- Katılım
- 18 Haziran 2011
- Mesajlar
- 420
- Tepkime puanı
- 5
- Yaş
- 39
Görünmeyen Allah, nasıl oluyor da mevcut maddeye tesir eder, ona rota verir, onu tanzim eder? Bu mümkün mü?"
DENİLİYOR Kİ: "Biz Allah'ı görmüyoruz ama maddeyi görüyoruz ve tutuyoruz. Görünmeyen Allah, nasıl oluyor da mevcut maddeye tesir eder, ona rota verir, onu tanzim eder? Bu mümkün mü?"
Bir padişah, sahibi olduğu ülkesine hükmetmek için kanunlar hazırlar ve halkın itaatini zorlayıcı tedbirler alır. Memleketin nizamı ve huzuru için gerekli kanunlar konduktan ve asayiş sağlandıktan sonra, rota çizilmiş demektir.
İşte şu kâinatı yaratan Rabbimiz de, koyduğu umumi ve muhteşem kanunlarla âlemin nizamını sağlamıştır. Bu nizama en küçük atomdan, milyonlarca yıldızı bulunan galaksilere kadar her yaratılan şey tabidir.
Her şeyin hakkı ve hukuku bellidir. Her şey emirber nefer gibi, o muhteşem sistem içinde hareket eder.
Kâinatın başlangıcında konan bu nizam, aynı ihtişam ve ahenk içinde devam etmektedir. Eğer bir zerre, kendine verilen rotadan çıksa, kâinat çalkalanır ve kıyameti koparır.
Kâinata, tefekkür ile bakan akıl sahipleri, her işin içinde Sultan-ı Kâinatın kudret elini görecektir.
Evet bir şeyin varlığını bilmek ayrı, mahiyetini bilmek ayrıdır.
Kâinatın içinde çok unsurlar vardır ki, aklımızla onların varlıklarını bildiğimiz halde, mahiyetlerini bilemiyoruz.
Mesela ruh, akıl, hayal, yerçekimi kanunu, elektrik, şefkat, his gibi bir çok şeyin varlığını bildiğimiz halde mahiyetlerini bilmemekteyiz.
"Eser ustasını idrak edemez" kaidesince, bizim aklımız da onu yaratan Zâtın mahiyetini, hakikatini anlayamaz.
Çünkü akıl, Hâlık'ın mahlûkudur. Her mahlûk gibi aklın da bir sınırı vardır.
Sınırlı gücü olan bir mahlûk Cenâb-ı Hakkın kudsî mahiyetini idrak edemez, anlayamaz. Her kıyasında ve tahmininde hata eder, yanlışa sapar.
Cenâb-ı Hakkın sıfatları nihayetsizdir, mutlaktır, ezeli ve ebedidir.
Akıl ise sınırlıdır, kayıtlıdır, belli intikal kapasitesi vardır. Bunun içindir ki, sınırlı olan sınırsız olanı, mahdut olan nihayetsiz olanı, başlangıcı olan sonu olmayanı, ezelî ve ebedî olanı kavrayamaz, anlayamaz ve bilemez.
Cenab-ı Hakkın misli, benzeri, zıddı olmadığı için, akıl ona ulaşamaz, onu tahmin edemez. Çünkü
Allah-u Teala kâinat cinsinden değildir ki, biz Onu kâinatın içindekilerle kıyas edelim.
Onun için mahiyeti, bizim idrak edeceğimiz ve tahmin edeceğimiz hiçbir mahiyete benzemez. Bizler tahmin ve yorumlarımızı, bildiklerimizle, duyduklarımızla ve hayal gücümüzle yaparız.
Bu bakımdan, mahlûk yani yaratılmış olan kendi kabiliyetimizle, yaratıcı olan Cenâb-ı Hakkın mahiyetini, ne durumda olduğunu biz bilemeyiz.
Yine görünme meselesine gelince, bilindiği gibi varlık âlemi, beş duyu ile bilinenden ibaret değildir. İnsan, gözleriyle maddi ve cismani varlıkları görür. Dili tatları, kulağı da sesleri hisseder.
Görmediğime inanmam demek, akim vazifesini göze yüklemektedir.
Çünkü görünmemek olmamaya delil olamaz. Bu âlemde görebileceğimiz bir kısım hususları, gözle görmediğimizden dolayı inkar edemeyiz.
Bunun için beş duyumuzun vazifelerini kendi sahalarında kullanmak lazımdır.
Hasan Dursun
DENİLİYOR Kİ: "Biz Allah'ı görmüyoruz ama maddeyi görüyoruz ve tutuyoruz. Görünmeyen Allah, nasıl oluyor da mevcut maddeye tesir eder, ona rota verir, onu tanzim eder? Bu mümkün mü?"
Bir padişah, sahibi olduğu ülkesine hükmetmek için kanunlar hazırlar ve halkın itaatini zorlayıcı tedbirler alır. Memleketin nizamı ve huzuru için gerekli kanunlar konduktan ve asayiş sağlandıktan sonra, rota çizilmiş demektir.
İşte şu kâinatı yaratan Rabbimiz de, koyduğu umumi ve muhteşem kanunlarla âlemin nizamını sağlamıştır. Bu nizama en küçük atomdan, milyonlarca yıldızı bulunan galaksilere kadar her yaratılan şey tabidir.
Her şeyin hakkı ve hukuku bellidir. Her şey emirber nefer gibi, o muhteşem sistem içinde hareket eder.
Kâinatın başlangıcında konan bu nizam, aynı ihtişam ve ahenk içinde devam etmektedir. Eğer bir zerre, kendine verilen rotadan çıksa, kâinat çalkalanır ve kıyameti koparır.
Kâinata, tefekkür ile bakan akıl sahipleri, her işin içinde Sultan-ı Kâinatın kudret elini görecektir.
Evet bir şeyin varlığını bilmek ayrı, mahiyetini bilmek ayrıdır.
Kâinatın içinde çok unsurlar vardır ki, aklımızla onların varlıklarını bildiğimiz halde, mahiyetlerini bilemiyoruz.
Mesela ruh, akıl, hayal, yerçekimi kanunu, elektrik, şefkat, his gibi bir çok şeyin varlığını bildiğimiz halde mahiyetlerini bilmemekteyiz.
"Eser ustasını idrak edemez" kaidesince, bizim aklımız da onu yaratan Zâtın mahiyetini, hakikatini anlayamaz.
Çünkü akıl, Hâlık'ın mahlûkudur. Her mahlûk gibi aklın da bir sınırı vardır.
Sınırlı gücü olan bir mahlûk Cenâb-ı Hakkın kudsî mahiyetini idrak edemez, anlayamaz. Her kıyasında ve tahmininde hata eder, yanlışa sapar.
Cenâb-ı Hakkın sıfatları nihayetsizdir, mutlaktır, ezeli ve ebedidir.
Akıl ise sınırlıdır, kayıtlıdır, belli intikal kapasitesi vardır. Bunun içindir ki, sınırlı olan sınırsız olanı, mahdut olan nihayetsiz olanı, başlangıcı olan sonu olmayanı, ezelî ve ebedî olanı kavrayamaz, anlayamaz ve bilemez.
Cenab-ı Hakkın misli, benzeri, zıddı olmadığı için, akıl ona ulaşamaz, onu tahmin edemez. Çünkü
Allah-u Teala kâinat cinsinden değildir ki, biz Onu kâinatın içindekilerle kıyas edelim.
Onun için mahiyeti, bizim idrak edeceğimiz ve tahmin edeceğimiz hiçbir mahiyete benzemez. Bizler tahmin ve yorumlarımızı, bildiklerimizle, duyduklarımızla ve hayal gücümüzle yaparız.
Bu bakımdan, mahlûk yani yaratılmış olan kendi kabiliyetimizle, yaratıcı olan Cenâb-ı Hakkın mahiyetini, ne durumda olduğunu biz bilemeyiz.
Yine görünme meselesine gelince, bilindiği gibi varlık âlemi, beş duyu ile bilinenden ibaret değildir. İnsan, gözleriyle maddi ve cismani varlıkları görür. Dili tatları, kulağı da sesleri hisseder.
Görmediğime inanmam demek, akim vazifesini göze yüklemektedir.
Çünkü görünmemek olmamaya delil olamaz. Bu âlemde görebileceğimiz bir kısım hususları, gözle görmediğimizden dolayı inkar edemeyiz.
Bunun için beş duyumuzun vazifelerini kendi sahalarında kullanmak lazımdır.
Hasan Dursun