Beni Nadir, Zatürrika ve Bedrül Mevid Gazası.

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81
Beni Nadir gazası, Zatürrika gazası, Bedrül Mevid Gazası.

BENÎ NADİR GAZASI

(Hicret 'in 4. senesi Rebiülevvel ayı / Milâdî 625)


Benî Nadir, Hz. Harun'un (a.s.) neslinden gelen, zengin ve güçlü, büyük bir Yahudi kabîlesiydi. Medine'ye iki saatlik mesafede, Mekke yolu üzerinde sağlam kale ve hisarlarda otururlardı. Resûli Ekrem Efendimizle, İslâmiyet ve Müslümanların aleyhinde bulunmamak, bu hususta herhangi bir düşmana yardımcı olmamak, ayrıca ödenecek diyetler konusunda da yardımcı bulunmak üzere anlaşmaları vardı.215 Ancak, buna rağmen, Kureyş müşrikleri ve Medine münafıkları ile el altından iş birliği yapma gayretlerinden de vazgeçmiş değillerdi. Bilhassa, Uhud Harbinden sonra, müşrikler ve münafıklar ile olan münâsebetlerini daha da artırmışlardı.


Daha önce bahsettiğimiz gibi, ashabtan Amr b. Ümeyye, Peygamberimizden eman almış Âmir Kabilesinden iki kişiyi yanlışlıkla öldürmüştü. Benî Nadir Yahudilerinin altına imza attıkları anlaşmaya göre, bu iki kişi için ödenecek diyetin bir kısmını onların karşılamaları gerekiyordu.


Resûli Ekrem Efendimiz, paylarına düşen diyet miktarını istemek ve anlaşmaya ne derece sâdık olduklarını anlamak maksadıyla, yanına Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Zübeyr b. Avvam, Hz. Talha b. Ubeydullah, Hz. Sa'd b. Muaz ve Hz. Üseyyid b. Hudayr'ı (r. anhüm), alarak yurtlarına gitti.


Yahudiler, önce Peygamber Efendimizi müsbet ve güleryüzle karşıladılar; hattâ, kendilerine kadar gelmiş olmalarından memnunluk duyduklarını, üzerlerine düşen görevi yerine getireceklerini bile açıkça ifade ettiler.216


Peygamber Efendimiz, ashabıyla, bir evin duvarı dibine oturdu.


Peygamber Efendimizi zahiren gayet iyi karşılayan Yahudiler ise, bir köşeye çekilip aralarında konuşmaya başladılar.


"Siz bu adamı, şu andan daha müsait bir durumda bulamazsınız! Hemen şu evin damına çıkarak, onun üzerine bir kaya parçası bırakıp ondan kurtulmalıyız!" dediler. Sonra, "Hemen şimdi bu işi kim yapar?" diye sordular.


İçlerinden Amr b. Cıhhaş adlı şahıs ortaya atıldı. "Bu işi ben yaparım!" dedi.217


Bu esnada, ileri gelenlerinden biri olan Sellâm b. Mişkem söz aldı. "Ey kavmim!.. Bu sefer sözümü dinleyiniz; ondan sonra, isterseniz her zaman bana muhalefet ediniz!" dedikten sonra, sözlerine şöyle devam etti:


"Vallahi, siz böyle bir işe teşebbüs edecek olursanız, bu ona vahiyle haber verilir. Bununla kendimize yazık etmiş oluruz. Hem bu, onunla aramızdaki anlaşmayı da ihlâl sayılır. Geliniz, böyle bir karardan vazgeçiniz! Eğer, böyle bir şeye teşebbüs ederseniz, bu, Yahudilerin kökünün kazınması, İslâmiyetin ise yükselip Kıyamet'e kadar sürmesi demek olur!"218


Peygamberlere hıyanet etmekle tanınan Yahudiler, buna rağmen kararlarından vazgeçmediler. O esnada vazifeyi üzerine alan Amr b. Cıhhaş da, Peygamberimizin üstüne taş bırakmak üzere dama çıktı.Cebrail 'in, Durumu Peygamberimize Haber Vermesi


Tam o esnada, tertiplenen suikast ve hıyaneti, Cebrail (a.s.) gelip Peygamber Efendimize haber verdi. Resûli Kibriya Efendimiz, bir ihtiyaç gidermek istiyormuş gibi davranarak yerinden kalkıp Medine yolunu tuttu. Hattâ sahabîler, tekrar gelecek zannıyla bir müddet orada oturdular. Gelmediğini görünce onlar da kalkıp oradan ayrıldılar.


Bir Yahudînin Kavmini ikazı


Yahudilerden biri olan Kinane b. Suriya, "Muhammed niçin kalkıp gitti, biliyor musunuz?" diye sordu.


Yahudiler, "Hayır," dediler, "biz bilmiyoruz. Sen biliyorsan anlat!"


Kinane anlatmaya başladı:


"Tevrat'a yemin olsun ki, ben, plânladığınız suikastin, Muhammed'e haber verildiğini biliyorum! Kendinizi boşuna aldatmayınız! Vallahi, o,
Allah'ın Resulüdür, hem de peygamberlerin sonuncusudur! Ona, tasarladığınız suikast haber verildiği için kalkıp gitti. Siz, onun Harun Peygamber'in neslinden gelmesini umuyordunuz; Allah ise dilediğinden seçip gönderdi. Biz, Tevrat dersimizde, 'En son gelecek olan o peygamberin doğum yeri Mekke'dir, hicret yeri Yesrip'tir.' diye hiç değiştirmeden yazmışızdır. Gelecek son peygamberin sıfatı da, buna tamamıyla uymaktadır. Kitabımızdakine bir harf bile aykırı tarafı yoktur! Ondan önce, sizinle çarpışan kimse olmayacaktır! Ben, sizin eşyalarınızı develere yükleyip göç ettiğinizi, çocuklarımızın feryadlarını, evlerinizi barklarınızı, mal ve mülklerinizi geride bırakarak gittiğinizi görür gibi oluyorum! Geliniz, iki hususta bana itaat ediniz; üçüncüsünde ise hayır olmadığını biliniz!"

Yahudiler merakla, "Nedir o hususlar?.." diye sordular.


Kinane, "Müslüman olmanız, Muhammed'in ashabı arasına katılmanız! Ancak bu suretle, evlâdlarınızı ve mallarınızı emniyet altına almış, selâmete kavuşturmuş olursunuz; yurdunuzdan yuvanızdan da sürülüp çıkarılmazsınız!"


Bütün bunlara rağmen Yahudiler, "Biz, Tevrat'tan ve Musa'nın ahdinden asla ayrılmayız." diye karşılık verdiler.219


Peygamberimizin, Benî Nadir'e "Yurdumu Terk Ediniz!" Diye Haber Göndermesi


Benî Nadir Yahudilerinin plânladıkları bu suikast teşebbüsü, onların İslâm'a ve Müslümanlara dost olmadıklarını ve Peygamberimizle yaptıkları anlaşmaya da sadâkat göstermediklerini açıkça ortaya koyuyordu. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz de kendilerine karşı kesin tavır takındı.


Muhammed b. Mesleme'yi huzuruna çağırdı ve ona şu emri verdi:


"Nadir Oğulları Yahudîlerine git! Onlara, 'Resûlullah beni size, (Yurdumdan çıkıp gidiniz! Burada benimle birlikte oturmayınız! Siz bana, düşünülmeyecek bir suikast plânı kurdunuz! Size 10 gün süre tanıyorum. Bu müddetten sonra, buralarda sizden kim görülürse, boynunu vururum!) emrini bildirmek üzere gönderdi.' de!"220


Muhammed b. Mesleme (r.a.), Nadir Oğulları yurduna vardı. Resûlullah'ın emrini onlara bildirmeden önce şöyle konuştu:


"Musa Peygamber'e Tevrat'ı indirmiş olan
Allah aşkına doğru söyleyiniz: Muhammed, peygamber gönderilmeden önce, Tevrat önünüzde iken, size geldiğimi ve şu meclisinizde bana Yahudiliği teklif ettiğiniz zaman, 'Vallahi, ben, asla Yahudî olmam!' dediğimi, sizin de buna karşılık, 'Dinimize girmekten seni alıkoyan şey nedir? Yahudî dininden başka din yoktur. Senin aradığın, istediğin, duyup işittiğin Hanif dininin aynısıdır o!.. Size gelecek olan peygamber, hem şeriat sahibidir, hem savaşçıdır. Gözlerinde biraz kırmızılık vardır. Kendisi Yemen tarafından gelecek, deveye binecek, ihrama (pelerine) bürünecek, az etli kemiğe kanaat edecek, kılıcı boynunda asılı bulunacak, konuştuğu zaman hikmetli konuşacaktır.' dememiş miydiniz?"

Benî Nadir Yahudileri, "Evet, biz bunları sana söylemiştik. Ama geleceğini sana haber verdiğimiz peygamber bu değildir!" diye karşılık verdiler.


Daha sonra Muhammed b. Mesleme, onlara Peygamber Efendimizin emrini bildirdi.


Nadir Oğulları Yahudileri, giriştikleri suikast teşebbüsünün kendilerine pahalıya mâl olduğunu anlamışlardı, ama artık iş işten geçmişti. Verilen emir doğrultusunda hareket etmekten başka görünen bir başka yol da yoktu. Muhammed b. Mesleme'ye, "Göç ederiz." diyerek hazırlığa başladılar.


Baş münâfıkın Gönderdiği Haber


Bu sırada başmünâfık Abdullah b. Übey'den kendilerine bir haber geldi. Haberde şöyle deniliyordu:


"Sakın mallarınızı ve yurdunuzu bırakıp gitmeyiniz! Kalenizde oturunuz. Gerek kavmimden ve gerekse şâir Araplardan iki bin kişiyi yardımınıza göndereceğim. Son nefeslerine kadar saflarınızda çarpışacaklardır. Ayrıca Benî Kurayza Yahudileri de size yardım edeceklerdir!"221


Benî Nadir Yahudilerinin Küstahça Meydan Okumaları


Münafıkların reisi Abdullah b. Übeyy'in gizlice gönderdiği bu haber üzerine, Nadir Oğulları göç fikrinden vazgeçtiler,Peygamber Efendimize de, "Biz yurdumuzdan çıkıp gitmeyeceğiz! Elinden geleni yap!" diye adamlarıyla haber gönderdiler.222


Bu, açıkça ve küstahça bir meydan okuyuştu.


Peygamber Efendimiz, bu haberi alır almaz, "
Allahii Ekber!" diyerek tekbir getirdi. Müslümanlar da Efendimizin tekbirine katıldılar.

Sellam b. Miske m 'in, Huy ey b. Ahtab 7 İkazı


Benî Nadir Yahudîlerini böylesine tehlikeli bir maceraya sürükleyenlerin başında Huyey b. Ahtab geliyordu. Bu adam, kavmine tesellî babında şöyle diyordu:


"Pek çok mal yığdıktan sonra kalemize girer, büyük kapı ve sokakları tutarız. Kalemize taş taşırız. Bir yıl yetecek yiyeceğimiz de var. Kalemizdeki suyumuz da kesilecek değil!"


Yahudî ileri gelenlerinden biri de, Sellam b. Mişkem'di. O, bu fikre karşı çıktı. "Ey Huyey!.." dedi, "Vallahi, nefsin seni boş ve faydasız şeylerle aldatıp duruyor, gurur ve kuruntuya düşürüyor! Gel, bu işten vazgeç! Vallahi, sen dâhil hepimiz biliriz ki: Muhammed,
Allah'ın Peygamberidir. Onun sıfatları da yanımızdaki kitaplarda vardır. Onu kıskandığımızdan ve son peygamberin Harun Oğulları arasından çıkmasını ümit ettiğimizden dolayı ona tâbi olmuyoruz. Gel, bize verilen emanı kabul edelim: Yurdumuzdan çıkıp gidelim. Muhammed üzerimize gelirse, bizi bir günde şu kalelerimizde kuşatır."

Mağrur Huyey, fikrinden vazgeçmeye niyetli değildi. "Muhammed, bizi muhasara altına alamaz! Bizi yenmeye imkân bulamadan geri döner gider. Abdullah b. Übey, bana birçok şey va'detti." diye Sellam'a karşılık verdi. Sellam, girilen yolun tehlikeli olduğunu biliyordu; ikazını tekrarladı: "Abdullah b. Übey'in sözü bir şey ifade etmez! O, seni ancak helak uçurumuna sürüklemek, bizi Muhammed'le harbe tutuşturmak ister. Bizi harbe tutuşturduktan sonra da evine çekilip oturur!"


Huyey b. Ahtab, bütün bu İkazlara kulak tıkadı, sonu pişmanlık olan gururunda direnip durdu.223


Nadir Oğullarının Muhasara Altına Alınması


Hicret'in 4. senesi Rebiülevvel ayı idi.


Resûli Ekrem Efendimiz, Medine'de yerine Abdullah İbni Ümmî Mektum'u bırakıp Nadir Oğullan yurduna doğru hareket etti. Sancağı Hz. Ali taşıyordu.


Resûli Ekrem Efendimiz, ikindi namazını Nadir Oğullarının bağ ve bahçeleri arasında kıldı. Onları muhasara altına aldı. Nadir Oğulları, kuvvetli kalelerine sığınmışlardı.


Peygamber Efendimiz, onlara emrini bir kere daha tekrarladı: "Medine'den çıkıp gidiniz!"


Benî Nadir, bu teklifi kabule yanaşmadı. "Ölüm, bize, senin teklif ettiğin şeyden daha kolaydır. Ölümü göze alır, teklifini kabul etmeyiz!" diyerek âdeta meydan okudular.


Artık onlarla çarpışmaktan başka bir yol kalmamıştı. Fakat, kuvvetli kalelerine sığındıklarından ve bu kalelerden çıkıp çarpışmayı göze alamadıklarından çarpışmanın bir hayli güç olacağı muhakkaktı. Bu sebeple, Resûii Kibriya Efendimiz, çarpışmayı uygun görmed;
Allah'ın izniyle, bir harb plânı tatbik etti. En yakın Yahudî ev ve kalelerini yıkma, hurma ağaçlarını yakıp kesme emrini verdi. Bu hareket, düşmanın kaleden dışarı çıkıp çarpışmasını temin gayesiyle yapılıyordu.

Evlerinin yıkıldığını, hurma ağaçlarının kesilip yakıldığını gören Yahudiler, "Yâ Muhammedi.. Sen bozgunculuğu, bozup dağıtmayı yasaklar ve bunu yapanları ayıplardın; şimdi ne diye yaş hurma ağaçlarını kestiriyor ve yaktırıyorsun?" diye bağrıştılar.224


Ömür dakikalarını bozgunculukla geçirenler, şimdi ağaç kesmenin bozgunculuk olacağından bahsediyorlardı! Bu bağrışmaları birtakım Müslümanları da tereddüde şevketti. Bunun üzerine inen âyeti kerîme, meseleyi açıklığa kavuşturdu: "Sizler, herhangi hurma ağacını kestiniz yahut kökleri üzerinde dikili bıraktınızsa, bu hareketiniz (fesad için değil) hep
Allah'ın izniyledir ve fâsıkları perişan etmek içindir."225

Âyeti kerîmenin nazil olmasıyla, Müslümanların tereddüt ve endişeleri zail oldu.


Bu hâdiseye ve bu âyeti kerîmeye dayanarak, harb icabı her çeşit yaş ağacın yakılıp kesilmesinin mubah olduğu, âlimler tarafından belirtilmiştir.225


Münafıkların, Yahudilere "Direnin!" Diye Haber Göndermeleri


Muhasara devam ediyordu.


Bu esnada başta başmünâfık Abdullah b. Übey olmak üzere birçok münafık, Benî Nadir Yahudîlerine, "Eğer Müslümanlara karşı direnir ve karşı koyarsanız, biz sizi onlara teslim etmeyiz. Siz çarpışırsanız, biz de sizinle birlikte çarpışırız. Siz yurdunuzdan çıkarılırsanız, biz de sizinle birlikte çıkıp gideceğiz." diye haber gönderdiler.


Benî Nadir Yahudileri, münafıkların bu sözlerine kandılar. Bir müddet daha direndiler.


Kur 'ân 'in Açıklaması


İşleri güçleri fitne ve fesad olan münafıkların bu hareketleri, Kur'ânı Kerîm'de şöyle açıklanmıştır:


"Ehli Kitap'tan o küfreden kardeşlerine, 'Andolsun, eğer siz yurtlarınızdan çıkarılırsanız, biz de muhakkak sizinle beraber çıkarız. Sizin aleyhinizde hiçbir kimseye hiçbir zaman itaat etmeyiniz. Eğer sizinle harb edilirse, muhakkak ve muhakkak biz, size yardım ederiz.' diyen o münafıkları görmedin mi? Halbuki,
Allah şehâdet eder ki, onlar hakikaten ve kat'iyyen yalancıdırlar!

"Andolsun ki, onlar çıkarılacak olurlarsa (bu münafıklar) onlarla beraber çıkmazlar. Eğer onlar muharebeye tutulursa, bunlar onlara yardım da etmezler. Faraza yardım etseler bile, mü'minler karşısında dciyanamayarak arkalarına dönüp kaçarlar; sonra da kendileri hiçbir yerden yardım göremezler."227


Teslime Mecbur Olup Eman Dilemeleri


Muhassarın 15. günüydü.


Abdullah b. Übeyy ve diğerlerinin kendilerine va'dettikleri yardımların gelmediğini gören Benî Nadir Yahudileri, teslim olmayı kabul edip eman dilediler.


Peygamber Efendimiz, kendilerine eman verdi ve hiçbirisinin canına dokunmadı; Silâhlarından başka, mallarından develerine yükleyebildikleri kadar eşya alarak çıkıp gitmelerine müsaade buyurdu.


Bu müsaade üzerine 600 deveye yükleyebildikleri kadar mal ve eşya yüklediler. Medine'den ayrılacakları sırada, sağlam kalmış olan evlerini, Müslümanlar oturmasın diye kendi elleriyle yıktılar. Başlarına gelen bu hâdiseden dolayı güya üzülmediklerini göstermek için, kadınlar en kıymetli elbiselerini giyinmişler, ziynetlerini takınmışlardı. Defler, düdükler çalarak Medine'yi terkettiler. Bir kısmı Şam, bir kısmı Hayber, diğer bir kısmı ise Yemen tarafına gitti. Bunların sürgünü üzerine münafıklar gizlice matem tuttular.


Geride Bıraktıkları Mallar


Benî Nadir Yahudileri, geride birçok hurmalık, ekin, akar ile davar, sığır ve at gibi birçok hayvan bıraktılar. Ayrıca arkalarında 50 adet zırh, 50 adet miğfer, 340 kadar da kılıç kaldı.228


Bütün bu inallar, devlet malı olarak doğrudan doğruya Peygamber Efendimize mahsustu. Çünkü çarpışmasız, at ve deve koşturmaksızın elde edilmişlerdi. Bu mallara "fey" denilmiştir. Fey,
Allah'ın, din düşmanlarından—galebeyle değil, belki sürgün yahut cizye üzerine sulh olmak suretiyle—Peygamber Efendimize tahsis buyurduğu maldır. Peygamber Efendimiz, bu malı dilediği yerlere sarfetmekte hürdü.

Kur'ânı Kerîm'de bu husus şöyle açıklanır:


"
Allah'ın onların mallarından Peygamberine verdiği feye gelince... Siz bunun üzerine ne ata, ne deveye binip koşmadınız. Fakat, Allah, peygamberlerini dilediği kimseye musallat eder. Allah, her şeye hakkıyla kadirdir."229

Medine'nin yerlileri olan Ensâr, Muhacirlerin geçimlerini üzerlerine almıştı, onları kendi mallarına ortak etmişti. Bu sebeple, Muhacirlerin idareleri onların omuzunda bir yük sayılıyordu.


Resûli Kibriya Efendimiz, bu ganimet mallarını yalnız Muhacirler arasında bölüştürerek Ensârı Kiram'in bu yükünü hafifletmek istedi. Bunun için onları çağırdı ve, "İsterseniz Benî Nadir Yahudilerinin mallarından,
Allah'ın bana verdiği malları, sizlerle Muhacirler arasında bölüştüreyim. Eskiden olduğu gibi Muhacirler yine evlerinizde otursunlar ve mallarınızdan faydalanmakta devam etsinler. Yok, eğer isterseniz, bu malları sâdece Muhacir kardeşleriniz arasında bölüştüreyim. Onlar da evlerinizden çıksınlar, mallarınız da size kalsın!" diyerek teklifte bulundu.

Medineli Müslümanlar gönülden, "Yâ ResûlallahL Nadir Oğullan mallarını Muhacir kardeşlerimiz arasında taksim ediniz. Onlar şimdiye kadar olduğu gibi evlerimizde otursunlar. Bizim mallarımızdan da istediğiniz kadarını alıp onlara veriniz!" dediler.230


O sırada Hz. Ebû Bekir ayağa kalktı; Ensâr kardeşlerine teşekkür ettikten sonra, "
Allah, sizi hayırla mükafatlandırsın. Vallahi, bizimle sizin benzeriniz yoktur." diye konuştu.

Peygamber Efendimiz de, "
Allah'ım!.. Ensâr'ı ve Ensâr'ın evlâdlarını koru, onlara merhamet et!" diyerek dua etti.231

Medineli Müslümanların bu asil ve civanmert davranışı üzerine, onların medh ve senası hakkında şu mealdeki âyeti kerîme nazil oldu:


"Onlardan (Muhacirlerden) önce (Medine'yi) yurt ve îman evi edinmiş olan kimseler (Ensâr), kendilerine hicret edenlere sevgi beslerler.


"Onlara verilen şeylerden dolayı göğüslerinde bir ihtiyaç meyli bulmazlar. Kendilerinde fakr ve ihtiyaç olsa bile (onları) öz canlarından daha üstün tutarlar* Kim nefsinin (mala olan) Bu haslete "isâr" derler. "Kişinin kendisi muhtaç iken, diğer kardeşinin ihtiyacını önde görerek yardımına koşması" demektir. Diğer bir ifadeyle, "kişinin, din kardeşini kendi nefsine, şerefte, makamda, teveccühte, hattâ maddî menfaat gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih etmesidir." İslâm tarihi, isâr hasletinin şaheser misalleriyle doludur.hırsından ve cimriliğinden korunursa, işte muradlarına erenler onların tâ kendileridir.""2


Medinei Münevvere'nin yerlileri olan Ensârı Kiram, bu davranışlarıyla hem Resûlullah Efendimizin hoşnutluğunu, hem de Cenâbı Hakk'ın rızasını kazanmış oldular.


Bunun üzerine, Peygamber Efendimiz de, Nadir Oğullarından kalan ganimet mallarını, Cenâbı Hakk'ın da âyeti kerîmesinde tavsiye buyurduğu gibi,"3 yalnız Muhacirlere taksim etti. Bu suretle onları Ensâr'ın yardımına ihtiyaç duymayacak hâle getirdi.


Peygamber Efendimiz, Muhacirlerin hâricinde, Ensâr'dan Ebû Dücâne ile Süheyl b. Hüneyf e de (r.a.), çok fazla fakir olduklarından dolayı bazı şeyler verdi.234


ZÂTÜRRİKA GAZASI


(Hicret 'in 4. senesi Cemaziyelevvel ayı / Milâdî 625) Benî Nadir Yahudilerinin Medine'den sürgün edilmelerinden iki ay sonraydı.


Enmar ve Salebe Oğulları Kabilelerinin Müslümanlarla çarpışmak üzere toplanmış oldukları haberi Medine'ye ulaştı.


Peygamber Efendimiz, derhâl hazırlanarak, 400 (veya 700) mücâhidle Medine'den yola çıktı, Zatürrika mevkiine kadar ilerleyip orada karargâhını kurdu.


Müşrikler, mücâhidlerle çarpışmayı göze alamadıklarından dağ başlarına çekilmişlerdi. Geride sâdece bir kadın kalmıştı ki, o da esir edildi.


Resûli Kibriya Efendimiz, bir müddet burada bekledi. Öğle namazı vakti girince de, müşriklerin saldırısından duydukları endişe sebebiyle salâtı havf, yâni korku hâlinde namaz kıldılar. Bu namazın kılınış şekli Nisa Sûresinin 101102. âyetlerinde tarif edilmiştir.


En tehlikeli anlarda bile Resûli Kibriya Efendimizin cemaatle namazlarını eda edişi, bize cemaatle namazın ne derece büyük bir ehemmiyeti haiz olduğunu ve ihmâl edilmemesi gerektiğini açıkça ders vermektedir.


Bir Mucize


Zatürrika Seferi esnasında idi.


Ashabtan Ulbe b. Zeyd, üç adet devekuşu yumurtası bulup getirdi.


Resûli Ekrem, "Ey Cabir!.. Bunları, al pişir." diye emretti. Hz. Cabir, yumurtaları bir çanak içinde pişirip getirdi.


Peygamber Efendimizle mücâhidler, o üç yumurtadan doyuncaya kadar yedikleri hâlde, yumurtaların çanakta olduğu gibi durduğunu gördüler.215


Allah
'm, Mü mirilere Merhameti

Yine, bu gaza esnasında idi.


Sahabînin biri, bir kuş yavrusu bulup getirdi. Anası veya babası, yavruyu kurtarmak için canını feda edercesine, onu elinde tutan sahabînin avuçlarının içine atılıveriyordu. Bu duruma sahabîler hayretler içinde bakarken, Resûli Ekrem ise şu ibret dersini verdi:


"Siz, yavrusunu tuttuğunuz şu kuşun yavrusu için, kendisini avucunuza atmasına mı hayret ediyorsunuz? Vallahi, Rabbinizin, size olan merhamet ve şefkati, şu kuşun yavrusuna olan şefkat ve merhametinden çok daha fazladır!"236


Devenin Şikâyeti


Peygamber Efendimiz, mücâhidlerle birlikte Zatürrika'dan ayrılmış, Medine'ye doğru geliyordu. Harre mevkiine gelindiğinde, bir devenin, koşarak Resûli Kibriya Efendimizin yanına varıp tahiyyei ikram nevinden çöktüğü ve boynunu öne doğru uzatıp onunla konuştuğu görüldü.


Mücâhidler hayretler içinde bakımrken, Peygamber Efendimiz, "Bu deve ne söylüyor, biliyor musunuz?" dedikten sonra, "Bu deve, sahibinin zulmünden bana şikâyet ediyor: Kendisini senelerdir çalıştırdığını, şimdi ise boğazlamak istediğini söylüyor!" diye buyurdu. Arkasından Cabir b. Abdullah'a, devenin sahibini bulup kendisine getirmesini emretti.


Hz. Câbir, "Yâ Resûlallah, devenin sahibini tanımıyorum." deyince, aldığı cevap şu oldu:


"Deve, seni sahibine götürür!"


Gerçekten, deve, Peygamberimizden emir almış gibi, Hz. Câbir'in önüne düştü ve onu sahibine götürdü.


Hz. Câbir der ki:


"Ben de, deve sahibini alıp Resûlullah'ın yanına getirdim. Resûlullah, onunla deve hakkıda konuştu ve 'Devenin söyledikleri doğru mu?' diye sordu. Deve sahibi, 'Evet, yâ Resûlallah...' dedi.""7


Gazanın İsmi


Bu sefere, iştirak edenlerin hepsi piyade olup, çıplak ayaklan taştan dikenden parçalanmış ve tırnakları dökülmüş olduğundan, ayaklarını bez parçalarıyla bağlamış olmaları sebebiyle bu gazaya "Zatürrika" adı verildiği de kaynaklarda belirtilmiştir. Zîra, rika, "ruka"nın çoğuludur; "ruka" ise, elbise yırtığına vurulan bez parçasıdır ki buna da yama denir.


Ebû Musa elEş'arî, bu hususta şöyle der:


"Resûlullah'la (s.a.v.) bir gazaya çıktık. Sâdece bir devemiz vardı. Nöbetleşe biniyorduk. Artık ayaklarımız delinmişti. Benim de iki ayağım delinmiş, tırnaklarım dökülmüştü. Bunun için ayaklarımıza bez parçası sarıyorduk. Ayaklarımıza bu suretle bez parçası sardığımız için bu sefere Zatürrika Gazası denildi.238


RESÛLİ EKREM'İN BEREKET MUCİZESİ


Ensâr'dan Hz. Câbir'in babası Abdullah b. Amr b. Haram, Uhud'da şehid düşmüştü. Geride altı kız çocuğunu yetim ve bir hayli de borç bırakmıştı.


Borç sahipleri, Yahudiler idi.


Abdullah b. Amr'ın, içinde çeşitli hurma ağaçlan bulunan iki bahçesi vardı; fakat, bunların mahsûlü borçlarını karşılayacak miktarda değildi. Sâdece bir tek Yahudîye borcu, 30 deve yükü hurma idi.


Hurma mevsimi girince, Yahudiler, alacaklarını ısrarla istemeye ve Hz. Câbir'i sıkıştırmaya başladılar. Hz. Câbir, onlara hurma bahçesinin bütün mahsûlünü vermeyi teklif ettiği hâlde kabul etmediler.


Bunun üzerine Hz. Câbir, Resûli Ekrem Efendimizin huzuruna vararak, "Yâ Resûlallah!.. Biliyorsunuz ki, babam Abdullah, Uhud günü şehid düştü. Geride birçok borç bıraktı. Alacaklılara, hurma bahçesinin bütün mahsûlünü vermeyi teklif ettiğim hâlde kabul etmediler." dedi ve bu hususta kendisine şefaatçi ve yardımcı olmasını diledi.


Resûli Kibriya Efendimiz de, Abdullah b. Amr b. Haram'm borcuna karşılık hurma bahçesinin bütün mahsûlünü almalarını ve borcunu silmelerini alacaklılara teklif ettiyse de, yanaşmadılar. Alacaklılar, Resûli Ekrem Efendimizin, "Borcun bir kısmını bu yıl, kalanını da gelecek yıl alınız." teklifini de kabul etmediler.


Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, Hz. Câbir'e, "Sen git; ben yarın kuşluk vakti yanına gelirim." dedi.


Ertesi gün, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'i yanına alarak Hz. Câbir'in hurma bahçesine gitti. Ona, "Git, hurmanı topla ve tasnif et! İyi cins olanı bir boy, diğerlerini de bir boy yaptıktan sonra bana haber ver!" buyurdu.


Hz. Câbir, derhâl emri yerine getirdi ve gelip durumu Serveri Kâinat Efendimize arzetti. Hz. Câbir, alacaklıları da çağırmıştı. Onlar, Peygamber Efendimizi görünce, isteklerini tekrarlamaya başladılar.


Resûli Kibriya Hazretleri, hurma öbeklerinden en büyüğünün çevresini üç kere dolaşıp dua ettikten sonra, Hz. Cabir'e, "Şu alacaklıları yanıma çağır." dedi.


Alacaklılar geldi. Borçlarına karşılık kendilerine hurma yığınından ölçülüp ölçülüp verilmeye başlandı. Borç tamamıyla ödendi.


Hz. Câbir (r.a.), müşahedesini şöyle anlatır:


"Tek,
Allah, babamın borcunu ödesin de, vallahi ben, kız kardeşlerimin yanına bir hurma tanesiyle dönüp gitmeye bile razı idim. Hâlbuki, Resûlullah, ondan, bütün alacaklılara hurma verdiği hâlde, bir hurma bile eksilmediğini gördüm!"239

Borç sahipleri olan Yahudiler de, bu hâdiseden çok taaccüp edip hayrette kaldılar.


Bu, Resûli Kibriya Efendimizin apaçık bir mûcizesiydi!


BEDRÛ'LMEV'İD GAZASI


(Hicret 'in 4. senesi Şaban ayı / Milâdî 626)


Daha önce bahsi geçtiği gibi, Ebû Süfyan, Uhud'dan dönüp giderken Müslümanlara, "Sizinle gelecek sene Bedir'de buluşalım!" demiş, Hz. Ömer de Resûlullah'm emriyle, "Olur! İnşallah orası bizimle sizin çarpışma yeriniz olsun!" cevabını vermişti240


Uhud Muharebesinin üzerinden bir sene geçmişti.


Resûli Ekrem, verdiği sözü yerine getirmek için harb hazırlıklarına başladı.


Öte yandan, Kureyş'in reisi Ebû Süfyân da, harb hazırlıklarını sürdürüyordu. Fakat, o sene Mekke'de büyük bir kuraklık ve kıtlık hâkimdi. Bu sebeple Ebû Süfyan, halkı teşvik etmesine rağmen, kendisi harbe pek niyetli değildi.


Ebû Süfyan 'in Başvurduğu Taktik


Bedir'e gitmek kararından vazgeçmek arzusunda olan Ebû Süfyan, Peygamberimizin de Müslümanlarla oraya gelmesine mâni olmak istiyor, bunu nasıl başarabileceğinin yollarını araştırıyordu!


O sırada henüz Müslüman olmamış Nuaym b. Mes'ud'la, Mekke'de karşılaştı. Nuaym, Mekke'ye umre yapmak maksadıyla gelmişti.Ebû Süfyan, "Ey Nuaym!.." dedi, "Ben, Muhammed'le ashabına, 'Bedir'de buluşalım, çarpışalım!' diye söz vermiştim. Vakit gelip çattı! Hâlbuki, bu yıl, bizde kıtlık ve kuraklık hâkimdir. Böyle bir yıl işimize gelmez. Onun için, bu yıl Muhammed'le karşılaşmak istemiyoruz! Karşılaşmamız ise, onun cesaretini artıracaktır!" deyip niyet ve endişesini izhar ettikten sonra, Nuaym'e teklifini şöylece yaptı:


"Sen, hemen Medine'ye dön! Benim, karşı konulmayacak kadar kuvvet topladığımı bildir ve onları Bedirde bizimle çarpışmaktan vazgeçir! Bu işi becerirsen, sana yetişkin 70 deve veririz."241


Nuaym, derhâl Medine'ye döndü. Va'dedilen mükâfata konmak için, Mekkeli müşrikler lehinde kesif bir propagandaya girişti; Kureyşlilerin karşısına çıkılmayacak kadar güçlü bir ordu hazırlamış olduklarını söyleyip durdu. Münafıkların da bu yolda olanca gayretlerini ortaya koymalanyla, Müslümanlarda müşriklere karşı savaşma hususunda bir gevşeme meydana geldi. Yahudilerle münafıklar, bu duruma son derece sevindiler; "Muhammed, artık şu Müslüman topluluktan kimseyi bu niyetinden vazgeçiremez!" deyip sevinçlerini küstahça izhar ettiler.


Peygamberimizin Kesin Kararı


Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer, durumu derhâl Resûli Ekrem Efendimize bildirdiler.


Resûli Ekrem Efendimizin kararı kesindi. "Varlığım kudret elinde olan
Allah'a yemin ederim ki, va'dedilen yere Medine'den hiç kimse gitmek için çıkmasa bile, ben tek başıma oraya çıkar giderim!" dedi.242

Cesaret dolu bu kararlı sözler, Müslümanların kalbinde şimşekler gibi çaktı,
Allah'ın da yardımıyla, yüreklerine düşen korku ve tereddüdü bir çırpıda yok etti.

Resûli Ekrem, yerine Abdullah b. Revaha'yı vekil bırakarak bin 500 mücâhidle Medine'den ayrıldı. Sancağı Hz. Ali taşıyordu. Orduda sâdece 10 atlı vardı.


Mücâhidler, ayrıca beraberlerinde ticaret malları da götürüyorlardı. Çünkü, gidecekleri yerde, Araplar her sene bir ticaret pazarı, bir panayır kurarlardı. Sefere çıkışları da zaman bakımından panayır mevsimine rastlıyordu. Eğer düşman gelirse, onunla çarpışacaklardı; şayet gelmezse, ticaretlerini yapmış olacaklardı!


Peygamber Efendimiz, ordusuyla Bedir'e gelip beklemeye başladı. Fakat, düşman kuvvetleri görünürde yoktu.


Zîra, hazırlıklarını tamamlayıp Mekke'den yola çıkan Ebû Süfyan kumandasındaki iki bin kişilik müşrik ordusu, ancak Mecinne denilen nahiyeye kadar gelebilmiş, oradan ileriye tek adım atabilme cesaretini gösterememiş ve Müslümanlarla çarpışmayı, sayıca fazla oldukları hâlde göze alamadıklarından Mekke'ye geri dönmüşlerdi!


Hz. Resûlullah, mücâhidlerle Bedir'de sekiz gece bekledi.


Ticaret pazarına gelen Arap kabileleri, Müslümanların güç ve kuvvetlerini koruduklarını, cesaret ve ümitlerini yitirmediklerini bir kere daha gördüler; nazarlarında Kureyş'in itibarı da böylece kırıldı.


Mücâhidler, düşmanın gelmediğini görünce, panayırda alış veriş yapıp kat kat kâr ettiler.


Sekiz gecelik bekleyişten sonra Peygamber Efendimiz, mücâhidlerle birlikte sevinç ve ferah içinde Medine'ye döndü.


Bu gazanın diğer bir adı, Küçük Bedir'dir.



--------------------------------------------------------------------------------

215 ibni Hişam, Sîre, c. 3, s. 199.

216 217 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 199; İbni Sa'd, Tabakat, c. 2. s. 57. ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 199; İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 57; Halebî, İnsanû'lUyûn, c. 2, s. 560.

218 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 57.

219 Vakidî, Megazi, s. 284285.

220 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 57.

9O1Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 57.

222 ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 57.

224 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 200.

225 Haşir, 5.

226 Bkz.: Tecrid Tercemesi, c. 12, s. 167.

227 Haşir, 1112.

228 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 58. 9 Haşir, 6.

230 Ibni Seyyid, Uyûnû'lEser c. 2, s. 5051.

231 İbni Seyyid, A.g.e., c. 2, s. 5051.

232 Haşir, 9.

233 Haşir, 8.

234 İbni Hişam, Sîre, c. 3, s. 201202.

235 Halebî, Insanû'lUyûn, c. 2, s. 289.

236 ibni Kesir, Sîre, c. 3, s. 165.

237 Halebî, A.g.e., c. 2, s. 289.

238 Buharî, Sahih, c. 3, s. 35.

239 Buharı, Sahih, c. 3, s. 84, 199; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, c. 3, s. 373, 393; Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s. 120121.

240 ibni Hişam, Sîre, c. 3, s. 99100; ibni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 58.

241 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 59; Taberî, Tarih, c. 3, s. 41.

242 ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 59.​
 
Üst Alt