- Katılım
- 22 Şubat 2011
- Mesajlar
- 9,107
- Tepkime puanı
- 81

EMİR ABDÜLKADİR
(1808-1883 m.)
TAKDİM
19. yüzyıl Afrika kıtası, sömürgeci güçlere kabuslar gösteren bir sürü irili ufaklı direnişe şahit olmuş ve bilhassa Müslüman toprakları çeşitli tarikatlar öncülüğünde düşman sultasına karşı şiddetle karşı koymuştur. Özellikle Kuzey Afrika’daki bu “Sufi direniş” çeşitli liderler öncülüğünde yaklaşık 150 sene kadar devam etmiştir. Bunlar arasında Sokoto’da Osman Bin Fodyo, Cezayir’de Emir Abdülkadir, Libya’da Muhammed Senusi, Somali’de Muhammed bin Abdullah bin Hasan, Fas’ta Emir Abdülkerim ile Sudan Mehdisi Muhammed Bin Abdullah ilk akla gelenlerdir.
Bu hareketlerin ortak zaafı karizmatik lider merkezli hareketler olmalarıdır. Bu tip hareketler kanı kaynayan, heyecan ve his ağırlıklı Afrika insanına kısa zamanda müthiş bir enerji ve dinamizm vermesine karşın, uzun vadede ya liderin hataları ile hareketin sarsılması veya onun vefatının oluşturduğu büyük boşluğun doldurulamayıp saman alevi gibi sönmesini netice vermiştir..
Biz bu kısa çalışmamızda Fransızlara karşı Cezayir’de destansı bir mücadele veren Emir Abdülkadir hazretlerini ele aldık. O’na ve silah arkadaşlarına binler fatihalarla...
DOĞUMU VE AİLESİ
Emir Hacı Abdülkadir Cezairi bin Muhyiddin, 1223’de (6 Eylül 1808) Batı Cezayir’de Muasker şehri civarında bir zaviyede dünyaya geldi. Soyu Hazret-i Hasan (RA) efendimize dayanmaktadır. Babası Şeyh Muhyiddin efendi bir Kadiri şeyhi idi. Cedlerinden Seyyid Muhammed bin Abdülkadir, Barboros Hayreddin paşanın Cezayir fethinde bir nefer gibi çalıştığı için Osmanlı Sultanları bu aileye büyük izzet ve itibar gösterirlerdi.
YETİŞTİĞİ ÇEVREEmir Hacı Abdülkadir Cezairi bin Muhyiddin, 1223’de (6 Eylül 1808) Batı Cezayir’de Muasker şehri civarında bir zaviyede dünyaya geldi. Soyu Hazret-i Hasan (RA) efendimize dayanmaktadır. Babası Şeyh Muhyiddin efendi bir Kadiri şeyhi idi. Cedlerinden Seyyid Muhammed bin Abdülkadir, Barboros Hayreddin paşanın Cezayir fethinde bir nefer gibi çalıştığı için Osmanlı Sultanları bu aileye büyük izzet ve itibar gösterirlerdi.
Büyük insanları yetiştiren biraz da aile ortamı ve muhittir. Cezayir'in bir eyaleti olan Vahran(Oran)'da tahsilini tamamlayan Genç Abdülkadir çok köklü dini eğitim aldı. Küçük yaşta hafız oldu. Medrese ve tekke eğitiminin yanında aynı zamanda iyi bir at binicisi ve keskin bir nişancı olarak yetişti. Daha gençliğinde dini ilimlerdeki kudreti, insanları teshir eden hitabeti, İslam tarihine dair geniş malumatı, cesaret ve kahramanlığı, takva ve fazileti ile şöhret buldu.
Kazandığı bu saygınlık ileriki dönemlerde kurtuluş mücadelesinde herkes tarafından kabul edilmesinde büyük bir vesile oldu. Haşim kabilesinin en nüfuzlularından biri olan ailesi,uzun müddet Fas'ta ikamet ettikten sonra, 18.yy'da Oran beyliğine hicret ederek orada yerleşmiştir. Bu ailenin Şeriflikten (Hz. Hasan'ın soyundan gelenlere verilen unvan) dolayı haiz bulunduğu itibara Abdülkadir'in büyük babası Mustafa bin Muhammed bin Muhtar'ın ve bilhassa babası Şeyh Muhyiddin'in zühd ve takva ile kazandıkları şöhret de inzimam etmişti.
19. YÜZYIL MAGRİB MEMLEKETLERİ
Magrib ülkeleri diye anılan bölge bugün Cezayir ve Fas’ı kapsayan coğrafi alandır. Cezayir daha Kanuni devrinde Osmanlı topraklarına katılmıştı. Fas ise Kuyucu Murat Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunun Vadiseyl meydan muharebesinde Portekiz güçlerini kâmilen imhasıyla Üçüncü Murad han zamanında Devlet-i aliyeye dahil olmuştu.
19. yüzyıla gelindiğinde, Osmanlı idaresi bu topraklarda gitgide zayıflamış ve şekli bir hüviyete bürünmüştü. Bu ise, Sanayi devrimi ile gitgide iştahları kabaran Avrupa devletleri için biçilmiş kaftandı. Bir pastayı paylaşır gibi İslam ülkeleri aralarında pay eden müstemlekeciler nazarında Cezayir, Fransa’nın payına düşmüş bir lokmaydı sadece. Ama kısa zamanda örgütlenen Müslüman halk Fransa’nın karnına oturdu.
İLK HACCIMagrib ülkeleri diye anılan bölge bugün Cezayir ve Fas’ı kapsayan coğrafi alandır. Cezayir daha Kanuni devrinde Osmanlı topraklarına katılmıştı. Fas ise Kuyucu Murat Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunun Vadiseyl meydan muharebesinde Portekiz güçlerini kâmilen imhasıyla Üçüncü Murad han zamanında Devlet-i aliyeye dahil olmuştu.
19. yüzyıla gelindiğinde, Osmanlı idaresi bu topraklarda gitgide zayıflamış ve şekli bir hüviyete bürünmüştü. Bu ise, Sanayi devrimi ile gitgide iştahları kabaran Avrupa devletleri için biçilmiş kaftandı. Bir pastayı paylaşır gibi İslam ülkeleri aralarında pay eden müstemlekeciler nazarında Cezayir, Fransa’nın payına düşmüş bir lokmaydı sadece. Ama kısa zamanda örgütlenen Müslüman halk Fransa’nın karnına oturdu.
Cezayir’in Fransız çizmelerinin işgaline uğramasından üç sene evvel yani 1827’de babası ile birlikte, Hac farizasını yerine getirmek üzere kutsal topraklara seyahate çıktı. Hicaz’da Kafkas kartalı İmam Şamil’le tanıştı. Bu iki büyük dava adamının tarihi buluşması çok anlamlıdır. İki aksiyoner ruh İslam toplumunun kurtuluşuna çareler aradılar, fikirler ortaya koydular ve galiba haccın, şimdilerde bütün bir ümmetçe es geçtiğimiz çok önemli bir esprisi de buydu herhalde. Memleketlerine döndüklerinde her ikisini de alev, barut ve kıyamın beklediği bu iki büyük insan yıllar sonra yine kutsal beldelerde karşılaşacaklardır, ama bu sefer kolları, kanatları kırık olarak...
Hac görevini tamamladıktan sonra Şam’a geçti. Bu şehirde, 19. asrın Müceddidi olarak kabul edilen Mevlana Halid-i Bağdadi hazretlerini ziyaret ettiğini bazı kaynaklar yazmaktaysalar da, pek mümkün görülmemektedir. Zira Mevlana Halid hazretleri 1826 yılında vefat etmişleridir. Herhalde onun halifeleri ile görüşmüş olabilir. Üç senelik bu seyahatinde bir müddet kaldığı Bağdat’ta Kadiri tarikatının o zamanki en büyük şeyhi Mahmud El Geylani’den Kadiri tarikatında icazet aldı..
1830’da Fransız askerlerinin Cezayir’e girdiğini duyar duymaz yurduna döndü. Cezayir halkı faziletli babası Şeyh Muhyiddin’in etrafında halelendilerse de, bu muhterem zatın çok yaşlı olması sebebiyle nazarlar oğluna çevrildi ve nihayet 22 Kasım 1832’de, Recep ayında Emir el Müminin olarak seçildi.
Biat merasiminde şöyle demişti:
“Eğer liderliği kabul ediyorsam bu, cihad alanın da düşmana karşı yürüyen ilk kişi olmak hakkını edinmek içindir.
Benden daha değerli ve yetenekli bulacağınız, imanımızı savunmada hiçbir fedakarlıktan kaçınmayacak başka biri çıktığında yerimi ona bırakmaya hazırım.”
“Eğer liderliği kabul ediyorsam bu, cihad alanın da düşmana karşı yürüyen ilk kişi olmak hakkını edinmek içindir.
Benden daha değerli ve yetenekli bulacağınız, imanımızı savunmada hiçbir fedakarlıktan kaçınmayacak başka biri çıktığında yerimi ona bırakmaya hazırım.”
Özel olarak yaptırdığı yüzüğüne şu beyitleri nakşettirmişti:" Her kimin yanında Allah'ın Resulu olursa, Aslanlar ondan korkar,inlerinde karşılaşsalar onunla."
TEŞKİLATLANMASI
Emir Abdülkadir her büyük liderde gördüğümüz gibi teşkilatlanmaya büyük önem veriyordu. Önce bütün kabilelerden seçilen delegelerden biat aldı. Daha sonra hemen teşkilatlanmaya girişti. Valilikler kurdu. Osmanlı devlet teşkilatlanmasına benzer askeri, mali, diplomatik düzenlemeler yaptı. Halktan düzenli vergi topladı. Milli parayı bastırdı(Muhammediye) Ona göre Fransızlara karşı direniş ancak iyi bir organizasyonla başarıya ulaşabilirdi. El Muasker şehri bu İslam devletinin başşehriydi. Daha sonra 1835’te General Clauzel burayı işgal edip yakınca, Takdimt mıntıkasına çekildi.
Emirin ordusu düzenli bir ordu ve bunun yanında “Mutavva” denilen gönüllülerden oluşuyordu. Emir Abdülkadir’in birliklerinin hareket kabiliyeti yüksekti, bu da hantal Fransız ordusu karşısında önemli başarılar kazanmalarına sebeb oldu. Düzenli ordu(Asakir-i Muhammediye) üç kısımdan müteşekkildi:
1- Süvariler
2- Piyadeler
3- Topçular
Mühimmat ganimetlerden sağlanıyordu. Bazen dışarıdan özellikle de Fas üzerinden İngilizlerden silah satın alınıyordu. Daha sonraları dışa bağımlılığın önüne geçmek için silah endüstrisi kurma yoluna gidildi. Tlemsan, Muasker, Milyana gibi şehirlerde atölyeler ve fabrikalar kuruldu.. Buralarda Top mermisi, süngü, kurşun ve değişik silahlarla barut üretiliyordu.
Emir Abdülkadir “Sumala” adını verdiği karargahını seyyar bir hale getirmişti. Düşmanın vaziyetine göre merkezini istediği yere naklediyor, savaşın cereyan tarzını hep kendi istediği şekilde yönlendiriyordu.
Aynı zamanda Mücahidler çok iyi bir istihbarat ağı kurmuşlardı. Emir Abdülkadir dünya politikasını yakından takip ediyordu. Paris’te yüksek makamlarda ajanları vardı.
Emir Abdülkadir her büyük liderde gördüğümüz gibi teşkilatlanmaya büyük önem veriyordu. Önce bütün kabilelerden seçilen delegelerden biat aldı. Daha sonra hemen teşkilatlanmaya girişti. Valilikler kurdu. Osmanlı devlet teşkilatlanmasına benzer askeri, mali, diplomatik düzenlemeler yaptı. Halktan düzenli vergi topladı. Milli parayı bastırdı(Muhammediye) Ona göre Fransızlara karşı direniş ancak iyi bir organizasyonla başarıya ulaşabilirdi. El Muasker şehri bu İslam devletinin başşehriydi. Daha sonra 1835’te General Clauzel burayı işgal edip yakınca, Takdimt mıntıkasına çekildi.
Emirin ordusu düzenli bir ordu ve bunun yanında “Mutavva” denilen gönüllülerden oluşuyordu. Emir Abdülkadir’in birliklerinin hareket kabiliyeti yüksekti, bu da hantal Fransız ordusu karşısında önemli başarılar kazanmalarına sebeb oldu. Düzenli ordu(Asakir-i Muhammediye) üç kısımdan müteşekkildi:
1- Süvariler
2- Piyadeler
3- Topçular
Mühimmat ganimetlerden sağlanıyordu. Bazen dışarıdan özellikle de Fas üzerinden İngilizlerden silah satın alınıyordu. Daha sonraları dışa bağımlılığın önüne geçmek için silah endüstrisi kurma yoluna gidildi. Tlemsan, Muasker, Milyana gibi şehirlerde atölyeler ve fabrikalar kuruldu.. Buralarda Top mermisi, süngü, kurşun ve değişik silahlarla barut üretiliyordu.
Emir Abdülkadir “Sumala” adını verdiği karargahını seyyar bir hale getirmişti. Düşmanın vaziyetine göre merkezini istediği yere naklediyor, savaşın cereyan tarzını hep kendi istediği şekilde yönlendiriyordu.
Aynı zamanda Mücahidler çok iyi bir istihbarat ağı kurmuşlardı. Emir Abdülkadir dünya politikasını yakından takip ediyordu. Paris’te yüksek makamlarda ajanları vardı.