Harbin Başlaması.

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81

Düşman, hendek arkasında çarpışmanın bir hayli zor olacağını biliyordu. Buna rağmen bütün hazırlıklarını tamamlayarak, var kuvvetiyle hücuma geçti. Fakat hendek, işlerini tahmin ettiklerinin de üstünde güçleştiriyordu. Hendeği bir türlü geçme imkân ve fırsatını elde edemiyorlardı. Haliyle bu da ümitsizliğe düşmelerine sebep oluyordu.Sonunda, çarpışma uzaktan uzağa ok atışlarıyla devam etti. Fakat bu da, neticenin uzamasından başka bir işe yaramıyordu.

Düşman ordusu, hücumlarından bir netice elde edemediğini görünce, Müslümanları muhasara altına almaya karar verdi. Zâten başka yapacak bir şeyleri de yoktu!

Tek Tek Vuruşma

Bir ara düşman süvarilerinden birkaçı atlarını sürüp hendeğin bahsedilen dar yerinden Müslümanlar tarafına geçmeye muvaffak oldular ve kendileriyle dövüşecek er dilediler.

İçlerinde en meşhuru, Amr b. Abdi Vedd idi. Birçok hâdise görüp geçirmiş, yalnız başına birçok topluluğu dağıtmış, cesur ve silâhşörlükte mahir bir süvari idi. Arap kabileleri, onu bir bölük süvariye mukabil tutarlardı. Onunla dövüşmek için fevkalâde cesaretli ve yürekli olmak gerekirdi. Bu sebeple kimse ona karşı çıkmak istemezdi.

Bu sefer Amr, döğüşecek er dileyince, Hz. Ali, "Yâ Resûlallah, ona karşı ben çıkarım, müsaade eder misiniz?" dedi.

Peygamber Efendimiz, "Sen, otur yâ Ali!.. Gelen, Amr'dır." buyurdu.

Amr, tekrar Müslümanlara meydan okudu: "İçinizde muharebe meydanına çıkacak er yok mudur? Hani sizin ölülerinize tâyin ettiğiniz Cennet nerede?"

Hz. Ali, tekrar karşısına çıkmak istedi. Resûli Ekrem Efendimiz yine, "Yâ Ali, o Amr'dır." buyurarak izin vermedi.

Karşısına kimsenin çıkmadığını gören Amr, bütün bütün şımardı ve iğrenç küfürler savurarak, "Er meydanına çıkacak kimse yok mu?" diye üst perdeden bağırdı.

Hz. Ali, tekrar cesaretle yerinden fırladı. "Onunla ben dövüşürüm yâ Resûlallah!.." dedi.

Resûli Kibriya Efendimiz yine, "Yâ Ali, o Amr'dır." buyurdu.

Hz. Ali, "Amr da olsa, çıkar, dövüşürüm yâ Resûlallah!.." dedi.

Bunun üzerine Fahri Âlem Efendimiz, Allah'ın Arslanma müsaade etti. Bizzat kendi eliyle zırhını ona giydirdi ve "Zûlfikâr" adlı kılıcını beline bağladı; sarığını da başına sardıktan sonra, "Yâ Rab!.. Amcam oğlu Ubeyde, Bedir'de ve amcam Hamza, Uhud'da şehid oldular. Yanımda bir amcazadem Ali kaldı. Sen, onu muhafaza eyle, ona yardımını ihsan eyle, beni de yalnız bırakma!" diye dua etti.359

Hz. Ali, yaya olarak, îmanından gelen heybetle, Amr'a doğru yürüdü.

İki taraf da bu büyük dövüşü hayranlıkla seyre hazır duruyordu.

Zırha bürünen Hz. Ali'nin gözlerinden başka hiçbir tarafı görünmüyordu.

Amr, "Sen kimsin?" diye sordu.

Hz. Ali, "Ben, Ali'yim!" diye cevap verdi.

Amr, bu bıyıkları yeni terlemiş genci karşısında bulunca, bir merhamet ve istihfaf tavrı aldı.

"Amcalarından, senden başka daha yaşlı kimse yok mudur? Ben, senin kanını dökmek istemiyorum! Çünkü, baban benim dostumdu." diye konuştu.

Hz. Ali'nin ise cevabı şu oldu:

"Vallahi, ben, senin kanını dökmek isterim!"

Amr, bu cevaba kahkahayla gülerek, "Bu ağızla bir kimsenin karşıma çıkacağı hatırıma bile gelmezdi!" dedi.Hz. Ali'nin sözleri Amr'ı çileden çıkarmıştı. Kılıcını sıyırıp atıyla onun üzerine yürüdü.

Hz. Ali, "Ben, seninle nasıl çarpışabileyim? Ben yayayım, sen atlı. Atından in de benim gibi yaya ol!" diye teklifte bulundu.

Amr, derhâl atından indi ve hayvanı salıverdi; öfke dolu bakışlarla Hz. Ali'nin karşısına dikildi.

Hz. Ali, "Ey Amr!.." dedi. "Ben, senin Kureyş'ten bir kimseyle karşılaştığında, onun iki isteğinden birisini kabul edip yerine getireceğin hakkında Allah'a vaatte bulunduğunu işittim. Doğru mudur?"

Amr, "Evet..." dedi.

O zaman Hz. Ali, "Öyle ise, ben seni Allah'a ve Resulüne îmana davet ediyor ve İslâmiyete kabule çağırıyorum!"

Amr, "Bu, bana lâzım değil; geç bunları!.." dedi.

Bu sefer Hz. Ali, "Öyle ise," dedi, "bizimle çarpışmaktan vazgeç! Yurduna dön, git!"

Amr, "Ben adayacağımı adamış ve intikam almadıkça başıma yağ ve koku sürmeyi kendime yasaklamışımdır." diye karşılık verdi.

O zaman Hz. Ali, "O hâlde vuruşmaya hazır ol!" diye kükredi.

Amr, yine kahkahayla güldü. "Doğrusu ben, Araplar içinde benden korkmadan benimle çarpışmak isteyecek böylesine bir kahraman bulunabileceğini tahmin etmemiştim!" diye hayretini izhar etti. Sonra da ekledi: "Sen, henüz genç bir yiğitsin. Üstelik baban da benim dostumdu. Benimle çarpışmaktan vazgeçip dön, geri git. Seni öldürmek istemiyorum!"

Cesaret kahramanı Hz. Ali, "Ama ben, seni öldürmek istiyorum!" diye karşılık verdi.

Hz. Ali'nin son cümlesi, Amr'ı son derece hiddetlendirmişti. Bir vuruşta Hz. Ali'nin kalkanını parçaladı. Kalkanı delen kılıç, Hz. Ali'nin alnını sıyırdı. Hz. Ali, şimşek gibi bir hızla yana sıçradı; bu sefer sıra oradaydı. Amr'ın boyun köküne Zûlfikâr'la şiddetli bir darbe indirdi. Amr'ın başı bir tarafa, gövdesi bir tarafa düştü.

Bir anda feryad ve çığlıklar koptu, ortalık birbirine karıştı. Hz. Ali ise, Cenâbı Hakk'ın bu muvaffakiyeti kendisine ihsan etmesinden dolayı "Allahü Ekber!" diyerek tekbir getirdi. Resûli Ekrem ve Müslümanlar da tekbir getirince bir anda her taraf tekbirlerle çınladı.

"Kılıç Değil, El Keser!"

O esnada, Kureyş süvari ve şâirlerinden olan Hübeyre b. Ebî Vehb, Hz. Ali'yle çarpışmaya yeltendi; fakat bir kılıç darbesi yiyince, çâreyi kaçmakta buldu! Bu sefer onu Hz. Zübeyr b. Avvam takib etti. Kılıçla vurup atının eğerini kesti. Daha sonra Hz. Zübeyr, Nevfel b. Abdullah'ın peşine düştü. Şiddetli bir darbeyle onu yukarıdan aşağı doğru ikiye biçti.

Sonraları Hz. Zübeyre, "Senin kılıcın gibi kılıç görmedik!" denilince şu cevabı verdi:

"Onu yapan kılıç değildir, bilektir!"

Kureyş'in diğer süvarileri dehşete kapılarak doludizgin kaçmaya başladılar. Hattâ, Ebû Cehil'in oğlu İkrime, can havliyle kaçıp giderken mızrağını düşürmüş, geri dönüp onu almaya bile cesaret edememişti.

Bir bölüğe bedel kabul ettikleri Amr b. Abdi Vedd'in mübâreze meydanında düşüp kalması, Müslümanları son derece sevindirirken, müşrikleri ise fazlasıyla korkutup dehşete düşürdü; hattâ Kureyş Ordusu kumandanı Ebû Süfyan, "Bugün bizim için hayırlı bir iş yok." diyerek ye's içinde hendeğin başından çekilip karargâha gitti.

Her Taraftan Hücuma Kalkış

Bir gün sonra, müşriklerin tamamı, Kurayza Oğulları Yahudîleriyle birlikte her taraftan Müslümanları çepeçevre sardılar ve akşama kadar durmadan onları ok yağmuruna tuttular.

Kıtlık yüzünden pek zaîf ve güçsüz düşmüş olan Müslümanlar, düşman sürüsünün böyle bir kara bulut gibi her taraftan sıkıştırması üzerine, bütün bütün mecalsiz kaldılar; akşam olup düşman çekilince, bir miktar nefes aldılar. Fakat, "Düşman, yarın yine böyle bir taraftan şiddetli hücuma girişirse, hâlimiz ne olur?" diyerek herkeste bir endişe ve telâş vardı.

Münafıklar Yine Sahnede

Münafıklar zümresi, Müslümanların mâruz kaldıkları bu sıkıntı ve kıtlığı fırsat bilerek, onların maneviyatlarını bozucu telkinlerde bulunmaya başladılar: "Muhammed, size, Kayserin ve Kisrâ'nın hazinelerini va'dediyor! Hâlbuki, şu anda hendek içinde hapsolmuşuz. Korkudan abdest bozmaya bile gidemiyoruz! Va'dettiği nerede, biz nerede? Allah ve Resulü, bize aldatıştan başka bir şey va'detmiyor!"

Kur'ânı Kerîm, bu hususa da işaret eder.360

Ne var ki, münafıkların bu haince ve dessasça telkinlerinden hiçbiri gerçek mü'minleri Hz. Resûlullah'ın yanından ayıramıyordu. Çünkü onlar, Yüce Allah'ın kendilerine yardım edeceği hususundaki va'dine bütün samimiyetleriyle inanmışlardı; Allah'ın takdirine teslimiyetleri sonsuzdu; Allah ve Resulü uğrunda her türlü musibet ve sıkıntıya seve seve katlanıyorlardı. Münafıklar ise, tam tersine, Medine'yi çepeçevre saran düşman ordusunun, Kâinatın Efendisi Peygamberimizle Ashabı Kiram'm vücutlarını ortadan kaldıracağını sanıyorlardı, hattâ bunu istiyorlardı! Böylece, bu ağır imtihanda gerçek mü'minlerle münafıklar birbirlerinden ayrılıyorlardı! Kur'ânı Azîmüşşan'in konuyla ilgili şu âyeti ne kadar ibret vericidir:

"Ey mü'minler!.. Yoksa siz, sizden evvel gelenlerin hâli başınıza gelmeden Cennet'e girivereceğinizi mi sandınız? Onlara, öyle yoksulluklar ve sıkıntılar gelip çattı ve çeşitli belâlarla sarsıldılar ki, hattâ peygamberleri, maiyetindeki mü'minlerle birlikte, 'Allah'ın yardımı ne zaman yetişecek?' diyordu. Gözünüzü açın: Allah'ın yardımı yakındır muhakkak!.."361

DÜŞMANDA YILGINLIK

Muhasara uzadıkça uzuyordu. Müşriklerin baskın ve hücumları her defasında Müslümanlar tarafından püskürtülüyordu. Muhasaranın uzaması, her iki tarafı da büyük sıkıntı, açlık ve soğuk ile karşı karşıya bırakmıştı. Mahsûl, harbin başlamasından bir ay kadar önce tarlalardan toplanmış olduğu için, düşman ordusunun at ve develerinin yiyecekleri de tükenmiş, hayvanlar açlıkla karşı karşıya gelmişlerdi. Bütün bunlar, düşman safında gevşekliğe, ümitsizliğe ve yılgınlığa sebep oldu.

Peygamberimizin Gatafanlara Teklifi

Resûli Kibriya Efendimiz, muhasaranın uzayıp gittiğini, soğuk, kıtlık ve açlığın her gün biraz daha arttığını ve Müslümanları bütün bütün sarstığını görünce, Gatafanların kumandanı Uyeyne b. Hısn ile Haris b. Avf a, "Müslümanları muhasaradan vazgeçip yurdunuza dönüp giderseniz, Medine'nin yıllık meyve mahsûlünün üçte birini veririm!" diye haber gönderdi.

Onlar ise, "Bize, Medine'nin yıllık hurma mahsûlünün yarısı verilmelidir." dediler.Fakat, Resûli Ekrem Efendimiz buna yanaşmadı. Bunun üzerine üçte bire razı oldular ve bir heyet hâlinde Resûli Ekrem Efendimizin huzuruna çıkıp geldiler.

Peygamber Efendimiz, bu arada, önce Ensâr'ın reislerinden Sa'd b. Muaz ile Sa'd b. Ubade'nin görüşlerini öğrenmek istedi. Onlar önce, "Yâ Resûlallah!.. Bu sizin arzu ettiğiniz bir şey midir, yoksa Allah'ın size emrettiği ve bizim de muhakkak yerine getirmemiz gereken bir şey midir?" diye sordular.

Nebîyyi Ekrem Efendimiz, "Eğer, bunu yapmaya Allah tarafından emir olunsaydım, sizinle istişare etmez, gereğini hemen yerine getirirdim! Bu, kabul edip etmemekte serbest bulunduğunuz bir görüşten ibarettir!" buyurdu.

Bunun üzerine Sa'd b. Muaz Hazretleri, "Yâ Resûlallah!.." dedi, "Biz ve şu kavim, bir zamanlar Allah'a şerik koşar, putlara tapar, Allah'a ibâdet etmez ve O'nu tanımazken bile, bunlar misafirlik veya satın almak gibi durumlar dışında Medine'den tek bir hurma yemeyi ummamışlardır! Şimdi, Allah, bizi İslâm'la şereflendirdiği, onunla doğru yolu buldurduğu, seninle ve onunla bize kuvvet bahşettiği bir sırada mı mallarımızı bunlara haraç olarak vereceğiz? Vallahi, bizim için böyle bir anlaşmaya hiç ihtiyaç yoktur. Allah, onlarla aramızdaki hükmünü verinceye kadar onlara sunacağımız tek şey kılıçtır!"362

Resûli Kibriya Efendimiz, bu konuşmadan memnun oldu. Gatafan heyetine de, "Kalkıp gidiniz! Artık aramızı ancak kılıç halleder!" dedi.

Bunun üzerine Gatafan heyeti, Resûlullah'ın huzurundan ayrıldı.

Yolda, Haris b. Avf, Uyeyne b. Hısn'a şunları söyledi:

"Biz, Kureyşlilere yardım maksadıyla Muhammed'e saldırmakla bir şey elde edemeyeceğiz! Vallahi, ben Muhammed'in işinin açık ve üstün bir iş olduğunu görüyor ve tahmin ediyorum! Vallahi, Hayber Yahudilerinin bilginleri, Harem halkından Muhammed'in sıfatında bir peygamberin kitaplarında yazılı bulduklarını söyler dururlardı."

MÜCAHİDLERİN ÇEKTİKLERİ SrKINTI

Kuşatma esnasında mücâhidler büyük sıkıntı ve meşakkatlere mâruz kalıyorlardı. Harbten önce durmadan dinlenmeden hendeği kazmışlardı, o biter bitmez de harbe girmişlerdi. Bu bakımdan oldukça bitkin ve yorgun idiler. Ayrıca, açlık sıkıntısı da çekiyorlardı. Hava da oldukça soğuktu.

Huzeyfe (r.a.), muharebenin sâdece bir gecesini şöyle anlatır:

"Biz bir tarafta saf bağlamış, oturuyorduk. Ebû Süfyan ve ordusu üst tarafımızda, Kurayza Yahudileri de alt tarafımızda idiler. Bunların Medine'deki çoluk çocuğumuza baskın yapmalarından korkuyorduk. Hiç böylesine karanlık, böylesine fırtınalı bir gece geçilmemiştik. Rüzgâr sanki ıslık çalıyor, karanlıkta hiçbirimiz uzattığı parmağını bile göremiyordu! Münafıklar, 'Evlerimiz emniyette değildir.' diyerek Resûlullah'tan izin istediler; hâlbuki, evleri tehlikede değildi! İzin isteyenlerin hepsine izin verildi. İzin alanlar beklemeden sıvışıp gidiyorlardı. Biz 300 küsur civarında idik. Tek tek Allah Resulünün yanında nöbet tuttuk. Sıra bana gelmişti. Üzerimde ne düşmana karşı koyacak bir kalkanım, ne de soğuktan korunmak için bir elbisem vardı; sâdece zevcemin verdiği dizlerimi geçmeyen yün bir örtü vardı."363

Düşmanın Şiddetli Hücumu ve Kazaya Kalan Namazlar

Muhasaranın devamı sırasında bir ara düşman birlikleri Resûlullah'ın çadırını şiddetli ok yağmuruna tutmuşlardı. Peygamber Efendimiz, üzerinde zırh, başında miğfer, çadırının önünde duruyordu.

Hz. Cabir der ki:

"Müşrikler, o gün, bizimle durmadan çarpıştılar. Askerlerini takım takım ayırdılar. Hâlid b. Velid kumandasındaki büyük ve ağır bir fırkalarını Resûlullah'ın (s.a.v.) bulunduğu yere yönelttiler. O gün, gecenin geç saatlerine kadar çarpıştılar. Ne Resûlullah ve ne de Müslümanlar, yerlerinden ayrılma imkân ve fırsatını bulamadılar."364

Çarpışma öylesine şiddetli devam ediyordu ki, Resûli Kibriya Efendimiz, o günün öğle, ikindi ve akşam namazlarını bile vaktinde kılma imkân ve fırsatını bulamadı. Zâtına eziyet ve hakaret edenlere bile beddua etmeyen Kâinatın Efendisi, namazlarını kazaya bıraktırdıklarından dolayı, onlara, "Onlar nasıl, güneş batıncaya kadar uğraştırıp, bizi namazımızdan alıkoydularsa, Allah da onların evlerine, karınlarına ve kabirlerine ateş doldursun!" diyerek beddua etti; daha sonra, o günün öğle, ikindi ve akşam namazlarını ashabıyla birlikte kaza etti.365

NUAYM B. MES'UD'UN BÜYÜK HİZMETİ

Her iki taraf da, açlık, yorgunluk, soğuk ve netice alamamaktan gelen sıkıntıdan bunalmıştı.

Bu sırada, henüz yeni Müslüman olmuş, fakat Müslüman olduğundan ne müşriklerin ve ne de kavmi olan Gatafanların haberi bulunmayan Nuaym b. Mes'ud, Peygamber Efendimizin huzuruna geldi. İslâm'a kavuşmuş olmanın şükrünü, Müslümanlara bir hizmette bulunmakla îfa etmek istiyordu. Şu teklifte bulundu: "Yâ Resûlallah!.. Ben Müslüman oldum. Kavmim olan Gatafanların bundan haberleri yok. Emret, istediğini yapayım!"

Peygamber Efendimiz, "Sen tek bir kişisin. Cesaretinle ne yapabilirsin ki?.. Mamafih, yalnız başına da bir iş görebilirsin: Elinden gelirse, bizi muhasara altına almış bulunan kavimlerin arasına gir de, onları birbirinden ayırmaya çalış! Çünkü harb, hilelerden ibarettir!"366 buyurdu.

Hz. Nuaym, kendisinden istenen hizmeti kavramıştı.

"Evet, yâ Resûlallah!.. Bu işi yapabilirim! Fakat, gerektiğinde gerçeğe aykırı bir şeyler söylememe izin vermelisin!" dedi.

Peygamber Efendimiz, "İstediğini söyle! Sana helâldir!"367 diyerek ona ruhsat verdi.

Hz. Nuaym, Kurayza Oğulları Yurdunda

Hz. Nuaym, derhâl yola koyuldu. Önce, Kurayza Oğullarının yanına vardı. Şüphelerini davet edici en ufak bir harekette bulunmadan şöyle konuştu:

"Şu adamın (Hz. Peygamber'in) işi, şüphesiz, bir belâdır. Kaynuka ve Nadir Oğullarına yaptığını da gördünüz. Kureyşliler ve Gatafanlar, Muhammed ve ashabıyla savaşmak için buraya gelmiş bulunuyorlar. Siz de onlara yardımcı oldunuz. Hâlbuki, onların yurtlan, malları, mülkleri, çoluk çocukları sizin gibi burada değildir. Onlar, fırsat ve imkân bulurlarsa, onları mağlûb eder, ganimetleri toplarlar; mağlûb olurlarsa, buradan savuşur, giderler. Sizi ise, bu adamla baş başa bırakırlar. Sizde ise, ona karşı koyacak güç ve kuvvet yoktur. Siz Kureyşlilerden bazılarını rehin almadıkça, asla onların yanında Muhammed'e karşı savaşmayın. Rehineler yanınızda bulunursa, kolay kolay sizi terk edip gidemezler."368

Benî Kurayza Yahudileri, bu tavsiyeyi pek uygun buldular; üstelik, kendilerini îkaz ettiği için Hz. Nuaym'a teşekkür bile ettiler.

Yanlarından ayrılırken Hz. Nuaym, "Sakın anlattıklarımı kimseye söylemeyin; gizli tutun!" demeyi de ihmâl etmedi. Onlar da gizli tutacaklarına dair söz verdiler.

Hz. Nuaym, Kureyşliler Arasında

Benî Kurayza'nın yanından ayrılan Hz. Nuaym, doğruca Kureyş müşriklerinin yanına vardı ve, "Sizi ne kadar çok sevdiğimi bilirsiniz! Muhammed'den ayrı olduğum da malûmunuz. Öğrendiğim bir şeyi size söylemek zorundayım. Ama sır olarak saklayacağınıza yemin edin!" dedi.

"Yemin ederiz!" dediler.

Hz. Nuaym, "Haberiniz olsun ki," dedi, "Kurayza Oğulları, Muhammed'le ittifaklarını bozduklarına pişman olmuşlardır. Aralarının tekrar düzelmesi için, ileri gelenlerinizden birçok kimseyi sizden rehin isteyeceklermiş ve Muhammed'le tekrar barışmak için onların boyunlarını vuracaklarmış. Bununla birlikte Nadir Oğullarının da tekrar yurtlarına dönmelerine müsaade alacaklarmış! Şayet, Kurayza Oğullan, ileri gelen adamlarınızı rehin almak için size bir haber gönderirlerse, sakın ha eşrafınızdan bir tek kimseyi dahi göndermeyiniz!"369

Hz. Nuaym, Gatafanlar Arasında

Hz. Nuaym, bundan sonra kendi kabilesi olan Gatafanların yanına vardı.

"Ey Gatafan topluluğu!.. Sizler, benim kabîlemsiniz, bana en sevgili olan kimselersiniz." diye söze başladıktan sonra şöyle konuştu:"Yahudilerin, sizlerle yapmış oldukları anlaşmayı bozduklarını ve Muhammed'le anlaşmak üzere olduklarını öğrendim. Benî Nadir'i Medine'ye kabul etme karşılığında, Benî Kurayzalar, onunla sulh edeceklermiş!"

Hz. Nuaym, böylece, kendi kabilesini de söylediklerine inandırmayı başardı.

Taktik, Müsbet Netice Veriyor

Hz. Nuaym'ın taktiği müsbet neticesini vermeye başladı.

Plân gereği, Benî Kurayza Yahudileri, müşriklerin ileri gelenlerinden rehin almak üzere 70 kişi istediler; onlar ise, bunu yine Hz. Nuaym'ın tâlimi üzere reddettiler. Haliyle, bu durum aralarını açtı. Her iki taraf da, "Demek, Nuaym'ın söyledikleri doğruymuş!" diyerek aralarındaki münâsebetleri kestiler.

Benî Kurayzalar, aynı şekilde Gatafanlardan da rehine istediler. Onlar da reddedince, plân başarıyla neticelenmiş oldu.

SON ÇARPIŞMA VE ALLAH'IN NUSRETİ!

Müşrik ordusu son defa, var gücü ve bütün şiddeti ile hendeğin her tarafından hücuma geçti. Çarpışmalar çok şiddetli oluyordu. Karşılıklı ok ve taş atışlarıyla taraflar birbirlerini yıldırmak ve püskürtmek istiyorlardı.

Harbin bütün şiddetiyle devam ettiği bu nâzik anda, Resûli Kibriya Efendimiz, ridâsını üzerinden yere atıp, ellerini Kadîri Mutlak'a açarak şöyle dua ediyordu:

"Ey Kitab'ı (Kur'ân'ı) indiren, hesabı en çabuk gören, kavim ve kabileleri bozgunlara uğratan Allah'ım!.. Şu kabileleri de hezimete uğrat; sars onları Allah'ım!.. Onlara karşı bize yardım et! Allah'ım!.. Sen, bu bir avuç Müslümanın helakini dilersen, artık sana ibâdet edecek kim kalır?"370

O gün çarpışma bütün şiddetiyle devam etti. Artık hava kararmış, taraflar karargâhlarına çekilmişlerdi. Gecenin karanlığında Hz. Cebrail (a.s.), Peygamber Efendimize geldi ve düşman ordusunun estirilen bir rüzgârla perişan edileceğini müjdeledi. Müjdeyi alan Resüli Ekrem, iki dizi üzerine çöktü, ellerini kaldırarak nusretini ulaştıran Cenâbı Hakk'a, "Bana ve ashabıma merhametinden dolayı, Sana hadsiz şükür ve hamd olsun Allah'ım!.." diyerek şükrünü takdim etti.

Müşrikler Perişan Oluyor!

Cumartesi gecesi idi.

Geceyle birlikte, müşrik ordusunun bulunduğu sahada dondurucu bir rüzgâr gürlemeye başladı. Bu, en soğuk kış gecelerinde esen bir dondurucu rüzgârdı. Müşriklerin gözleri toz ve toprakla doldu. Kab kaçaklar uçuşuyor, çadırlar sökülüyor, atlar develer birbirine karışıyor, gözler birbirini göremiyordu.371

Düşmanı artık müthiş bir korku ve panik havası sarmıştı. Şaşırmışlardı. Bozgun evvelâ Kureyş müşrikleri cephesinde başladı. Askerlerden önce, Komutan Ebû Süfyan devesine atladı ve, "Hemen göç ediniz; işte, ben gidiyorum!" diyerek Mekke'ye doğru yola koyuldu. Kureyş ileri gelenleri kendisini kınamasalardı, belki de tek başına doludizgin orduyu terk edip gidecekti. Kavminin ileri gelenlerinin ayıplamasına uğrayan Ebû Süfyan, tek başına gitmekten vazgeçti ve geri döndü. Ne var ki, artık orduda bozgun havası başlamıştı ve durdurulacak gibi değildi. Askeri toparlamak için gösterilen gayretler neticesiz kaldı. Sür'atle toparlanıp Mekke yolunu tutmaktan başka yapabilecekleri hiçbir şey kalmamıştı; öyle yaptılar.

Sâdece takib edilmekten korktuklarından, henüz o sırada müşrikler safında Müslümanlara karşı savaşan Amr b. Âs ve Hâlid b. Velid, 200 kişilik bir süvari birliğiyle geride kaldılar.372

Kureyş müşrikleri gerisin geri kaçınca, kendileriyle irtifak etmiş bulunan diğer kabileler de ordugâhtan ayrılıp yurtlarına döndüler.

Peygamber Efendimiz ve Müslümanlara yapılan bu İlâhî yardımdan Kur'ânı Kerîm'de şöyle bahsedilir:

"Ey îman edenler!.. Allah'ın üzerinizdeki nîmetlerini hatırlayın: O zamanda—ki, size düşman orduları saldırmıştı—da size onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular (melekler) göndermiştik. Allah, ne işlerseniz hepsini hakkıyla görendir."373

Resûli Ekrem 'in Cenâbı Hakh 'a Şükrü

Düşmanın büyük bir hezimete uğrayıp çekilmekte olduğunu gören Fahri Âlem Efendimiz, tebessümler arasında, yardımı gönderen Cenâbı Hakk'a hamd ve şükrettikten sonra şöyle dedi:

"Allah'tan başka ilâh yoktur; yalnız bir O vardır. Allah, ordusunu azîz kıldı; kuluna da yardım etti. Tek başına da Ahzab'a (Arap kabilelerine) galebe etti!"374

Müşrik ordusunun hiçbir müsbet netice alamadan eli boş döndüklerini, Kur'ânı Kerîm bize şöyle haber verir:

"Allah (Hendek Savaşındaki) o kâfirleri, hiçbir zafere erdirmeden öfkeleriyle geri çevirdi. Böylece Allah, savaş yükünü mü'minlerden kaldırdı. Allah, Kâvî'dir [her şeye gücü yeter], Azîz'dir [her şeye galibtir]."375

EdIZo.jpg

Fetih Mescidi

ZAFER, MÜSLÜMANLARIN!

Bir ay kadar süren çetin bir çarpışma ve muhasara, böylece, Allah'ın yardımıyla sona ermişti. Düşmanlar perişan edilirken, Müslümanlara da rahat bir nefes alma imkânı doğmuştu. Küffâr ordusunun bu dönüşü, artık bütün dönüşlerin başlangıcı sayılacaktı. Bundan böyle Müslümanlar üzerine yürüme cesaretini kendilerinde bulamayacaklardı. Zîra, Bedir, Uhud ve işte Hendek gibi üç büyük savaşta mü'minlerin ne derece kuvvetli olduklarını ve onları bundan böyle mağlûb etmenin kolay olmayacağını anlamış oluyorlardı.

Gerisin geri dönen müşrik ordusunda hâkim hava, ye's, keder ve üzüntü iken mü'minler arasında ise tam bir bayram havası vardı. Herkes memnun ve mesrurdu. Bunca yorucu çalışma, sebat ve cesaret ile çarpışmanın neticesini böylesine güzel bir surette elde etmekle, gönül huzuru içinde Rablerine, hamd ve şükrediyorlardı. Hz. Resûlullah'ın şu müjdesi ise, sevinçlerini kat kat artırıyordu:

"Bundan sonra biz gidip onlarla çarpışacağız; artık onlar, gelip bizimle çalışamayacaklardır!"376

Resûli Ekrem'le birlikte mücâhidler bayram havası içinde, hendekten şehre döndüler.

Şehid ve Ölü Sayısı

Bu muharebede mücâhidler yedi şehid vermişlerdi; kâfirlerden ise dört ölü vardı. Şehid olan sahabîlerin hepsi de Ensâr'dandı.


--------------------------------------------------------------------------------

357 Vakidî, Megazi, c. 2, s. 463. 358Ahzab, 13.
359 ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 68; Ibni Seyyid, Uyûnû'lEser, c. 2, s. 61; Halebî, İnsanû'lUyûn, c. 2, s. 642.
360Ahzab, 13.
361 Bakara, 214.

362İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 234.

363 İbni Kesir, Sîre, c. 3, s. 220.
364 Vakidî, Megazi, c. 2, s. 473.
365 ibni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 68; Tirmizî, Sünen, c. 1, s. 337.

366 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 240; Ibni Sa'd, A.g.e., c. 4. s. 278.
367 İbni Sa'd, A.g.e., c. 4, s. 278.
368 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 240241; İbni Sa'd, A.g.e., c. 4. s. 278.
369 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 241; ibni Sa'd, A.g.e., c. 4, s. 278.

370 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 7'4; ibni Kesir, A.g.e., c. 3, s. 214.
371 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 71.

372 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 69.
373 Ahzab, 9.
374 Buharî, Sahih, c. 3, s. 33.
375 Ahzab, 25.

376 Ahmed İbni Hanbel, Müsrıed, c. 4, s. 262.



 
Üst Alt