- Katılım
- 23 Nisan 2011
- Mesajlar
- 3,344
- Tepkime puanı
- 25
Bitmek Bilmeyen Baski ve Zulmün Kanli Bilançosu
Kuzey Afrika'da Islam'in yayilmasinda çok önemli bir yer tutan Cezayir, uzun yillardir hem toplumsal hem de siyasi açidan büyük bir kaos içinde yasamaktadir. Türk ve dünya kamuoyunun özellikle son on yildir katliam haberlerini duymaya alistigi Cezayir'de, çatismalarin kökeni çok daha eskilere dayanir.
Fransa'nin Cezayir'i Isgali
Cezayir 16. yüzyildan 19. yüzyila kadar Osmanli yönetiminde huzur, güvenlik ve baris içinde yasadi. Ancak Osmanli'nin dagilma süreciyle birlikte sömürgeci güçler de Islam topraklarini paylasmaya basladilar. Paylasilan bu topraklardan birisi de Cezayir idi. Fransiz ordulari 1827 yilinda 37 bin askerle Cezayir'i isgale basladilar. Üç yil süren askeri saldirilarin sonucunda Cezayir topraklari tamamen Fransizlarin denetimine geçti. Zengin petrol yataklarina sahip olan ve Akdeniz'de oldukça stratejik bir liman özelligi tasiyan Cezayir, Fransa için son derece degerli bir toprakti. Ülke 1830 yilinda Fransa topraklarina katildi ve 132 yil boyunca Fransa'nin sömürgesi olarak kaldi.
Sömürgecilik anlayisinin bir geregi olarak kendileri disindaki milletleri ikinci sinif insanlar olarak gören Fransizlar, isgal ettikleri tüm topraklarda oldugu gibi, Cezayir'de de baskiya ve siddete dayanan bir sistem kurdular. Bir taraftan kültürel asimilasyon basladi. Ilk önce Arapça konusmak ve egitim görmek yasaklandi. Resmi konusma dili sadece Fransizca olarak kabul edildi. Bu politika halkin ulusal kimligini ve kültürel birikimini yok etmeyi hedefliyordu. Daha sonra Cezayir bir yandan ekonomik olarak tam anlamiyla Fransa'ya bagimli hale getirilirken, bir yandan da ülkenin siyasi yapisi Fransa'nin menfaatleri dogrultusunda yeniden insa edildi.
Fransa'nin 1827'de baslayan isgaline karsi Cezayir'de ilk direnis 1832'de Maskara Emiri Abdülkadir tarafindan gerçeklestirildi. Mücadele sirasinda binlerce Cezayirli Müslüman öldü ve Fransizlar da ülkeye tamamen hakim oldular. Cezayir'de ilk ayaklanma girisiminden sonraki süreç boyunca, halkin sömürgeci güçlere karsi duydugu öfkeyi tek bir semsiye altinda toplayabilecek bir güç bulunmamaktaydi.
Bagimsizlik için yapilan birtakim girisimler de uygulanan baski ve siddet politikalarinin bir sonucu olarak son derece kati bir sekilde bastirildi. 20. yüzyilin ortalarina kadar ülkedeki yapi bu sekilde devam etti.
II. Dünya Savasi'nin baslamasiyla birlikte Cezayir topraklarinda yeni bir dönem basladi. Nazi Almanyasi önce Fransa'yi, ardindan da Cezayir'i isgal etti. Cezayirli vatanseverlerin pek çogu Naziler tarafindan tutuklandi, büyük kismi toplama kamplarina konuldu veya katledildi. 1942 yilinda müttefik güçlerin Alman isgaline son vermesi ile birlikte Cezayir için yeni ve demokratik bir çagin baslayacagini düsünen Cezayirli aydinlar kisa sürede çok büyük bir yanilgi içinde olduklarini anladilar.
1943'de Ferhad Abbas önderliginde bir grup, sömürgecilik döneminin sona ermesi, savasin bitiminde bagimsiz bir devlet kurulmasi, yeni bir anayasa yapilmasi, Cezayirlilerin yönetimde etkin olmasi ve tüm düsünce suçlularinin serbest birakilmasi gibi maddeleri içeren bir teklifi müttefik güçlere sundular. Müttefik güçlerle birlikte Almanya'ya karsi savasan Cezayirliler, hakli taleplerinin müttefikler tarafindan kabul görecegini sanmislardi. Oysa götürdükleri tekliflerin hiçbiri kabul edilmedi. Dahasi, Cezayir halki için yeni bir katliam kapida bekliyordu.
8 Mayis 1945'de II. Dünya Savasi'nin sona ermesi vesilesiyle yapilan kutlamalar esnasinda halk Cezayir bayragi açinca, ortalik bir anda kan gölüne döndü. Fransiz askerleri Cezayir bayragi tasiyan kutlamacilarin üzerine ates açti ve 40 kisiyi gözünü kirpmadan öldürdü. Bu vahset bölgedeki diger Müslümanlar arasinda büyük tepkilere neden oldu, gösteriler büyüdü, Fransa ise buna karsilik vahsetin dozunu artirmaya karar verdi. Ordu birlikleri sivil halkin üzerine rastgele ates açmaya basladilar. Sonunda, Amerikan kaynaklarinin rakamlarina göre yaklasik 45 bin Cezayirli Müslüman bu olaylar esnasinda can verdi. Pek çogu da yaralandi. Tarihe Setif Katliami olarak geçen bu olaylari takiben Fransizlarin kati ve baskici rejimi tekrar uygulamaya konuldu. Tüm siyasi faaliyetler yasaklandi. Binlerce Cezayirli hiçbir gerekçe gösterilmeden tutuklandi. Cezayirliler bir kez daha sömürgecilerin zulmünü aci bir tecrübeyle görmüs oldu.
Setif katliamindan sonra geçen on yil, bagimsizlik hareketlerinin olgunlasma süreci oldu. 1 Kasim 1954'de direnisçi güçler tarafindan yayinlanan bir bildiri ile Cezayir halki bagimsizlik ve hürriyet için ayaklanmaya davet edildi. Ayni yil içinde kurulan Ulusal Kurtulus Cephesi (FLN) ve Ulusal Kurtulus Ordusu (ALN) bagimsizlik hareketinin öncüleri oldu. Ulusal Kurtulus Cephesi homojen bir yapi degildi ve semsiyesi altinda pek çok farkli siyasi görüse sahip halk birlesmisti. FLN, Eylül 1958'de Kahire'de toplanarak Geçici Cezayir Hükümeti'ni kurdu.
Bu arada Fransa elbette zengin petrol ve dogalgaz yataklarina sahip olan Cezayir'i kaybetmek istemiyordu. Üstelik zengin dogal kaynaklari olan bir Müslüman ülkenin varligi hem Fransa'yi hem de diger Islam karsiti güçleri rahatsiz ediyordu. Böyle bir devletin diger Müslüman Afrika ülkeleri üzerinde "domino etkisi" olusturacagini hesaplayan Fransiz yönetimi, yeni katliamlara yöneldi. Cezayir, bagimsizligini ilan edene kadar pek çok köy Fransizlar tarafindan yakildi, okullar ve camiler yikildi. Binlerce insanin canina mal olan bu süreç esnasinda Fransizlar, Cezayir halkinin ekinine ve hayvanlarina da zarar vermeyi ihmal etmiyorlardi. 400 bin bag sökülürken, binlerce hayvan da bogazlandi.
Ancak yillarca Cezayir'i yakip yikmaktan, masum insanlari, kadinlari, çocuklari ve yaslilari katletmekten çekinmeyen Fransa, sonunda Cezayir halkinin bagimsizlik azmi karsisinda yenik düstü. Fransa Cumhurbaskani Charles De Gaulle 1959 yilinda Birlesmis Milletler'de yaptigi bir konusmada Cezayir'e bagimsizlik taninacagini açikladi. Tarihe Evian Anlasmasi olarak geçen anlasmayla FLN ve Fransa ateskes ilan etti ve 1962 yilinda Cezayir bagimsizligina kavustu. Sömürgeci Fransa'ya karsi 7.5 yil boyunca verilen bagimsizlik mücadelesi, ardinda çok agir bir bilanço birakmisti: 1.5 milyon Cezayirli Fransa'nin siddet uygulamalari sonucunda yasamini yitirmisti.
Fransa'nin uyguladigi tüm bu vahsetin, Allah'in bizlere Kuran'da bildirdigi inkarci ve bozguncu karakterin bir tekrari olduguna da dikkat etmek gerekir. Bir savas sirasinda savunmasiz halkin tüm geçim kaynaklarini yok etmek, hayatlarini dahi devam ettiremeyecekleri bir kitlik olusturmak, onlari yokluk ve sefalet içinde birakmak, tarih boyunca tüm zalim yöneticilerin uyguladiklari bir yöntem olmustur. Allah Bakara Suresi'nde geçmiste ve günümüzde tüm zalim ve baskici yöneticilerin ayni yöntemi izlediklerine söyle isaret etmektedir:
O, is basina geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çikarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculugu sevmez. (Bakara Suresi, 205)
Ancak unutulmamalidir ki, bu bozgunculugu yeryüzünde uygulayan insanlar ahirette hüsranla karsilasacaklardir. Kuran'da tüm Müslümanlar söyle müjdelenmistir:
Iste ahiret yurdu; biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armagan) kilariz. (Güzel) Sonuç takva sahiplerinindir. (Kasas Suresi, 83)
Fransizlarin Cezayir Halkina Uyguladiklari Iskence
Fransiz yönetiminin Cezayir'de uyguladigi politikayi dönemin Olaganüstü Yönetim Komutani Jacques Massu'nun sözleri çok özlü bir sekilde ortaya koymaktaydi:
Iskence mi? Elbette iskence uyguluyoruz. Basinin belli bir kesimi bu konuyu isleye isleye bizi biktirdi. Fakat baska nasil davranmamizi istersiniz?24
Dönemin La Croix dergisi muhabirlerinden Jacques Duquesne'nin dile getirdigi izlenimler ise çok daha tüyler ürpertici idi:
Iskence ve insanlarin kaybolmasi sorunlari zihinleri devamli bir sekilde mesgul etmekteydi. Erkekler, bazen de kadinlar tutuklaniyor ve daha sonra kendilerinden hiç haber alinamiyordu. Cesetlerinin tas baglanarak denize atildigi biliniyordu. Sayilarinin genellikle 3 bini buldugu ileri sürülüyordu, ama Cezayir Belediye Baskani Jacques Chevallier, 5 bin gibi bir rakamdan söz açmisti. Fransiz askerlerin baski ve sindirme yöntemlerine irza saldiri ve köyleri ortadan kaldirma uygulamalari da dahildi. Bir askerin anlattigina göre, hastabakici olarak görev yaptigi birliginde hemen hemen her sabah gece boyunca iskence gören kisileri tedavi ediyordu. Hemen hemen her yerde en çok uygulanan iskence sekli ise bazen kadinlarin cinsel organlari da dahil olmak üzere vücudun her yerine elektrotlar yerlestirilerek cereyan vermekti. Diger iskence yöntemleri ise insani yok etme amacini tasiyordu. Kurbanin ya hortumla agzinin içine su sikiliyor, ya tirnaklari sökülüyor, ya basi su dolu küvete daldiriliyor ya da ayaklari zorlukla yere degecek sekilde saatlerce bileklerinden asili tutulmasi saglaniyordu. Ve daha baska yöntemler. Bütün bunlari yazmak kolay degil. Ben bildiklerimin sadece çok az kismini söyledim.25
Kuzey Afrika'da Islam'in yayilmasinda çok önemli bir yer tutan Cezayir, uzun yillardir hem toplumsal hem de siyasi açidan büyük bir kaos içinde yasamaktadir. Türk ve dünya kamuoyunun özellikle son on yildir katliam haberlerini duymaya alistigi Cezayir'de, çatismalarin kökeni çok daha eskilere dayanir.
Fransa'nin Cezayir'i Isgali
Cezayir 16. yüzyildan 19. yüzyila kadar Osmanli yönetiminde huzur, güvenlik ve baris içinde yasadi. Ancak Osmanli'nin dagilma süreciyle birlikte sömürgeci güçler de Islam topraklarini paylasmaya basladilar. Paylasilan bu topraklardan birisi de Cezayir idi. Fransiz ordulari 1827 yilinda 37 bin askerle Cezayir'i isgale basladilar. Üç yil süren askeri saldirilarin sonucunda Cezayir topraklari tamamen Fransizlarin denetimine geçti. Zengin petrol yataklarina sahip olan ve Akdeniz'de oldukça stratejik bir liman özelligi tasiyan Cezayir, Fransa için son derece degerli bir toprakti. Ülke 1830 yilinda Fransa topraklarina katildi ve 132 yil boyunca Fransa'nin sömürgesi olarak kaldi.
Sömürgecilik anlayisinin bir geregi olarak kendileri disindaki milletleri ikinci sinif insanlar olarak gören Fransizlar, isgal ettikleri tüm topraklarda oldugu gibi, Cezayir'de de baskiya ve siddete dayanan bir sistem kurdular. Bir taraftan kültürel asimilasyon basladi. Ilk önce Arapça konusmak ve egitim görmek yasaklandi. Resmi konusma dili sadece Fransizca olarak kabul edildi. Bu politika halkin ulusal kimligini ve kültürel birikimini yok etmeyi hedefliyordu. Daha sonra Cezayir bir yandan ekonomik olarak tam anlamiyla Fransa'ya bagimli hale getirilirken, bir yandan da ülkenin siyasi yapisi Fransa'nin menfaatleri dogrultusunda yeniden insa edildi.
Fransa'nin 1827'de baslayan isgaline karsi Cezayir'de ilk direnis 1832'de Maskara Emiri Abdülkadir tarafindan gerçeklestirildi. Mücadele sirasinda binlerce Cezayirli Müslüman öldü ve Fransizlar da ülkeye tamamen hakim oldular. Cezayir'de ilk ayaklanma girisiminden sonraki süreç boyunca, halkin sömürgeci güçlere karsi duydugu öfkeyi tek bir semsiye altinda toplayabilecek bir güç bulunmamaktaydi.
Bagimsizlik için yapilan birtakim girisimler de uygulanan baski ve siddet politikalarinin bir sonucu olarak son derece kati bir sekilde bastirildi. 20. yüzyilin ortalarina kadar ülkedeki yapi bu sekilde devam etti.
II. Dünya Savasi'nin baslamasiyla birlikte Cezayir topraklarinda yeni bir dönem basladi. Nazi Almanyasi önce Fransa'yi, ardindan da Cezayir'i isgal etti. Cezayirli vatanseverlerin pek çogu Naziler tarafindan tutuklandi, büyük kismi toplama kamplarina konuldu veya katledildi. 1942 yilinda müttefik güçlerin Alman isgaline son vermesi ile birlikte Cezayir için yeni ve demokratik bir çagin baslayacagini düsünen Cezayirli aydinlar kisa sürede çok büyük bir yanilgi içinde olduklarini anladilar.
1943'de Ferhad Abbas önderliginde bir grup, sömürgecilik döneminin sona ermesi, savasin bitiminde bagimsiz bir devlet kurulmasi, yeni bir anayasa yapilmasi, Cezayirlilerin yönetimde etkin olmasi ve tüm düsünce suçlularinin serbest birakilmasi gibi maddeleri içeren bir teklifi müttefik güçlere sundular. Müttefik güçlerle birlikte Almanya'ya karsi savasan Cezayirliler, hakli taleplerinin müttefikler tarafindan kabul görecegini sanmislardi. Oysa götürdükleri tekliflerin hiçbiri kabul edilmedi. Dahasi, Cezayir halki için yeni bir katliam kapida bekliyordu.
8 Mayis 1945'de II. Dünya Savasi'nin sona ermesi vesilesiyle yapilan kutlamalar esnasinda halk Cezayir bayragi açinca, ortalik bir anda kan gölüne döndü. Fransiz askerleri Cezayir bayragi tasiyan kutlamacilarin üzerine ates açti ve 40 kisiyi gözünü kirpmadan öldürdü. Bu vahset bölgedeki diger Müslümanlar arasinda büyük tepkilere neden oldu, gösteriler büyüdü, Fransa ise buna karsilik vahsetin dozunu artirmaya karar verdi. Ordu birlikleri sivil halkin üzerine rastgele ates açmaya basladilar. Sonunda, Amerikan kaynaklarinin rakamlarina göre yaklasik 45 bin Cezayirli Müslüman bu olaylar esnasinda can verdi. Pek çogu da yaralandi. Tarihe Setif Katliami olarak geçen bu olaylari takiben Fransizlarin kati ve baskici rejimi tekrar uygulamaya konuldu. Tüm siyasi faaliyetler yasaklandi. Binlerce Cezayirli hiçbir gerekçe gösterilmeden tutuklandi. Cezayirliler bir kez daha sömürgecilerin zulmünü aci bir tecrübeyle görmüs oldu.
Setif katliamindan sonra geçen on yil, bagimsizlik hareketlerinin olgunlasma süreci oldu. 1 Kasim 1954'de direnisçi güçler tarafindan yayinlanan bir bildiri ile Cezayir halki bagimsizlik ve hürriyet için ayaklanmaya davet edildi. Ayni yil içinde kurulan Ulusal Kurtulus Cephesi (FLN) ve Ulusal Kurtulus Ordusu (ALN) bagimsizlik hareketinin öncüleri oldu. Ulusal Kurtulus Cephesi homojen bir yapi degildi ve semsiyesi altinda pek çok farkli siyasi görüse sahip halk birlesmisti. FLN, Eylül 1958'de Kahire'de toplanarak Geçici Cezayir Hükümeti'ni kurdu.
Bu arada Fransa elbette zengin petrol ve dogalgaz yataklarina sahip olan Cezayir'i kaybetmek istemiyordu. Üstelik zengin dogal kaynaklari olan bir Müslüman ülkenin varligi hem Fransa'yi hem de diger Islam karsiti güçleri rahatsiz ediyordu. Böyle bir devletin diger Müslüman Afrika ülkeleri üzerinde "domino etkisi" olusturacagini hesaplayan Fransiz yönetimi, yeni katliamlara yöneldi. Cezayir, bagimsizligini ilan edene kadar pek çok köy Fransizlar tarafindan yakildi, okullar ve camiler yikildi. Binlerce insanin canina mal olan bu süreç esnasinda Fransizlar, Cezayir halkinin ekinine ve hayvanlarina da zarar vermeyi ihmal etmiyorlardi. 400 bin bag sökülürken, binlerce hayvan da bogazlandi.
Ancak yillarca Cezayir'i yakip yikmaktan, masum insanlari, kadinlari, çocuklari ve yaslilari katletmekten çekinmeyen Fransa, sonunda Cezayir halkinin bagimsizlik azmi karsisinda yenik düstü. Fransa Cumhurbaskani Charles De Gaulle 1959 yilinda Birlesmis Milletler'de yaptigi bir konusmada Cezayir'e bagimsizlik taninacagini açikladi. Tarihe Evian Anlasmasi olarak geçen anlasmayla FLN ve Fransa ateskes ilan etti ve 1962 yilinda Cezayir bagimsizligina kavustu. Sömürgeci Fransa'ya karsi 7.5 yil boyunca verilen bagimsizlik mücadelesi, ardinda çok agir bir bilanço birakmisti: 1.5 milyon Cezayirli Fransa'nin siddet uygulamalari sonucunda yasamini yitirmisti.
Fransa'nin uyguladigi tüm bu vahsetin, Allah'in bizlere Kuran'da bildirdigi inkarci ve bozguncu karakterin bir tekrari olduguna da dikkat etmek gerekir. Bir savas sirasinda savunmasiz halkin tüm geçim kaynaklarini yok etmek, hayatlarini dahi devam ettiremeyecekleri bir kitlik olusturmak, onlari yokluk ve sefalet içinde birakmak, tarih boyunca tüm zalim yöneticilerin uyguladiklari bir yöntem olmustur. Allah Bakara Suresi'nde geçmiste ve günümüzde tüm zalim ve baskici yöneticilerin ayni yöntemi izlediklerine söyle isaret etmektedir:
O, is basina geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çikarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculugu sevmez. (Bakara Suresi, 205)
Ancak unutulmamalidir ki, bu bozgunculugu yeryüzünde uygulayan insanlar ahirette hüsranla karsilasacaklardir. Kuran'da tüm Müslümanlar söyle müjdelenmistir:
Iste ahiret yurdu; biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armagan) kilariz. (Güzel) Sonuç takva sahiplerinindir. (Kasas Suresi, 83)
Fransizlarin Cezayir Halkina Uyguladiklari Iskence
Fransiz yönetiminin Cezayir'de uyguladigi politikayi dönemin Olaganüstü Yönetim Komutani Jacques Massu'nun sözleri çok özlü bir sekilde ortaya koymaktaydi:
Iskence mi? Elbette iskence uyguluyoruz. Basinin belli bir kesimi bu konuyu isleye isleye bizi biktirdi. Fakat baska nasil davranmamizi istersiniz?24
Dönemin La Croix dergisi muhabirlerinden Jacques Duquesne'nin dile getirdigi izlenimler ise çok daha tüyler ürpertici idi:
Iskence ve insanlarin kaybolmasi sorunlari zihinleri devamli bir sekilde mesgul etmekteydi. Erkekler, bazen de kadinlar tutuklaniyor ve daha sonra kendilerinden hiç haber alinamiyordu. Cesetlerinin tas baglanarak denize atildigi biliniyordu. Sayilarinin genellikle 3 bini buldugu ileri sürülüyordu, ama Cezayir Belediye Baskani Jacques Chevallier, 5 bin gibi bir rakamdan söz açmisti. Fransiz askerlerin baski ve sindirme yöntemlerine irza saldiri ve köyleri ortadan kaldirma uygulamalari da dahildi. Bir askerin anlattigina göre, hastabakici olarak görev yaptigi birliginde hemen hemen her sabah gece boyunca iskence gören kisileri tedavi ediyordu. Hemen hemen her yerde en çok uygulanan iskence sekli ise bazen kadinlarin cinsel organlari da dahil olmak üzere vücudun her yerine elektrotlar yerlestirilerek cereyan vermekti. Diger iskence yöntemleri ise insani yok etme amacini tasiyordu. Kurbanin ya hortumla agzinin içine su sikiliyor, ya tirnaklari sökülüyor, ya basi su dolu küvete daldiriliyor ya da ayaklari zorlukla yere degecek sekilde saatlerce bileklerinden asili tutulmasi saglaniyordu. Ve daha baska yöntemler. Bütün bunlari yazmak kolay degil. Ben bildiklerimin sadece çok az kismini söyledim.25