Dostları Hatırlamak

elifgibi

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
28 Mart 2011
Mesajlar
2,125
Tepkime puanı
26
Dostları Hatırlamak
Nurgül ÖZCAN

dostluk5ij.jpg


Uzaklık mı?
O bizim için değil dost.
Biz 'yürek devleti'yiz ötelere uzanan...
Açarız avucumuzu,
Dostlarla o dem yürek yüreğe konuşuruz...
Gözyaşımız vardır bizi ayakta tutan;
Bir de gönül selâmımız...
Dost için geceleri tatlı uykumuzu böleriz,
Dost için secdeye kapanır dua ederiz.
Dostun muhabbetiyle gelir Hak selâmı,
Bize en güzel hediye dost kelâmı.


Nice güzellikleri paylaştık dostlarla. Nice değerin ve derinliğin farkına beraber vardık. Ömrümüzün en güzel, en taze, en saf yıllarında; insan olmanın güzelliklerini aynı pınardan yudumladık. Anamızdan atamızdan ilk ayrıldığımız zamanlarda gurbetteki garipliğimizi dostlarımızın yanında hafiflettik. Aynı evi, aynı odayı paylaşırken 'ben'lik canavarından kurtulup; ‘biz’ olmanın ne kadar tatlı olduğunu birlikte idrak ettik. Bugünün dünyasını kasıp kavuran; insanlığın özünü çürüten 'yalnızlık' hastalığından aynı mekânlarda aldığımız terbiyeyle kurtulduk. Hak armağanı ulvi hakikatleri, birlikte solukladık Üzüldüğümüzde beraber ağladık, sevindiğimizde beraber güldük. Ne kadar farklı yaratılmış olsak da, yitirilmiş cenneti yeniden kazanma yolunda aynı rüyayı gördük. Neler yaşamadık ki dostlarla... Biz onlarla, bedenimizle değil, yüreklerimizle aynı yolu yürüdük.

Bütün bu güzelliklerin kıymetini ise yıllar sonra ayrı düştüğümüzde fark ettik


Zaman rüzgâr oldu, yaprak gibi dört bir yana savurdu hepimizi.

Kimimiz Anadolu'ya dağıldı; kimimiz dünyaya açıldı. Kimimiz, ani ve acı bir sürprizle ahiret yolculuğuna erken çıkarak hepimizi şaşırttı. Dünya bu ya, telaşı-kargaşası derken koşuşturmaya daldık. Birbirimizden haber bile alamaz olduk. "Kimimiz doğuda, kimimiz batıda, kimimiz kuzeyde, kimimiz güneyde, kimimiz ahirette, kimimiz dünyada olsak da yine birbirimizle beraberiz." dedik, hiç unutmadık birbirimizi, hiç ihanet etmedik paylaştığımız yüce hakikate...

Ne kadar günahkâr olsak, dünyanın tozuyla-toprağıyla ne kadar bozulsak da, bulansa da gönüllerimiz, hep aynı sızıları duyduk, aynı pişmanlıkları yaşadık. İsraf ettiğimiz, kaybettiğimiz güzellikler karşısında birbirimizin dualarına dayandık. Sadece o dualarla ayakta kalacağımızı biliyorduk. Gecelerini bölen has dostlarımızın duası dünyada güvencemiz, aksiyon pusulamız, ahiret sigortamız olarak iman gücümüzü artırdı. O dualar ki; gönülden gönüle köprüler kurdu. Gözlerimize fer, gönüllerimize ve ruhlarımıza aydınlık kattı, kapılar açtı.

Yollarda yalpaladığımız, sarsıldığımız oldu. Çok defa uçurumun kenarından tam gayyâya yuvarlanacakken dostlarımız tarafından kurtarıldık. Kaç defa büyük günahların eşiğinden dostların bize gösterdiği hüsn-ü zannın utancıyla sıyrıldık:

"Ya Rabbi rızanı kazanmak için dostlarla çıktığımız bu yolda bizleri utandırma. Bizleri kaybedenler olarak huzuruna alma. Samimi dostlarımızın duaları hürmetine, Sen'in gerçek dostların hürmetine, bizi nefsimizin tuzağına bırakma. Bizleri rızan dairesinde buluşanlardan eyle ."

Zaman zaman -insanlık hali işte- şeytana uyduk, birbirimizle kavga ettik, birbirimize öfkelendik, tenkit ve su-i zan hastalığına düştük .


Kavgamız gayemizle çatıştı: "Kardeşlerimden rica ederim ki; sıkıntı ve ruh darlığından veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan veya şuursuzluktan, arkadaşlardan sudûr eden fena ve çirkin sözleriyle birbirine küsmesinler ve ‘haysiyetime dokundu’ demesinler. Ben o sözleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın. Bin haysiyetim olsa kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete feda ederim." diyen Hak dostunun cümleleriyle kendimize geldik. Bu hakikatler karşısında, yaptıklarımızdan vicdanen rahatsızlık duyduk, uygun bir zaman ve zemini gözleyerek karşılıklı konuştuk, anlaştık. Uzlaşmanın verdiği hafiflikle eskisinden daha fazla kaynaştık. "Dünya öyle bir metâ değil ki nizâa değsin." satırlarını aynı toplulukta okuduk, hatamızın farkına vardık, pişman olduk. Hatadan dönmenin fazilet olduğunu öğrendik. Üç günlük dünyanın kavgaya değmeyeceğini anladık.

Dostumuzun çaresiz kaldığı zamanlarda -üzüldük belki ama- bunu ona gerektiği gibi belli edemedik. Çaresiz kaldığında hakiki mânâda onun derdiyle dertlenemedik. Efendimiz'in (sas), "Kişi kendi nefsi için istediğini, mü'min kardeşi için de istemedikçe tam iman etmiş olmaz." hadîs-i şerifinin gösterdiği ufukta her zaman birleşemedik. Üç günlük dünyanın dostlarla paylaştıkça tatlanacağını, umutların dostlarla paylaştıkça artacağını, ayrı kaldığımızda anladık.

Rabb'imiz, vahdaniyet ve ehadiyet sırrına binaen hepimizi farklı yaratmıştı. Kimimiz yumuşak mizaçlıydı, kimimiz öfkeli... Kimimiz az konuşurdu, kimimiz çok. Kimimiz karamsardı, kimimiz mütevekkil... Kimimiz en küçük bir olumsuzluğa tahammül edemezdi; kimimiz sabırlı... Kimimiz gayemiz için konuşmayı, koşturmayı severdi; kimimiz sessiz sessiz inlemeyi ve fazla ibadet etmeyi...

Allah bizi öyle güzel bir yerde birleştirdi ki; birbirimize bakarak eksiklerimizi tamamladık. Çünkü biz bir vücudun âzâları gibiydik. Varılacak menzil aynıydı; ama bu dergahta hepimizin yeri, vazifesi ayrı ayrıydı. Çarkın bozuk işlememesi, aramızdaki mutabakata (uyuma), karşılıklı anlaşmaya bağlıydı.


Parolamız muhabbet ve uyumdu, husumetle ve düşmanlıkla kaybedecek vaktimiz yoktu. Hâlık'ımız birdi bizim, Mâlik'imiz, Râzık'ımız, Mâbud’umuz bir, bir, bir, bine kadar bir, bir. Hem Peygamberimiz bir, dinimiz bir, kıblemiz bir, yüze kadar, bir, bir.. memleketimiz bir, vatanımız bir...

Zaman zaman, birbirimizi çok ihmal ettik.


İş-güç, çoluk-çocuk derken dostlarımıza hak ettiği değeri veremedik. Zaman oldu kendimizi dünyanın telâşına, kargaşasına, meşgalesine kaptırdık. Aramızdaki muhabbeti artıracak Hak selâmını bile dostumuzdan esirgedik. Nice bayram, nice özel gece geldi geçti, onları aramadık. Bir yerlerde karşılaştığımızda ise "İnan ki hep aklımdaydın; ama bir türlü arayamadım. Bu aralar o kadar yoğunum ki, işten güçten başımı alamıyorum. İlk fırsatta arayacağım." benzeri cümleleri kurarken utancımızdan yerin dibine geçtik, aslında söylediklerimize kendimiz bile inanmadık. Oysa sevdiklerimiz bize bir telefon, bir bilgisayar tuşu kadar yakındı. Çay-televizyon başında hesapsız şekilde israf ettiğimiz onca zaman diliminin yanında, programımıza haftada bir, can dostumuzu aramayı ekleseydik -ki bu bizim en fazla beş dakikamızı alırdı- ne kaybederdik. Veya vazifesi başında ahirete göçen bir kardeşimizin kabrine ziyarete gitsek; ailesinin, çoluk-çocuğunun hatırını gönlünü alsak, varsa ciğeri yanık anasının babasının duasından istifade etseydik, hayatımızdan bir şey mi eksilirdi?! Veya yoğunluğundan yakındığımız işlerimiz ters mi giderdi?! Şöyle bir düşünsek, etrafımıza baksak; değişik sebeplerle şimdi bizimle olmayan, hasta olan, sakat kalan, küskün-kırgın olan arkadaşlarımızın üzerimizde hiç mi hakkı-hukuku yok?! Bir gün kader aynı şekilde bizim de kapımızı çalabilir. Bizim aslî gayemiz, "insanlığı insanlığından haberdâr etmek, insanlığın özündeki değerleri iman hakikatleri ışığında ortaya çıkarmak, insanlığın kırık gönlünü tamir etmek, nerede bir mahzun gönül varsa el uzatmak"sa, bu, bugünkü halimizle tezat oluşturmuyor mu?!

Şunu asla unutmamalıyız: Biz birbirimizden çok şey öğrendik. Şükür bizi Yaratan'a ki -dostlarımız vesilesiyle- bize, kendine ulaşacak yolun ehemmiyetini ve o yolda yolcu olmanın inceliklerini öğretti.

Biz birbirimizden çok şey öğrendik.


Hasılı, birbirimizden öğrendiklerimizle hayata karşı koymayı, bizi bırakıp giden yalancı sevgiler, sevgililer karşısında Hakk'ın yıkılmayan duvarına dayanmayı öğrendik...

Belki açık açık ifade etmedik; ama bizler her şeye rağmen birbirimizi çok ama çok sevdik.

"Biz hasreti sevdik, çileyi sevdik, gözyaşıyla fidan büyütmeyi sevdik. O'nun rızası için derdi sevdik, dertlenenleri sevdik."

Tek başımıza zayıftık belki ama, birlikte güçlü olmayı, fırtınalara karşı koymayı öğrendik.

Dağlar gibi birbirimize yaslandık, omuz omuza dayandık. ‘Bir’dik, uzlaştık, anlaştık, yan yana geldik ve ‘yüz on bir’ olduk. Yarınlar için hep beraber zirveye diktik gözümüzü. Bu uğurda bin defa yenilsek de, düşsek de ayakta olanın elinden tuttuk, birbirimizin desteğiyle ayağa kalktık ve her defasında yeniden başladık.

Dost bizim için her zaman ayar düğmesi oldu. Çünkü o bizim için acısıyla tatlısıyla Hakk'a giden yolda, Allah emanetiydi.

Uzaklık mı?..

O bizim için değil dost!

Biz ‘yürek devleti’yiz ötelere uzanan...


Açarız avucumuzu.

Dostlarla o dem yürek yüreğe konuşuruz...


Gözyaşımız vardır bizi ayakta tutan; bir de gönül selâmımız...

"Gözümüzden gözyaşını, gönlümüzden selâmını, dilimizden birbirimize ettiğimiz duayı alma Ya Rabbi. Hiçbir zaman bizi birbirimizle imtihan etme. Aramızda uhuvvet ve muhabbetini artır. Kalbimizi su-i zandan, ağzımızı gıybetten, nazarımızı tenkitten arındır. Canımızı birer ‘uyum kahramanı’ olarak al. Bizi sahabe kardeşliği gibi bir kardeşlikle şereflendir. Birlikten beraberlikten doğacak rahmet ve feyzinden mahrum kalmaktan Sana sığınırız. Bizleri cennetin en yüksek tepesinde dostlarımızla ve Sen'in has dostlarınla beraber, Habib’inin (sas) yanında haşreyle (amin) ..."


Sızıntı :


 
Üst Alt