- Katılım
- 28 Mart 2011
- Mesajlar
- 2,123
- Tepkime puanı
- 26
(Ki) Onlar ağlayarak yüzüstü yere kapanırlar ve o (ayetler) onların derin saygısını arttırır.
[İsrâ, 109 *]
Nice tahrîr edeyim nâmede derd ü elemin
Bağrı yufka kağıdın, gözleri yaşlı kalemin
“Aşık” ları tesiri altına almak için her türlü mârifetten uzak olan “ney”de bile bir çok perdeler, nağmeler güzel sesler yaratan, her nefeste kendisine muhtaç olduğumuz Rabbe şükürler olsun ki;
“İçine aşk ateşi düşünce neyin, hakikat şerabını içip mest oldu her şeyim”
Ben gibi bir ham kişiyi pişirecek, olgunlaştıracak, iki yüzlülükten kurtaracak sadece aşktır.
Aşk ayrılık ateşiyle kavrulan bir gönlü vuslat arayışına koşturur.
Böylece âşık ayrılık ateşiyle pişer, yanar ve dost evinin etrafında dolaşmaya,
Sevgili’nin cemalini görmek için yanık iniltilerle ona dil dökmeye başlar.
Ağzından onu incitecek bir söz ve ona yakışmayacak bir davranış sâdır olmasın diye kemâl-i edep ile durur kapısından.
Benlikten geçerek “ben” olmaktan kurtularak O’na yönelir.
Ne var ki “pişmek, yanmak ve aşk ateşiyle kavrulmak” da bir kabiliyet ve istidat işidir, nasib meselesidir:
Tencere ateş dumanıyla kapkara olduğu halde, içindeki et kartlığı yüzünden çiğ kalmış.
Ey âşık, sen aşk ateşi ile iyice kaynamışsın amma, mayandaki hamlık sebebi ile hala pişmemişsin.
Kendine çeki düzen ver!
Tembelliği üstünden at!
Ekmeğini gözyaşınla yoğur, gönül ateşiyle pişir.
[Hz. Pir Mevlana]
Dünya pazarının sermayesi altındır.
Öte âlemin sermayesi ise; aşk ve daim nemli iki göz.
Gönlüm bağdır, gözüm bulut.
Bulut ağladı mı bağ yeşerir.
Mum gibi yaş dök ki gönül evin aydınlansın.
Cümle mevcudat “Denizi bulurum!”
ümidi ile seller gibi altüst olmuş, boşanarak, köpürerek, feryat ederek denize doğru akıp gitmedeler!
Balık, suya kanmaz, ben ne yapayım?
Ben su gibi secdeler ederek ırmağa doğru gidiyorum.
Aşkın gamı, önünde sonunda beni çeke, çeke götürecek.
İyisi mi, ben şimdi kendiliğimden gideyim.
alıntı
[İsrâ, 109 *]
Nice tahrîr edeyim nâmede derd ü elemin
Bağrı yufka kağıdın, gözleri yaşlı kalemin
“Aşık” ları tesiri altına almak için her türlü mârifetten uzak olan “ney”de bile bir çok perdeler, nağmeler güzel sesler yaratan, her nefeste kendisine muhtaç olduğumuz Rabbe şükürler olsun ki;
“İçine aşk ateşi düşünce neyin, hakikat şerabını içip mest oldu her şeyim”
Ben gibi bir ham kişiyi pişirecek, olgunlaştıracak, iki yüzlülükten kurtaracak sadece aşktır.
Aşk ayrılık ateşiyle kavrulan bir gönlü vuslat arayışına koşturur.
Böylece âşık ayrılık ateşiyle pişer, yanar ve dost evinin etrafında dolaşmaya,
Sevgili’nin cemalini görmek için yanık iniltilerle ona dil dökmeye başlar.
Ağzından onu incitecek bir söz ve ona yakışmayacak bir davranış sâdır olmasın diye kemâl-i edep ile durur kapısından.
Benlikten geçerek “ben” olmaktan kurtularak O’na yönelir.
Ne var ki “pişmek, yanmak ve aşk ateşiyle kavrulmak” da bir kabiliyet ve istidat işidir, nasib meselesidir:
Tencere ateş dumanıyla kapkara olduğu halde, içindeki et kartlığı yüzünden çiğ kalmış.
Ey âşık, sen aşk ateşi ile iyice kaynamışsın amma, mayandaki hamlık sebebi ile hala pişmemişsin.
Kendine çeki düzen ver!
Tembelliği üstünden at!
Ekmeğini gözyaşınla yoğur, gönül ateşiyle pişir.
[Hz. Pir Mevlana]
Dünya pazarının sermayesi altındır.
Öte âlemin sermayesi ise; aşk ve daim nemli iki göz.
Gönlüm bağdır, gözüm bulut.
Bulut ağladı mı bağ yeşerir.
Mum gibi yaş dök ki gönül evin aydınlansın.
Cümle mevcudat “Denizi bulurum!”
ümidi ile seller gibi altüst olmuş, boşanarak, köpürerek, feryat ederek denize doğru akıp gitmedeler!
Balık, suya kanmaz, ben ne yapayım?
Ben su gibi secdeler ederek ırmağa doğru gidiyorum.
Aşkın gamı, önünde sonunda beni çeke, çeke götürecek.
İyisi mi, ben şimdi kendiliğimden gideyim.
alıntı