- Katılım
- 22 Şubat 2011
- Mesajlar
- 9,107
- Tepkime puanı
- 81
(Hicret 'in 8. senesi Sefer ayı)
Hendek Muharebesinde, Müslümanları muhasara altına alan Ebû Süfyan b. Harb kumandasındaki 10 bin kişilik ordunun 400'ünü Benî Mürreler teşkil etmişlerdi;696 ayrıca, Resûli Ekrem Efendimizin Hicret'in 7. yılında kendilerini cezalandırmak için gönderdiği Beşir b. Sa'd kumandası altındaki 30 kişilik mücâhid birliğinin 28'ini de şehid etmişlerdi.697
Resûli Ekrem Efendimiz, bu İslâm düşmanı kabileye de gereken dersi vermek istiyordu. Bunun için Galib b. Abdullah'ı 200 kişinin başında Benî Mürrelere gönderdi.
Galib b. Abdullah, emrindeki mücâhidlerle Benî Mürrelerin çok yakınına kadar sokuldu. Orada mücâhidlere bir hitabede bulundu. Özetle, "Bana itaatsizlik etmeyiniz! Çünkü, Resûlullah (a.s.m.), 'Benim kumandanıma itaat eden bana itaat etmiş, ona itaatsizlik eden de bana itaatsizlik etmiş olur.' buyurmuştur. Buna binâen, siz, her ne zaman bana itaatsizlik ederseniz, Peygamberinize itaatsizlik etmiş olursunuz."698 dedi.
Mücâhidler, komutanlarının emriyle sabahleyin erkenden tekbirler getirerek Benî Mürrelerin üzerine baskın yaptılar. Birçoğunu öldürdüler, kadın ve çocuklarını da esir aldılar; birçok deve, sığır ve davarı ise ganimet olarak ele geçirdiler.
HZ. ÜSAME'NÎN, BİR ADAMI MÜŞRİK SANARAK ÖLDÜRMESİ
Hz. Üsame b. Zeyd, Mirdas b. Nehik adında birinin peşine düşmüş ve onu müşrik sanarak öldürmüştü. Bunu, Kumandan Galib b. Abdullah'a anlattı.
"Ben, birinin peşine düştüm. Kılıcımı kaldırıp vuracağım zaman, adam 'Lâ ilahe illallah.' dedi."
Galib b. Abdullah, "Peki, bunun üzerine kılıcını kınına soktun mu?" diye sordu.
Hz. Üsame, "Hayır.. " dedi, "Vallahi, boyun damarını kesmedikçe vazgeçmedim!"
Mücâhidler hep birden, "Vallahi," dediler, "sen, emredilmeyen kötü bir iş yaptın; 'Lâ ilahe illallah.' diyen bir adamı öldürdün!"
Hz. Üsame, yaptığına son derece üzüldü.
Galib b. Abdullah bundan sonra emrindeki mücâhidlerle Medine'ye döndü.
"Adamın Kalbini Yardın mı? "
Medine'ye gelince, Hz. Üsame, hâdiseyi Peygamber Efendimize anlattı.
Resûli Kibriya, hiddetle, "Ey Üsame!.. Demek, sen, 'Lâ ilahe illallah.' demiş olan bir adamı öldürdün, ha!.." diye buyurdu.
Hz. Üsame, mazeret beyan etti: "Yâ Resûlallah!.. O, ancak silâhtan korktuğu için 'Lâ ilahe illallah.' demiştir!"
Resûli Ekrem Efendimiz, bu mazeret beyan edişe daha da hiddetlendi; "Bari, adamın kalbini de yarsaydın, bu sözü gerçekten mi yoksa yalandan mı söylediğini öğrenseydin ya!.." buyurdu.700
Hz. Resûlullah'ın çok sevdiği ve çoğu zaman terkisinde taşıdığı Hz. Üsame der ki:
"Resûlullah (a.s.m.), bu sözü bana o kadar tekrarlayıp durdu ki, 'Keski, o gün yeni Müslüman olmuş ve adamı da ben öldürmemiş olsaydım!' diye içimden temenni ettim."701
Burada şuna işaret etmek lâzımdır ki, Hz. Üsame'nin bu sözü hakikat değil, o anda duyduğu ızdırabın mübalâğa ile ifadesidir. Hz. Üsame, bu adamın kelimei tevhidi getirmesine ehemmiyet vermeyip öldürürken, "Kâfirlerin, Bizim azabımızı gördükleri zamandaki îmanları kendilerine fayda vermeyecektir."702 mealindeki âyetin zahiriyle istidlal etmiş olacaktır. Bu sebepledir ki, Peygamber Efendimiz, sâdece onu azarlamakla yetinip, diyetle emretmedi.
"Size, selâm veren ve Müslümanlık şiarını [alâmetini] gösteren kişiye, 'Sen mü'min değilsin!' demeyiniz."703 mealindeki âyeti kerîme de bu hâdise üzerine nazil olmuştu.
ZÂTÛ'SSELÂSİL SEFERİ
(Hicret 'in 8. senesi Cemaziyelahir ayı / Milâdi 629)
Bazı Arap kabîleleri, Müte Harbinin neticesini Müslümanlar için zahirî bir mağlûbiyet ve gerileme olarak değerlendirmiş olacaklar ki, Medine'ye saldırmak maksadıyla bir araya gelmişlerdi. Bunlar, Kuzaa, Beliy, Cüzzam, Lahm ve Âmile adındaki kabilelerdi.741
Durumu haber alan Peygamber Efendimiz, derhâl Amr b. As Hazretlerini yanına çağırdı ve, "Ey Amr!.. Silâhını kuşan, yolculuk elbiselerini üzerine giy ve hemen yanıma gel!" buyurdu.
Hz. Amr, hemen gidip silâhını kuşandı ve sefer elbiselerini de giyerek Efendimizin yanına vardı.
Resûli Ekrem, "Ey Amr!.." dedi, "Seni selâmete ve zenginliğe erdirsin diye askerî bir birliğin başında bir yere göndermek istiyor, en iyi dileğimle senin için zenginlik diliyorum!"
Hz. Amr, "Yâ Resûlallah!.. Ben zengin olayım diye Müslüman olmadım; hiçbir karşılık beklemeden ve cihadlara katılıp, zâtınızın yanında bulunmayı arzuladığım için Müslüman oldum!" diye karşılık verdi.
Bunun üzerine Resûli Kibriya Efendimiz, "Ey Amr!.. Zenginliğin faydalısı, insanların hayırlı ve faydalasına ne güzel yaraşır!"742 diye buyurdu.
Resûli Ekrem Efendimizin Amr'ı tercih edişinin bir sebebi vardı: O da, Hz. Amr'm, Beliy Kabilesiyle akraba oluşuydu. Babaannesi Beliy Kabîlesindendi. Amr'ı göndermekle, onları akrabalık noktasından bir derece yumuşatmak ve İslâmiyete ısındırmak istiyordu!
Ayrıca Efendimiz, üzerine yürüyeceği kabileleri İslâm'a davet etmesi için de Amr Hazretlerine emir verdi.
Bütün bunlardan sonra Hz. Amr, emrindeki Muhacir ve Ensâr'dan müteşekkil 300 mücâhidle Medine'den yola çıktı. Müşrik kabilelerin toplandığı bölgeye yaklaştığında, fazlaca kalabalık olduklarını gördü. Bunun üzerine, ashabtan Rafı b. Mekis'i Peygamber Efendimize göndererek acele yardım istedi. Medine'ye gelen bu sahabî, durumu Peygamber Efendimize haber verdi. Resûli Ekrem Efendimiz, bu istek üzerine, Hz. Ebû Ubeyde b. Cerrah kumandasında 200 kişilik bir takviye kuvveti gönderdi. Bunlar arasında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Ensâr ve Muhacir'in ileri gelenlerinden birçok kimse vardı.
Resûli Ekrem Efendimiz, Amr b. Âs'la buluşup hep birlikte hareket etmelerini de Hz. Ebû Ubeyde'ye sıkı sıkıya tembih etti.743
Takviye birliği sür'atle yol alarak Hz. Amr'in yardımına yetişti.
Amr (r.a.), Ebû Ubeyde Hazretlerine, "Sizin de kumandanınız benim!.. Çünkü, Resûlullah'a haber gönderip bana yardım etmenizi kendisinden ben istedim!" dedi.
Fakat, Ebû Ubeyde Hazretleri, kendi birliğine kumandanlık etmek istedi ve, "Ben, emrim altındaki birliğin kumandanıyım; sen ise, emrin altındaki birliğin kumandanısın!"744 diye karşılık verdi.
Hz. Amr ise, aynı şekilde, onların da kumandanı olduğunu, imamlığa yetkili olanın da kendisi bulunduğunu ifade etti. Bu küçük münakaşaya Muhacir Müslümanlar da Ebû Ubeyde Hazretlerinin tarafını tutarak katıldılar.
Ebû Ubeyde, Hz. Resûlullah'ın tembihini hatırlayınca, münakaşanın uzamasına meydan vermedi. "Ey Amr!.. Resûlullah'ın (a.s.m.), Medine'den ayrılırken en son sözü, 'Arkadaşının yanına varınca, birbirinize itaat ediniz, sakın aranızda ihtilâfa düşmeyiniz.' emir ve tavsiyesi olmuştur. Eğer sen bana itaat etmezsen, ben sana itaat ederim."745 dedi.
Böylece, başkumandanlık, münakaşa uzamadan Amr b. As Hazretlerinde kaldı. Namazı da mücâhidlere o kıldırmaya başladı.746
Varılan yerde hava oldukça soğuk ve sert idi. Mücâhidler, ateş yakmak için etraftan odun toplayarak ısınmak istedilerse de Kumandan Hz. Amr, buna kat'iyetle müsaade etmedi. Bu durum, ashabın itirazına sebep oldu.
Hz. Ebû Bekir, meseleyi kendisiyle konuşmak isteyince, Hz. Amr b. As, "Sen, beni dinlemek ve bana itaat etmekle emrolundun, değil mi?" diye sordu.
Hz. Ebû Bekir, "Evet..." dedi.
Bunun üzerine Hz. Amr, "O hâlde, neye emrolundunsa onu yap!"747 dedi.
Hz. Ömer, bu sözlere tahammül edemedi ve gidip Hz. Amr'a çatmak istediyse de, Hz. Ebû Bekir buna mâni oldu ve, "Bırak onu; istediğini yapsın. Resûlullah (a.s.m.), onu ancak harbteki mahareti sebebiyle başımıza kumandan tâyin etti. Mademki o şu anda kumandandır, onun işine karışmak doğru olmaz."748 diye konuştu.
Bunun üzerine Hz. Ömer, hiddetini yenip sustu.
Aslında Hz. Amr, güzel bir taktik ve tedbir icabı mücâhidlerin ateş yakmalarına müsaade etmiyordu. O da şuydu: Düşman çok, mücâhidler ise onlara nazaran sayıca az idiler. Ateş yakıldığı takdirde sayıları ortaya çıkacak ve düşman hiçbir endişe ve korkuya kapılmadan üzerlerine hücum edecekti; fakat, yakılmadığı takdirde düşman, mücâhidlerin sayısını tam bilmeyecek ve ihtiyatlı hareket etmek durumunda kalacaktı. Nitekim de aynı durum cereyan etti: Müslümanların oldukça kalabalık oldukları zannına kapılan düşman kuvvetleri, çarpışmayı bile göze alamadan her biri bir tarafa dağıldı. Az sayıda bir birlik karşı koymaya direndi; ancak onlar da bir müddet sonra mücâhidlerin toptan hücumu karşısında dayanamayarak kaçmaya mecbur kaldılar.749 Harb sanatını iyi bilen Komutan Amr (r.a.), kaçanları, "Mücâhidlere bir pusu kurulmuş olabilir." ihtimalini göz önüne alarak takibten vazgeçti. İslâm Ordusu, gayesine ulaşmış olmanın huzurunu içinde Medine'ye döndü.
Amr b. Âs 'in Peygamberimize Suali
Mücâhidlerle Medine'ye dönen Kumandan Amr b. Âs (r.a.), iç âleminde bir duyguya kapılmıştı. Bu duygusunu bizzat kendisi şöyle anlatır:
"Resûlullah (s.a.v.), beni askerî bir birliğin başında Zatü'sSelâsiPe göndermişti. Askerî birliğin içinde Ebû Bekir ve Ömer de bulunuyordu.
'"Resûlullah'ın yanında benim yerim daha üstün olmazsa, herhalde beni, Ebû Bekir ve Ömer'in başına kumandan tâyin ederek göndermezdi.' diye içime doğdu.
"Hemen Resûlullah'ın yanına varıp, 'Yâ ResûlullahL Halkın sana en sevgilisi hangisidir?' diye sordum.
"'Âişe'dir.' buyurdu. '"Erkeklerden kimdir?' diye sordum. '"Âişe'nin babasıdır.' buyurdu. '"Ondan sonra kimdir?' diye sordum.
'"Ondan sonra Ömer'dir.' buyurdu; birtakım erkeklerin daha isimlerini saydı.
"Kendi kendime, 'Artık bu sorumu tekrarlamayayım!' dedim ve beni en sonraya bırakmasından korkarak sustum!"750
Hakikatı hâlde, Amr b. Âs Hazretleri, Ashabı Kiram'in büyüklerindendi. Fakat, o vakit sahabîler arasında ona nisbetle Allah indinde ve Hz. Resûlullah katında daha sevgili ve daha efdal pek çok zât ve onun tabakasının üst tarafında hayli tabaka vardı. İşte, bunu anlayan Hz. Amr, sözü daha fazla uzatmayıp kısa kesmiştir.
SİFÛ'LBAHR SEFERİ
(Hicret 'in 8. senesi, Receb ayı)
Resûli Ekrem Efendimiz, Ebû Ubeyde b. Cerrah'ı Muhacir ve Ensâr'dan müteşekkil 300 kişilik bir birliğin başına kumandan tâyin ederek Cüheynelerden bir kabilenin üzerine gönderdi.751 Maksat, bu İslâm düşmanı kabileyi te'dip edip gereken dersi vermekti. Mücâhidler arasında Hz. Ömer de bulunuyordu.
Yolda son derece açlık sıkıntısı çeken, hattâ ağaç yapraklarını bile ısıtıp yemeye kalkan mücâhidler, nihayet Sifû'lBahr'e [Deniz Sahili] vardılar. Açlıkla kıvranıp durdukları bu sırada, Rezzakı Zülcelâl, denizden, dalgalarla, kocaman bir balığı çıkarıp onlara ikram etti.752 Orada kaldıkları müddetçe bu balıktan yediler. Hiç kimseyle karşılaşmayan mücâhidler, Medine'ye döndüler. Mücâhidler, Peygamber Efendimize, deniz sahilinde yedikleri balıktan bahsedip, bundan dolayı herhangi bir şey yapmaları gerekip gerekmediğini sordular. Peygamber Efendimiz, "O, Allah'ın sizin için denizden çıkardığı bir rızıktır." buyurdu ve ilâve etti: "Yanınızda, o balığın etinden bir şey varsa, bize de yedirseniz!.."
Mücâhidlerden bir kısmı, yolda azık olsun diye beraberinde o balıktan getirmişti. Peygamber Efendimize de bir parça verdiler. Efendimiz ondan yedi.
Hendek Muharebesinde, Müslümanları muhasara altına alan Ebû Süfyan b. Harb kumandasındaki 10 bin kişilik ordunun 400'ünü Benî Mürreler teşkil etmişlerdi;696 ayrıca, Resûli Ekrem Efendimizin Hicret'in 7. yılında kendilerini cezalandırmak için gönderdiği Beşir b. Sa'd kumandası altındaki 30 kişilik mücâhid birliğinin 28'ini de şehid etmişlerdi.697
Resûli Ekrem Efendimiz, bu İslâm düşmanı kabileye de gereken dersi vermek istiyordu. Bunun için Galib b. Abdullah'ı 200 kişinin başında Benî Mürrelere gönderdi.
Galib b. Abdullah, emrindeki mücâhidlerle Benî Mürrelerin çok yakınına kadar sokuldu. Orada mücâhidlere bir hitabede bulundu. Özetle, "Bana itaatsizlik etmeyiniz! Çünkü, Resûlullah (a.s.m.), 'Benim kumandanıma itaat eden bana itaat etmiş, ona itaatsizlik eden de bana itaatsizlik etmiş olur.' buyurmuştur. Buna binâen, siz, her ne zaman bana itaatsizlik ederseniz, Peygamberinize itaatsizlik etmiş olursunuz."698 dedi.
Mücâhidler, komutanlarının emriyle sabahleyin erkenden tekbirler getirerek Benî Mürrelerin üzerine baskın yaptılar. Birçoğunu öldürdüler, kadın ve çocuklarını da esir aldılar; birçok deve, sığır ve davarı ise ganimet olarak ele geçirdiler.
HZ. ÜSAME'NÎN, BİR ADAMI MÜŞRİK SANARAK ÖLDÜRMESİ
Hz. Üsame b. Zeyd, Mirdas b. Nehik adında birinin peşine düşmüş ve onu müşrik sanarak öldürmüştü. Bunu, Kumandan Galib b. Abdullah'a anlattı.
"Ben, birinin peşine düştüm. Kılıcımı kaldırıp vuracağım zaman, adam 'Lâ ilahe illallah.' dedi."
Galib b. Abdullah, "Peki, bunun üzerine kılıcını kınına soktun mu?" diye sordu.
Hz. Üsame, "Hayır.. " dedi, "Vallahi, boyun damarını kesmedikçe vazgeçmedim!"
Mücâhidler hep birden, "Vallahi," dediler, "sen, emredilmeyen kötü bir iş yaptın; 'Lâ ilahe illallah.' diyen bir adamı öldürdün!"
Hz. Üsame, yaptığına son derece üzüldü.
Galib b. Abdullah bundan sonra emrindeki mücâhidlerle Medine'ye döndü.
"Adamın Kalbini Yardın mı? "
Medine'ye gelince, Hz. Üsame, hâdiseyi Peygamber Efendimize anlattı.
Resûli Kibriya, hiddetle, "Ey Üsame!.. Demek, sen, 'Lâ ilahe illallah.' demiş olan bir adamı öldürdün, ha!.." diye buyurdu.
Hz. Üsame, mazeret beyan etti: "Yâ Resûlallah!.. O, ancak silâhtan korktuğu için 'Lâ ilahe illallah.' demiştir!"
Resûli Ekrem Efendimiz, bu mazeret beyan edişe daha da hiddetlendi; "Bari, adamın kalbini de yarsaydın, bu sözü gerçekten mi yoksa yalandan mı söylediğini öğrenseydin ya!.." buyurdu.700
Hz. Resûlullah'ın çok sevdiği ve çoğu zaman terkisinde taşıdığı Hz. Üsame der ki:
"Resûlullah (a.s.m.), bu sözü bana o kadar tekrarlayıp durdu ki, 'Keski, o gün yeni Müslüman olmuş ve adamı da ben öldürmemiş olsaydım!' diye içimden temenni ettim."701
Burada şuna işaret etmek lâzımdır ki, Hz. Üsame'nin bu sözü hakikat değil, o anda duyduğu ızdırabın mübalâğa ile ifadesidir. Hz. Üsame, bu adamın kelimei tevhidi getirmesine ehemmiyet vermeyip öldürürken, "Kâfirlerin, Bizim azabımızı gördükleri zamandaki îmanları kendilerine fayda vermeyecektir."702 mealindeki âyetin zahiriyle istidlal etmiş olacaktır. Bu sebepledir ki, Peygamber Efendimiz, sâdece onu azarlamakla yetinip, diyetle emretmedi.
"Size, selâm veren ve Müslümanlık şiarını [alâmetini] gösteren kişiye, 'Sen mü'min değilsin!' demeyiniz."703 mealindeki âyeti kerîme de bu hâdise üzerine nazil olmuştu.
ZÂTÛ'SSELÂSİL SEFERİ
(Hicret 'in 8. senesi Cemaziyelahir ayı / Milâdi 629)
Bazı Arap kabîleleri, Müte Harbinin neticesini Müslümanlar için zahirî bir mağlûbiyet ve gerileme olarak değerlendirmiş olacaklar ki, Medine'ye saldırmak maksadıyla bir araya gelmişlerdi. Bunlar, Kuzaa, Beliy, Cüzzam, Lahm ve Âmile adındaki kabilelerdi.741
Durumu haber alan Peygamber Efendimiz, derhâl Amr b. As Hazretlerini yanına çağırdı ve, "Ey Amr!.. Silâhını kuşan, yolculuk elbiselerini üzerine giy ve hemen yanıma gel!" buyurdu.
Hz. Amr, hemen gidip silâhını kuşandı ve sefer elbiselerini de giyerek Efendimizin yanına vardı.
Resûli Ekrem, "Ey Amr!.." dedi, "Seni selâmete ve zenginliğe erdirsin diye askerî bir birliğin başında bir yere göndermek istiyor, en iyi dileğimle senin için zenginlik diliyorum!"
Hz. Amr, "Yâ Resûlallah!.. Ben zengin olayım diye Müslüman olmadım; hiçbir karşılık beklemeden ve cihadlara katılıp, zâtınızın yanında bulunmayı arzuladığım için Müslüman oldum!" diye karşılık verdi.
Bunun üzerine Resûli Kibriya Efendimiz, "Ey Amr!.. Zenginliğin faydalısı, insanların hayırlı ve faydalasına ne güzel yaraşır!"742 diye buyurdu.
Resûli Ekrem Efendimizin Amr'ı tercih edişinin bir sebebi vardı: O da, Hz. Amr'm, Beliy Kabilesiyle akraba oluşuydu. Babaannesi Beliy Kabîlesindendi. Amr'ı göndermekle, onları akrabalık noktasından bir derece yumuşatmak ve İslâmiyete ısındırmak istiyordu!
Ayrıca Efendimiz, üzerine yürüyeceği kabileleri İslâm'a davet etmesi için de Amr Hazretlerine emir verdi.
Bütün bunlardan sonra Hz. Amr, emrindeki Muhacir ve Ensâr'dan müteşekkil 300 mücâhidle Medine'den yola çıktı. Müşrik kabilelerin toplandığı bölgeye yaklaştığında, fazlaca kalabalık olduklarını gördü. Bunun üzerine, ashabtan Rafı b. Mekis'i Peygamber Efendimize göndererek acele yardım istedi. Medine'ye gelen bu sahabî, durumu Peygamber Efendimize haber verdi. Resûli Ekrem Efendimiz, bu istek üzerine, Hz. Ebû Ubeyde b. Cerrah kumandasında 200 kişilik bir takviye kuvveti gönderdi. Bunlar arasında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Ensâr ve Muhacir'in ileri gelenlerinden birçok kimse vardı.
Resûli Ekrem Efendimiz, Amr b. Âs'la buluşup hep birlikte hareket etmelerini de Hz. Ebû Ubeyde'ye sıkı sıkıya tembih etti.743
Takviye birliği sür'atle yol alarak Hz. Amr'in yardımına yetişti.
Amr (r.a.), Ebû Ubeyde Hazretlerine, "Sizin de kumandanınız benim!.. Çünkü, Resûlullah'a haber gönderip bana yardım etmenizi kendisinden ben istedim!" dedi.
Fakat, Ebû Ubeyde Hazretleri, kendi birliğine kumandanlık etmek istedi ve, "Ben, emrim altındaki birliğin kumandanıyım; sen ise, emrin altındaki birliğin kumandanısın!"744 diye karşılık verdi.
Hz. Amr ise, aynı şekilde, onların da kumandanı olduğunu, imamlığa yetkili olanın da kendisi bulunduğunu ifade etti. Bu küçük münakaşaya Muhacir Müslümanlar da Ebû Ubeyde Hazretlerinin tarafını tutarak katıldılar.
Ebû Ubeyde, Hz. Resûlullah'ın tembihini hatırlayınca, münakaşanın uzamasına meydan vermedi. "Ey Amr!.. Resûlullah'ın (a.s.m.), Medine'den ayrılırken en son sözü, 'Arkadaşının yanına varınca, birbirinize itaat ediniz, sakın aranızda ihtilâfa düşmeyiniz.' emir ve tavsiyesi olmuştur. Eğer sen bana itaat etmezsen, ben sana itaat ederim."745 dedi.
Böylece, başkumandanlık, münakaşa uzamadan Amr b. As Hazretlerinde kaldı. Namazı da mücâhidlere o kıldırmaya başladı.746
Varılan yerde hava oldukça soğuk ve sert idi. Mücâhidler, ateş yakmak için etraftan odun toplayarak ısınmak istedilerse de Kumandan Hz. Amr, buna kat'iyetle müsaade etmedi. Bu durum, ashabın itirazına sebep oldu.
Hz. Ebû Bekir, meseleyi kendisiyle konuşmak isteyince, Hz. Amr b. As, "Sen, beni dinlemek ve bana itaat etmekle emrolundun, değil mi?" diye sordu.
Hz. Ebû Bekir, "Evet..." dedi.
Bunun üzerine Hz. Amr, "O hâlde, neye emrolundunsa onu yap!"747 dedi.
Hz. Ömer, bu sözlere tahammül edemedi ve gidip Hz. Amr'a çatmak istediyse de, Hz. Ebû Bekir buna mâni oldu ve, "Bırak onu; istediğini yapsın. Resûlullah (a.s.m.), onu ancak harbteki mahareti sebebiyle başımıza kumandan tâyin etti. Mademki o şu anda kumandandır, onun işine karışmak doğru olmaz."748 diye konuştu.
Bunun üzerine Hz. Ömer, hiddetini yenip sustu.
Aslında Hz. Amr, güzel bir taktik ve tedbir icabı mücâhidlerin ateş yakmalarına müsaade etmiyordu. O da şuydu: Düşman çok, mücâhidler ise onlara nazaran sayıca az idiler. Ateş yakıldığı takdirde sayıları ortaya çıkacak ve düşman hiçbir endişe ve korkuya kapılmadan üzerlerine hücum edecekti; fakat, yakılmadığı takdirde düşman, mücâhidlerin sayısını tam bilmeyecek ve ihtiyatlı hareket etmek durumunda kalacaktı. Nitekim de aynı durum cereyan etti: Müslümanların oldukça kalabalık oldukları zannına kapılan düşman kuvvetleri, çarpışmayı bile göze alamadan her biri bir tarafa dağıldı. Az sayıda bir birlik karşı koymaya direndi; ancak onlar da bir müddet sonra mücâhidlerin toptan hücumu karşısında dayanamayarak kaçmaya mecbur kaldılar.749 Harb sanatını iyi bilen Komutan Amr (r.a.), kaçanları, "Mücâhidlere bir pusu kurulmuş olabilir." ihtimalini göz önüne alarak takibten vazgeçti. İslâm Ordusu, gayesine ulaşmış olmanın huzurunu içinde Medine'ye döndü.
Amr b. Âs 'in Peygamberimize Suali
Mücâhidlerle Medine'ye dönen Kumandan Amr b. Âs (r.a.), iç âleminde bir duyguya kapılmıştı. Bu duygusunu bizzat kendisi şöyle anlatır:
"Resûlullah (s.a.v.), beni askerî bir birliğin başında Zatü'sSelâsiPe göndermişti. Askerî birliğin içinde Ebû Bekir ve Ömer de bulunuyordu.
'"Resûlullah'ın yanında benim yerim daha üstün olmazsa, herhalde beni, Ebû Bekir ve Ömer'in başına kumandan tâyin ederek göndermezdi.' diye içime doğdu.
"Hemen Resûlullah'ın yanına varıp, 'Yâ ResûlullahL Halkın sana en sevgilisi hangisidir?' diye sordum.
"'Âişe'dir.' buyurdu. '"Erkeklerden kimdir?' diye sordum. '"Âişe'nin babasıdır.' buyurdu. '"Ondan sonra kimdir?' diye sordum.
'"Ondan sonra Ömer'dir.' buyurdu; birtakım erkeklerin daha isimlerini saydı.
"Kendi kendime, 'Artık bu sorumu tekrarlamayayım!' dedim ve beni en sonraya bırakmasından korkarak sustum!"750
Hakikatı hâlde, Amr b. Âs Hazretleri, Ashabı Kiram'in büyüklerindendi. Fakat, o vakit sahabîler arasında ona nisbetle Allah indinde ve Hz. Resûlullah katında daha sevgili ve daha efdal pek çok zât ve onun tabakasının üst tarafında hayli tabaka vardı. İşte, bunu anlayan Hz. Amr, sözü daha fazla uzatmayıp kısa kesmiştir.
SİFÛ'LBAHR SEFERİ
(Hicret 'in 8. senesi, Receb ayı)
Resûli Ekrem Efendimiz, Ebû Ubeyde b. Cerrah'ı Muhacir ve Ensâr'dan müteşekkil 300 kişilik bir birliğin başına kumandan tâyin ederek Cüheynelerden bir kabilenin üzerine gönderdi.751 Maksat, bu İslâm düşmanı kabileyi te'dip edip gereken dersi vermekti. Mücâhidler arasında Hz. Ömer de bulunuyordu.
Yolda son derece açlık sıkıntısı çeken, hattâ ağaç yapraklarını bile ısıtıp yemeye kalkan mücâhidler, nihayet Sifû'lBahr'e [Deniz Sahili] vardılar. Açlıkla kıvranıp durdukları bu sırada, Rezzakı Zülcelâl, denizden, dalgalarla, kocaman bir balığı çıkarıp onlara ikram etti.752 Orada kaldıkları müddetçe bu balıktan yediler. Hiç kimseyle karşılaşmayan mücâhidler, Medine'ye döndüler. Mücâhidler, Peygamber Efendimize, deniz sahilinde yedikleri balıktan bahsedip, bundan dolayı herhangi bir şey yapmaları gerekip gerekmediğini sordular. Peygamber Efendimiz, "O, Allah'ın sizin için denizden çıkardığı bir rızıktır." buyurdu ve ilâve etti: "Yanınızda, o balığın etinden bir şey varsa, bize de yedirseniz!.."
Mücâhidlerden bir kısmı, yolda azık olsun diye beraberinde o balıktan getirmişti. Peygamber Efendimize de bir parça verdiler. Efendimiz ondan yedi.