Ben, Seni Sadece Biraz Hayal Ediyorum..

elifgibi

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
28 Mart 2011
Mesajlar
2,125
Tepkime puanı
26
Ben, Seni Sadece Biraz Hayal Ediyorum..

Ben, Seni Sadece Biraz Hayal Ediyorum O Kadar.
Yazamam ki Çünkü ben, Seni yaşamadım ki
Her yazdığım, yaşadığım değil, ama belki

Zaten, taklit edemiyorum
Öyle tahlile de gücüm yok Seni Sadece hayal benimkisi
Sen gibi yaşamaktan, Seni anlamaktan uzaklarda Sadece hayal

Uzaklarda dediysem, öyle çok da uzak değil aslında
Hatta pek ilginçtir, ama birçok sözüme ve görüşüme delil yapmışımdır Seni
Örnek diye Seni vermişimdir İdeal diye Seni sunmuşumdur
Bunca ayrılığıma karşın, apayrı kalmamışımdır
Senden Bunu, Senin beni sevişine bağlıyorum,
zira Kişi, sevdiğiyle beraberdir. buyuran Sensin.


Madem, ben taklit edecek kadar bile sevememişken,
Sen bunca dilimdesin; o halde, beni seviyor olmalısın.
Ve bu beraberlik de, Senin beni sevişin hürmetine olmalı.
Yani ben Seninle değilim evet, ama Sen, benimle berabersin.

Bu aynı, Ben, kuluma şah damarımdan daha yakınım! (Kâf, 16)
buyuran Rabbimin hâli gibi Şöyle ki:
O bana şah damarımdan daha yakınken, ben çoğu zaman
Ondan gâfil kalırım Ve Onunla bunca yakın oluşumuz,
benim Ona duyduğum sevginin değil,
Onun bana duyduğu şefkatin neticesidir.


Ümmetim, ümmetim! feryâdıyla, en zor zamanında bile
beni duânın içine katışın da gösterir ki, Sen beni seversin.
Hatta bana Kardeşim!.. hitabıyla, asırlar öncesinden seslenişin de bundan.
Ve işte Seni, bu yazı vesîlesiyle hayal etmeye durmam da,
yine Onun bir lütfudur ki, pek âlâ başka bir durumda bulunuyor da olabilirdim.

Şimdi, mahzun bir çocuk canlanıyor hayalimde
Hani, babasını daha doğmadan yitirmiş; anasını ise,
o kucaklanıp sevilmeye pek de muhtaç yaşında kaybedince,
yalnız ve mahzun kalmış bir çocuğun bakışı...
Bu bakış, öylesine yakıcı geliyor ki bana, üstelik ne öksüz,
ne de yetim değilken; bu iki hâlin ne anlama geldiğini hiç bilmemiş biriyken, gözlerim doluveriyor

O mahzun çocuğun, bir Nisan ayında doğuşu geliyor sonra aklıma
Seninle aynı ayda doğan arkadaşlarım,
sanki Senin sıkıntı çekme sünnetini pek yoğun yaşıyor gibiler
Aklıma pek imtihanlı geçmekte olan bir ömür geliveriyor,
biri Nisanda doğdum. deyince
Bu ayın başında doğanlara Koç diyorlar.
O çileli arkadaşlarıma, Koçum benim! deyip,
espriyle karışık tesellî vermeye çalışırken,
hep bir kolaylık ve kavîlik duâsı ediyorum gizlice
Bir yandan, Sendeki kavîlikten eser taşıdıklarını seyredip,
saygı duyuyorum onlara

Babasız olduğun için sütanne bulmakta zorlanışın,
dedeciğine sığınışın, düşmanların daha çocukluğunda
kıymetini fark edip peşine düşmüşken,
amcan Ebû Leheb tarafından horlanışın geliyor sonra aklıma
Seni fark etmiş olmak, düşmanlarına hayır getirmemişti
Seni fark etmemiş olmak da amcana
İşte o vakit, uyanıklığın da, uykunun da hayırlısını diliyorum tekrar tekrar...

Pek genç yaşında, onca emîn bir kişi olarak Haticeye tavsiye edilişin,
ardından, aynı Haticeye, zevc olarak lutfedilişin
İlk vahyin titretişiyle evine koşman ve:

Beni örtün! diyerek seslenişin canlanıyor gözümde
Heybet ve korkuyla titreyiş aynı bedende kendisine bu kadar yakışan ikinci bir insan gelmiş midir diye düşünüyorum

Huzurunda, heybetinden titreyen birine:

Korkma, ben Kureyşten, kuru et ve ekmek yiyen bir kadının oğluyum!..
diyen o rahatlatıcı tavrını

Vazgeçmeni isteyen amcana:

Bir elime hilâli, diğerine de güneşi verseniz,
yine de dâvâmdan dönücü değilim, ya bu dâva muzaffer olur,
ya da ben bu yolda ölür giderim!..
diyen kararlılığını

Mescide pisleyen bedevîye gösterdiğin,
ana şefkatinden kat kat öte merhametini
Sırtına işkembe yükleyen gâfile gösterdiğin eşi bulunmaz sabrını
Ve gözbebeği kızın Fatımaya, onca sevmene karşın,
dünyalık hususlarda tâviz vermeyişini hatırlayıveriyorum işte

Nedense, sevdiklerini toprağa verirken ağlayışından ziyâde,
geride bırakıp gittiklerinin hâli geliyor gözlerimin önüne.
Nedense, ağlayışından ziyâde, sana ağlayanların hâli acıtıyor içimi
Belki, Senden geriye kalmışlardan biri olduğum içindir,
Senden ayrılmayı yaşamışların hâlini az-çok hissedivermem

Seni, hiç görmeden; sadece yaptıklarını ve yaşadıklarını duyarak
tanımaya çalışmak tuhaf
Seni bizzat görüp, dokunup, kokunu duyup,
sözlerini senin meclisinde, senin sohbet halkanda dinleyip de
senden ayrılmış olanlar, şüphesiz pek çetin bir imtihan,
pek ağır bir acı yaşamışlardır.
Fakat bu ağırlık, elbet Seninle birlikte bulunmanın hazzına ait bir külfettir.
Kendimi, hem o hazdan, hem de o külfetten uzakta hissediyorum.
Hani biraz, Medineye, Seni ziyarete gidip gelen hacıların
yüzünde oluyor sanki o acı Ve ben bunu da anlayamıyorum,
çünkü oralara gelmişliğim hiç yok

Zaten, öyle aman aman bir özlem de yok içimde,
yanına gelmeye dair Ben, Seni özlemeyi pek bilmiyorum
Sadece, özlemlerim arasına zaman zaman giren bir düşünce gibisin
Sadece bir-iki sefer, Medineye, yanına gelmeyi,
oralarda sırf sana hürmet duygusuyla yalınayak yürümeyi ve
topraklarının sıcağıyla ayaklarımın yanmasını
Sonra bir duânla o yanıkların geçivermesini hayal etmiştim,
o kadar Sonra, sana dair yanıklık ya da özlem adına her ne varsa geçti gitti
Ben hasret denince, sevda denince Seni hatırlamıyorum ki ana yanmıyorum ki
ben Ve içinde bir yanık sızısı bile yokken mektup yazmak sana, öyle zor ki

Ben sana tâbi de değilim hem Tâbi olmak sevmekle olur...
Ben Seni sevemiyorum ki Âişeninki gibi bir kıskançlık var içimde
Ama kıskandığım sen değilsin.
Sen değilsin, ismi anılınca içimi titreten
Sen değilsin, ayrılığıyla burnumun direkleri sızlayan.
Ve sana karşı böylesi donukken, yazmak Seni, öyle zor ki

Hani, hayal ediyorum ara sıra ama,
diğer tüm hayallerimden vakit kalırsa
Öyle, arada bir yerlerde Öyle, boşluk doldururcasına
Esas hayalim, biricik özlemim değilsin
Özlemek denince, aklıma gelen Sen değilsin

İşte bak gör, nerelerde geziniyorum ki,
yolum da yurdum da uzak görünüyor Sana.
Yazdığım şu yazı da belki,
uzaklığımı ve yabancılığımı îtiraftan ibaret Hani tevâzulu tavır,
kişiyi güzelleştirir ya
Hatta belki tüm bu dediklerim, birilerinin gözünde güzelleşmek
arzusundandır, bilmiyorum. Hani, ben Sana uzaklığımı
haykırdıkça, insanların beni Sana yakın sandıklarını fark etmişimdir de
belki, bundan yapıyorumdur bunca lakırdıyı...
Ne fenayım değil mi!? Ama yine de, hiç değilse,
Sana yakınlığın iyi bir şey olduğunu fark etmişim

Yoksa, kime ne yakınlığımdan ya da uzaklığımdan!
Kime ne faydası var, Sana sevdalanmamın...
Ve kime ne zararı var, Sana el gibi kalmamın
İşte şu, hissettiği ve hissetmediği her şeyi, gevezelik ederek
ortaya dökme huyumun bir neticesidir belki bu da
Böylece, herkese, her hâlimle âyân olmanın bir devamını yaşıyorumdur belki...

Günlerdir Seninle ilgili bir yazı yazmam gerekiyordu ve
ben ne yazacağımı bilmeden, bekliyordum.
Senden bahseden bir yazı yazmak mecbûriyetinden ötürü
pek ağırlaşmıştım. Zira, konu Sen olunca, öyle bir hadsizlik,
öyle bir boşluk, öyle bir seviyesizlik çarpıyor ki, benden bana,
yazmak bile istemiyordum. Ne yazabilirdim ki,
Sana dair, uzaklığımdan başka
Zaten bak, şimdi, ellerim kendiliğinden yazıyor sanki
Seni değil, Senden ayrılığımı yazmaya başlayınca işim kolaylaşıyor

Hem, karnı açlıktan hiç sırtına yapışmamış,
karşısına çıkan densizlere karşı Senin gösterdiğin sabrın zerresini bile,
neredeyse hiç göstermemiş Bir hurmayla doymasını bilmemiş
Bir söz taşına, başka bir söz taşıyla karşılık vermekten geçmemiş
biri olarak ben, Senden aşkla bahsetmeye kalksam ne çıkar!?

Tâifte taşlanışın ve buna rağmen sadece ellerini açıp,
o kişiler için hayırlı bir nesil dileyişin,
benim için çok uzaklarda bir hâl iken,
ana dâir sevgi cümleleri kursam ne çıkar?!

Sevmek, benzeşmek değil midir?

Kara gözlerinden, ay parlaklığını kıskandıran teninden,
gül kokundan, inci dişlerinden, o hafif dalgalı saçlarından,
hasır izi çıkmış gül yanağından hangi yüzle bahsedeyim ki!?
Yumuşacık yastıklarda gömülüp kalmış, uykulu yüzümle mi?!

Geceleri namaz kılarken şişen ayaklarını hangi yüzle anayım
Ayaklarım namaz kılmaya gitmekten bile bunca âciz kalırken,
üstelik namaz kılmaktan yorulmak nedir, hiç bilmez ki...
Bunca bilmezlikle, Seni yine de dilime dolasam ne çıkar!?
Bu, gevezelikten başka bir şey mi olur?!

Yediği önünde, yemediği dolaplarda bekleyen biri olarak ben,
nereden bilebilirim ki, yarının rızkı için endişelenmemeyi ve
kapısına her kim gelirse gelsin boş çevirmemeyi
Kendi açlığı pahasına, bir başkasını doyurmayı ben ne bilirim.
Böylesine bilmezken, şimdi, sırf yazılması gerekiyor diye
yazıyorsam Seni, ne çıkar?!

Evet, konu Sen olunca yazmak, bana çok ağır!..
Ama işte! Sözü uzun etmeye gerek yok! Hâlim, vaktim, vaziyetim budur!..

Alnımda böylesine etiketten ibâret kalmışken «ümmetlik», nasıl olur da:

Ya RasûlALLAH! Ben senin ümmetindenim!
Bana da şefaat et!.. derim?!
Ama ben yine de derim ha, pek edepsiz ve pek pişkinim!

Rabbimin Sevgilisi! Ben, Canımı bile işte böyle yarım yamalak,
laftan ibaret bir sevgiyle severim. O hâlde, gel,
Sen bu kötüyü, sana yakışan rahmetle, pek derin, yine de sev,
ki Sen sevmezsen, Kişi sevdiğiyle beraberdir.
sözünün müjdesine dâhil olmam mümkün değil

Bunca ayrılık içinde, tek bir şey var;
işte, ondan şeksiz şüphesiz eminim:
Hâlimin manzarası ne olursa olsun,
Seni andığım her andan, mutlaka haberdarsın
Ve selam göndermeye muktedir oluşumun biricik sebebi de ancak,
Senin hasretle bekleyişindir.


O hâlde, ey vazifeli melek! Hadi,
her zaman yaptığın gibi, götür selâmımı,
o kadrini bilmekten âciz kaldığım Rasûller Efendisine!..
O saf kula, o arş nuruna götür!

De ki:

Ey Allahın sevdiği!
Ümmetinden bu aciz kulun selamı var
Seni sevmekten âciz kalmış
Mahzunmuş, ama masum değilmiş; paklığını, saflığını yitirmi
Hem ilmi, hem ameli, hem ibadeti eksikmiş
Kendisi de bıkmış bu hâlinden ama Öyle-böyle,
yine de arkandaymış
Yine de dilinde adın varmış
İşte, yine dilendi, yüzsüzlüğüne yüzsüzlük ekleyip,
hem utanmadan, bir de şefaat diledi

Salat ve selam Sana olsun!.. dedi,
Ey Allah ın habibi! Salât ve selâm sana olsun...

Biz Seni Görmeden Sevdik


 
Üst Alt