- Katılım
- 18 Aralık 2023
- Mesajlar
- 35
- Tepkime puanı
- 19
1. Öncelikle hadis-i şeriflere ve Kur’an ayetlerinin açıklamaları için Hz. Peygamber’e (sav) aslında ihtiyacımızın olmadığı iddia edilir. Bu görüşler de bazı Kur’an ayetlerine dayandırılarak delillendirilmeye çalışılır.
Hâlbuki bu sözde delillendirme, bazen “ayetlerin önünü ardını keserek ve Kur’an ayetlerinin bir kısmını alıp diğer bir kısmını almayarak Kur’an’ı cımbızlama” bazen de “ilgili ayetlere yanlış anlamlar vererek ayet manalarını kendi görüşlerine uyumlu hâle getirme çabasıdır”. Bu sayede çarpıtılmış ayetlerle halkı yanlış bilgilendirme cüreti gösterilip iddialar ısrarla savunulur. Sık sık Kur’an’a dönüş çağrısı yapılır ancak bundan kasıt “Kur’an’dan kendi anladıkları anlama” dönüştür. Yani çağrı Kur’an’a değil, Hz. Peygamber’den (sav) yalıtılmış kendi Kur’an algılayışlarına yapılmaktadır. “Kur’an’a dönüş yapın!” sözüyle aslında “Hadis-i şeriflere, fıkha, akaide vb. ihtiyacımız yok. Kur’an’ı okuyun bu yeter.” denilmek istenir. Ne gariptir, iddia sahipleri “Kur’an’a dönün öyleyse açın Kur’an’ı okuyun” deyip kürsüden de inmez ciltler dolusu tefsir yazmaya, yıllarca konuşmalar yapıp ayetler üzerine söz üstüne söz koymaya devam eder.
2. Bununla da yetinilmeyip dinin ikinci kaynağı olan hadis-i şerifler konusunda insanları şüpheye düşürmek için Kur’an ayetleriyle sahih hadisler arasında çelişki olduğu iddia edilir.
Hâlbuki sahih hadislerle Kur’an ayetleri arasında bir çelişki yoktur. Çelişen şey şudur: Hadis inkârcıları, yukarıda belirtildiği gibi Kur’an ayetlerine ya da sahih hadislere keyfî anlamlar verdikleri için kendi verdikleri bu anlamı ayetlerle ya da sahih hadislerle çeliştirirler. Meseleye hâkim olmayan birinin gözünde de ayetlerle sahih hadisler çelişmiş görünür ve doğal olarak kişiler ilgili hadis-i şerif kaynaklarına karşı ayeti kabul etmek gerekliliği hissettiğinden hadis-i şerifleri reddetmeye başlar.
Hadis inkârcıları insaflı, tarafsız ve akılcı oldukları görüntüsünü verebilmek için zaman zaman hadislere de atıfta bulunurlar ve sayısız hadisi inkâr etmelerine ve hadis âlimlerine iftira atmalarına rağmen “Biz Kur’an’la çelişen hadisleri reddediyoruz.” diyerek şirin görünmeye çalışırlar. Bu zatların Kur’an’ı yorumlayış biçimi, sahih sünnete değil, kendi aklî ölçülerine dayandığı için yöntemleri son derece tutarsızdır. Mesela hırsızların cezasının zikredildiği “Hırsızların elini kesin!” ayeti hakkında Hz. Peygamber’in (sav) mutlak şekilde koparmak olarak cezayı tarif ettiği açıklamaları, hükümleri hadis kaynaklarında mevcuttur. Ancak ayetteki “kesin” ifadesini, “üzerine çizik atmak şeklinde kesmektir” ya da “mecaz vardır, hırsızlığın önünü kesmek kastedilir” şeklinde yorumladığınızda, bu yorumunuzu ayetin manası olarak sunup sonra “Bu hadis Kur’an’a uymuyor!” diyerek sahih bir hadisi inkâr edebilirsiniz.
Benzer şekilde herkes kendi fikrine göre ayetleri farklı bir manada yorumlayıp sahih hadislere uydurma diyebilir. Bu usulle elinizde doğru düzgün sahih hadiste kalmayabilir. Sonuç olarak bu kesim aslında Kur’an’la çelişen hadisleri reddetmez. Bu hadisleri zaten Ehlisünnet ulema ayıklamıştır. Bu zatlar Kur’an’dan anlamak istediği mana ne ise ayete o manayı verir, sonra verdiği manayı reddeden bir hadisi -sıhhati ne olursa olsun- reddeder, sonra da “Ayete uymayan hadisi reddettik” diye doğru bir iş yapmış imajı oluşturur. Hassasiyetleri hadislere değil, inanmak istedikleri kendi doğrularınadır. Bizler için ise Kur’an’ı Hz. Peygamberin ve O’ndan ders almış sahabenin nasıl açıkladığı bağlayıcıdır.
3. Daha sonra sahih hadislerin kendi aralarındaki sözde çelişkilerine değinilerek şüpheler biraz daha arttırılmak istenir ve “İşte dine kaynak aldığınız hadis-i şerifler, kendi aralarında dahi tutarsız!” denilir.
4. Son aşamada ise sözde akla, mantığa uymayan pek çok hadis-i şerif olduğu iddialarıyla ortaya çıkılarak, insanlar hadis-i şeriflerden koparılır. “Bu hadis-i şeriflerin geçtiği hadis kaynaklarını dine kaynak olarak yakıştırıyor musunuz?” denilerek hadis kaynaklarını inkâra yöneltme tuzağı başarıya ulaşır ve insanların inançları, itikadları bu yolla bozulur.
Ancak hadislere bazen kendileri ekleme yaparlar, bazen de hadis-i şerifi eksik alırlar. Kasıtlı olarak tamamını ya da şerhini vermezler ya da hadislerin sıhhat düzeylerini göz önüne getirmezler. Zayıf veya mevzu bir hadisle tüm hadis kaynaklarını karalamaya çalışırlar.
Artık doğal olarak Kur’an’ın açıklaması Hz. Peygamber’in (sav) hadislerine göre değil, kişilerin kendi heva, heveslerine göre yapılmaya başlanır. Her kafadan bir ses, yorum çıkacağı için ümmet ihtilaf ve kargaşaya düşer, din üzerine yaşanan tartışmalar Müslümanlarda bıkkınlık ve kafa karışıklığı oluşturur ve dinin insanlardaki manevi şahlanışa vesile olacak tesiri böylece ortadan kalkar. Ümmet dış güçlerin rahat yönetebileceği, kendileri için tehdit oluşturmayan, çünkü Kur’an yorumunu istediği gibi eğip bükerek asla bir araya gelemeyen hale gelir.
Zikrettiğimiz yöntemler ile “Bize sadece Kur’an ayetleri yeter, sünnete, hadis-i şerif kaynaklarına gerek yok!” sonucuna ulaşınca Ehlisünnet akaidinin ve büyük fıkıh mirasının yarısından fazlası inkâr edilmiş olunur. Bu yolla Ehlisünnet dışı akımların savunucuları tarafından inkâr edilen meselelere bazı örnekler verelim:
- Beş vakit namaz inkâr edilir ya da vakitler arasında anlaşmazlık oluşur.
- Kadınların başörtüsü takmasının farz olduğu bazılarınca inkâr edilir.
- Hz. Peygamber’in (sav) mahşer günü Müslümanlara şefaat edeceği inkâr edilir.
- Kabir azabı, Münker ve Nekir meleklerinin var olduğu ve ruhların kişi öldükten sonra kabirlerinde yaşadığı inkâr edilir.
- Hz. Muhammed’in (sav) mucizeleri inkâr edilir.
- Kadere imanın, iman şartlarından biri olduğu inkâr edilir.
- Kudüs’ün Müslümanlar için o kadar da fazla önemi yoktur. (Bu mana bazen doğrudan bazen dolaylı yoldan empoze edilir.)
- Tarihte Dünya’ya hükmetmiş Osmanlı’nın değeri küçültülmeye, cihad ruhu yok edilmeye, bizi güçlü kılan tarihi bağlar zayıflatılmaya çalışılır.
- Kaza namazı diye bir meselenin olduğu inkâr edilir.
- Hayızlı kadınların namaz kılıp oruç tutabilecekleri iddia edilir.
- Dört mezhebin (Hanefi, Şafi, Maliki, Hanbeli) hak olduğu inkâr edilir.
- Hz. İsa’nın (as) kıyamete yakın tekrar yeryüzüne ineceği inkâr edilir.
- Kur’an’da peygamberlerin (sav) seçilmiş, üstün kılınmış, örnek teşkil edilen insanlar olduğu belirtilmesine rağmen peygamberlerin (sav) “ismet” yani günahlardan arınmış olma sıfatları inkâr edilir. Yani peygamberlerin (sav) hata dışında niyet taşıyarak haram işleyebileceği iddia edilir.
Daha pek çok akaid, helal-haram, abdest, hac, zekât gibi konulardaki fıkhî hükümler inkâr edilir. Son olarak da, bu görüşleri savunanlar apaçık reformist olmalarına rağmen reformist olduklarını da inkâr ederler.
Hadis inkârcıları tarafından inkâr edilen meselelere verilecek örnekler çok fazladır. Kimileri yukarıda sayılanların bir kısmını savunup Ehlisünnetten ayrılırken kimileri sayılanların tamamını savunup Ehlisünnete tamamen zıt bir çizgi çizmektedir. Sadece verilen örneklerle dahi meselenin ciddiyeti ve bu iddialara kapılan ve doğrusunu öğrenmeyen kişilerin ne derece büyük bir itikat yanlışlığına gireceği anlaşılmaktadır. Çünkü bunları iddia etmek Kur’an ile çelişmek demektir. İstediğiniz kadar “Kur’an’a tabiyim” deyin, aslında Kur’an’ın cımbızlanmış, çarpıtılmış haline tabi olursunuz. Bu İslam değil, şahısların dinidir ve bu anlayışla onlarca hatta yüzlerce farklı din algısı ortaya çıkabilir.
Hangi hadislerin kabul edilip edilmeyeceği hususunda bir bütünlük, ortak bir kabul yoktur. Büyük hadis âlimlerinin görüşlerine ve hadis-i şeriflere ya hiç itimat edilmez ya da kısmen itimat edilir. Bazen tevatür, yanlışlığı imkânsız olacak düzeye ulaşmış pek çok sahih hadis rahatlıkla inkâr edilirken bazen de (köşeye sıkışıldığında) kendilerini kurtaracak hadis-i şerifler nelerse zayıf ya da mevzu (uydurma) dahi olsa onlara son derece bağlılık gösterebilecek, dilediklerinde kınadıkları hadis kaynaklarına bel bağlayacak bir keyfiyet gösterilmektedir. Mesela tevatüre varan Hz. Peygamber’in (sav) mucizeleri, şefaati gibi nice hadis rivayeti inkâr edilirken “Benden size bir hadis ulaştığında onu Allah’ın kitabına arz edin. Eğer, o söz kitaba uygun ise onu ben onu söylemişimdir. Kitaba aykırı ise onu ben söylememişimdir.” gibi asılsız, uydurma rivayetleri görüşlerinin altına koyarak Hz. Peygamber (sav)’le fikirleri arasına köprü kurarlar.260 “Kur’an’a aykırı hadisi reddediyoruz” sloganıyla kurgulanan oyunun arka planını ve çıkmazını yukarıda bir örnekle izah etmiştik.
Yine kendilerine dinden bir mesele ulaşsa ve bu meseleyi akılları kabul etmese ya da halkı memnun edecek fetvanın derdine düşseler hadis hassasiyetleri varmış gibi “Bu hüküm Kur’an’da ve hadislerde yok!” derler. Eğer bu mesele hadislerde var deseniz “Hadis Kütübü Sitte’de geçmiyor!” derler. Eğer hadis Kütübü Sitte’de de geçiyor deseniz “Buhari ve Müslim’de geçmiyor!” derler. Eğer hadis Buhari ve Müslim’de geçiyorsa “Bu bilgi Kur’an’da yok!” derler. Bu bilgi Kur’an’da da geçiyor deseniz “Bunun manası bu değildir ya da bu ayet o devrin şartlarını bağlar, bizi bağlamaz!” derler. Kabul etmek istemedikleri bir hükmün nerede nasıl geçtiği onlar için mühim değildir. Mühim olan ilgili meseleye inkâr yolu bulabilmektir.
Akılları kâinata hâkim tayin edilmiş ve kâinatın doğruları ile yanlışlarını ayırt edecek yegâne zihin yapısına sahipmiş gibi kendi akıllarına uygun olmayan bir ifadeyi ayetlerde görseler reddetme cesareti gösteremeyeceğinden (Kimileri buna da cüret eder.) “Anlamı öyle değil böyledir.” derler ancak aynı akıllarına uymayan bir hadis görseler hadisin şerhine bakmadan ve savunma tepkisine ihtiyaç dahi duymadan “Hadis ise uydurmadır.” diye kestirip atarlar.
Mesela onlara “Allah’ın, cehennemi insanlarla ve cinlerle dolduracağına dair vaadi gerçekleşecektir, şeklinde bir hadis var. Bu hadis hakkında ne düşünürsünüz?” diye sorsanız “Allah’ın böyle bir vaadi olabilir mi! Allah, insanları zorla cehenneme mi atacak! Bu hadis akla aykırıdır, uydurmadır.” diye “Uydurma” damgasını basarlar. Peşine “Yanlış olmuş, bu bir hadis değil ayet imiş. Secde suresi 13. ayette bu ifade geçmektedir.” deseniz bu sefer “Öyleyse ayette kastedilen cüzi iradesiyle günah işleyenlerle cehennemin dolacağıdır. Allah, kullarını zorla cehenneme atmaz.” diye cevap verirler.
Pek çok inkârları bunun misali gibidir. Kabul etmek istemedikleri ifadeler ayette geçtiğinde tevil edilir ancak hadiste geçiyorsa tevil etmek, manasını düşünmek, şerhine bakmak yerine çirkince hadis âlimlerine iftira atılır ve hadis reddedilir. Niyetleri, dine uymak değil, dini kendilerine uydurmak olduğundan, inkâra odaklanmış fikirleriyle önlerine getireceğiniz delilin ya da âlimler arasında ittifak edilmiş olmanın herhangi bir önemi onlar için söz konusu değildir.
Her fırsatta Ehlisünnet âlimlerini küçümseme ve onlarla alay etme gayretinde olan hadis inkârcıları, sahabilerin ve başlıca mezhep imamlarının görüşlerini savunan Ehlisünnet taraftarlarını da küçük düşürmek için, müşrikler hakkında inmiş “Atalarınızın dinine mi uyuyorsunuz!” gibi ayetleri Ehlisünnet mensuplarına yönelik kullanarak kişileri zan altında bırakmaya çalışır. Bu sözlerinden kasıtları şudur:
“Kendi aklımızı kullanmamız dini anlamada bize yeterlidir, âlimlere gerek yoktur.” Ancak bu söylemler şu gerçeği değiştirmemektedir ki içeriğinde pek çok çıkmazı barındıran hadis inkârcılığı, vahyin anlattığı dine değil, “kendi akıllarının anladığı, özü değiştirilmiş fikirlere” uymaktadır. Kur’an’da aklımızı kullanmamıza yönelik pek çok ayeti -farklı bir yorum ile- önümüze getirirler ancak ne gariptir ki bütün bu akıllar da farklı çalıştığından ortaya bir doğrular bütünü çıkmamaktadır. Her daim aklın önemi vurgulanırken ve herkesin Kur’an’ı aynı şekilde anlayabileceği ve hüküm çıkarabileceği düşünülüp herkes meal okumaya, -kendi fikirleriyle çeliştiği noktalarda- eski âlimleri takip etmeyi bırakmaya çağırılırken kendi aralarında dahi fikir ayrılıklarına düşmekle bir çıkmazın içerisine girmektedirler. Bizler de bu vesileyle İslam’ı, Hz. Peygamber’in (sav) sünnetinden ve sahabeden ayırmanın sonuçlarının nasıl bir çıkmaza vardığına şahit olmaktayız.
Hâlbuki bu sözde delillendirme, bazen “ayetlerin önünü ardını keserek ve Kur’an ayetlerinin bir kısmını alıp diğer bir kısmını almayarak Kur’an’ı cımbızlama” bazen de “ilgili ayetlere yanlış anlamlar vererek ayet manalarını kendi görüşlerine uyumlu hâle getirme çabasıdır”. Bu sayede çarpıtılmış ayetlerle halkı yanlış bilgilendirme cüreti gösterilip iddialar ısrarla savunulur. Sık sık Kur’an’a dönüş çağrısı yapılır ancak bundan kasıt “Kur’an’dan kendi anladıkları anlama” dönüştür. Yani çağrı Kur’an’a değil, Hz. Peygamber’den (sav) yalıtılmış kendi Kur’an algılayışlarına yapılmaktadır. “Kur’an’a dönüş yapın!” sözüyle aslında “Hadis-i şeriflere, fıkha, akaide vb. ihtiyacımız yok. Kur’an’ı okuyun bu yeter.” denilmek istenir. Ne gariptir, iddia sahipleri “Kur’an’a dönün öyleyse açın Kur’an’ı okuyun” deyip kürsüden de inmez ciltler dolusu tefsir yazmaya, yıllarca konuşmalar yapıp ayetler üzerine söz üstüne söz koymaya devam eder.
2. Bununla da yetinilmeyip dinin ikinci kaynağı olan hadis-i şerifler konusunda insanları şüpheye düşürmek için Kur’an ayetleriyle sahih hadisler arasında çelişki olduğu iddia edilir.
Hâlbuki sahih hadislerle Kur’an ayetleri arasında bir çelişki yoktur. Çelişen şey şudur: Hadis inkârcıları, yukarıda belirtildiği gibi Kur’an ayetlerine ya da sahih hadislere keyfî anlamlar verdikleri için kendi verdikleri bu anlamı ayetlerle ya da sahih hadislerle çeliştirirler. Meseleye hâkim olmayan birinin gözünde de ayetlerle sahih hadisler çelişmiş görünür ve doğal olarak kişiler ilgili hadis-i şerif kaynaklarına karşı ayeti kabul etmek gerekliliği hissettiğinden hadis-i şerifleri reddetmeye başlar.
Hadis inkârcıları insaflı, tarafsız ve akılcı oldukları görüntüsünü verebilmek için zaman zaman hadislere de atıfta bulunurlar ve sayısız hadisi inkâr etmelerine ve hadis âlimlerine iftira atmalarına rağmen “Biz Kur’an’la çelişen hadisleri reddediyoruz.” diyerek şirin görünmeye çalışırlar. Bu zatların Kur’an’ı yorumlayış biçimi, sahih sünnete değil, kendi aklî ölçülerine dayandığı için yöntemleri son derece tutarsızdır. Mesela hırsızların cezasının zikredildiği “Hırsızların elini kesin!” ayeti hakkında Hz. Peygamber’in (sav) mutlak şekilde koparmak olarak cezayı tarif ettiği açıklamaları, hükümleri hadis kaynaklarında mevcuttur. Ancak ayetteki “kesin” ifadesini, “üzerine çizik atmak şeklinde kesmektir” ya da “mecaz vardır, hırsızlığın önünü kesmek kastedilir” şeklinde yorumladığınızda, bu yorumunuzu ayetin manası olarak sunup sonra “Bu hadis Kur’an’a uymuyor!” diyerek sahih bir hadisi inkâr edebilirsiniz.
Benzer şekilde herkes kendi fikrine göre ayetleri farklı bir manada yorumlayıp sahih hadislere uydurma diyebilir. Bu usulle elinizde doğru düzgün sahih hadiste kalmayabilir. Sonuç olarak bu kesim aslında Kur’an’la çelişen hadisleri reddetmez. Bu hadisleri zaten Ehlisünnet ulema ayıklamıştır. Bu zatlar Kur’an’dan anlamak istediği mana ne ise ayete o manayı verir, sonra verdiği manayı reddeden bir hadisi -sıhhati ne olursa olsun- reddeder, sonra da “Ayete uymayan hadisi reddettik” diye doğru bir iş yapmış imajı oluşturur. Hassasiyetleri hadislere değil, inanmak istedikleri kendi doğrularınadır. Bizler için ise Kur’an’ı Hz. Peygamberin ve O’ndan ders almış sahabenin nasıl açıkladığı bağlayıcıdır.
3. Daha sonra sahih hadislerin kendi aralarındaki sözde çelişkilerine değinilerek şüpheler biraz daha arttırılmak istenir ve “İşte dine kaynak aldığınız hadis-i şerifler, kendi aralarında dahi tutarsız!” denilir.
4. Son aşamada ise sözde akla, mantığa uymayan pek çok hadis-i şerif olduğu iddialarıyla ortaya çıkılarak, insanlar hadis-i şeriflerden koparılır. “Bu hadis-i şeriflerin geçtiği hadis kaynaklarını dine kaynak olarak yakıştırıyor musunuz?” denilerek hadis kaynaklarını inkâra yöneltme tuzağı başarıya ulaşır ve insanların inançları, itikadları bu yolla bozulur.
Ancak hadislere bazen kendileri ekleme yaparlar, bazen de hadis-i şerifi eksik alırlar. Kasıtlı olarak tamamını ya da şerhini vermezler ya da hadislerin sıhhat düzeylerini göz önüne getirmezler. Zayıf veya mevzu bir hadisle tüm hadis kaynaklarını karalamaya çalışırlar.
Artık doğal olarak Kur’an’ın açıklaması Hz. Peygamber’in (sav) hadislerine göre değil, kişilerin kendi heva, heveslerine göre yapılmaya başlanır. Her kafadan bir ses, yorum çıkacağı için ümmet ihtilaf ve kargaşaya düşer, din üzerine yaşanan tartışmalar Müslümanlarda bıkkınlık ve kafa karışıklığı oluşturur ve dinin insanlardaki manevi şahlanışa vesile olacak tesiri böylece ortadan kalkar. Ümmet dış güçlerin rahat yönetebileceği, kendileri için tehdit oluşturmayan, çünkü Kur’an yorumunu istediği gibi eğip bükerek asla bir araya gelemeyen hale gelir.
Zikrettiğimiz yöntemler ile “Bize sadece Kur’an ayetleri yeter, sünnete, hadis-i şerif kaynaklarına gerek yok!” sonucuna ulaşınca Ehlisünnet akaidinin ve büyük fıkıh mirasının yarısından fazlası inkâr edilmiş olunur. Bu yolla Ehlisünnet dışı akımların savunucuları tarafından inkâr edilen meselelere bazı örnekler verelim:
- Beş vakit namaz inkâr edilir ya da vakitler arasında anlaşmazlık oluşur.
- Kadınların başörtüsü takmasının farz olduğu bazılarınca inkâr edilir.
- Hz. Peygamber’in (sav) mahşer günü Müslümanlara şefaat edeceği inkâr edilir.
- Kabir azabı, Münker ve Nekir meleklerinin var olduğu ve ruhların kişi öldükten sonra kabirlerinde yaşadığı inkâr edilir.
- Hz. Muhammed’in (sav) mucizeleri inkâr edilir.
- Kadere imanın, iman şartlarından biri olduğu inkâr edilir.
- Kudüs’ün Müslümanlar için o kadar da fazla önemi yoktur. (Bu mana bazen doğrudan bazen dolaylı yoldan empoze edilir.)
- Tarihte Dünya’ya hükmetmiş Osmanlı’nın değeri küçültülmeye, cihad ruhu yok edilmeye, bizi güçlü kılan tarihi bağlar zayıflatılmaya çalışılır.
- Kaza namazı diye bir meselenin olduğu inkâr edilir.
- Hayızlı kadınların namaz kılıp oruç tutabilecekleri iddia edilir.
- Dört mezhebin (Hanefi, Şafi, Maliki, Hanbeli) hak olduğu inkâr edilir.
- Hz. İsa’nın (as) kıyamete yakın tekrar yeryüzüne ineceği inkâr edilir.
- Kur’an’da peygamberlerin (sav) seçilmiş, üstün kılınmış, örnek teşkil edilen insanlar olduğu belirtilmesine rağmen peygamberlerin (sav) “ismet” yani günahlardan arınmış olma sıfatları inkâr edilir. Yani peygamberlerin (sav) hata dışında niyet taşıyarak haram işleyebileceği iddia edilir.
Daha pek çok akaid, helal-haram, abdest, hac, zekât gibi konulardaki fıkhî hükümler inkâr edilir. Son olarak da, bu görüşleri savunanlar apaçık reformist olmalarına rağmen reformist olduklarını da inkâr ederler.
Hadis inkârcıları tarafından inkâr edilen meselelere verilecek örnekler çok fazladır. Kimileri yukarıda sayılanların bir kısmını savunup Ehlisünnetten ayrılırken kimileri sayılanların tamamını savunup Ehlisünnete tamamen zıt bir çizgi çizmektedir. Sadece verilen örneklerle dahi meselenin ciddiyeti ve bu iddialara kapılan ve doğrusunu öğrenmeyen kişilerin ne derece büyük bir itikat yanlışlığına gireceği anlaşılmaktadır. Çünkü bunları iddia etmek Kur’an ile çelişmek demektir. İstediğiniz kadar “Kur’an’a tabiyim” deyin, aslında Kur’an’ın cımbızlanmış, çarpıtılmış haline tabi olursunuz. Bu İslam değil, şahısların dinidir ve bu anlayışla onlarca hatta yüzlerce farklı din algısı ortaya çıkabilir.
Hangi hadislerin kabul edilip edilmeyeceği hususunda bir bütünlük, ortak bir kabul yoktur. Büyük hadis âlimlerinin görüşlerine ve hadis-i şeriflere ya hiç itimat edilmez ya da kısmen itimat edilir. Bazen tevatür, yanlışlığı imkânsız olacak düzeye ulaşmış pek çok sahih hadis rahatlıkla inkâr edilirken bazen de (köşeye sıkışıldığında) kendilerini kurtaracak hadis-i şerifler nelerse zayıf ya da mevzu (uydurma) dahi olsa onlara son derece bağlılık gösterebilecek, dilediklerinde kınadıkları hadis kaynaklarına bel bağlayacak bir keyfiyet gösterilmektedir. Mesela tevatüre varan Hz. Peygamber’in (sav) mucizeleri, şefaati gibi nice hadis rivayeti inkâr edilirken “Benden size bir hadis ulaştığında onu Allah’ın kitabına arz edin. Eğer, o söz kitaba uygun ise onu ben onu söylemişimdir. Kitaba aykırı ise onu ben söylememişimdir.” gibi asılsız, uydurma rivayetleri görüşlerinin altına koyarak Hz. Peygamber (sav)’le fikirleri arasına köprü kurarlar.260 “Kur’an’a aykırı hadisi reddediyoruz” sloganıyla kurgulanan oyunun arka planını ve çıkmazını yukarıda bir örnekle izah etmiştik.
Yine kendilerine dinden bir mesele ulaşsa ve bu meseleyi akılları kabul etmese ya da halkı memnun edecek fetvanın derdine düşseler hadis hassasiyetleri varmış gibi “Bu hüküm Kur’an’da ve hadislerde yok!” derler. Eğer bu mesele hadislerde var deseniz “Hadis Kütübü Sitte’de geçmiyor!” derler. Eğer hadis Kütübü Sitte’de de geçiyor deseniz “Buhari ve Müslim’de geçmiyor!” derler. Eğer hadis Buhari ve Müslim’de geçiyorsa “Bu bilgi Kur’an’da yok!” derler. Bu bilgi Kur’an’da da geçiyor deseniz “Bunun manası bu değildir ya da bu ayet o devrin şartlarını bağlar, bizi bağlamaz!” derler. Kabul etmek istemedikleri bir hükmün nerede nasıl geçtiği onlar için mühim değildir. Mühim olan ilgili meseleye inkâr yolu bulabilmektir.
Akılları kâinata hâkim tayin edilmiş ve kâinatın doğruları ile yanlışlarını ayırt edecek yegâne zihin yapısına sahipmiş gibi kendi akıllarına uygun olmayan bir ifadeyi ayetlerde görseler reddetme cesareti gösteremeyeceğinden (Kimileri buna da cüret eder.) “Anlamı öyle değil böyledir.” derler ancak aynı akıllarına uymayan bir hadis görseler hadisin şerhine bakmadan ve savunma tepkisine ihtiyaç dahi duymadan “Hadis ise uydurmadır.” diye kestirip atarlar.
Mesela onlara “Allah’ın, cehennemi insanlarla ve cinlerle dolduracağına dair vaadi gerçekleşecektir, şeklinde bir hadis var. Bu hadis hakkında ne düşünürsünüz?” diye sorsanız “Allah’ın böyle bir vaadi olabilir mi! Allah, insanları zorla cehenneme mi atacak! Bu hadis akla aykırıdır, uydurmadır.” diye “Uydurma” damgasını basarlar. Peşine “Yanlış olmuş, bu bir hadis değil ayet imiş. Secde suresi 13. ayette bu ifade geçmektedir.” deseniz bu sefer “Öyleyse ayette kastedilen cüzi iradesiyle günah işleyenlerle cehennemin dolacağıdır. Allah, kullarını zorla cehenneme atmaz.” diye cevap verirler.
Pek çok inkârları bunun misali gibidir. Kabul etmek istemedikleri ifadeler ayette geçtiğinde tevil edilir ancak hadiste geçiyorsa tevil etmek, manasını düşünmek, şerhine bakmak yerine çirkince hadis âlimlerine iftira atılır ve hadis reddedilir. Niyetleri, dine uymak değil, dini kendilerine uydurmak olduğundan, inkâra odaklanmış fikirleriyle önlerine getireceğiniz delilin ya da âlimler arasında ittifak edilmiş olmanın herhangi bir önemi onlar için söz konusu değildir.
Her fırsatta Ehlisünnet âlimlerini küçümseme ve onlarla alay etme gayretinde olan hadis inkârcıları, sahabilerin ve başlıca mezhep imamlarının görüşlerini savunan Ehlisünnet taraftarlarını da küçük düşürmek için, müşrikler hakkında inmiş “Atalarınızın dinine mi uyuyorsunuz!” gibi ayetleri Ehlisünnet mensuplarına yönelik kullanarak kişileri zan altında bırakmaya çalışır. Bu sözlerinden kasıtları şudur:
“Kendi aklımızı kullanmamız dini anlamada bize yeterlidir, âlimlere gerek yoktur.” Ancak bu söylemler şu gerçeği değiştirmemektedir ki içeriğinde pek çok çıkmazı barındıran hadis inkârcılığı, vahyin anlattığı dine değil, “kendi akıllarının anladığı, özü değiştirilmiş fikirlere” uymaktadır. Kur’an’da aklımızı kullanmamıza yönelik pek çok ayeti -farklı bir yorum ile- önümüze getirirler ancak ne gariptir ki bütün bu akıllar da farklı çalıştığından ortaya bir doğrular bütünü çıkmamaktadır. Her daim aklın önemi vurgulanırken ve herkesin Kur’an’ı aynı şekilde anlayabileceği ve hüküm çıkarabileceği düşünülüp herkes meal okumaya, -kendi fikirleriyle çeliştiği noktalarda- eski âlimleri takip etmeyi bırakmaya çağırılırken kendi aralarında dahi fikir ayrılıklarına düşmekle bir çıkmazın içerisine girmektedirler. Bizler de bu vesileyle İslam’ı, Hz. Peygamber’in (sav) sünnetinden ve sahabeden ayırmanın sonuçlarının nasıl bir çıkmaza vardığına şahit olmaktayız.