Arabistanın Durumu -Bölüm-3

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81
Arabistanın Durumu -Bölüm-3
Edebi Durum.

Bütün bunlar yanında, inkârı mümkün olmayan bir gerçektir ki, İslâmiyetin zuhuru sırasında Araplar, edebiyat, belagat ve fesahat konularında tekâmülün zirvesinde bulunuyorlardı. Bu hususta kendileriyle boy ölçüşecek, yeryüzünde hiçbir millet mevcut değildi.

Şâir ve şiir onlar için her şeydi. Çünkü şiir, atalarının cemiyet hayatını, âdet ve inançlarını aksettiren tek güvenilir ayna idi.

Cemiyette şâirler, büyük değer sahibi idiler ve büyük hürmet görürlerdi. Öyle ki, kabilelerinde güçlü bir kahraman yerine bir şâirin çıkmasını her zaman tercih ederlerdi. Zîra, yegâne gayeleri olan şöhreti, en güzel şekilde yayabilecek olan, ancak şâirdi. Yılandan korkar gibi, şâirlerin hicivlerinden çekinir ve korkarlardı.

Şâirler, onlar tarafından birer kahraman kabul ediliyordu. Öyle ki, bir şâirin bir tek sözü üzerine kabileler birbirleriyle kıyasıya çarpışıyorlardı. Yine, bu şâirin bir tek sözüyle de, yıllardan beri birbirleriyle kanlı bıçaklı olanlar bir anda barışabiliyorlardı.

Eski zamanda şiire, "Arab'ın Defteri" deniliyordu. Zîra, Arab'ın ahlâk ve âdetleri, diyanet ve akideleri, ancak şiirle biliniyor ve onunla nesilden nesile intikal edip geliyordu.

Bu devirde, şiiri besleyen ve teşvik eden birçok unsur vardı. Güçlü bir şâir, hem kendisi hem de kabilesi için itibar sağlıyordu.

Yine, muayyen zamanlarda kurulan panayırlar, şiirin gelişmesinde büyük rol oynuyorlardı. Kurulan bu panayırlar, bir nevi edebiyat şöleniydi. Panayırlarda, jüri huzurunda şiir ve hitabet müsabakaları düzenlenirdi. Çeşitli yerlerden gelen şâirler ve hatibler, burada şiirler okur, hitabelerde bulunurlar, birbirlerine üstün gelmek için bütün güçlerini ortaya koyarlardı. Üstünlük sağlamakla da son derece iftihar ederlerdi.

Sonunda, jüri tarafından birinci seçilen şiir, keten bez üzerine altın yaldızla yazılarak Kabe duvarına asılırdı.

Taif le Nahle arasında bulunan Sukı Ukaz, panayırların en büyüğü idi. Çoğunlukla şiir yarışmaları burada tertip edilirdi.

Panayırlar, aynı zamanda bir çeşit fuar mahiyetini de taşıyordu. Bütün kabilelerin bir araya geldiği ticarî, içtimaî ve siyasî faaliyet sahalarıydı. Zilhicce ayında açılan panayırlar, 20 gün devam ederdi. Esirini fidyeyle kurtarmak, dâvasını halletmek, düşmanını bulmak, şiir okumak, hutbe îrad etmek isteyen herkes bu panayırlara koşardı. "Şiire bu derece önem verilmiş olması, dilin en ince şekilde incelenmesi sonucunu hazırlamıştır." Böylece, İslâm'ın zuhuru sırasında Arabistan'da edebiyat, fesahat ve belagat, zirveye ulaşmıştı. Âdeta, görünmez bir el, zihinleri ve ruhları, Kur'ânı Mu'cizû'lBeyan'ın insanüstü üslûbuna hazırlıyordu.

Arapların bu mümtaz hususiyeti haiz bulunmaları sebebiyledir ki, Kur'ânı Azîmüşşan, edebiyat, belagat ve fesahatin zirvesinde nazil oluyordu. Bu fesahat ve belâgati, i'caz [mûcizeliği] ve icazı [vecizliği] ile, Arap edip, şâir ve hatiblerini muarazaya davet ediyor ve onlara meydan okuyordu. Fakat onlar, çok geçmeden bu eşsiz kelâma nazire [benzer] getirmenin mümkün olmadığını anladılar ve susmak mecburiyetinde kaldılar.

Kur'ân'm üslûbu öylesine veciz, öylesine tatlı, öylesine fesih ve beliğ idi ki, bu işi iyi bilen Araplar, hayretlerini gizleyemiyorlardı. Bir gün, bedevi Arap ediplerinden biri, u> fWas

j*jj âyetini duyunca, kendisinden geçercesine secdeye kapanmıştı.

Hâdise, müşrikleri çıldırtacak nitelikteydi. Nefret saçan bakışlarla adamın üzerine vardılar ve öfkeyle bağırdılar: "Sen de mi Müslüman oldun?"

"Hayır..." diye cevap verdi bedevi edip: "Ben sâdece bu âyetin belagatına secde ettim!'"77

İmrû'1Kays, Muallaka şâirlerinden biriydi. Bir gün kız kardeşi, âyetini işitince, doğruca Kabe'ye vardı ve, "Artık

kimsenin söyleyecek bir şeyi kalmadı. Bu belagat karşısında kardeşimin şiiri de duramaz!" diyerek, kardeşinin en üstte asılı bulunan kasidesini duvardan indirdi. En meşhur kasidenin kaldırıldığı görülünce, diğer Muallakat da birer birer indirildi.179

Câhiliyye devrinin en meşhur ve en eski şiir örnekleri, şüphesiz "Muallakatı Seb'a [Yedi Askı]" şiirleridir. Bu şiirler, dilden dile dolaşmış, asırlar sonrasına kadar varmıştır. Kuvvetli bir görüşe göre bu şiirler, Hammadû'rRaviye tarafından toplanmıştır.

Şiirleri Kabe duvarına asılan şâirler şunlardır:

İmrû'lKays, Tarafa, Lebid, Zuheyr, Amr b. Gülsüm, Antara (veya Nabiğa), Haris b. Hiliza (veya A'şâ).180

İşte, Efendiler Efendisi Hz. Muhammed'e, peygamberlik vazifesi verileceği sırada Arabistan'ın dinî, ahlâkî, siyasî, içtimaî ve edebî manzarası böyleydi.

Bu dehşet ve vahşet saçan manzarayı değiştirecek bir zâta elbette ihtiyaç vardı. O zât da Ezelî Kader'in hükmüyle tesbit edilmişti: Hz. Muhammed (s.a.v.).

O, beraberinde getirdiği nurla dünyanın maddî manevî şeklini değiştirecekti, insanların yüzlerini dünyadan âhirete, fânî sevgililerden Mahbubu Bâkî'ye çevirecek ve bununla insanı maddî manevî saadete erdirecekti.

Allah tarafından peygamber olarak vazifelendirilecek olan bu zât, insanların başı boş olmadığını, kâinatta atomdan güneş sistemlerine, yıldızlardan galaksilere kadar her şeyin kutsî bir gaye için dönüp dolaştıklarını, kâinatın umum heyetiyle ulvî bir maksada hizmet ettiğini bildirip ilân edecek olan zâttı.

Bu zât, ahlâksızlık çamurunda boğulmaya yüz tutmuş insanlığı, en güzel ahlâkı ders vererek kurtaracak zâttı.

Bu zât, "Kâinat niçin var edilmiş, insanlar nereden gelmiş, niçin gelmiş ve nereye gidecekler?" gibi suallere en güzel cevapları verecek zâttı.

Bu zât, insanın sahibi Allah'ın, insanlardan neleri istediğini, razı olduğu ve olmadığı şeylerin neler olduğunu gayet açık bir şekilde beyan edecek zâttı.

Bu zât, yalnız bir kavme, bir millete değil, bütün insanlığa, Allah'tan aldığı emirleri bildirecek, ilân edecekti.

İşte, bütün dünya gibi, Arabistan Yarımadası da böylesine büyük vazifeleri yerine getirecek zâtın ortaya çıkmasını dört gözle bekliyordu!

--------------------------------------------------------------------------------

156 Câsiye, 26.
157 isrâ, 94.
158 isrâ,95.
159 Yasin, 78.
160 Yasin, 79.
161 Zümer, 3.
162 Âlİ Imrân, 67.
163 İbni Hişam, Sîre, c. 1, s. 237238.
164 Bağdadî, Muhammed Fehmi, Tarihi Edebiyyatı Arabiyye, c. 1, s. 19.
165 ezZebidî, Tecrit Tercemesi, c. 10, s. 3839.
166 Bağdadî, Muhammed Fehmi, A.g.e., c. 1, s. 43.
167 Ibni Hişam, Sîre, c. 1, s. 79.ibni Hişam, A.g.e., c. 1, s. 79.
169 İbni Hişam, A.g.e., c. 1, s. 8084.
170 Nur, 33.
171 En'am, 151.
172 Nahl, 5859.
173 Darimî, Sünen, c. 1, s. 34.
174 Ahmed Emin, Fecrû'llslânn, Tere: Ahmed Serdaroğlu, s. 37.
175 Ahmed Emin, Fecrû'llslâm, s. 3738.
177 Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, c. 1, s. 78; Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, A.g.e., s. 350.
179 Ahmed Cevdet Paşa, A.g.e., c. 1, s. 79; Bediüzzaman Said Nursî, A.g.e., s. 416.
180 Ahmed Emin, A.g.e., s. 102.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt