- Katılım
- 22 Şubat 2011
- Mesajlar
- 7,018
- Tepkime puanı
- 424
En az sarayların ve camilerin kapıları kadar derin, geniş ve incelikli olan “anlamlar haritası” vardır kapının.
Kapı; kolu, kulpu, tokmağı olan tahta bir eşya iken nasıl olmuş da bu derece soyutlaşmış bir bakalım. Deyimlere ve atasözlerine girmiş, fizikî algının çok ötesine geçmiş de manaya dönüşmüş, hatırlayalım.
Eskiden halkın bütün işleri sarayların kapısında görülürdü, bu sebepten dolayı da devletten maaş alan askerlere, “kapıkulu” denilirdi. Dahası, daha düne kadar büyüklerimiz, kapı derken, bizzat “devlet” ten bahsederlerdi.
Kapılar, en az insanlık tarihi kadar eski. Kapı yüzleri ise, içinde yaşanılan dünyanın simgesi. Anadolu’nun kapıları Türklere açıldı ya, o gün bu gündür şehirlere de kapılardan girilir. “Mardin Kapı şen Olur” diye türkü bile söylenir. İstanbul’un tam 7 kapısı vardır, serhat şehirlerin sınır kapısı…
Umut kapısı açıktır ama bazen de bütün kapılar yüzümüze kapanır. O vakit, ye’s değil tevekkül edilir. Bir kapıyı kapatanın başka kapıyı açacağı kalpten bilinir.
Kapı kapı gezeriz de, birini evde bulamazsak duvar olur o ev bize. Kat’i söz söylemeyiz, açık kapı bırakırız yine de. Kapıyı çarpana, gönül kapısını kapatırız.
Dilenci bile olsa gelen, kapıdan çevirmek olmaz. Ekmek kapısı bilmiş, kısmet kapısı bellemiş der, el kapısına göndermeyiz.
Kapı gibi adam, uzaktan görünce ama eğilir de bükülür sevgilinin kapısına yüz sürünce, Kâbe’nin kapısına erince. Nice kapılar açılır, Cümle Kapısı’na gelince.
Hakikat ve muhabbetin yoluna düşenin visalinde, Dergâh Kapısı…
Hakkın kapısına müptela olmuş aşığın düşünde, Cennet Kapısı…
Merhamet ve mağfiret dileyenin nasibinde, Tövbe Kapısı…