Efendimiz Dedesi Abdulmuttalib'in Yanında (4)

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81
PEYGAMBERİMİZ, AMCASI EBU TALİB'İN YANINDA
Sevgili Peygamberimiz, sekiz yaşında...
Dedesi tarafından kendisine koruyucu olarak tâyin edilen amcası Ebû Tâlib'in himayesinde.
Ebû Tâlib, son derece merhametli bir insandı. Fakat, oldukça fakirdi. Mekke etrafında yayılan ve şehre getirilince sütünden faydalanılan birkaç devesinden başka herhangi bir mal ve mülke de sahip değildi. Aile efradı kalabalık olan Ebû Tâlib, haliyle maişet cihetiyle büyük sıkıntı içinde bulunuyordu.
Bütün bunlara rağmen o, dürüstlüğü ve doğru yaşayışı ile Kureyşliler tarafından sevilir, sayılır ve hürmet görür idi. Hz. Ali, babasının bu durumunu şu ifadelerle dile getirir:
"Babam, Kureyş'in fakir, fakat ileri gelenlerinden şerefli biri idi. Hâlbuki, kendisinden evvel, böyle yoksul olduğu hâlde kavminin ulu kişisi olmuş bir kimse gelmemiştir."
Ebû Tâlib, yaşayışı bakımından da, Câhilliyye devrinin kötülük ve çirkinliklerinden uzaktı. Kureyşli müşriklerin su gibi içtikleri içkiyi o, babası Abdûlmuttâlib gibi, asla kullanmazdı. Görüldüğü gibi, Ebû Tâlib, her haliyle Kâinatın Efendisini himaye edecek evsafta bulunuyordu.
Ebû Tâlib, aynı zamanda kardeşi Zübeyr'den kendisine geçen Kabe perdedarlığı demek olan "rifade" ve hacılara su içirme hizmeti demek olan "sikaye" vazifelerini de yürütüyordu. Ne var ki, fazla masraf gerektiren bu vazifelerin altından dar bütçesiyle kalkamayacağını anlayınca, üç hacc mevsiminden sonra bu görevleri kardeşi Hz. Abbas'a devretmek zorundakaldı. Sikaye ve rifade hizmetleri, Mekke'nin fethine kadar Hz. Abbas'ın elinde devamı etti. Resûlullah, Mekke'yi fethettikten sonra bu görevleri yine aynı elde bıraktı.
Ebû Tâlib de, babası gibi, Sevgili Peygamberimize candan bağlıydı. Öz baba gibi, yetişmesine son derece dikkat ediyordu. Yeğenini asla yanından ayırmak istemezdi. Gittiği her yere onu da götürür, yanıbaşına oturtur ve bir arkadaş gibi kendisiyle sohbet eder ve konuşurdu.
Ebû Tâlib evinde onsuz sofraya oturulmazdı. Sofra hazırlandığında Peygamber Efendimiz görülmeyince, amca, "Muhammed'im nerede?.. Çağırın, gelsin." derdi. Çünkü, onun bulunduğu sofrada herkes doyarak kalkar ve yemek yine de artardı. Bulunmadğı sofralarda ise, çok kere sofradakiler doymadan yemek bitiverirdi.85
Zâten, Sevgili Peygamberimiz, tâ o zamandan beri az yiyordu. Sofrada son derece ciddî ve nîmetlere hürmetkar bir tavır içinde bulunurdu. Diğer çocuklar kurulur kurulmaz sofraya saldırırken, o büyükleri başlamadan lokmayı ağzına koymazdı. Hattâ, bazı kere amcası, çocuklardan rahatsız olmasın diye onun için ayrı sofra kurdururdu.86
Henüz bu yaşında Sevgili Efendimiz,—büyüklüğünde olduğu gibi—açlıktan, susuzluktan da şikâyet etmiyordu. Dadısı Ümmü Eymen, bu hususu şu ifadelerle dile getirir:
"Resûlullah'ın, çocukluğunda, ne açlıktan, ne de susuzluktan şikâyet ettiğini görmedim. Sabahleyin bir yudum zemzem içerdi. Kendisine yemek yedirmek istediğimizde, 'İstemem, karnım tok.' derdi."87
Yine, Peygamber Efendimiz, sabahları pırıl pırıl parlayan temiz bir yüz, taranmış tertemiz saçlarıyla gündüz âlemine sevgi, neşe ve hayat dolu nur gözlerini açardı.88

Peygamberimiz, Amcasıyla Yağmur Duasında!
Mekke ve havalisi, şiddetli bir kuraklık ve kıtlık yılı yaşıyordu. Yağmurun damlası yoktu. Yerler kupkuru ve toprak susuzluktan şerha şerha idi.
Kureyşliler, Ebû Tâlib'e başvurarak, "Ey Ebû Tâlib!.." dediler, "Kuraklık ve kıtlıktan çoluk çocuğumuz ölmeye, hayvanlarımız kırılmaya başladı! Ne olur, bizim için yağmur duasına çıksan?.."
Ebû Tâlib teklifi reddetmedi. Ancak, yalnız gidemezdi, gitmek de istemezdi. Yanına yeğeni Nur Muhammed'i de almalıydı. Çünkü, onun bereket ve ihsanlara vesile olduğunu birçok hâdisede görmüş ve anlamıştı.
Ebû Tâlib, yeğeni Saadet Güneşiyle birlikte Kabe'ye vardı. Sırtını bu kutsî mabede dayadı, ellerini Kâinat Sultanına açtı ve yalvarmaya başladı. Nur Muhammed (s.a.v.) ise, Kabe'nin örtüsüne yapışmış, bir parmağını da göğe doğru kaldırmıştı.
...Ve az sonra Rahmâni Rahîm'in rahmet deryası coştu ve yağmur, bardaktan boşalırcasına Mekke ve halkının üzerine döküldü. Öyle ki, kendilerini zorlukla evlerine atabildiler. Bir anda vadiler dolup taştı. Yüzler ve gözler sevinçle doldu.
Evet, Hz. Muhammed (s.a.v.), insanlığa maddî manevî rahmet ve bereket getirmek, insanlığı ve dünyayı mes'ud ve mamur etmek üzere vazifelendirilmişti. Daha çocukluğundan itibaren de bu ulvî ve büyük vazifenin sahibi bulunduğunun izlerini üzerinde taşıyordu!

Fâtıma Hâtûn 'un Peygamberimize Sevgisi
Ebû Tâlib'in hanımı Fâtıma Hâtun'un da Peygamber Efendimize olan sevgisi ve şefkati sonsuzdu. Onu öz evlâdı gibi seviyor, bakımına son derece dikkat ediyordu. Hattâ, onu yedirip doyurmadan, çocuklarına bakmıyor ve onlarla ilgilenmiyordu. Böylece, Dürrü Yetim'e, annesiz kalmış olmanın ızdırap ve hasretini hissetirmemeye çalışıyordu!
Sevgili Peygamberimiz de, Fâtıma Hâtûn'a sevgi ve saygısında hiçbir zaman kusur etmiyordu. Ömrünün sonuna kadar da kendisine yapılan iyiliği unutmadı Öyle ki, Fâtıma Hâtûn, vefat ettiğinde "Bugün annem öldü!" diyerek ona karşı olan sevgisini ifade etmişti. Sonra da gömleğini çıkararak ona kefen yapmış ve beraberinde kabre inerek bir müddet mezarında uzanmıştı.
Resûli Ekrem'in bu hareketi, ashabının gözünden kaçmadı. Sebebini sorduklarında, şu cevabı verdi:
"Ebû Tâlib'ten sonra, bu kadıncağız kadar bana iyilik eden hiçbir kadın yoktur. Âhirette, Cennet elbiselerinden elbise giymesi için ona gömleğimi kefen yaptım. Kabre ısınması için de oraya kendisiyle birlikte uzandım."89
Kendisine yapılan iyilikleri, kim tarafından olursa olsun asla unutmayan ve o iyiliklerin altında kalmayıp birkaç misliyle mukabele eden büyük Peygamber (s.a.v.)...
Resûli Ekrem'in bu yüksek hasletinin, bu müstesna sıfatının, insanların hidâyete ermesinde büyük tesiri olduğu, hayat safhaları içinde görülecektir.
PEYGAMBER EFENDİMİZİN KOYUN GÜTMESİ
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt