Eş adaylarını araştırma

Turab

Teknik Ekip
Yönetici
Admin
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
7,015
Tepkime puanı
423
3evlilik.jpg


Evlenmeye karar veren eşlerin, birbirlerinin kişiliklerini ve yaşantılarını araştırıp öğrenmelerinin, tabii bir durum olduğunu belirtmeliyiz.

“Araştırma” deyince insanın aklına yanlış anlaşılmalar gelebilir. Şu gerçeği unutmamak gerekiyor. Bir ömür boyu hayat sürecek olan iki insanın “tedbir alma” gibi bir mecburiyeti vardır. Meseleye bu açıdan bakıldığında, yanlış anlaşılma söz konusu dahi edilmemeli. Burada önemli olan ölçüyü kaçırmamaktır. “Eşim olacak insanın hayatını araştırıyorum” diye hafiyelik yapma gibi bir arayışın içerisine girilmemeli. O zaman yanlış anlaşılmalar ve kırgınlıklar olur.


Eşlerin kişilik ve onurları söz konusu olduğundan, bu konuda iki taraf da gayet hassas ve dengeli davranmak zorundadır.

Araştırmanın ilk adresi ailedir.

İnsanların kişilik ve kimlikleri aile ocağında oluştuğundan, eşlerin araştıracakları konuların başında “aile içi yaşantı” gelir. Araştırılıp öğrenilecek her şey, aile içerisinde teşekkül ettiğinden bu konu öncelik taşır.


Ailenin namus anlayışına, dinî duyarlılığına, insanî değerlerine, kültür seviyelerine, aile fertleri arasındaki saygı ve sevgiye dayalı ilişkilerine ve ekonomik durumlarına bakarak az- çok bir kanıya varılabilir.

Aile içerisinde üstlendiği rol

Her anne ve babanın çocuklarını yetiştirmek için, kendilerine göre uyguladıkları bir takım metotları vardır. Aile ocağında uygulanan bu metotlar neticesinde, aile içindeki her ferdin üstlendiği “role” göre kişiliği ortaya çıkar. Bunu anlayabilmek için eş adayı ne kadar gözlem yaparsa, o kadar da bilgi sahibi olur.

Kişilik kavramı ne düzeyde?

Yeni nesil artık tanışarak, konuşarak ve birbirlerini tanıyarak evleniyor. Aileler ne kadar aracı olsalar bile, hemen evlenmeye kalkmıyorlar. Aslında evlilik, ilişkide gelinecek en son noktadır. Bu noktaya gelinceye kadar birbirlerinin kişiliklerini, karakterlerini, ortak noktalarını, en önemlisi “önceliklerini” test etmeleri artık zorunlu bir ihtiyaç hâline gelmiştir.


Öncelikli değerler, kişilere göre değişim göstermekle birlikte; evlenecek her insanın, “karakter ve kişilik araştırması” yapması en önemli gündemi olmalı. İnsanı insan yapan, karakteri ve kişiliğidir. Bu vasıf, aile ocağında başlar, okulda gelişir, cemiyette de olgunlaşır. Bireyin kendine özgü davranış biçimleri, duyguları, düşünceleri, ruhî durumları, alışkanlıkları ve zevkleri kişiliğini belirleyen en önemli özellikleridir. İnsanlar arasındaki ilişkileri, olumlu ve olumsuz davranışları, oturması, kalkması, konuşması kişinin karakterini ortaya koyar.


Kişinin karakterini en iyi tanımanın yollarından biri de ticari alışverişlerdir. İşin içine “para” girince insanın zaafları ortaya çıkar. Bunun yanında kavga anındaki konuşmalar, seyahate çıkma gibi davranışlar; karşımızdaki insanı tanımaya ve karakterini öğrenmeye yardımcı olacaktır.

Temel esaslardaki inanç bütünlüğü

Kuru kuruya karakter ve kişilik olmaz. Kişiliği ve karakteri besleyen ilkeler vardır.


İnsan şahsiyetini yakından ilgilendiren bu ilkelerin başında, “inanç bütünlüğü” gelmektedir. Bu ilkeler bizim kültürümüzde asırlardan beri uygulanmaktadır. Şahsiyetli kişilik ve karakter sahibi insanlar, “inanç bütünlüğü” ile beslendikleri vakit, gerçek anlamda “karakter ve kişilik” sahibi olurlar.


Karakter ve kişilik kavramının, inançla çok yakın ilgisi vardır. Bu kavramlar sayesinde insanın hayatı anlam kazanıyor. İnancı olmayan insanın ideali de olmayacağından, yaşadığı hayat bomboş bir hayattır. İdeal kavramı, kültürel değerler için olduğu gibi, mal-mülk için de olabiliyor. Bu bağlamda bazı insanlar, evlenecek eş adayında kişilik, karakter, dindarlık, idealistlik gibi değerler yerine, arabasına, dairesine, parasına ve servetine bakmaktadır.


Aslında serveti ideal edinen insanlar, şahsiyetli bir kişiliği amaç edindiklerinde en büyük servete talip olmuş olurlar. Malı-mülkü olan bir insan, ne kadar varlıklı olursa olsun, “değişken bir kişiliği” varsa, her şeyini bir anda kaybedebilir. Mal-mülk dediğimiz şey, bir kıvılcım gibidir, bir yangında yok olabilir. Evlenecek gençlerin malları-mülkleri olmayabilir. Fakat gencin bir mesleği var ise, ne yapacağını biliyorsa, inancı ve kişiliği oturmuş ise, azmettikleri takdirde ileride amaçlarına mutlaka kavuşurlar. Sonuç itibariyle, inançsızlık korkunç bir kişilik bozukluğudur. Çünkü inancı olmayan insan, her gayrimeşru olayı kendine “mubah” görür.

Sorumluluk anlayışı

Evlilik sorumluluk ister. Kişinin kendisine ve başkalarına karşı sorumlulukları saymakla bitmez. Sorumluluk olgunluğuna erişememiş insanlar, sorunlar karşısında büyük sıkıntılar çekerler. Erkekte aileyi sahiplenme, kadında evi çekip çevirme ve geçindirme sorumluluğu, evliliği sürdürmenin en önemli şartlarındandır.


Dengeli ve mutlu bir evliliğin olabilmesi için; eşlerin her birinin, “Sorumluluk anlayışı ne olmalıdır?” konusunu çok iyi kavramaları lazımdır. Genç bir kızın oturup kalkması, insan ilişkileri, ev idare etme becerisi gibi konularda nasıl bir sorumluluk bilincine sahiptir? Hayatın zorluklarıyla karşı karşıya kalındığında, kendi kendine sorumluluk yüklenebilecek bir bilince sahip midir? Parayı nasıl kullanıyor, harcamalarda ölçüsü var mıdır, tutumluluk anlayışı nedir?


En önemlisi, çocuk yetiştirme konusunda yeterince bilgi sahibi midir? Gelecekle ilgili kaygıları var mıdır? Hayat tarzı dengeli ve ölçülü müdür, yoksa eline geçeni har vurup harman mı savuruyor? Zamanını nasıl kullanıyor?

Olumsuz alışkanlılıklar

Kişi alışkanlıklarının, esiridir. Alışkanlıklar, önceleri zararsız ve masumdurlar. Fakat daha sonra öyle bir hâle gelirler ki, ruhunuzu ve bedeninizi kaplar ve sizi bağımlı hale getirirler. Bu konuda İbn Haldun: “İnsan, alışkanlıklarının çocuğudur” diyor. Evlilikte geçimsizliğin temel unsurlarından biri de kötü alışkanlıklardır. Evlenecek kız ve damada ait kötü alışkanlıkların mahiyeti, kesinlikle araştırıp öğrenilmeli. Kötü alışkanlıkların şöyle bir talihsizliği de var. Evlilik öncesinde, olumsuz olan bir takım davranışlar, iyice gizlendiği için kolay kolay ortaya çıkmazlar. Hatta “iş bozulmasın” diye saklı tutulurlar. Bunun üzerine, ısrarlı bir şekilde ve açık yüreklilikle gidilmeli. Zira evlilik sonrasında ortaya çıktığında, telafisi daha çok zorlaşacaktır.



Çok bilinen bir söz var: “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” Bu söz, insanı tanımada çok önemli bir ipucudur. Evlenecek insan, eş adayının arkadaşlarını araştırıp tanımak zorunda. Çünkü evlilik hayatında bu insanlar evlerine gelecek, onlarla beraber olacak. İyi veya kötü yönlerini paylaşacaklar. İnsan arkadaşsız olamaz.



Kızın da, erkeğin de arkadaşlarının olması gayet tabii bir hadisedir. Önemli olan, kişiliğinize uygun, vefalı, zor zamanlarda yanınızda bulunabilecek dostlarınızın olması.
Çağımızda insanlar öylesine değişken olmuşlar ki, çıkarları uğruna her kılığa girebiliyorlar. Size olan düşmanlığını yapabilecek gücü yoksa önce sizinle arkadaş oluyor. Sizden yararlandığı müddetçe dostluğunu devam ettiriyor. Biraz palazlandığında ise, gerçek kişiliği ortaya çıkıyor.


Hz. Ali bu konuda: “En kötü düşman, düşmanlığını gizleyen dosttur” diyor. Günümüzde düşmanlıkların çoğu maalesef gizli yapılıyor. Hz. Ali, başka bir veciz sözünde: “Kişi arkadaşı ile ölçülür” diyor. İnsanın karakteri beraber gezip tozduğu insanlarla daha kolay anlaşılır. Aristoteles’in, arkadaşlıkla ilgili sözünü önemsemekte de yarar var: “Çok arkadaşı olanın aslında hiç arkadaşı yoktur” Demek ki gerçek arkadaş az ve öz olan arkadaşlardır.

Yöresel, geleneksel ve kültürel farklılıklar

Eşlerin birbirleri hakkında araştıracakları konulardan biri de, yöresel, geleneksel ve kültürel farklılıklardır. Bu durum evlilik öncesinde önemli gözükmeyebilir. Hatta bu farklılıklar birbirlerine değişik ve zevkli de gelebilir.
Ancak, evlilik sonrasında her farklı olay bir problem olabiliyor. İşin içine bir de inatlaşma girince, en küçük bir farklılık başlı başına bir geçimsizlik kaynağı oluyor. Evlilik öncesindeki tahammül ve hoşgörü, bakıyorsunuz ortadan kayboluveriyor.


Burada önemli olan, ciddi farklılıkların önceden belirlenmesidir. Namus anlayışı, dinî inanışlardaki esaslar gibi temel değerlere dayalı farklılıklar, günün birinde filizlenip ortaya çıkarlar. Bunların haricindeki kültürel ve yöresel farklılıklar, iletişimle halledilebilir.


Eşler arasında hoşgörü ve tahammül olduktan sonra, sıradan farklılıklar evliliğe bilakis canlılık da kazandırır. Farklı yörelerin düğünleri, müzikleri, eğlenceleri, yemekleri, davetleri, kıyafetleri başlı başına bir zenginliktir.


Ancak, temel değerlere gelince durum değişir. Bu noktada, konuyu enine boyuna araştırıp bu husustaki kesin tavır ortaya konulmalı. “Hele bir evlenelim sonra oturup konuşuruz” diye düşünenler treni kaçırmış olurlar. Çünkü evlilik öncesiyle evlilik sonrasındaki durum tahmin edilemeyecek kadar farklı oluyor. Artık eşler, birbirlerini sahiplenmişlerdir, olan olmuş geçen geçmiştir. “Elde etme ve sahiplenme” duygusundan sonra gerçek hayat başlıyor. Altını çizerek iddia ediyoruz. “Temel değerler” de mutlaka ortak noktalar belirlenmeli. Bu noktada birleştikten sonra, diğer durumlar o kadar önemli değildir. Bazen bu sıradan farklılıklar, insana değişik ve zevkli de gelebilir.


Aslında farklılıklar normal davranışlardır. Burada önemli olan, farklılıkları kabullenme ve benimseme meselesidir. Bu kabullenme ve benimseme evlilik öncesinde oluyor da, evlilik sonrasında çoğu zaman olmuyor.

Çağımızın hastalığı depresyona dikkat

Çağımız insanlarında çok rastlanan davranış bozukluklarından biri de “ruhsal ve zihinsel” hastalıklardır. Evlenecek gencin fizikî görünümüne bakıyorsunuz, her davranışıyla normal görünüyor. Düzgün ve mantıklı konuşuyor, İnsanî ilişkileri gayet iyi, huyu suyu güzel. Gelin adayı kızın güzelliği ise dillere destan. Erkeğin yakışıklığına da diyecek yok. Ortada evliliğe mani olacak herhangi bir engel olmadığına göre, bu izdivaç neden olmasın? Bu durumda eşler birbirlerini beğeniyor, aileler de evliliği onaylıyor ve her şey planlandığı gibi sonuçlanıyor. Evlilik normal bir şekilde giderken bir de bakıyorsunuz “ruhsal bunalımlar” baş gösteriyor.


Hayatın zorlukları karşısında direnme gösteremeyen eşlerden biri veya her ikisi, çaresizlik içerisinde ne yapacaklarını bilemiyorlar. Hayat şartları zorlaşınca bu bunalımlar, “depresyona” güzelim evlilik de cehenneme dönüşüyor.

Aşağıda okuyacağınız olay bunu ortaya koyuyor.



Körü körüne inatçılık ve tembellik
İnsanın ruh dünyasını derinden etkileyen faktörlerden biri de, “tembel ve inatçı kişiliğe” sahip insanlardır. Eşler arasında, geçimsizliğin en belirgin sebeplerinden biri olarak kabul edilen “tembellik ve inatçılık” çok kötü birer hastalık olarak kabul ediliyor. Geçimsizliğe ve boşanmalara yol açan bu kötü huyları açıklamaya çalışalım.


Tembellik: Tembellik, bulaşıcı bir hastalık gibidir. Bu hastalığa tutulan, hep başkalarının sırtından geçinmek ister. İş yapmamak için devamlı mazeretler üretir, her işin kolayını seçer. Bu karakterde olan kadın ve erkek, aynı davranışlarını evlilik hayatında da sürdüreceklerinden problemlerin ardı arkası kesilmez. Böylece kişiler ailesine, çocuklarına ve eşine karşı sorumluluklarını yerine getirmeyeceğinden, bütün işler yalnız birinin üzerine kalacaktır. Bu ağır yükün altında ezilen kadın veya erkek, sorunlarla baş edemeyeceğinden evlilikleri çıkmaza girer. Bu nedenlerle evlenecek kişi, eş seçerken karşısındakinin fedakâr, paylaşımcı ve özverili olduğunu araştırdığı kadar tembelliği de sorgulamalıdır.


İnatçılık huyu: İnatçı kişinin ana özelliği esnek olmaması ve kendi bildiklerini karşı tarafa ısrarlı bir şekilde empoze etmesi şeklinde kendini gösterir. Bu karakterdeki bir kişi, duygularını başkalarıyla paylaşmaz. Hep kendi bildikleri doğrultusunda hareket eder. Genellikle katı ve kuralcı olur. Gururu devamlı ön planda olduğundan, dediklerini kesinlikle kabul ettirmek ister. Tersi durumlarda da karşısındakine düşman kesilir. Bu nedenle, “müzmin bir kişilik bozukluğu” sayılan inatçılık, geçimsizliğin ana sebeplerindendir.
Oysa eşler arasında, inatçılığın ve bencilliğin yeri yoktur. Devamlı hoşgörü ve müsamaha vardır. Karı- koca arasında “senlik-benlik davası” olmamalı. Her iki taraf fikrini ortaya koyar ama “ille de benim dediğim olacak” diye inatçılık yapmamalıdır.

Başka araştırılacak konular yok mu?

Buraya kadar sıraladığımız on madde de, hangi davranışların araştırılacağını anlatmaya çalıştık. Eş adayı ile ilgili araştırılması gereken başka konular da var. Ancak, bu sıraladığımız şartlar, “sağlıklı bir evlilik” için için en önemli satır başlarıdır. Bu şartların içeriği araştırılmadan yapılan evliliklerin nasıl bir hal alacağı hiç belli olmaz.
Gerek evlenecek eşlerin, gerekse aile büyüklerinin kendilerine özgü metotlarla bu konuları halletmeleri gerekir. Burada bilinen en klasik metot, “sorular sorarak bilgi toplama” tarzıdır. Yukarıda belirtilen konular için çevredekilere, tanıdıklara, eşe dosta soru yönelterek araştırma yapmak da başlı başına bir “beceri” işidir bunu da belirtelim.


Diğer bir önemli nokta da, acele etmeden, işi biraz da zamana bırakmalı. Bazı gerçekleri zaman halleder. Bu yüzden sabırlı ve temkinli davranılmalı. Mantıklı olan hareket, işi “oldubittiye” getirmeden “dengeli ve makul” bir şekilde evliliğin temelini atmaktır.


“Eşlerin birbirlerini nasıl araştıracakları” meselesi çok hassas, aynı zamanda çok zordur. Bizim anlattıklarımız bilgiler ışığında, hayalinizde canlandırdığınız “mükemmel eşi” bulamayabilirsiniz. Aslında bu hiç de önemli değildir. Zaten insanoğlu, ömür boyunca, “mükemmel olanı” nadir bulur, belki de hiç bulamaz. Önemli olan “mükemmel eş”i değil “münasip eşi” bulabilmektir.

4evlilik.jpg

 
Üst Alt