Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
Hz. Muhammed (s.a.v)
Efendimiz (s.a.v)'i Tanıyalım
Efendimizin Meşhur Dedeleri!
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Ekrem" data-source="post: 6912" data-attributes="member: 3"><p style="margin-left: 20px"><p style="text-align: center"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> <em><span style="color: Red"><u>ŞEYBE</u> </span></em></span></span></strong></p> <p style="text-align: center"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"><em><span style="color: Red">[ABDÛLMUTTÂLİB]</span></em></span></span></strong><em><span style="color: Red"></span></em></p> <p style="text-align: center"><em><span style="color: Red"> </span></em></p></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Peygamber Efendimizin birinci kuşaktaki dedesidir. Doğuştan ak saçlı olduğundan kendisine "Şeybe" ismini vermişlerdi. Abdûlmuttâlib, onun lâkabıdır; ancak daha çok bu lâkabla şöhret bulmuş ve anılmıştır.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Bu lâkabı alışının hikâyesi şöyle anlatılır:</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Şeybe, küçüklüğünde Medine'de dayılarının yanında kalıyordu. Bir gün mahalle arkadaşları, diğer çocuklarla, Medine'de bir meydanda ok atışı yapıyorlardı. Bütün çocuklar arasında, alnında parlayan Kâinatın Efendisine âit nur sebebiyle rahatlıkla farkediliyordu. Çocukların bu yarışmasını seyretmek için büyüklerden bir kalabalık da orada toplanmış bulunuyordu.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Ok atma sırası Şeybe'ye gelmişti. Okunu yayına yerleştirdi. Kendinden emin bir tavırla yayını gerdi. Bir an nefesini kesip yayını salıverdi. Yaydan fırlayan ok, hedefe tam isabet etmişti!</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Herkes hayranlık dolu bakışlarla kendisine bakarken, o ise bu başarıdan duyduğu sevinç ve heyecanı şu sözlerle dile getiriyordu:</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> "Ben, Haşîm'in oğluyum! Ben, (Betha) Beyinin oğluyum! Okum elbette hedefini bulur!"</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Seyre gelen büyükler, Şeybe'nin bu övücü sözlerini duydular. Haris bin Abd-i Menaf Oğullarından biri yanına yaklaştı ve sorup sual ederek onun Haşîm'in oğlu olduğunu öğrendi. Mekke'ye dönüşünde bu adaım, durumu amcası Muttâlib'e anlattı ve böylesine kabiliyetli ve zekî bir çocuğun yabancı ilde bırakılmasının doğru olmayacağını belirtti.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Muttâlib, bu haber üzerine derhâl Medine'ye vardı. Şeybe'yi alarak Mekke'ye getirdi. Muttâlib, terkisinde yeğeni Şeybe'yle Mekke sokaklarına girerken sordular: "Bu çocuk kim?"</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Göz değmesinden korkan Muttâlib'in ağzından, "Kölemdir." sözü çıktı.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Evine gelince, karısı Hatice de kendisine aynı soruyu yöneltti. Yine cevabı, "Kölemdir." oldu.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Ertesi gün amcasının kendisine aldığı güzel elbiselerle Mekke sokaklarında dolaşmaya başlayınca, herkes onun kim olduğunu merak etmeye ve sormaya başladı. Bilenler, "Abdûlmut-tâlib [Muttâlib'in Kölesi]." diye cevap veriyorlardı.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> İşte, böylece o günden sonra, her ne kadar kim olduğu bilâhare ortaya çıktıysa da, Şeybe'nin adı "Abdû'l-Muttâlib [Muttâlib'in Kölesi]" olarak kaldı.13</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Abdûlmuttâlib 'in Rüyası</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Aradan yıllar geçti.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Alnında parlayan Kâinatın Efendisine âit nur, onu Kureyş'in reisliği makamına getirip oturttu.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Sıcak bir yaz günü idi.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Kabe'nin yanındaki Hıcr mevkiinde serin bir gölgede uyuyordu. Bir rüya gördü. Rüyasında bir zât, kendisine şöyle seslendi:</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> "Kalk, Tayyibe'yi kaz!" Sordu: "Tayyibe nedir?" Fakat, o zât, sorusuna hiçbir cevap vermeden uzaklaşıp gitti:</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Uyanan Abdûlmuttâlib, heyecanlı idi. "Tayyibe" ne demekti? Tayyibe'yi kazmak nasıl olurdu? Rüyaya bir mânâ veremeden merak içinde o gün ve geceyi geçirdi.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Ertesi gün, aynı yerde yine uykuya dalmıştı. Aynı adam tekrar göründü ve seslendi: "Kalk, Berre'yi kaz!"</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Rüyasında şaşkına dönen Abdûlmuttâlib, yine sordu: "Berre nedir?"</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Adam yine hiçbir cevap vermeden oradan uzaklaşıp gitti.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Abdûlmuttâlib, derin uykudan daha büyük bir merak ve heyecan içinde uyandı. Ne var ki, gördüklerine bir türlü mânâ veremiyordu. O gün ve geceyi yine gördüğü rüyanın tesirinde geçirdi.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Ertesi gün idi. Yine aynı yerde yatıyordu. Aynı adam gelerek kendisine, "Kalk," dedi, "Mednune'yi kaz!"</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Derin uykuda Abdûlmuttâlib, adama, "Mednûne nedir?" diye sordu, ama adam yine cevap vermeden uzaklaşıp gitti.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Abdûlmuttâlib'in merak ve heyecanı son haddine ulaşmıştı. Üç gün üst üste gördüğü rüyanın boş olmadığını elbette biliyordu; ama, mânâsını anlayacak en ufak bir ipucuna da sahip değildi.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Dördüncü gün yine aynı yerde uykuya yatan Abdûlmuttâlib, aynı adamın geldiğini gördü. Adam bu sefer şöyle seslendi:</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> "Zemzem'i kaz!"</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Abdûlmuttâlib, "Zemzem nedir, nerededir?" diye sorunca da adamın cevabı şu oldu:</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> "Zemzem bir sudur ki, hiç kesilmez, dibine erilmez. Hacıların su ihtiyacını onunla karşılarsın. O, Kabe'de kesilen kurbanların kanlarının döküldüğü yer ile terslerinin gömüldüğü yer arasındadir. Alaca kanatlı bir karga gelip orayı gagalar. Orada karınca yuvası da vardır!"14</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Uyanan Abdûlmuttâlib'in heyecanına bu sefer sevinç de katılmıştı. Çünkü, rüyayı mânâlandırmak için ipucunu elde etmişti. Zemzem kuyusundan defalarca bahsedildiğini duymuştu. Fakat, onun yerini kimse bilmiyordu. Çünkü Cürhümlüler, Mekke'den düşman istilâsı önünden kaçarken Kabe'nin bütün kıymetli mallarını Zemzem kuyusuna atmış, kuyunun üstünü de toprakla bir edip belirsiz bir hâle getirmişlerdi. O zamandan beri Zemzem'in ismi var, kendisi yoktu.15</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Abdûlmuttâlib, artık Zemzem'in yerini bulup kazmakla vazi-felendirildiğini anlamıştı. Derhâl araştırmaya koyuldu. Rüyasında kendisine öğretilen yere gitti. Bu sırada alaca kanatlı bir karganın süzüldüğünü ve yere konarak gagasıyla bir yeri karıştırdıktan sonra havalanarak göğe doğru yükseldiğini gördü.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Abdûlmuttâlib'in sevincine diyecek yoktu. Senelerden beri gizli kalmış, hayat bahşeden bir kuyuyu bulma ve ortaya çıkarma şerefine erecekti. Zemzem'in yerini tesbit etmişti ve sıra, kazmaya gelmişti. Bu şerefi başkasına kaptırmak ve bu sırrı başkalarına açmak istemiyordu. Bunun için ertesi gün yanına bir tek oğlu olan Haris'i alarak tesbit edilen yere gitti ve kazmaya başladılar. Bir müddet devam eden kazı sonucu Zemzem Kuyusunun örülmüş duvar taşlarıyla bir daire şeklindeki ağzı meydana çıktı. Abdûlmuttâlib sevinçliydi, heyecanlıydı. Âdeta gözlerine inanamıyordu. Ama gözlerine inansa da inanmasa da görünen, bir kuyu ağzı idi. Tekbir getirmeye başladı: "</span></span><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px">Allahü Ekber! Allahü Ekber!"</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Abdûlmuttâlib ve Kureyş İleri Gelenleri</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Abdûlmuttâlib'in bu faaliyetini başından beri gözleyen Kureyşliler, işin artık ortaya çıkmak üzere olduğunu fark-edince, büyüklerine haber verdiler. Bir müddet sonra Kureyş büyükleri, kazılan yere geldiler ve Abdûlmuttâlib'e, "Ey Abdûlmuttâlib!.. Bu, babamız İsmail'in kuyusudur. Onda bizim de hakkımız var. Bizi de bu işe ortak et." dediler.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Abdûlmuttâlib, "Hayır, yapamam." dedi, "Bu iş sâdece bana tahsis edilmiş ve aramızdan ancak bana verilmiştir!"</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Abdûlmuttâlib'in bu kesin cevabı, Kureyş ileri gelenlerinin hoşuna gitmedi. İçlerinden Adiyy b. Nevfel şöyle konuştu:</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> "Sen, yalnız bir adamsın. Tek oğlundan başka dayanacağın bir kimsen de yok. Nasıl olur da bize karşı gelir, bize boyun eğmezsin?"</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Bu söz, Abdûlmuttâlib'in âdeta içini yaktı. Çünkü, Kureyşliler, onu kimsesizlikle küçümsüyorlardı. Bu anlayıştan fazlasıyla rahatsız olduğunu haliyle de belli etti. Bir müddet üzüntü içinde sustu. Sonra içini şöyle döktü:</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> "Ya, demek sen, beni yalnızlık ve kimsesizlikle ayıplıyorsun, öyle mi?"</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Muhatabından hiçbir cevap gelmeyince, bir müddet düşündükten sonra, ellerini açarak yüzünü semâya doğru çevirdi ve, "Yemin ederim ki," dedi, "</span></span><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px">Allah bana 10 erkek çocuk verirse, bunlardan birisini Kabe'nin yanında kurban edeceğim!"16</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Abdûlmuttâlib'in bu sözleri, hem bir dua, hem bir yemin, hem de bir adak idi.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Şam 'a Gidiş</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Hâdisenin burada sona ermeyeceği belli idi. Durum da bir hayli nâzikti. Böyle hâdiseler yüzünden aralarında çok defa çarpışmalar patlak vermişti. Bunu bilen Abdûlmuttâlib, kazı işinden o anlık vazgeçti ve işin bir hakem tarafından halledilmesini teklif etti. Teklifi kabul gördü.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Hakemi tesbit ettiler: Şam'da oturan Sa'd b. Hüzeym...</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Amcalarından birkaçını yanına alan Abdûlmuttâlib, Kureyş kabilelerinin ileri gelenlerinden bir grupla Şam'a doğru yolu çıktı.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Ne var ki, henüz Şam'a varmadan İlâhî Kader onları durdurdu. Abdûlmuttâlib ve yanındakilerin suları, alev saçan çölün ortasında bitti. Bu, kendileri için en büyük, en şiddetli düşmandan daha da tehlikeliydi. Abdûlmuttâlib'in müracaatına, Kureyş ileri gelenleri, "Suyumuz ancak bize yeter!" diyerek red cevabı verdiler.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Abdûlmuttâlib ile yakınlarının hayatı büyük bir tehlikeyle karşı karşıya bulunuyordu. Ellerinde yapacakları hiçbir şey de yoktu. Çöl ortasında su aramak, serabın peşinde koşmaktan farksızdı.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Abdûlmuttâlib 'in Su Aramaya Çıkması</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Fakat, her şeye rağmen Abdûlmuttâlib, devesine atladı ve etrafta su aramaya koyuldu. Diğerleri ise, kendi ve yakın akrabalarının susuzluktan ölüp gidecekleri ânı bekliyorlardı.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Ama, ümitleri kursaklarında kaldı. Kâinatın Efendisinin mukaddes nurunu alnında taşıyan Abdûlmuttâlib, bir vadiden geçerken devesinin ayağı bir ara kuru otlar arasına gömülmüş irice bir taşa takıldı. Deve tökezledi, taş ise yerinden yuvarlandı. Yere düşmemek için devesine sımsıkı yapışan Abdûlmuttâlib, dönüp arkasına bakınca gözlerine inanamadı: Alev saçan çölde, yuvarlanan taşın çukurunda pırıl pırıl parlayan bir avuç su gördü!</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Devesinden indi. Kılıcıyla taş kovuğunu genişletince su daha da gür akmaya başladı. Az zamanda önündeki çukurda fazlasıyla su birikmişti. Geri dönen Abdûlmuttâlib, sevinç çığlığı bastı: "Gelin! Hem size, hem hayvanlarınıza yetecek kadar su buldum!"</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Hepsi, yeniden hayata kavuşmuş gibi sevindiler. Su başına giderek hem kana kana içtiler, hem de hayvanlarına içirdiler.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Bir ara Abdûlmuttâlib, kendisine su vermeyen Kureyşlilere döndü ve seslendi: "Suya gelin, suya!.. </span></span><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px">Allah bize su verdi. Hem kendiniz için, hem de hayvanlarınızı sulayın! Haydi, durmayın gelin!"</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Kureyşliler, mahcup mahcup kaynağa yanaştılar. Kana kana sudan içtiler. Hayvanlarını suladılar. Kırbalarındaki bayat suyu dökerek temiz suyla doldurdular.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Kureyşliler, Zemzem Kuyusunu kazan ellerin kendilerine sunduğu bu serin ve temiz suyu içer içmez, âlemleri birden değişti. Mahcup ve suçlu bir eda içinde Abdûlmuttâlib'e dönerek, "Ey Abdûlmuttâlib!.." dediler, "Artık sana diyecek bir sözümüz yok! Anladık ki, Zemzem'i kazmak senin hakkın. Bu işe ancak sen lâyıksın. Vallahi, Zemzem hususunda seninle bir daha münakaşa etmeyeceğiz! Artık hakeme gitmeye de gerek görmüyoruz!"</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Ve, hakeme gitmeden, yarı yoldan tekrar Mekke'ye hep beraber döndüler.17</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Mekke'ye dönen Abdûlmuttâlib, oğlu Haris'le birlikte kazı işine devam etti ve kısa zamanda Zemzem'i ortaya çıkardı.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Kıymetli Mallar İçin Kur 'a Çektiler</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Zemzem Kuyusundan bazı kıymetli mallar da çıktı. Bunlar arasında altından iki geyik heykeli ile kılıçlar ve zırhlar da vardı.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Zemzem'i ortaya çıkarma hakkını daha önce Abdûlmuttâ-lib'e bırakan Kureyş ileri gelenleri, bu kıymetli malları görünce, hırs damarları tekrar kabardı. Yine Abdûlmuttâlib'in başına dikildiler. "Ey Abdûlmuttâlib!.." dediler, "Bu mallara seninle beraber ortağız. Bunlarda bizim de hakkımız var!"</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Cömert ve sabırlı Abdûlmuttâlib, önce, "Hayır. Sizin bu mallar üzerinde hiçbir hakkınız yok." diyerek isteklerini reddetti. Sonra yine cömertlik ve mertliğini ortaya koydu: "Ben yine de size yumuşak davranayım! Aramızda kur'a çekelim!"</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Bundan memnun olan Kureyş ileri gelenleri, "Peki, bu kur'-ayı nasıl ve ne şekilde yapacaksın?" diye sordular.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Abdûlmuttâlib, kur'ada takib edilecek usûlü anlattı: "İlk kur'a Kabe için, iki kur'a benim için, iki kur'a da sizin için çekeriz. Kur'ada kime ne çıkarsa onu alır, çıkmayan da mahrum kalır!"</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Bu usûl, tarafsız bir hâl çâresi idi. Bu sebeple Kureyşliler sevindiler ve Abdûlmuttâlib'in bu davranışını takdir ettiler. "Doğrusu," dediler, "pek insaflı davrandın!"</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Kabe'nin içindeki Hülbel putunun yanına vardılar ve kur'a çektiler. Kur'a sonucu, Kureyş ileri gelenlerinin bu mallarda hakları olmadığını bir kere daha ortaya koydu: Altından geyik</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> heykeller Kabe'ye, kılıç ve zırhlar Abdûlmuttâlib'e düştü.18 Onların payı ise mahrumiyet oldu. Ama artık itiraz edecek durumları kalmadı ve mesele böylece kapandı.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Abdûlmuttâlib, kılıç ve zırhları dövdürüp saç hâline getirdikten sonra bununla Kabe'nin kapısını kapattı. Böylece, Kabe'yi altınla süsleyenlerden oldu.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Zemzem Kuyusunu ortaya çıkardığı zaman Abdûlmuttâlib'in yaşı kemâl yaş olan 40'a ayak basmıştı.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong><span style="font-family: 'Georgia'"><span style="font-size: 15px"> Otuz yıl sonra, Cenâb-ı Hakk'ın insanıyla erkek çocuklarının sayısı 10'u buldu. Bu sırada seneler önce yaptığı va'dini hatırladı: Erkek çocuklarından birini Kabe'de kurban etme vaadi. Ama hangisini?.. Hepsi de birbirinden güzel ve sevimli idi; fakat, Abdullah çok daha başka idi.</span></span></strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Ekrem, post: 6912, member: 3"] [INDENT][CENTER][B][FONT=Georgia][SIZE=4] [I][COLOR=Red][U]ŞEYBE[/U] [ABDÛLMUTTÂLİB][/COLOR][/I][/SIZE][/FONT][/B][I][COLOR=Red] [/COLOR][/I][/CENTER] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Peygamber Efendimizin birinci kuşaktaki dedesidir. Doğuştan ak saçlı olduğundan kendisine "Şeybe" ismini vermişlerdi. Abdûlmuttâlib, onun lâkabıdır; ancak daha çok bu lâkabla şöhret bulmuş ve anılmıştır.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Bu lâkabı alışının hikâyesi şöyle anlatılır:[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Şeybe, küçüklüğünde Medine'de dayılarının yanında kalıyordu. Bir gün mahalle arkadaşları, diğer çocuklarla, Medine'de bir meydanda ok atışı yapıyorlardı. Bütün çocuklar arasında, alnında parlayan Kâinatın Efendisine âit nur sebebiyle rahatlıkla farkediliyordu. Çocukların bu yarışmasını seyretmek için büyüklerden bir kalabalık da orada toplanmış bulunuyordu.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Ok atma sırası Şeybe'ye gelmişti. Okunu yayına yerleştirdi. Kendinden emin bir tavırla yayını gerdi. Bir an nefesini kesip yayını salıverdi. Yaydan fırlayan ok, hedefe tam isabet etmişti![/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Herkes hayranlık dolu bakışlarla kendisine bakarken, o ise bu başarıdan duyduğu sevinç ve heyecanı şu sözlerle dile getiriyordu:[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] "Ben, Haşîm'in oğluyum! Ben, (Betha) Beyinin oğluyum! Okum elbette hedefini bulur!"[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Seyre gelen büyükler, Şeybe'nin bu övücü sözlerini duydular. Haris bin Abd-i Menaf Oğullarından biri yanına yaklaştı ve sorup sual ederek onun Haşîm'in oğlu olduğunu öğrendi. Mekke'ye dönüşünde bu adaım, durumu amcası Muttâlib'e anlattı ve böylesine kabiliyetli ve zekî bir çocuğun yabancı ilde bırakılmasının doğru olmayacağını belirtti.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Muttâlib, bu haber üzerine derhâl Medine'ye vardı. Şeybe'yi alarak Mekke'ye getirdi. Muttâlib, terkisinde yeğeni Şeybe'yle Mekke sokaklarına girerken sordular: "Bu çocuk kim?"[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Göz değmesinden korkan Muttâlib'in ağzından, "Kölemdir." sözü çıktı.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Evine gelince, karısı Hatice de kendisine aynı soruyu yöneltti. Yine cevabı, "Kölemdir." oldu.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Ertesi gün amcasının kendisine aldığı güzel elbiselerle Mekke sokaklarında dolaşmaya başlayınca, herkes onun kim olduğunu merak etmeye ve sormaya başladı. Bilenler, "Abdûlmut-tâlib [Muttâlib'in Kölesi]." diye cevap veriyorlardı.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] İşte, böylece o günden sonra, her ne kadar kim olduğu bilâhare ortaya çıktıysa da, Şeybe'nin adı "Abdû'l-Muttâlib [Muttâlib'in Kölesi]" olarak kaldı.13[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Abdûlmuttâlib 'in Rüyası[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Aradan yıllar geçti.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Alnında parlayan Kâinatın Efendisine âit nur, onu Kureyş'in reisliği makamına getirip oturttu.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Sıcak bir yaz günü idi.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Kabe'nin yanındaki Hıcr mevkiinde serin bir gölgede uyuyordu. Bir rüya gördü. Rüyasında bir zât, kendisine şöyle seslendi:[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] "Kalk, Tayyibe'yi kaz!" Sordu: "Tayyibe nedir?" Fakat, o zât, sorusuna hiçbir cevap vermeden uzaklaşıp gitti:[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Uyanan Abdûlmuttâlib, heyecanlı idi. "Tayyibe" ne demekti? Tayyibe'yi kazmak nasıl olurdu? Rüyaya bir mânâ veremeden merak içinde o gün ve geceyi geçirdi.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Ertesi gün, aynı yerde yine uykuya dalmıştı. Aynı adam tekrar göründü ve seslendi: "Kalk, Berre'yi kaz!"[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Rüyasında şaşkına dönen Abdûlmuttâlib, yine sordu: "Berre nedir?"[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Adam yine hiçbir cevap vermeden oradan uzaklaşıp gitti.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Abdûlmuttâlib, derin uykudan daha büyük bir merak ve heyecan içinde uyandı. Ne var ki, gördüklerine bir türlü mânâ veremiyordu. O gün ve geceyi yine gördüğü rüyanın tesirinde geçirdi.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Ertesi gün idi. Yine aynı yerde yatıyordu. Aynı adam gelerek kendisine, "Kalk," dedi, "Mednune'yi kaz!"[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Derin uykuda Abdûlmuttâlib, adama, "Mednûne nedir?" diye sordu, ama adam yine cevap vermeden uzaklaşıp gitti.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Abdûlmuttâlib'in merak ve heyecanı son haddine ulaşmıştı. Üç gün üst üste gördüğü rüyanın boş olmadığını elbette biliyordu; ama, mânâsını anlayacak en ufak bir ipucuna da sahip değildi.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Dördüncü gün yine aynı yerde uykuya yatan Abdûlmuttâlib, aynı adamın geldiğini gördü. Adam bu sefer şöyle seslendi:[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] "Zemzem'i kaz!"[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Abdûlmuttâlib, "Zemzem nedir, nerededir?" diye sorunca da adamın cevabı şu oldu:[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] "Zemzem bir sudur ki, hiç kesilmez, dibine erilmez. Hacıların su ihtiyacını onunla karşılarsın. O, Kabe'de kesilen kurbanların kanlarının döküldüğü yer ile terslerinin gömüldüğü yer arasındadir. Alaca kanatlı bir karga gelip orayı gagalar. Orada karınca yuvası da vardır!"14[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Uyanan Abdûlmuttâlib'in heyecanına bu sefer sevinç de katılmıştı. Çünkü, rüyayı mânâlandırmak için ipucunu elde etmişti. Zemzem kuyusundan defalarca bahsedildiğini duymuştu. Fakat, onun yerini kimse bilmiyordu. Çünkü Cürhümlüler, Mekke'den düşman istilâsı önünden kaçarken Kabe'nin bütün kıymetli mallarını Zemzem kuyusuna atmış, kuyunun üstünü de toprakla bir edip belirsiz bir hâle getirmişlerdi. O zamandan beri Zemzem'in ismi var, kendisi yoktu.15[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Abdûlmuttâlib, artık Zemzem'in yerini bulup kazmakla vazi-felendirildiğini anlamıştı. Derhâl araştırmaya koyuldu. Rüyasında kendisine öğretilen yere gitti. Bu sırada alaca kanatlı bir karganın süzüldüğünü ve yere konarak gagasıyla bir yeri karıştırdıktan sonra havalanarak göğe doğru yükseldiğini gördü.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Abdûlmuttâlib'in sevincine diyecek yoktu. Senelerden beri gizli kalmış, hayat bahşeden bir kuyuyu bulma ve ortaya çıkarma şerefine erecekti. Zemzem'in yerini tesbit etmişti ve sıra, kazmaya gelmişti. Bu şerefi başkasına kaptırmak ve bu sırrı başkalarına açmak istemiyordu. Bunun için ertesi gün yanına bir tek oğlu olan Haris'i alarak tesbit edilen yere gitti ve kazmaya başladılar. Bir müddet devam eden kazı sonucu Zemzem Kuyusunun örülmüş duvar taşlarıyla bir daire şeklindeki ağzı meydana çıktı. Abdûlmuttâlib sevinçliydi, heyecanlıydı. Âdeta gözlerine inanamıyordu. Ama gözlerine inansa da inanmasa da görünen, bir kuyu ağzı idi. Tekbir getirmeye başladı: "[/SIZE][/FONT][FONT=Georgia][SIZE=4]Allahü Ekber! Allahü Ekber!"[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Abdûlmuttâlib ve Kureyş İleri Gelenleri[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Abdûlmuttâlib'in bu faaliyetini başından beri gözleyen Kureyşliler, işin artık ortaya çıkmak üzere olduğunu fark-edince, büyüklerine haber verdiler. Bir müddet sonra Kureyş büyükleri, kazılan yere geldiler ve Abdûlmuttâlib'e, "Ey Abdûlmuttâlib!.. Bu, babamız İsmail'in kuyusudur. Onda bizim de hakkımız var. Bizi de bu işe ortak et." dediler.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Abdûlmuttâlib, "Hayır, yapamam." dedi, "Bu iş sâdece bana tahsis edilmiş ve aramızdan ancak bana verilmiştir!"[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Abdûlmuttâlib'in bu kesin cevabı, Kureyş ileri gelenlerinin hoşuna gitmedi. İçlerinden Adiyy b. Nevfel şöyle konuştu:[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] "Sen, yalnız bir adamsın. Tek oğlundan başka dayanacağın bir kimsen de yok. Nasıl olur da bize karşı gelir, bize boyun eğmezsin?"[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Bu söz, Abdûlmuttâlib'in âdeta içini yaktı. Çünkü, Kureyşliler, onu kimsesizlikle küçümsüyorlardı. Bu anlayıştan fazlasıyla rahatsız olduğunu haliyle de belli etti. Bir müddet üzüntü içinde sustu. Sonra içini şöyle döktü:[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] "Ya, demek sen, beni yalnızlık ve kimsesizlikle ayıplıyorsun, öyle mi?"[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Muhatabından hiçbir cevap gelmeyince, bir müddet düşündükten sonra, ellerini açarak yüzünü semâya doğru çevirdi ve, "Yemin ederim ki," dedi, "[/SIZE][/FONT][FONT=Georgia][SIZE=4]Allah bana 10 erkek çocuk verirse, bunlardan birisini Kabe'nin yanında kurban edeceğim!"16[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Abdûlmuttâlib'in bu sözleri, hem bir dua, hem bir yemin, hem de bir adak idi.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Şam 'a Gidiş[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Hâdisenin burada sona ermeyeceği belli idi. Durum da bir hayli nâzikti. Böyle hâdiseler yüzünden aralarında çok defa çarpışmalar patlak vermişti. Bunu bilen Abdûlmuttâlib, kazı işinden o anlık vazgeçti ve işin bir hakem tarafından halledilmesini teklif etti. Teklifi kabul gördü.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Hakemi tesbit ettiler: Şam'da oturan Sa'd b. Hüzeym...[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Amcalarından birkaçını yanına alan Abdûlmuttâlib, Kureyş kabilelerinin ileri gelenlerinden bir grupla Şam'a doğru yolu çıktı.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Ne var ki, henüz Şam'a varmadan İlâhî Kader onları durdurdu. Abdûlmuttâlib ve yanındakilerin suları, alev saçan çölün ortasında bitti. Bu, kendileri için en büyük, en şiddetli düşmandan daha da tehlikeliydi. Abdûlmuttâlib'in müracaatına, Kureyş ileri gelenleri, "Suyumuz ancak bize yeter!" diyerek red cevabı verdiler.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Abdûlmuttâlib ile yakınlarının hayatı büyük bir tehlikeyle karşı karşıya bulunuyordu. Ellerinde yapacakları hiçbir şey de yoktu. Çöl ortasında su aramak, serabın peşinde koşmaktan farksızdı.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Abdûlmuttâlib 'in Su Aramaya Çıkması[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Fakat, her şeye rağmen Abdûlmuttâlib, devesine atladı ve etrafta su aramaya koyuldu. Diğerleri ise, kendi ve yakın akrabalarının susuzluktan ölüp gidecekleri ânı bekliyorlardı.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Ama, ümitleri kursaklarında kaldı. Kâinatın Efendisinin mukaddes nurunu alnında taşıyan Abdûlmuttâlib, bir vadiden geçerken devesinin ayağı bir ara kuru otlar arasına gömülmüş irice bir taşa takıldı. Deve tökezledi, taş ise yerinden yuvarlandı. Yere düşmemek için devesine sımsıkı yapışan Abdûlmuttâlib, dönüp arkasına bakınca gözlerine inanamadı: Alev saçan çölde, yuvarlanan taşın çukurunda pırıl pırıl parlayan bir avuç su gördü![/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Devesinden indi. Kılıcıyla taş kovuğunu genişletince su daha da gür akmaya başladı. Az zamanda önündeki çukurda fazlasıyla su birikmişti. Geri dönen Abdûlmuttâlib, sevinç çığlığı bastı: "Gelin! Hem size, hem hayvanlarınıza yetecek kadar su buldum!"[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Hepsi, yeniden hayata kavuşmuş gibi sevindiler. Su başına giderek hem kana kana içtiler, hem de hayvanlarına içirdiler.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Bir ara Abdûlmuttâlib, kendisine su vermeyen Kureyşlilere döndü ve seslendi: "Suya gelin, suya!.. [/SIZE][/FONT][FONT=Georgia][SIZE=4]Allah bize su verdi. Hem kendiniz için, hem de hayvanlarınızı sulayın! Haydi, durmayın gelin!"[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Kureyşliler, mahcup mahcup kaynağa yanaştılar. Kana kana sudan içtiler. Hayvanlarını suladılar. Kırbalarındaki bayat suyu dökerek temiz suyla doldurdular.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Kureyşliler, Zemzem Kuyusunu kazan ellerin kendilerine sunduğu bu serin ve temiz suyu içer içmez, âlemleri birden değişti. Mahcup ve suçlu bir eda içinde Abdûlmuttâlib'e dönerek, "Ey Abdûlmuttâlib!.." dediler, "Artık sana diyecek bir sözümüz yok! Anladık ki, Zemzem'i kazmak senin hakkın. Bu işe ancak sen lâyıksın. Vallahi, Zemzem hususunda seninle bir daha münakaşa etmeyeceğiz! Artık hakeme gitmeye de gerek görmüyoruz!"[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Ve, hakeme gitmeden, yarı yoldan tekrar Mekke'ye hep beraber döndüler.17[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Mekke'ye dönen Abdûlmuttâlib, oğlu Haris'le birlikte kazı işine devam etti ve kısa zamanda Zemzem'i ortaya çıkardı.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Kıymetli Mallar İçin Kur 'a Çektiler[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Zemzem Kuyusundan bazı kıymetli mallar da çıktı. Bunlar arasında altından iki geyik heykeli ile kılıçlar ve zırhlar da vardı.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Zemzem'i ortaya çıkarma hakkını daha önce Abdûlmuttâ-lib'e bırakan Kureyş ileri gelenleri, bu kıymetli malları görünce, hırs damarları tekrar kabardı. Yine Abdûlmuttâlib'in başına dikildiler. "Ey Abdûlmuttâlib!.." dediler, "Bu mallara seninle beraber ortağız. Bunlarda bizim de hakkımız var!"[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Cömert ve sabırlı Abdûlmuttâlib, önce, "Hayır. Sizin bu mallar üzerinde hiçbir hakkınız yok." diyerek isteklerini reddetti. Sonra yine cömertlik ve mertliğini ortaya koydu: "Ben yine de size yumuşak davranayım! Aramızda kur'a çekelim!"[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Bundan memnun olan Kureyş ileri gelenleri, "Peki, bu kur'-ayı nasıl ve ne şekilde yapacaksın?" diye sordular.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Abdûlmuttâlib, kur'ada takib edilecek usûlü anlattı: "İlk kur'a Kabe için, iki kur'a benim için, iki kur'a da sizin için çekeriz. Kur'ada kime ne çıkarsa onu alır, çıkmayan da mahrum kalır!"[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Bu usûl, tarafsız bir hâl çâresi idi. Bu sebeple Kureyşliler sevindiler ve Abdûlmuttâlib'in bu davranışını takdir ettiler. "Doğrusu," dediler, "pek insaflı davrandın!"[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Kabe'nin içindeki Hülbel putunun yanına vardılar ve kur'a çektiler. Kur'a sonucu, Kureyş ileri gelenlerinin bu mallarda hakları olmadığını bir kere daha ortaya koydu: Altından geyik[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] heykeller Kabe'ye, kılıç ve zırhlar Abdûlmuttâlib'e düştü.18 Onların payı ise mahrumiyet oldu. Ama artık itiraz edecek durumları kalmadı ve mesele böylece kapandı.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Abdûlmuttâlib, kılıç ve zırhları dövdürüp saç hâline getirdikten sonra bununla Kabe'nin kapısını kapattı. Böylece, Kabe'yi altınla süsleyenlerden oldu.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Zemzem Kuyusunu ortaya çıkardığı zaman Abdûlmuttâlib'in yaşı kemâl yaş olan 40'a ayak basmıştı.[/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Georgia][SIZE=4] Otuz yıl sonra, Cenâb-ı Hakk'ın insanıyla erkek çocuklarının sayısı 10'u buldu. Bu sırada seneler önce yaptığı va'dini hatırladı: Erkek çocuklarından birini Kabe'de kurban etme vaadi. Ama hangisini?.. Hepsi de birbirinden güzel ve sevimli idi; fakat, Abdullah çok daha başka idi.[/SIZE][/FONT][/B] [/INDENT] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Günün ilk namazı hangi namazdır
Cevap yaz
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
Hz. Muhammed (s.a.v)
Efendimiz (s.a.v)'i Tanıyalım
Efendimizin Meşhur Dedeleri!
Üst
Alt