- Katılım
- 22 Şubat 2011
- Mesajlar
- 9,107
- Tepkime puanı
- 81
Hz. Mevlana’nın İnsan Hayatının Sona Ermesine Ait Bakışı
17 Aralık 1273′ te o güne kadar insanları hayalden kurtarıp gerçeğe davet eden Hazreti Mevlana son nefesini verirken, Hakk’ a kavuşmadan önce şöyle seslenmiştir bize:
“Hakka kavuştuğum gün tabutum yürüyünce şu dünyanın dertleri ile dertleniyorum sanma.
Bana ağlama, yazık yazık deme.
Cenazemi görünce ayrılık, ayrılık diye feryat etme.
Beni toprağa verirken elveda elveda diye ağlama.
Gün batımını gördün ya gün doğumunu da seyret.
Hangi tohum yere atıldı da çıkmadı. İnsan tohumu hakkında niye yanlış bir zanna düşüyorsun.”
Mevlana insanoğluydu.
Bütün dinlerin aslını idrak eden ve bütün dinlerin üstüne çıkan insan Mevlana, insana secde ediyordu.
İnsanlık ve sevgi dininin kurucusuydu.
Birliği müjdelemişti. Halkı ve mukaddes kitabı kucaklamıştı.
Dünyayı daim bir oluş âlemi görerek ölümü de pek tabii buluyordu.
Hatta ona göre ölüm sallanan bir dişin düşmesinden başka bir şey değildi.
Dünya ve hayat daimi bir oluştan başka bir şey olmadığından yıpranmaz ve eskimez, zamandan zamana değişir ve tazelenirdi.
Bu yüzden düşen dişin yerine mutlaka yenisi çıkacaktı.
Bu bakımdan da O, âlemdeki ebediliğinden emindi.
Bakın Hazreti Mevlana nasıl sesleniyor:
” Mezarımın toprağı bir yudum şarap gibidir.
Bedenimi içince, canım göklerin üstüne çıkar.
O padişah değilim ki tahttan ineyim de tabuta bineyim.
Benim fermanımın yazgısı ebediliktir.”
Hazreti Mevlana gerçekten de bu ebediliği kazanmıştı ve o artık gönüllerdeydi.
Bir başka seslenişinde şöyle buyuruyor:
” Ben görünen ve görünmeyenim.
Uykudaki göz gibi açığım ve gizliyim.
Varım ve yokum.
Gül suyundaki koku gibi.
Söyleyen ve susanım kitaptaki yazı gibi.”
İşte basit gibi gözüken fakat tüm evreni kapsayacak kadar mana dolu olan bu sözlerle Hazreti Mevlana kendi makamının da ne olduğunu açıkça ortaya koyuyor ve hiç bir zaman yokluk ve tevazudan ayrılmıyor.
Hak’la var olduğunu ve onun bir gölgesi olduğunu her fırsatta ortaya koyan Hazreti Mevlana bir rubaisinde kişiliğindeki manevi enginlikten şöyle bahsediyor:
“Ben, hem âşık, hem de maşukum.
Ben hem aynayım, hem güzelliğim, hem de güzelliği seyreden.”