Cinler nasıl varlıklardır

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,107
Tepkime puanı
81
cinler iyimidir kötümüdür, cinler nasıldırlar, cinler nasildir, cinler nasıldır, cinler nasıl varlıklardır, cin nasıl iyimi göster, cinler nasil varliklardir, cinler, insanlar nasıl varlıklardır, cinlere cennet ve cehennem varmıdır, cin nasildir, cin nasıl bir varlıktır, cınler nasıldırlar, cinler nasildirr, cinler nasildir nedir, cinler nasıl, cinler nası belirtılır, cinler nasıl kovalanır, cinlernasil, cinler nasil, cinler nasildirlar, cennette cinler olacakmı, cinler nasillar,

CİNLER NASIL VARLIKLARDIR?

Melekler nurdan, cinler ateşten ve insanlarsa topraktan yaratılmıştır. Nur ilk ve en basit yapı taşıdır. Fakat ondan melekler gibi mükemmel varlıklar yaratılmıştır. Demek ki nurdan o kadar kompleks yapılar olabiliyor. Yani nur basitliğinden melekler gibi kompleks varlıklar olabiliyor.
Cinler de dumansız ateşten yaratılmışlardır. Dumansız olması ateşin özelliğini belirtmektedir. Yanma oksijenle olmaktadır. Oksijense bir element atomdur. Bildiğimiz bakır, demir gibi elementler de oksijenle yanarak oksitlenebilmektedirler. Bu oksitlenme halleri yanmanın en basitleridir. Yani demirin paslanması gibi haller en basit yanma halleridir. Duman yanmanın ürünüdür. O halde yanmanın olmadığı bir ateşten bahsedilmektedir. En basit yanma atom seviyesinde olduğuna göre, cinlerin yapı taşı olan ateş atom altı bir yapıda demektir. Cinlerde erkeklik dişilik, evlenme, kibir vb sıfatlar vardır. Bunlar da, akıl sahibi olmayı gerektirecek kadar kompleks bir yapıya sahip olmayı gerekli kılar.

Melek ve cinlerin yapı maddelerini tanımlayan bir ayet vardır. Orada mealen şöyle denmektedir: Şemsin ( güneşin) ziyası (ışığı), Kamerin (ayın) nuru.
Güneşin ışığı aydan yansımaktadır. Kur’an-ı Kerim, güneşten aya gelen ışığa ziya demektedir. Aydan yansıyana ise nur demektedir. İkisi de ayni şey değil ki, farklı isimler kullanılmaktadır. Şemsin ziyası Kamerden yansırken değişime uğramaktadır. Bu sebeple de, farklı kelimeyle ifade edilmektedir. Farklı şeylere Kur’an’da farklı isimler verilir. Zaten doğal olan da budur. Böylece Kur’an Evrenin yapısı hakkında bize genel bir bilgi vermektedir. En azından Aya Güneşten gelenle yansıyanın ayni şey olmadığı bilgisini bize vermektedir.
Bu bilgi bile Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğunun yeterli delilidir.

Güneşin ışığı aydan yansıyınca başka bir isim aldığına göre, Güneşin ışığı yapı taşlarına dönüşüyor demektir. Yani nur ışığın yapı taşıdır. Buradan bunu anlayabiliriz. Şemsin ziyası ise dumansız ateş diye isimlendirilen cinlerin yapı maddesi olmalıdır. Şemsin ziyası atom altı yapıdadır. Nur ise ziya altı bir yapıdır. Muhtemelen de nurun hızı ışığın hızından çok daha fazladır. Nasıl ışıktan hızlı hiçbir madde yoksa, ışığın yapı taşı olan nur da ışıktan hızlı olmalıdır. Bunlara bağlı olarak da nurdan yaratılan melekler, ışıktan yaratılan cinlerden çok daha hızlı olmalıdır. Cinlerse potansiyel olarak meleklerden daha üstün olabilme kabiliyetlerine sahiptirler. İnsanın fıtraten meleklerden ve cinlerden daha üstün olduğu gibi. Şunu da bilmelidir ki hız yalnızca bir özelliktir. Hızı fazla olan daha üstündür denemez. Üstünlük özelliklerin toplamıyla değerlendirilir. Böyle olunca yukarıdaki değerlendirmede bir sıkıntı yoktur.

İnsanlar topraktan yaratılmıştır. Fakat toprak değildir. Ayni şekilde melekler nur değildir, cinler de ışık değildir. Onlar yalnızca yapı maddeleridir. İnsanın yapı maddesinin toprak olduğu gibi. Buradan, yalnızca ilk insanın toprak olarak yaratıldığı düşünülmemelidir. Bütün insanlar ve şu an da insanlar, topraktan yaratılmaktadır. İnsanın bütün yapı taşları topraktandır. Toprakta olan bütün element ve moleküller her insanda vardır. Fakat toprakla insan arasında müthiş bir mükemmellik farkı vardır. Tamamen topraktan yaratıldığı ve başka bir madde katkısı olmadığı halde ondan çok farklıdır. Ayrıca, onda göremeyeceğimiz özelliklere sahiptir.

Birde, insanla toprak arasında çok farklı yapılanmalar vardır. Mikro canlılar, bitkiler, hayvanlar vs. şeklinde. Bunların en mükemmeli de insandır. Zaten yaratıkların en mükemmeli insandır. O şerefli bir yaratıktır. İnsanla toprak arasında çok farklı varlıklar olduğu gibi, cinlerle dumansız ateş ve nur ile melekler arasında da çok farklı varlıklar olabilir. Öyle de olmalıdır. Yani insanların aleminde çok farklı varlıklar olduğu gibi, cinlerin ve meleklerin aleminde de çok farklı varlıklar olmalıdır.
İnsanlar fıtraten, meleklerden de cinlerden de üstündür. Cinlere iş yaptırabilecek kabiliyettedir. Bu potansiyel herkeste vardır. O potansiyelini kullanan, cini kendisinin emrinde çalıştırabilir. Ama o potansiyelimizin açığa çıkarılması gereklidir. Ancak o potansiyelini kullanabilecek duruma gelen bu işi yapabilir. O kabiliyetimiz ortaya çıkarılmadan bunun olması mümkün değildir. Çünkü yukarıda açıklandığı gibi çok farklı yapılardayız. Zaten Süleyman aleyhisselamın hikayesini (masal değil; yaşanmış) Kur’an’da okuduğumuzdan anladığımıza göre, herkes bunu yapabilecek durumda değildir. Herkes bunu yapabilecek durumda olsa idi, kim Belkıs’ın tahtını getirebilir değil, kim getirir diye sorardı. Herkesin getiremeyip, ancak ehil olanlar getirebileceği için böyle denmiştir. Cinlerden biri, tahtından kalkıp tekrar oturana kadar, insanlardan birisi ise, gözünü açıp kapayana kadar getirebilirim demiş ve tahtı hemen getirmiştir.
Her cin uzak mekandan bir tahtı, oturup kalkma zamanında getirebilme kabiliyetine sahip değildir. Bir cinin bunu yapabildiğini öğrenince sanki bütün cinler yapabiliyormuş gibi düşünülüyor.

Cinler, doğar büyür ve ölürler. Cinsiyetleri vardır. Evlenirler, çocukları olur. Yerler içerler. Kendilerine göre düşünebilecek beyinleri vardır. Müslüman’ı, kafiri, cahili, akıllısı, alimi, zalimi, tembeli, çalışkanı vb vardır. Analarından doğunca hepsi ayni beceride ve hazır bilgilerle donanmış olarak doğmuyorlar. Ayni insanlar gibi, potansiyel kabiliyetlerini, kendilerini yetiştirerek açığa çıkarıyorlar. Birinin bildiğini hepsi bilmiyor. Hepsinin bilgileri becerileri ayrı ayrıdır. Yani insanlarda olduğu gibi. Dolayısıyla bir cinin bildiğini bütün cinler biliyor, şeklinde düşünmemek lazımdır.

Ayrıca cinlerin ve insanların yapı maddeleri çok farklı olduklarından, birbirlerini fark etmeleri, görebilmeleri mümkün değildir. Normali böyledir. Çünkü cinlerin yapı maddeleri atom altı parçacıklardır. İnsanlar ise atom ve moleküllerden yapılanmıştır. Dolayısıyla çok farklı alemlerde yaşamaktadırlar.

Cinlerin ne olduğunu bilmemiz için bunların bilinmesi gerekir. Bunlar da faydasız bilgiler değildir. İman, amelden üstün olduğu gibi, doğru bilgiler, hazine bulmaktan daha değerlidir. Zaten hazine bulmak da ön bilgilere sahip olmayı gerekli kılar. Bunlar da varlığı; evreni anlamaya yönelik bilgilerdir.

Cinleri emrimizde kullanmaktan amacımızın, onlara kölelik yaptırmak olduğunu fark etmeliyiz. En azından bir hazine bulana kadar. Bir defa köle kullanınca, efendilikten vazgeçemeyiz. Rahatlığa alışırız. İnsan fıtratı böyledir. Bir cine bir defa hazine bulduran, daha sonra başka hazineler bulmak için onu köle olarak kullanmaya devam etmeyecek mi? Hatta başka işlerinde de kullanmaya başlamayacak mı?

Cinler köleleştirilebilir. Çünkü insanlar onlardan daha mükemmel olduğu halde köleleştirilebiliyor. Biliyorsunuz kölelik kaldırılmamıştır, şekil değiştirmiştir. Bugün çalışanlar bile işverenin kölesi değil mi? Hatta kölelik hukukuna bile sahip olmadan çalışmıyorlar mı? Birçok işçi kölelik haklarına bile razı değil mi? Razı. Çünkü kölelerin en azından barınma, yeme içme gibi temel ihtiyaçlarını giderememe sıkıntıları yok. Bu haklara sahip olmayan; çalışma şartlarına göre de hiçbir zaman sahip olamayacak, ne kadar kişi var. Hatta onların o yetersiz şartlarında çalışmaya hazır işsizler var. Kölelik sorgulanmadan öyle benimsenmiş ki, bir işçi işverenine anlamak için dahi:
-Sen kiracılarından kira bedellerini oturacakları ayın başında istediğin halde, biz personellerine niye çalıştığımız ayın sonunda maaş veriyorsun?
Diye soramaz. Hatta böyle bir şey ne personelin, ne de işverenin aklına bile gelmez. Çünkü, işveren için personel de, kiracısı da onun kölesidir, şartları efendi belirler, kölelerin şart belirlemeye hakları yoktur.

Kölelik insan için de, cin için de aynıdır. İkisi de nefis taşırlar. Ayrıca cinler ateşten yaratıldıkları için genel olarak kibirli varlıklardır. Cinlerden olan şeytan, kibrinden dolayı hala tövbe etmemiştir. Kendini beğenenleri köleleştirmekse zordur. Nitekim insanların da hepsi personel statüsünde değildir. Bunun gibi, cinlerin de önemli bir kısmı emir altına girmekten hoşlanmazlar. Yani her cin emir altına alınamayabilir. Sonra niye senin emrine girsin ki? Bunu gerekli kılacak bir sebep olmalıdır.
Şu da bilinmelidir: Maaşla bir kişinin yanında çalışılmamalı demiyorum. Çalışma şartları en azından kölelik hukukunun şartlarını sağlamalıdır. İnsan, yediğinden yediriyor, giydiğinden de giydiriyor olabilmesi için, personeli de bireysel ihtiyaçları için aynı satın alma şartlarına sahip olmalıdır. Yani 25/05/10 tarihi itibariyle bir işveren aile ihtiyaçları için 3.000-tl civarında harcama yapmaktadır. Bu durumda, yanında çalışanların da eline geçen net maaş bu civarda veya işverenin aylık aile giderleri kadar olmalıdır. Ayrıca, kiraların peşin alındığı gibi maaş da alın teri kurumadan alınmış olması için, çalışılacak ayın maaşı peşin verilmelidir.
Bu çalışmamla cinler nasıl emrimizde çalıştırılabilir konusuna da açıklık getireceğim. Azmeden herkes bunu yapabilir.

Cinler ve insanlar, iki şekilde emir altına alınabilir. Bunlardan birisi sihirdir.

Sihir
Haktan uzaklaşmak. Bâtıl şeyi hak diye göstermek. Şeklinde tanımlanan sihr, orijinal Kur’an kelimesidir. Yani Kur’an’da geçen bir konudur. Bu sebeple bunun olduğuna, olabileceğine inanmak gerekir. Yapılmasının yasak olması, ona inanmamayı gerektirmez. Öyle bir şey olmasa bunu yapmayın denmez. Ancak yapılabilecek şeyler yasaklanır. O halde bu da yapılabilir demektir.
Müminle kafir arasındaki en bariz fark, birisi ihya edici, diğeri ise yıkıcıdır. Ne yaparsak, yaptığımız şey, ya ihya edicidir veya yıkıcıdır. Her yaptığımız şey böyledir. O halde her yaptığımızın bu niteliğine dikkat edip, o işin ihya edicisi olmalıyız.

Buhari’nin hadis kitabında peygamber efendimiz:
-Helake sürükleyen yedi şeyden biri sihirdir.
Demektedir. Helak oluşsa yıkılıştır, bozuluştur, haktan uzaklaşmaktır. Sihir de bozmadır, zarar vermedir, düzensizliğe sebep olmadır. Günümüzde sihirin anlaşılır tam karşılığı bilgisayarlardaki virüs programlarıdır. Bunlara sihir programları deseniz de yanlış olmaz. Virüs programlarının özellikleri neyse, sihrin de özellikleri aynıdır. Anti virüs programları da sihir bozmaktır. Ayni işlevi görmektedir.

Virüs programı ile ofis programları asıl işlevini yapamaz hale gelirler. Anti virüs programı ile de ona engel olursunuz. Ekseriya virüs programlarının yapıcılarıyla, anti virüs programlarının satıcıları aynidir. Çünkü onları satabilmek için, virüs programlarının varlığı gereklidir. Bu sebeple de ikisi de tavsiye edilmez. Virüs programı niteliğindeki sihirle de, insanın veya cinin vücut yapısını bozarsınız. Öyle ki sağlıklı düşünemez hale gelirler. Yani bir nevi onları aptallaştırırsınız. Aklı gideren her şey haramdır. Bu sebeple sihir de haramdır.

Virüs programı yapanlar kendilerini nasıl gizleme ihtiyacı hissediyorlarsa, sihir yapanlar da sihircilikleriyle ulu orta övünemezler. Kendilerini gizlerler. Gizli gizli faaliyetlerini icra ederler.

Sürekli davranışlar, insanın karakterini şekillendirici özelliğe sahiptir. Sihirle, başkalarının psikolojik sağlığını sürekli bozmakla uğraşanların, bir müddet sonra kendi akıl, muhakeme sağlıkları da bozulur. Başkalarına yaptıklarının durumuna kendisi de düşer. Hatta çok ısrarcı olursa, kalbi mühürlenip, iman etme kabiliyetini bile kaybedebilir.

Virüs programı yapmak, yazılımcı olmayı gerektirir. Bu, bilgisayarcılıkta bir ilimdir. Sihir yapmak için de aynı şekilde bilgilenmek gerekir. Virüs programında olduğu gibi, bozmanın kurallarını da öğrenmek gerekir. İşte bu nispette, sihir yapabilmek için de, bu konuda ilim sahibi olmak gerekir. Yani bozmanın ilmini de bilmek gerekir. Hani bir mimar aylarca uğraşarak 7 katlı bir bina yapar, sonra bir bozguncu gelir, temeline bir bomba koyarak bir anda onu yıkar. O konuda da bomba ve nitelikleri, bina için yeterli miktarı gibi bilgilere sahip olmak gereklidir.
Yani, sihirle cinleri emriniz altına almanız için o konuda bilgi sahibi olmalısınız. O bilgilerinizin içinde, bir nefsin normal işleyişini bozacağınızı da bilmek olmalıdır. Yani en az bir kişiye zarar vermeyi göze alacaksınız. Siz de bir kişisiniz. Kendinize bir cin veya insan tarafından sihir yapılarak sağlıklı düşünmenizin engellenmesini ister misiniz?

Cinleri ve insanları emrimiz altına almanın bir de helal; faydalı, ihya edici yolu vardır. Süleyman aleyhisselamın yaptığı gibi.

**
YYHPZ.gif
**
 

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,107
Tepkime puanı
81
İlim (Bilim)
İlmin Tanımı:
İlim, Evren’in düzeninin bilgisidir. Onun da tam karşılığı Levh-i Mahfuz’dur. Levh de Evren’in genetiğidir. İnsandaki genetik ne işlev görüyorsa, Evren’de de Levh aynı işlemi görür. Bilgisayarlardaki işletim programı gibidir. İşletim programları korunan programlardır. Herhangi bir ofis programında çalışırken işletim programına zarar verilemez. Her ofis programı, işletim programında çalışmak zorunda olduğu halde, onda yapılan bir işlemle işletim programına zarar verilemez. Bu sebeple işletim programına korunan program da denebilir. Levh-i Mahfuz da muhafaza edilen levha; korunan program anlamına gelmektedir. Yani bilgisayarlardaki işletim programı ne ise Evren’deki Levh de o özelliktedir. İlimle ilgili her türlü bilgi de Levh’le ilgilidir. Öyle de olmak zorundadır. Levh’de her şeyle ilgili bilgi olduğundan, her şeyle ilgili bilgi de Levh’le ilgili demektir. Kısacası, ilim, Levh hakkında bildiklerimizden ibarettir. Bilmediklerimiz de öğrenebileceğimiz, henüz bize açılmamış bilgilerdir; gaybdır.

İlim Sahibi Olma Yolları:
1. Bilimsel Bilgi
İnsanlık tarihi boyunca, insanların araştırarak, deneyerek elde ettikleri bilgileri insanlığın ortak mirası olarak kitaplarda ve okullarda toplamasıyla elde edilen bilgiler topluluğudur. Bunlar Evrenle ilgili bilgilerdir. Yani Levh hakkında insanlığın ortak bilgisidir. Akademik bilgiler bunlardandır.

2. Ledün İlmi
İnsanın bildiğini yaşamında uygulamasıyla yeni bilgiler elde etmesidir. İnsan bildiği ile amel ederse Allah ona bilmediklerini öğretir. Bu da yaşayarak elde edilen bilgidir. Aynen laboratuarda deney yaparak elde edilen bilgidir. Hatta daha üstün bilgidir. Çünkü bilgi yerinde uygulanarak o bilginin uygulamasından sonra otomatik olara elde edilen yeni bir bilgi söz konusudur.

Hayat
Herkes hayatından sorumludur. Herkesin hayatı, yaşayışı da ayni değildir. İnsanın bilgilenmesi, yaşamına tefekkürü kattığı ölçüde fazlalaşır. Karşılaştığı olaylar karşısında düşünerek, mevcut bilgileriyle değerlendirerek en güzeli yapmaya yönelerek yaşamını güzelleştiren kişinin bilgisi ve karakteri diğer insanlardan çok fazla gelişmiş olgunluktadır.

Akıl sahipleri, düşünerek, yaşadıklarını değerlendirerek, bilgi sahibi olurlar. Bilgi sahibi olmak için, illa akademik ortamlarda bulunmak gerekmiyor. Herkes her zaman bilgi sahibi olabilecek imkanlara her şeyiyle sahiptir. Bu sebeple ilk insanlardan son insanlara kadar herkes hayatının hesabını verecek mükellefiyettedir. Böyle olduğundan insanlar her zaman için ilim sahibi idiler.

Yani akademik ortamların olmadığı zamanlarda da insanlar, insanları ve cinleri emirleri altına alacak bilgiye sahip olabiliyorlardı. Cinleri emrimiz altına almak için illa ilmin gelişmesi gerekmez. Bu sebeple daha önceleri de bu gerçekleştiriliyormuş.

Peygamber efendimiz de tefekkürle yaşayarak ilim sahibi olmaya en iyi örnektir. Her hangi bir akademik kariyeri olmadığı halde, bütün insanlığın en bilgini ve en üstün karakterlisidir. Üstelik bilgisi Süleyman Aleyhisselam’dan çok üstün olduğu halde, cinleri onun gibi emrinde çalıştırmamıştır. Böyle yapmayı tercih etmemiştir. Bu durum, Süleyman Aleyhisselamı küçültmez. Muhammed Aleyhisselam’ın üstün karakterini gösterir. Bu, onu en üstün insan kılan özel vasıflarından yalnızca biridir.

Cinlerin Sihir İle Etkilenmesi
Süleyman aleyhisselam zamanında, iki kişi, isteyenlere sihir yapmayı öğretmiştir. Muhtemelen sihir ilk defa o zaman yapılmaya başlanmıştır. Sihirle birinci derecede karı kocanın arasının açılması hedeflenmiştir. Buna benzer konularda da kullanılmış olabilir. Fakat asıl sihir yapanlar kendilerine zarar vermişlerdir. Çünkü sihirde bozmak vardır. Kafirlerin karakteristik özelliği de bozmaktır. Bu sebeple sihir yapanın zamanla kalbi mühürlenecek kıvama gelebilir. Sihir yapıp da iflah olan yoktur.
İnsanların geçmiş zamanlarda öğrendikleri sihiri kullanarak, cinleri hazinelerinin korumasında görevlendirdikleri söylenmiştir. Bu sebeple hazine arayıcıları, zorluklarla karşılaştıklarında, o hazinenin cinlerce korunuyor olabileceğini düşünmüşlerdir. Bunlar hazine aramadaki bilgi azlığının ve hedefe ulaşmadaki çabuk yılgınlığın neticesidir. Zaten hazine arayıcılarının genel karakteristiği, kolay zengin olmak isteyenlerdir. Bunlar zorluğa tahammül edebilen kişiler değildir. Öyle olmasa, zorlukla karşılaşınca hemen, burayı cinler koruyor olabilir, diyerek arayışından vazgeçmezdi. Hazineyi gizleyenler, onun kolay bulunmaması için çeşitli tedbirler almaktadırlar. Onlar da insan psikolojisini bilmektedirler. İnsanların biraz zorlukla karşılaşınca, gayretlerinin kırıldığını bilmektedirler. Hazinelerini saklarlarken, onlar da zor bulunmasını sağlayacak gerekli tedbirler almaktadırlar.

Farzedelim ki bir hazinenin korunması ile bir veya birkaç cin görevlendirildi. Kimse başkasının köleliğine gönüllü razı olmayacağı gibi, cinler de köleliklerinin sürmesini istemez. Onlarda da bizim gibi nefis vardır. İlk fırsatta, zorla yaptırılan, hazine bekçiliğinden kurtulmak isteyeceklerdir. Üstelik bizim için kıymetli olan şeylerin, onların nezdinde hiçbir değeri yoktur. Hatta onların kölelik sebebidirler. Bu sebeple de hazine koruyuculuğundan kurtulmak için sebep ararlar. En kötü şartlarla sihir yapanın ölmesiyle, üzerlerindeki sihir de bozuluyor olmalıdır. Çünkü Süleyman a.s. vefat edince, önce cinler onun vefat ettiğini anlamamışlardır bile. Vefat ettiğini anladıklarında da Süleyman a.s.’mın çevresinden dağılmışlardır. Ekseriya aranan hazinelerin sahipleri de ölmüş kimselerdir. Hazine sahibi ölünce de cinler onun etkisinden kurtulacakları için hazine bekçiliğini de hemen bırakırlar.
Hazine aranırken, yeri güzel tespit edilmeli, vasıflı cihaz kullanılmalı, sabırlı olunmalı, hazineyi gizleyenin yerinde siz olsanız başkaları tarafından bulunmasını nasıl engelleyebileceğinizi düşünmelisiniz. Cihazımızın bozuk olup olmadığını da ara sıra kontrol etmeliyiz. Hatta sizden önce bir başkası tarafından bulunmuş da olabilir. Zaten gizleyenler, orada ebedi kalsınlar diye koymuyorlar. Bizzat gizleyen kimse tarafından alınmış da olabilir. Ekseriya da, çevrenin şartlarına göre, ilk akla gelebilecek yeri, gömmek için tercih etmezler.

İnsanların Ve Cinlerin Güzel Bir Şekilde İtaat Etmeleri
Sihir, cinleri ve insanları etkimiz altına almanın kötü ve yasak bir yoludur. İnsan ve cinler çevremizde isteyerek, severek toplanırlar ve bize itaat ederlerse, bu güzel bir şeydir. İstenen bir durumdur. Bunu nasıl sağlayabiliriz?
İnsan ahseni takvîm ve esfeli safilin hallerinde yaratılmıştır. Yani en iyi hal de en kötü hal de insanda görülebilir. Ona, o özellikler verilmiştir. Sihiri kullanan, kötü halini kullanmış olur. Güzel hallerini kullanan ise olgunlaşır; kemale erer. Üstünlük kemal iledir.
Kemal sahibi olan, insanları ve cinleri kendisine celbeder. Onlar da, onun gibi olmak için çevresinde toplanırlar. Onu, kendilerine örnek alırlar. Onun gibi olmak için ondan gelen her türlü talebi, yol göstermeyi, nasihati emir telakki ederler.

Cinler, Dedektörleri Etkiler mi?
Onların tutarsız bilgi vermelerine sebep olurlar mı? Bu konuda şahit olduğum bir olayı size anlatayım.
Zamanımızdaki Gavsın mürşidi rahmetli Seyda’yı sağlığında ziyaret etmek için 1221 km. uzaklıktaki köyüne gittim. İlk ziyaretim değildi. Nasip oldukça gidip, nazarlarında bulunmuş, çorbasını içmiştim.
Bir gidişimde, imamlığında namazımızı kıldık. Namazdan sonra herkesle, taleplerine göre ilgilendi. Sonra Peygamber efendimizin de olduğu gibi, camiye bitişik, içten kapısı olan özel odasına çekildi. O, olmayınca herkes camiden çıktı. Ben de bu fırsat deyip, günlük dersimi yapmak için, caminin ön kısmına oturdum. Üzerimi örttüm, zikir çekmeye başladım.
Bir müddet sonra, iki kişinin konuşmalarını duydum. Birisi, mürşidim idi. Hocanın yanında, talebenin nafile ibadet yapması edepsizliktir, diyerek dersimi bırakmak istedim. Fakat bitmek üzere diyerek bitirdim.
Kendisine gelenlerin menfaatini onlardan daha çok düşünen, sünnetullah ehli insan, sağ ayağını caminin camının iç kirişine koymuş, sağ dirseğini de dizine dayamış, sağ eli ile hafif dalgalı sakalını yavaş yavaş okşar gibi düzeltiyordu. O vaziyette cami önündeki misafirlerini seyrediyordu. Onlar, ondan habersiz; onu görmüyorlar. O, onların halini inceliyordu.
Yanında bir kişi de edepli bir şekilde durmuş, ona bir şeyler anlatıyordu. Özel konuşuyorlardı. Ona rağmen, yanlarına gidip dinlemeye karar verdim. Eğer, benim dinlememem gereken bir konu ise, kovsalar bile hiç gücenmez, yanlarından uzaklaşırım. Diyerek, onlara hiçbir söz söylemeden, yanlarına yaklaştım.

Sofi
-Kurban, ben, jeologum. Petrol aramalarına katılıyoruz. Bir yerde petrol olduğunu tespit ediyoruz.. Gidip üzerinde makineyi çalıştırıyoruz. Makine petrol var diye sinyal veriyor. Orayı bir miktar kazıp, tekrar makine ile bakıyoruz. Sinyal artıyor. Fakat, bir müddet sonra sinyal kesiliyor. Makineden çıt çıkmıyor. Bu, birkaç defa böyle oldu. Arkadaşlara söyledim. Onlar
-Bu cinlerin işidir.
Dediler.
-Ne yapacağımı bilmiyorum. Siz ne buyurursunuz?
Dedi.
O, halini hiç bozmadan, dışarıdaki insanları izliyordu. O vaziyette,
-Sofi, bir tane kaba petrol koy. Sonra kabın üzerini de bir bezle ört ki makine görmesin.
Sofi, bütün ciddiyeti ile konuya açıklık getirmek için,
-Kurban, petrolü kaba koymadan önce, makineyi odadan çıkarayım mı? Makine görmesin.
Deyince, bir anda, dışarıdakilere bakmayı bırakıp, bütün heybeti ile doğrulup, ona şöyle dedi:
-Sofi, sofi sana şaka diyorum. Sen makineni kontrol ettir. Makinen arızalı olabilir.
Dedi ve yürüdü gitti.

(alıntı)
 

Gönül sızım

Özel Kardeşimiz
Yönetici
Süper Mod
Moderatör
Katılım
26 Temmuz 2011
Mesajlar
19,432
Tepkime puanı
185
Cinler, doğar büyür ve ölürler. Cinsiyetleri vardır. Evlenirler, çocukları olur. Yerler içerler. Kendilerine göre düşünebilecek beyinleri vardır. Müslüman’ı, kafiri, cahili, akıllısı, alimi, zalimi, tembeli, çalışkanı vb vardır.
 

Gönül sızım

Özel Kardeşimiz
Yönetici
Süper Mod
Moderatör
Katılım
26 Temmuz 2011
Mesajlar
19,432
Tepkime puanı
185
Hayat
Herkes hayatından sorumludur. Herkesin hayatı, yaşayışı da ayni değildir. İnsanın bilgilenmesi, yaşamına tefekkürü kattığı ölçüde fazlalaşır. Karşılaştığı olaylar karşısında düşünerek, mevcut bilgileriyle değerlendirerek en güzeli yapmaya yönelerek yaşamını güzelleştiren kişinin bilgisi ve karakteri diğer insanlardan çok fazla gelişmiş olgunluktadır.
 
Üst Alt