bir takım rivayetleri bilgi diye vahyin önüne koyabiliyor. Bunu yapanlar Allah hakkında “zan” üzere, yani “bilmeden” konuşmanın sorumluluğunu da taşımak durumundadır.

Bizler imanımızdan ve amellerimizden hesaba çekileceğiz bu da doğrudan bilgi ile ilgilidir. Bu basit bir fürüat değil ki, kardeşler bilgi risk taşıyan bir durumdur ve biz bu riski göze alamayız. Alamadığımızdan bilgi bizim için "yakin" yani sağlam, kesin, kati, hayal ve vehim karışmamış, mutlak olmalıdır. Elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin; Allah'ın Kuran/Vahyi dışında bu mutlaklığın yani yakin bilginin başka bilgilerde/kaynaklarda da olabileceğini kim iddia edebilir?

Bakın şu platformda dahi aynı sözde inancı paylaşan ve aynı Kitaba inanan birileri olduğumuz halde bir noktada buluşamıyoruz, neden? Sorun zincirleme sorunudur kardeşler. Zamanın bir diliminde birileri bir usul ve bu usul üzerine de din belirlemiş ve bizlerde bu zincirlerin halkaları arasında yerimizi almışız. Artık başka şekilde düşünemiyoruz.

Bir kardeşin de çok güzel bir şekilde izah ettiği gibi "sözde Kuran'ı en başa koyuyoruz ama realitede bunun tam tersini yapıyoruz" başka başka kaynakları Kuran'ın önüne koyuyor ve İslam'ı kendi hakikati içerisinde ve Allah'ın istediği ve vaaz ettiği şekilde değilde abilerimizin , şeyhlerimizin fikirleri ve kendi hevamız ile hükmediyoruz. Kuran ve Peygamberi atlıyoruz. Ayetleri imanımızı kurtarmak için değil müntesibi olduğunu düşündüğümüz grubumuzu, cemaatimizi onaylatacak şekilde okuyoruz.

Aynı zamanda pek çok gerçek, sırf gerçek olduğu için, sırf var olduğu için bize de doğru imiş gibi görünüyor. Çünkü böyle inandırılmışız. Önümüze sunulan bir takım yanlışlıkları kaçınılmaz gerçekler diye görmüşüz. Bunu o kadar kanıksamışız ki "acaba ?" demeye korkar olmuşuz. Acaba bu gerçekler "doğru olmayanı" da yansıtabilir mi? diye irdelememişiz.

Biz böyle bir din bilmiyoruz kardeşler.
Birilerine göre doğru olabilir, güzel ve estetik görünebilir ama biz İslam'ı Rabbimizin gönderdiği şekilde kabul ettik. Ona öyle inandık.
 

miray

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
21 Mayıs 2012
Mesajlar
10
Tepkime puanı
0
Mevlana Şems’e sorar:


_Onca insan arasında niye beni buldun?


Şems der ki:


Ben kul arar idim, herkes Allah olmuş, bir tek kul seni buldum ya Mevlana..

Evet, bilmeden Allah adına hüküm verir olmuşuz.
Nasıl mı? Şu cennetlik , şu cehennemlik der olmuşuz.
Batını bilmeden sırf zahire bakarak ve onun hakkında Allah'ın ne takdir etttiğini bilmeksizin hüküm verir olmuşuz.

Kendi taşıdığımız kalbten bihaber iken, Edison'un veya Einstein'ın dahi cennete veya cehenneme gideceğine karar verir olmuşuz.
Yanımızda çalışana serzenişte bulunmuşuz "Rızkını ben veriyorum daha ne nankörlük ediyorsun "diye.
Hakiki Rezzak'ı unutmuşuz da kendimizi "Rezzak" sanmışız.
İlmimizle böbürlenip kasılıp gezerken hakiki ALİM olan Allah'tan uzaklaşmışız.

Emanet can, emanet ilim, emanet akıl, emanet dünyalık ile sahiplik iddiasına kalkışıp ahmaklığımızı görmeyip bir de kendimizi akıllı sanmışız.

Kimimiz derviş olduk dünya makamlarından, malından geçtik derken, mananın makamlarına hırslanır olmuşuz.

Kerameti, tay-i mekanı arzulayıp, asıl kerametin istikamet üzere olmak olduğunu unutup, ilmi ledün tahsili için Hızır a.s.'ı gözler olmuşuz.

Dünya hırsını terk edip , mana hırsına dönmüşüz de gerçek maksadın her dem hakiki kulluk ve Allah rızası olduğunu unutmuşuz.

Resûlullah efendimiz dahi her zaman

"Allahümme yâ Mukallib-el-kulûb, sebbit kalbî alâ dînike"

(Ey kalbleri iyiden kötüye, kötüden iyiye çeviren Rabbim; kalbimi, dînin üzere sâbit kıl)

duâsını okurken, kalplerimizin bir an kayıpta son nefeste imansız gitmekten korkmaz olmuşuz

.Halbuki, son nefeste iman ile Alemler Rabbına dönmek ne büyük lütuf, ne büyük hazine..

Süfyân-ı Sevrî hazretlerinin gençliğinde sırtı kamburlaşmıştı.
Sebebini sorduklarında;


“Üç üstâda talebelik yaptım. Hepsi de zamânının en âlimleriydi. Ölüm zamanında üçü de dünyâdan îmânsız gittiler. Ben onların hâlini görünce, korkudan omurga kemiğim eğrildi” buyurmuştur
 

Müslüman

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
15 Mayıs 2012
Mesajlar
116
Tepkime puanı
0

Evet, bilmeden Allah adına hüküm verir olmuşuz.
Nasıl mı? Şu cennetlik , şu cehennemlik der olmuşuz.
Batını bilmeden sırf zahire bakarak ve onun hakkında Allah'ın ne takdir etttiğini bilmeksizin hüküm verir olmuşuz.


İslam zahire göre hükmeder kardeşim.

Abdullah b. Utbe b. Mes'ud (r.a)'den şöyle rivayet edilmiştir:
Ömer (r.a)'den işittim. O şöyle diyordu:

«İnsanlar Rasulullah (s.a.s) zamanında vahiy ile gizli hallerinden de sorumlu tutulurlardı. Rasulullah'ın vefatı ile vahiy kesilmiştir. Bugün sizi gördüğümüz amellerinizden dolayı sorumlu tutarız.Bu yüzden kim bize hayır ve adalet gösterirse onu emin sayar ve güvenilir kabul ederiz. Onların gizli hallerini araştırmak bize düşmez. Gizli hallerinin hesabını da görür. Bize zahiren fena hal gösterenlerden de emin olamayız. Niyetinin iyi olduğunu söylese bile ona inanmayız
(Buhari)

Allah'ın Rasulü zahire göre hükmederdi;

"Ben ancak bir beşerim siz bana dava getiriyorsunuz. Bazılarınız diğerlerinden delilini sunmakta daha becerikli olabilir. Ben de dinlediğim şekliyle onun lehine hükmederim. Bu şekilde kime bir müslüm hakkını verirsem o ancak ateşten bir parçadır onu alsın veya bıraksın."



Kendi taşıdığımız kalbten bihaber iken, Edison'un veya Einstein'ın dahi cennete veya cehenneme gideceğine karar verir olmuşuz.

Kafire de kafir dememek nasıl bir iştir. Kafire, açıkça küfredene dahi kafir denilemeyecek mi? Zahiren küfür sözü söyleyen ve fiili işleyen kimseye elbette Müslüman muamelesi yapmamız beklenemez değil mi?
 

İLiM DiLeNcİsİ

Rüyalar aleminden
Süper Mod
Katılım
10 Haziran 2011
Mesajlar
709
Tepkime puanı
42
Karar vermek ayrı bir kavram, Bir müslüman, Edisonun veya herhangi bir gayri müslimin cenente veya cehenneme giriş kararı hakkında yorum yapmaması lazım, bu konuda görüş ve fikir bildirmekte yanlış diye düşünüyorum. Ancak Biz zahire göre değerlendiririz, Müslüman özellikleri görünüyorsa biz ona müslüman gözüyle bakar, küfür özelliklerini sergiliyorsa Kafir olarak değerlendiririz. Akibeti ve kalpleri ise ancak Allah c.c bilir..
 

sükut76

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
17 Mayıs 2012
Mesajlar
53
Tepkime puanı
0
(Buhari)


Tutarlı bir inancın bilgi kaynağı da tutarlı olmak zorundadır. İslam'ın temel kaynağı Kuran'dır çünkü Allah tarafından gönderildiği katidir. Siz şayet bunu bu şekilde tanımlamaz ve sınırlandırmaz iseniz inanç tutarsızlığa dönüşür, hezeyana ve (zan) sanrıya dönüşür. Kuran değil midir ki "zannı" eleştirir ve iman edenlerin inancında "yakin" bilgi ister?

Merhaba,

Benim iddaim şu ; Bilgi insanın önünde sadece yol işaretleri gibidir. Yolun kendisi değildir.
Mesela Kuran da İlmel yakin, aynel yakin, hakkal yakin den bahseder. Şimdi ismi duymak bir ayeti okumak, bir hadisi okumak ve bunu tefekkür etmek ilmen yakin olmak için olgunlaşması gereken sıfatlardır yoksa İlmel yakin'in kendisi değildir. O zaman Kuran okuyan herkes İlmel yakin olması gerekirdi ama bunu görüyoruz ki Kuran okuyan herkeste ilmen-yakinlık oluşmuyor. Bilgi ile yüklü bir insan haline gelebiliyor hatta sempatik ve sıcak kanlı dahi olunabiliyor ama yakin hali görülmüyor.


Şu Kuran ayetinde belirtilmiş ki ; Maide 5 ''
........ Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap geldi. ''


Ayet'te kitap'tan önce bir ''nur'' dan bahsediliyor ve Nur ışıktır geldiği yeri apaçık aydınlık eder. Buna İlmel-Yakin hali de diyebiliriz. Nur yoksa, apaçık görülemez, İlmel-Yakin halini Allah'tan gelen bir Nur olarak tefekkür ettim.

Benim tefekkürüm biraz bu yönde... O zaman şu olu ki Allah'tan bir Nur gelmeden kim zan'dan kurtulabilir, isterse Kuran okusun ?


 

Müslüman

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
15 Mayıs 2012
Mesajlar
116
Tepkime puanı
0
Biz Müslümanlar Cennete ancak mü'minlerin gireceğine iman ederiz.

"Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, altlarından ırmaklar akan cennetler vaad buyurdu. Orada ebedi kalacaklardır. Hem de Adn cennetlerinde hoş meskenler vaad etmiştir. Allah'ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte asıl büyük kurtuluş da budur." (TEVBE/72)

"İşte bütün bu hükümler, Allah'ın koyduğu hükümler ve çizdiği sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Onlar, orada ebedî olarak kalacaklardır. İşte büyük kurtuluş budur." (NİSA/13)

Buna karşılık bu ilahi davete icabet etmeyenlerin de ebedi olarak Cehennemde kalacaklarına da iman ettik.

"Kâfirler, gerek kitap ehlinden olsun gerek puta tapanlardan olsun muhakkak, cehennem ateşindedirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Onlar, insanların en şerlileridir." (BEYYİNE/6)

"O kafirler, beni bırakıp da kullarımı dostlar edineceklerini mi sandılar? Doğrusu biz cehennemi o kâfirlere bir konukluk olarak hazırladık." (KEHF/102)
 

sükut76

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
17 Mayıs 2012
Mesajlar
53
Tepkime puanı
0
Biz Müslümanlar Cennete ancak mü'minlerin gireceğine iman ederiz.

"Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, altlarından ırmaklar akan cennetler vaad buyurdu. Orada ebedi kalacaklardır. Hem de Adn cennetlerinde hoş meskenler vaad etmiştir. Allah'ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte asıl büyük kurtuluş da budur." (TEVBE/72)

"İşte bütün bu hükümler, Allah'ın koyduğu hükümler ve çizdiği sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Onlar, orada ebedî olarak kalacaklardır. İşte büyük kurtuluş budur." (NİSA/13)

Buna karşılık bu ilahi davete icabet etmeyenlerin de ebedi olarak Cehennemde kalacaklarına da iman ettik.

"Kâfirler, gerek kitap ehlinden olsun gerek puta tapanlardan olsun muhakkak, cehennem ateşindedirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Onlar, insanların en şerlileridir." (BEYYİNE/6)

"O kafirler, beni bırakıp da kullarımı dostlar edineceklerini mi sandılar? Doğrusu biz cehennemi o kâfirlere bir konukluk olarak hazırladık." (KEHF/102)

Bu cevapla ne demek istediğinizi anlıyamadım,

ResulAllah efendimiz tarafından bu daveti tüm insanlığa tebliğ etmiştir. Bu davet geneli umumu içine alıyor. Bu davete icabet etmiyen herkes sonuçlarına katlanır. Kelime-i şehadet getiren ve islamın 5 şartı ile mükelleftir. Bunda bir sorun yok müslümanım diyen hepimizin kabuludür. Aksi düşünülebilir mi?

Ama Kuran da bazı ayetlerde davetler vardır,

Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne).
De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.” Yusuf 108.

Bu da Allah Teala tarafından Kuranı Kerimde duyurulan bir davettir ve özeldir. Ve bu davette bazı sıfatlar ve sonuçlar belirtilmiştir.

İlk nokta da , ben ve bana tabi olanlar diye belirtiliyor. Gerçek Basiret ehlinin davete ehil ve memur edildiğinin ispatıdır.

Ve sonunda davet ehlinin Gizli ve Açık şirk olmak üzere ikisinden de masum olduklarını ve ancak bu kişilerin Allah'ı tenzihi bildiğini ve davete yetkili kılındıkları belirtiliyor.

Hak ve hakikati arayanlar içindir bu davet, benim tefekkürümce.
 

Müslüman

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
15 Mayıs 2012
Mesajlar
116
Tepkime puanı
0
Merhaba,

Benim iddaim şu ; Bilgi insanın önünde sadece yol işaretleri gibidir. Yolun kendisi değildir.
Mesela Kuran da İlmel yakin, aynel yakin, hakkal yakin den bahseder. Şimdi ismi duymak bir ayeti okumak, bir hadisi okumak ve bunu tefekkür etmek ilmen yakin olmak için olgunlaşması gereken sıfatlardır yoksa İlmel yakin'in kendisi değildir. O zaman Kuran okuyan herkes İlmel yakin olması gerekirdi ama bunu görüyoruz ki Kuran okuyan herkeste ilmen-yakinlık oluşmuyor. Bilgi ile yüklü bir insan haline gelebiliyor hatta sempatik ve sıcak kanlı dahi olunabiliyor ama yakin hali görülmüyor.


Şu Kuran ayetinde belirtilmiş ki ; Maide 5 ''
........ Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap geldi. ''


Ayet'te kitap'tan önce bir ''nur'' dan bahsediliyor ve Nur ışıktır geldiği yeri apaçık aydınlık eder. Buna İlmel-Yakin hali de diyebiliriz. Nur yoksa, apaçık görülemez, İlmel-Yakin halini Allah'tan gelen bir Nur olarak tefekkür ettim.

Benim tefekkürüm biraz bu yönde... O zaman şu olu ki Allah'tan bir Nur gelmeden kim zan'dan kurtulabilir, isterse Kuran okusun ?



Güzel kardeşim, bu yazıda ilmin önemine vurgu vardı. Elbette sadece ilim ile herşey bitmiyor sadece burada İman'ın önemli bir boyutu zikredildi . Müslümanlar önce neye ve ne şekilde iman edeceğini ilim elde ederek öğrenir. "La" derken neyi reddetmesi gerektiği "İllallah" derken de neyi kabul etmesi, nelerin altına imza atması gerektiğini öğrenir. Ha bu yeterli mi, elbette yeterli değil. İman edecek aynı zamanda salih amellerle Allah'a yakınlaşacak.

"İnanıp salih ameller işleyenlere gelince. Onların yaptıklarına karşılık, varacakları Cennet konakları vardır. " (es-Secde, 34/19)

Demek ki önce İmanı sağlayacak olan bilgiyi elde etmek sonra bunu muhafaza etmek için de salih ameller işlemek gerekiyor. Bazılarının Ehl-i Sünnet inancı adı altında "amel imandan bir cüz değildir" söylemlerinin de ne kadar tutarsız olduğunu bu vesile ile görmüş oluyoruz.

Ayetler siyak ve sibakından kopartılarak anlaşılmaz. Ayetin başı şu şekilde;

"Ey Kitap Ehli, size bizim peygamberimiz geldi. Bu peygamber elinizdeki kitabın öteden beri gizli tuttuğunuz bir hükmünü açıklıyor, bir çoğuna da değinmiyor. Gerçekten size Allah tarafından bir nur (ışık) bir açıklayıcı kitap geldi."

Buradaki "Nur" dan maksadın Peygamberimiz olduğunu söyleyen alimler olduğu gibi Kuran olduğunu söyleyenler de vardır. Yani size doğru yolu gösteren, sizi karanlıktan NUR'a çıkaran bir Peygamber geldi. Tereddütlerinizi, kafa karışıklığınızı, şaşkınlığınızı ortadan kaldıracak olan Kuran ile size bunu açıklayan Peygamber geldi. Ayetin cümle yapısından da bunun Peygamber olduğu görüşü Allah-u alem daha doğrudur bana göre.

Bu meseleyi izah eden çok güzel bir hadis var ;

Enes ’den Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu rivayet ediliyor:

" İnsanlar helak oldu, içlerinden ancak alimler kurtulabildi. Alimler de helak oldu; ancak içlerinden ilmi ile amel eden kimseler kurtuldu. Ve ilmiyle amel edenler de helak oldu; ancak onların içinde de sadece amelini ihlasla yapanlar kurutulabildi."

Denilmiştir ki: "Bilmek tek başına yetmiş olsaydı, şeytandan daha iyi kul olmazdı!" Salih bir kul olmak için bilmek yetmez, bilmekle beraber ilim ile amel etmek ve amelde gösterişten riyadan uzak durmak yani Salih amel işlemek gerekir.

Sizin bahsettiğiniz İlmel yakin, aynel yakin, hakkal yakin yani üç mertebe kamil bir imanı hedeflemek için vardır yani birbirinden bağımsız değildir hepsinin toplamı "yakin" yani şüphesiz, şeksiz, tereddütsüz bir imanı ifade eder. Ancak şunu belirteyim; hakkal yakini biz tasavvufcular gibi "Allah'ta (haşa) yok olmak, fenafillah" olarak değil İhsan; Allah'ın huzurunda olduğunu farkında olmak olarak algılıyoruz.

Hasan Basri'nin çok güzel bir sözü var diyor ki;

İlme sarılın ki ibadete zarar gelmesin. İbadete sarılın ki ilme zarar gelmesin.


 

sükut76

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
17 Mayıs 2012
Mesajlar
53
Tepkime puanı
0
‘’ Güzel kardeşim bu yazıda ilmin önemine vurgu vardı. Elbette sadece ilim ile herşey bitmiyor sadece burada İman'ın önemli bir boyutu zikredildi . Müslümanlar önce neye ve ne şekilde iman edeceğini ilim elde ederek öğrenir. "La" derken neyi reddetmesi gerektiği "İllallah" derken de neyi kabul etmesi nelerin altına imza atması gerektiğini öğrenir. Ha bu yeterli mi elbette yeterli değil. İman edecek aynı zamanda salih amellerle 'a yakınlaşacak. ‘’

Yanlış anlamayın,

O kadar hızlı konular değişiyor ki yakalıyamıyorum. Şimdi yazınız da her şey başlı başına bir konu,

Mesela ne ye La diyecek bunu öğrenir demişsiniz. Ben konuya biraz farklı bakıyorum Bu Kelime-i Tevhidi kim bildirmiş. ‘’La İlahe İllallah’’ kelime-i tevhidini kelam eden Allah Teala dır. Resullerin dilinden insanlara tebliğ edilmiştir.
La ilahe İlla Allah kelamın da Allah Teala neye La buyurdu. Asıl tefekkür edilecek konu budur benim tefekkürümce ? Yani insan aslında ‘’La ilahe illallah’’ dediğinde ‘’Allah doğruyu söyler’’ kabul ettim demek anlamına gelir. Yoksa kişi La diyemez.

Beşeri yönden bakıldığında insan kendisindeki istek ve arzuları güç ve kuvvet verdiği her şeyi neyh ettiği varsayımı ile kendisine telkinde bulunur. La dediğini Zan eder. Kul’da güç ve kudret nedir ki La diyebilsin ? Yoksa hakikatında La diyebilecek tek güç ve kudret sahibi Allah’tır.

‘’Demek ki önce İmanı sağlayacak olan bilgiyi elde etmek sonra bunu muhafaza etmek için de salih ameller işlemek gerekiyor.’’

Benim tefekkürümce sıralama böyle değil, Kuran da Kelime-i şehadet getirenlere hitaben ‘’İman ettik demeyin İslam olduk deyin.’’ Buyuruyor.

Kişi ilk önce teslimiyetini ve acziyetini idrak edicek bilgiler ve sonrasında Salih amellerle kendisinde İmanın tahakkuk etmesi için çabalaması gerekir. İman’ın kendisi bilgi ile elde edilmez bu sebeple, anca bu gayretler neticesinde nasibinde varsa Allah Teala tarafından verilir.

‘’Buradaki "Nur" dan maksadın Peygamberimiz olduğunu söyleyen alimler olduğu gibi Kuran olduğunu söyleyenler de vardır. Yani size doğru yolu gösteren sizi karanlıktan NUR'a çıkaran bir Peygamber geldi. Tereddütlerinizi kafa karışıklığınızı şaşkınlığınızı ortadan kaldıracak olan Kuran ile size bunu açıklayan Peygamber geldi. Ayetin cümle yapısından da bunun Peygamber olduğu görüşü -u alem daha doğrudur bana göre.’’

Kuran’ı Kerimde peygamer kelimesi geçmez, ya Resul ya da Nebi isimleri kullanır. Nur kelimesi de kuranda vardır. Allah Teala Resul, Nebi kelimelri yerine yanlışlıkla Nur dedi anlamı doğar ki asıl Zan budur.

Tabi ki benim tefekkürümce, Saygılar.
 

Müslüman

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
15 Mayıs 2012
Mesajlar
116
Tepkime puanı
0
Bu cevapla ne demek istediğinizi anlıyamadım,

ResulAllah efendimiz tarafından bu daveti tüm insanlığa tebliğ etmiştir. Bu davet geneli umumu içine alıyor. Bu davete icabet etmiyen herkes sonuçlarına katlanır. Kelime-i şehadet getiren ve islamın 5 şartı ile mükelleftir. Bunda bir sorun yok müslümanım diyen hepimizin kabuludür. Aksi düşünülebilir mi?

Elbette aksi düşünülebilir ama bu konu uzun bir konu öyle hemen geçilecek türden değil bu sebeple bir başka zaman inş. izah etmeye çalışırım.

Ama Kuran da bazı ayetlerde davetler vardır,

De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.” Yusuf 108.

Bu da Allah Teala tarafından Kuranı Kerimde duyurulan bir davettir ve özeldir. Ve bu davette bazı sıfatlar ve sonuçlar belirtilmiştir.

İlk nokta da , ben ve bana tabi olanlar diye belirtiliyor. Gerçek Basiret ehlinin davete ehil ve memur edildiğinin ispatıdır.

Ve sonunda davet ehlinin Gizli ve Açık şirk olmak üzere ikisinden de masum olduklarını ve ancak bu kişilerin Allah'ı tenzihi bildiğini ve davete yetkili kılındıkları belirtiliyor.

Hak ve hakikati arayanlar içindir bu davet, benim tefekkürümce.

Güzel kardeşim "bu daveti yapanların sadece gerçek basiret ehlinin davete ehil ve memur edildiğini" de nereden çıkarıyorsunuz? Basiret ehli olduğunu iddia ettiğiniz kimselerin kalplerine mi muttali oluyorsunuz? Münafıklığı nasıl izah edeceksiniz o halde? Keza görüşünüzün yanlış olduğunu beyan eden bir hadis nakledeyim;

Ensar'dan bir kadın olan Ümmü Alâ (r. Anha) anlatıyor:

Müslümanlar Mekke'den Medine'ye hicret ettikleri zaman, Ensar yani Medineliler arasında kur'a ile taksim edilmişlerdi. Bizim aileye de Osman İbn Maz'ûn düşmüştü. Biz Osman'ı evimizde konuk ettik. Osman bir süre sonra hastalandı ve vefat etti. Yıkandı, kendi elbisesi ile kefenlendi. Tam bu sırada Peygamberimiz cenazeye geldiler. Ben cenazeyi tezkiye ederek;

- Ey Ebû Saib. Allah sana rahmet etsin. Senin hakkında bildiğim ve bu cemaate bildirmek istediğim şudur ki. Sen Allah Teâlâ'nın rahmetine erişmiş bahtiyar bir zatsın, dedim.

Ben böyle söyleyince, Peygamberimiz bana dönerek:

- Allah Teâlâ'nın bu ölüye rahmet ettiğini nereden biliyorsun? dedi.

Ben:
- Ey Allah'ın Resûlü, babam-annem sana feda olsun, Allah, (Osman İbn Maz'ûn gibi inanmış ve Allah'ın emirlerine uyup yasaklarından sakınmış bir kuluna ikram etmez de) ya kime ikram eder?dedim. bunun üzerine Peygamberimiz:

- Osman İbn Maz'ûn ölmüştür. Allah'a yemin ederim ki, ben de bu ölü için hayır ve mutluluk dilerim. Yine Allah'a yemin ederim ki, ben, Allah'ın bir Peygamberi olduğum halde bana (ve size kıyamet günü) ne muamele edeceğini bilemem, buyurdu.
Ümmü Alâ diyor ki: "Vallahi, Peygamberimizin bu uyarısından sonra ben, kimseyi tezkiye etmeye cesaret edemedim"

SubhanAllah Allah Rasulünün tavrını gördünüz değil mi.

Ve sonunda davet ehlinin Gizli ve Açık şirk olmak üzere ikisinden de masum olduklarını ve ancak bu kişilerin Allah'ı tenzihi bildiğini ve davete yetkili kılındıkları belirtiliyor.

Davet Ehli'nin gizli ve açık şirkten masum olduklarını da nereden çıkartıyorsunuz? Adı üzerinde davetcinin "gizli şirkini" nasıl ve neye göre tespit edebiliyorsunuz? Ayrıca Peygamberler dışında hiç kimse ismet (korunmuş, hatadan masum) sıfatına haiz değildir. Masumiyet inancı gulat-ı Şia'ların ortaya attığı bozuk bir inanıştır.
 

Müslüman

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
15 Mayıs 2012
Mesajlar
116
Tepkime puanı
0
Mesela ne ye La diyecek bunu öğrenir demişsiniz. Ben konuya biraz farklı bakıyorum Bu Kelime-i Tevhidi kim bildirmiş. ‘’La İlahe İllallah’’ kelime-i tevhidini kelam eden Allah Teala dır. Resullerin dilinden insanlara tebliğ edilmiştir.
La ilahe İlla Allah kelamın da Allah Teala neye La buyurdu. Asıl tefekkür edilecek konu budur benim tefekkürümce ? Yani insan aslında ‘’La ilahe illallah’’ dediğinde ‘’Allah doğruyu söyler’’ kabul ettim demek anlamına gelir. Yoksa kişi La diyemez.

Ben sizi anlayamıyorum, nedir şimdi sözler? Kardeşim siz nereden veya kimlerden ilim alıyorsun. Ne demek kişi LA diyemez. Bak ben LA diyorum; Allah'tan başka tüm ilahları, ilahlık iddiasında bulunan bütün beşeri ideoloji, parti, purtu ne varsa hepsini reddediyorum.
Allah'ın egemenlik hakkını gasbeden veya gökleri Allah'a yeryüzünü de biz idare ederiz diyen ne kadar belam, tağut varsa hepsini reddediyorum.

Şimdi ben size burada....

Neyse kusura bakma ama ben böyle marjinal çıkışlarla uğraşarak vaktimi harcamak istemiyorum.
 

sükut76

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
17 Mayıs 2012
Mesajlar
53
Tepkime puanı
0
Ben sizi anlayamıyorum, nedir şimdi sözler? Kardeşim siz nereden veya kimlerden ilim alıyorsun. Ne demek kişi LA diyemez. Bak ben LA diyorum; Allah'tan başka tüm ilahları, ilahlık iddiasında bulunan bütün beşeri ideoloji, parti, purtu ne varsa hepsini reddediyorum.
Allah'ın egemenlik hakkını gasbeden veya gökleri Allah'a yeryüzünü de biz idare ederiz diyen ne kadar belam, tağut varsa hepsini reddediyorum.

Şimdi ben size burada....

Neyse kusura bakma ama ben böyle marjinal çıkışlarla uğraşarak vaktimi harcamak istemiyorum.

Güzel abicim, sen ''La Havle vela kuvvete illa billahil aliyil azimi'' hiç okumadın mı ?

''Hayır olan ne varsa Allah'tandır '' okumadın mı ?

Hayır olan ne var Allah'tan ise, kişi nasıl hayır işliyebilir, Zan eder sadece ve kendine verirse bu şirk olur. Hayır olan ne varsa Allah Teala yaratır ve kuluna nispet eder.Bunu bilen kullar da mütevazi olur bu ameli bizim üzerimize yazan Allah'a hamd olsun derler. Sahiplenmezler. ''La'' demek bir hayırdır, Bak ben ''La'' diyorum demekte şirktir. Her
Hayırın vesileside sebebide sahibide Allah'tır. Şimdi ben sana yanlış birşey mi diyorum. Benim maksadım şer değil ki, ya da ben biliyorum demek te değil. Ama kendi ilmimce gördüğüm bir doğruyu paylaşmak, beğenen alır beğenmeyen almaz.

Tekrar ediyorum, Allah katında her hayır Allah'tandır ı idrak etmiş kulların ameli sevabı olmaz, o ameli yaratanı bilir. Ancak nefsinin kusurları kalır sahiplenebileceği.
 

sükut76

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
17 Mayıs 2012
Mesajlar
53
Tepkime puanı
0
''Güzel kardeşim "bu daveti yapanların sadece gerçek basiret ehlinin davete ehil ve memur edildiğini" de nereden çıkarıyorsunuz? Basiret ehli olduğunu iddia ettiğiniz kimselerin kalplerine mi muttali oluyorsunuz? Münafıklığı nasıl izah edeceksiniz o halde? ''

Siz beni yanlış anlıyorsunuz;
Ben insanların kalbine muttaliyim demedim ki, böyle bir iddam da yok.
Ben ayette '' Ben ve bana tabi olanlar...'' kısmında bu var dedim.
Misalen, ResulAllah efendimize tabi olan Hz Ali efendimiz Allah'a davet etmiştir hem de tam bir ilim ve basiretle. Bugün de Allah'ın ilim ve basiret üzere Veli kulları vardır ve davet edebilecek olanlar herkes değil aslında onlardır demek istedim.

Şimdi Allah'ın bir Veli kulu bugün insanların siretten görse dahi fiil olmadığı için bu münafıktır bu şudur demez ki. Çünki Halk delil ister.

Ben ehli için dedim. Bugün mesela Allah Teala birisine bir Veli kulunu tanıtsa o Veli kula o kişi tabi olursa kendi kazanır, tabi olmazsa müslümanlıktan çıkmaz ama o Velinin ilim ve terbiyesinden mahrum kalmış olur. Bu Velilere gayb ta denir. Çünki tanıması ve bilinmesi çok zordur, nasip işidir.
 

sükut76

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
17 Mayıs 2012
Mesajlar
53
Tepkime puanı
0
Mesela Hak ve Hakikat ı arıyorsa insan Hakikat ehlinin sözleri mücevher Elmas gibidir, alıp değerlendirmek gerekir.

Hz Ali efendimiz buyurmuşlar ki,

''Bir din ki akla uymuyorsa din değildir, bir akıl ki dine uyuyorsa o da akıl değildir.''

Ama hepsini olmasa bile biraz anlamak için derin bir tefekkür lazım, yüzeylel bir bakış açısı ile aklına güvenenlere bu ters bile gelir. Hak ve hakikatı arıyorsa bir kişi bu sözleri değerlendirmesi gerekir. Hakikat, Hakikat ehlinden aranmıyorsa bu bakkalda mücevher aramaya benzer ,

Benim tefekkürümce.
 
Üst Alt