- Katılım
- 22 Şubat 2011
- Mesajlar
- 9,107
- Tepkime puanı
- 81
Ashabı Suffa
Kıble, henüz Kabe tarafına çevrilmeden önce idi.
Mescid-i Nebevî'nin kuzey duvarında, hurma dallarıyla bir gölgelik ve sundurma yapıldı. Buna "suffa" denilirdi. Burada kalan Müslümanlara da "Ashab-ı Suffa" ismi verildi.
Mescid-i Şerifin suffasında kalan bu sahabîlerin, Medine'de ne meskenleri ne de aşiret ve akrabaları, hiçbir şeyleri yoktu. Aileden uzak, dünya meşgale ve gailesinden azade ve tam manâsıyla feragatkâr bir hayata sahip idiler. Kur'ân ilmi tahsil eder, Resûl-i Ekrem Efendimizin va'z ve derslerini dinleyerek istifade ederlerdi. Ekseriya oruçlu bulunurlardı.
Vakitlerini Resûl-i Kibriya'nın huzurunda geçiren bu mübarek zümre, Efendimizden hep feyz alırdı. Resûl-i Ekrem'in medresesine Allah için nefsini vakfetmiş fedakâr, ilim âşığı talebeler idiler. Peygamber Efendimiz tarafından tesbit edilen muallimler, kendilerine Kur'ân öğretirlerdi. Bunlardan yetişenler, Müslüman olan kabilelere Kur'ân öğretmek ve Sünnet-i Resûlullah'ı beyan etmek için gönderilirlerdi. Bu cihetle de kendilerine "kurra" denilirdi. Suffa ise bu itibarla "Dârû'l-Kurra" diye anılmıştır.
Sayıları 400-500 kadar kadar olan, mütevazi, fakat feyizli bir hayata sahip bulunan bu güzide sahabîler, bir İrfan ordusu idiler. Bütün mesailerini Kur'ân ve Sünnet-i Resûlullah'ı öğrenmeye hasretmişken, gerektiğinde gazalara da katılırlardı.
İçlerinden evlenenler, suffadan ayrılırlardı. Fakat, yerlerine başkaları alınırdı.
Bu güzide sahabîler, ne ticaretle, ne bir san'atla meşgul olurlardı. Maişetleri, Resûl-i Kibriya Efendimiz ve sahabîlerin zenginleri tarafından temin edilirdi. Bu hususu, suffanın baş talebelerinden biri olan Ebû Hüreyre Hazretleri, kendisinin çok hadîs rivayet etmesini garibseyenlere karşı verdiği cevapla pek güzel ifade etmiştir: "Benim, fazla hadîs rivayet edişim garib-senmesin! Çünkü, Muhacir kardeşlerimiz çarşıdaki pazardaki ticaretleriyle, Ensâr kardeşlerimiz de tarlalardaki bahçelerdeki ziraatleriyle meşgul bulundukları sırada, Ebû Hüreyre, Pey-gamber'in (s.a.v.) mübarek nasihatlerini hıfzediyordu."485
Peygamberimizin Ashab-ı Suffa 'ya Yakın Alâkası
Resûl-i Kibriya Efendimiz, Ashab-ı Suffa'nın hem tâlim ve terbiyesi, hem de maişetiyie çok yakından ilgilenirdi. Onlarla dâima oturur, sohbet eder, alâkadar olurdu. Zaman zaman da onlara, "Eğer sizin için Allah katında neyin hazırlandığını bilseydiniz, yoksulluğunuzun ve ihtiyacınızın daha da ziyadeleşmesini isterdiniz!"486 diyerek, bu meşguliyetlerinin son derece mühim ve mübarek olduğunu ifade buyururlardı.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, birinci derecede bu mübarek cemaatin ihtiyacını gidermeye çalışırdı. İcabında, Hâne-i Saadetlerinin ihtiyaçlarıyla ikinci derecede meşgul olurdu!
Bir kere Hz. Fâtıma (r.a.), el değirmeniyle un öğütmekten usandığından şikâyet ederek bir hizmetçi istediğinde, Efendimiz, bu ciğerparesine, "Kızım, sen ne söylüyorsun? Henüz, Ehl-i Suffa'nın maişetini yoluna koyamadım!" cevabını vermişti.487
Bir gün, Ashab-ı Suffa'nın başlarında durmuş, hâllerini ted-kikten geçirmişti. Fukaralıklarını, çekmekte bulundukları zahmetleri görmüş ve, "Ey Ashab-ı Suffa!.. Size müjdeler olsunki, her kim şu sizin bulunduğunuz hâl ve sıfatta ve bulunduğu durumdan razı olarak bana mülâkî olursa, o, benim refiklerim-dendir!"488 buyurarak kalblerini hoş etmişti.
Resûl-i Kibriya Efendimize herhangi bir şey getirilince, "Sadaka mı, yoksa hediye mi?" diye sorardı.
Getirenler "Sadakadır." cevabını verirlerse, onu el sürmeden Ashab-ı Suffa'ya ulaştırırdı. "Hediyedir." cevabını verirlerse, onu kabul eder ve Ashab-ı Suffa'ya da ondan hisse çıkarırdı. Çünkü, Peygamber Efendimiz, sadaka kabul etmez, sâdece hediye kabul ederdi.
Bir gün, adamın biri, tabakla hurma getirmişti. Adama, "Sadaka mıdır, hediye midir? diye sordu.
Adam, "Sadakadır." diye cevap verince, Efendimiz onu doğruca Suffa Ehline gönderdi. O sırada torunu Hz. Hasan, Peygamber Efendimizin önünde bulunuyordu. Tabaktan bir hurma alıp ağzına götürünce, Resûl-i Kibriya Efendimiz derhâl müdâhale etti ve onu ağzından çıkarttırdı. Sonra da, "Biz Mu-hammed ve Ev Halkı [Ehl-i Beyti] sadaka yemeyiz; bize sadaka helâl değildir!" buyurdu.489
Ayrıca, "Verin o fakirlere; ki, Allah yolunda kapanmışlardır (ilme, cihada vakf-ı nefs etmişlerdir), şurada burada dolaşmazlar. İstemekten çekindikleri için, bilmeyen onları zengin zanneder! Onları simalarından tanırsın; halkı bîzar etmezler. Hem, işe yarar her ne verirseniz; hiç şüphesiz, Allah onu bilir."490 mealindeki âyet-i kerîmenin, Ashab-ı Suffa hakkında nazil olduğu da rivayet edilmiştir.491
Peygamberimizin Vaa'z ve Hitabelerini Kaçırmamaları
Tam manâsıyla Allah yoluna kendilerini vakfetmiş bulunan bu güzide sahabîler, Resûl-i Kibriya Efendimizin hiçbir nasihatini hiçbir hitabesini kaçırmazlardı. Dâima orada hazır bulunur, îrad edilen hitabeleri ve mev'ızaları hıfzedip diğer sahabîlere de naklederlerdi. Bu bakımdan, İslâmî hükümlerin muhafaza ve naklinde Ehl-i Suffa'nın pek müstesna hizmet ve gayretleri vardır! Kur'ân nurunun kısa zamanda alemin her tarafına sür'atle yayılmasında bu ilim heyetinin büyük payı vardır. Bu bakımdan, İslâm Tarihinde, Ehl-i Suffa müstesna bir yer işgal eder.
Ebû Hüreyre Anlatıyor
Bir ilim müessesesi olan suffanın, has bir talebesi Ebû Hüreyre, kendileriyle ilgili bir hâdiseyi şöyle anlatır:
"Açlıktan yüzükoyun yatıyordum. Bâzan da karnıma taş bağlıyordum.
"Bir gün, halkın gelip geçtiği bir yol üzerinde oturdum. O sırada oradan Resûlullah geçiyordu. Vaziyetimi anladı ve, 'Yâ Ebâ Hüreyre!..' diye seslendi.
"'Buyur, yâ Resûlallah!..' dedim. "'Haydi, gel!' buyurdu.
"Beraber gittik. Eve girdi. Ben de girmek için izin istedim. Müsaade ettiler. Ben de girdim. Bir kabta süt buldu.
"'Bu süt nereden geldi?' diye sordu.
"'Falancalar hediye olarak getirdiler.' diye cevap verdiler.
"Sonra da, 'Yâ Ebâ Hüreyre!.. Ehl-i Suffa'ya git, onları bana çağır.' diye emretti.
"Ehl-i Suffa, İslâm'ın misafirleriydi. Ne aileleri, ne de mal mülkleri vardı. Resûlullah'a bir hediye geldiği zamanı hem kendisine ayırır, hem de onlara gönderir idi. Kendisine, ehline verilmesi için gönderilen sadakaların tamamını onlara gönderir, kat'iyyen kendisine bir pay ayırmazdı!
"Resûlullah'ın Ehl-i Suffa'yı daveti beni üzdü! Ben, 'Bu kabtaki sütü tek başıma içer de bununla epeyce bir müddet idare ederim.' diye umuyordum! Kendi kendime, 'Ben elçiyim. Suffa ehli gelince onlara sütü ben taksim ederim.' dedim. Bu durumda sütten bana hiçbir şey kalmayacağını biliyordum. Fakat, Allah Resulünün emrini yerine getirmekten başka çâre de yoktu.
"Gidip, onları çağırdım. Geldiler, müsaade isteyip oturdular.
"Peygamber (s.a.v.), 'Ebû Hüreyre, kabı al ve onlara süt ikram et.' buyurdu.
"Süt kabını alıp dağıtmaya başladım. Her biri kabı alıyor, doyuncaya kadar içiyor, sonra arkadaşına veriyordu.
"Suffa Ehlinin sonuncusu da içtikten sonra, kabı Resûlullah'a verdim. Aldı. İçinde sâdece azıcık süt kalmıştı. Başını kaldırarak bana bakıp gülümsedi ve, 'Ebû Hüreyre!..' dedi.
"'Buyur yâ Resûlallah!..' dedim.
'"Süt içmeyen ikimiz kaldık!' buyurdu.
"'Evet, yâ Resûlallah!..' dedim.
'"Otur, sen de iç.' buyurdular. Oturup içtim.
'"Biraz daha iç.' dedi. İçtim. Yine içmem için ısrar etti. 'Daha, daha!..' diyordu. Nihayet, 'Seni hak dinle gönderen Allah'a yemin olsun ki, içecek yerim kalmadı!' dedim.
'"O hâlde bardağı bana ver.' buyurdu. Verdim. Allah'a hamd ve sena etti. Sonra 'besmele' çekerek geri kalanını da kendisi içti."492
485 Tecrid Tercemesi, c. 7, s. 47.
488 M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, c. 2, s. 941.
487 İbn-i Sa'd, Tabakat, c. 8, s. 25.
488 M. Hamdi Yazır, A.g.e., c. 2, s. 941.
489 Müslim, Sahih, c. 3, s. 117.
490 Bakara, 273.
491 M. Hamdi Yazır, A.g.e., c. 2, s. 940.
492 Buharî, Sahih, c. 4, s. 89; Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 648-649.