ALLAH C.C'nün ZATİ SIFATLARI

omer_ömer

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
86
Tepkime puanı
4
HAZRET-İ ALLAH ’IN ZATİ SIFATLARI

VÜCUD : Var olmasıdır.
KIDEM : Evveli olmamaktır.
BEKA : Sonu olmamaktır
VAHDANİYET : Tek olmasıdır.
MUHALEFETÜN Lİ’L-HAVADİS : Yarattıklarından hiçbir şeye benzememesidir.
KIYAM Bİ-NEFSİHİ : Mekana ihtiyacı yoktur. Zaman ve mekandan münezzehtir.

Hz. Allah 'ın zati sıfatları üzerinde tefekkür ve düşünmek, kula yasaktır. Fani evsaf ile baki olan düşünülemez, idrak edilemez, kavranamaz, anlaşılamaz. İman boyutunda kul, ancak zevkini alır.. Başkaca bir düşünceye giremez.

SÜBÛTİ SIFATLARI

HAYAT : Diri olmasıdır. Diriliği ebedi ve ezelidir. Hiçbir kaynağa muhtaç değildir.
İLİM : Her şeyi bilmesidir. Yegane alim odur. İlmin her dalı onun yedindedir.
SEMİ : Her şeyi işitmesidir. İşitmesinde sınır yoktur.
BASAR : Her şeyi görmesidir. Cümle yaratılmışların görgü ufku vardır, onun görüşünde ufuk yoktur.
İRADE : İstediğini dilemesidir. Hiçbir yarattığına karşı sorumlu değildir.
KUDRET : Her şeye gücü yetendir. Alemde görülen güç Hz. Allah ’ın takdiri kadardır.
KELAM : Söylemesidir. Her zerrenin anlayacağı lisanı konuşur.
TEKVİN : Her şeyi yaratan odur. Başka yaratıcı aramak şirktir.

Sübuti sıfatları olarak, bütün alemleri kuşattığı gibi, ''ben kuluma verid damarından da yakınım'' buyruğu ile kuşatandır, çepeçevre kapsayandır. İnsana verilmiş olan her bir meleke, Hz. Allah 'ın subuti sıfatlarının tecellisidir. Bi'zatihi değil, izafidir, mecazidir. Bu sır anlaşıldığı zaman Allah bilinir.. Hz. Allah 'ı bilmenin, idrak etmenin başkaca bir yolu ve yöntemi yoktur.

Bütün alemlerden zuhuru görülen hal ve ahval, tamamı ile Hz. Allah 'ın ilim ve iradesinin zuhuru olup, O 'nun ilmi ve iradesi dışında zerrece bir tecelliyat yoktur. Kulca ifade etmek gerekirse, madem ki kaza ve kaderi yaratan, hayrı ve şerri var eden O, öyle ise elimize verilmiş olan senaryonun dışına çıkma gibi bir kabiliyet insana verilmemiştir.

Bu sıfatları müşahede etmeden Hz. Allah bilinemez. Bu sebepledir ki, ''nefsini bilen Rabbını bilir'' buyrulmuştur. Bu biliş olmadan bildiğimizi zannettiğimiz Allah inancı, zan ve düşünceden ibarettir. Hakikat değildir..

Fiili sıfatları ise her yerde mevcuttur.

İHYA : Diriltmek.
İMATE : Öldürmek.
TAHLİK : Yaratmak.
TERZİK : Rızıklandırmak

Hz. Allah’ın subuti sıfatlarından insana bahşedilen, bir zerreden başka nedir.? Aksi bir düşünce ve zan, zerre olanı, külli zannetmek, ummandan bir katre olup, ummanım diye hava atmaya benzer.

Hz. Allah’ın Fiili Sıfatları: yaşatan, öldüren, tekrar dirilten, rızıklandırandır.

Yukarıda belirtmeye çalıştığım gibi, cümle alem, Hz. Allah’ın ilim ve iradesinin, yani bilerek dilemesinin zuhurudur.
Bi'zatihi değildir, izafidir, mecazidir.

Konunun en başından beri sunmaya çalıştığım bu hakikat, Evliyaullah 'ın vermiş olduğu talim ve terbiye ile mümkün olup, adı ise, ''ilm'i ledün'' dür. Bu ilmi, günümüz kitaplarında bulmak neredeyse mümkün değildir. Yalnızca satırda kalır..

Bu kadar kesin ve net bir ifadeyi şunun için kullanıyorum; Kuran 'da, Musa a.s ile Hızır a.s kıssasında geçen, yani, Hızır a.s 'da olan ilm'i ledün, ''Hz. Allah 'ın ilmi'' , Musa .as 'a verilmemiştir. Bu ilimden habersiz olan Musa a.s, Hızır a.s 'ın her bir davranışının sebebini sormuş, neden ve niçinini merak etmiştir ve sonuç ayrılıkla neticelenmiştir.

Kavi bir imana sahip isek, Hz. Allah 'ı bilmek hiç de sır değil..
 

Kayıtlıüye

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
25 Temmuz 2019
Mesajlar
202
Tepkime puanı
73
Konum
Hatay
Güç,kuvvet ve kudret ancak Allah'ın yardımı iledir. Allah olmadan zerre bile var olamaz ve zerre miktarınca iş sonuca ulaşamaz. Her iş Allah yardımı ile izni ile neticeye ulaşır.
 

VOYAGER

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
8 Şubat 2024
Mesajlar
39
Tepkime puanı
3
Kavi bir imana sahip isek, Hz. Allah 'ı bilmek hiç de sır değil..

"İman" kelimesi, güvenmek ve inanmak olarak açıklanmaktadır. "Bilmek" kelimesi bu âlemdeki bir gerçekliğe, özellikle görme ve işitme gibi duyu fiilleri ile şahit olmak ve onu akılda kaydetmek olarak açıklanabilir. Her halde o yüzden olsa gerektir ki, inanan insanlar için Kur'an-ı Kerim kitabında sıkça "Ey iman edenler!" hitabı kullanılır. Çünkü insanların ONUN ZATINI bilmesi mümkün değildir. Yaratılmamış olan ve bütün yaratılmışlara "gayb" mertebesinde olan Hz. Allah'ı sadece ve sadece yine KENDİ ZÂTI "bilebilir", bizler sadece ve sadece "iman edebiliriz", ama "bilemeyiz". Sizin kullandığınız "bilmek" kelimesi, "iman" kelimesinden daha fazlası olabilir mi acaba?
 

Rhodium

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
6 Eylül 2023
Mesajlar
38
Tepkime puanı
14
HAZRET-İ ALLAH ’IN ZATİ SIFATLARI

VÜCUD : Var olmasıdır.
KIDEM : Evveli olmamaktır.
BEKA : Sonu olmamaktır
VAHDANİYET : Tek olmasıdır.
MUHALEFETÜN Lİ’L-HAVADİS : Yarattıklarından hiçbir şeye benzememesidir.
KIYAM Bİ-NEFSİHİ : Mekana ihtiyacı yoktur. Zaman ve mekandan münezzehtir.

Hz. Allah 'ın zati sıfatları üzerinde tefekkür ve düşünmek, kula yasaktır. Fani evsaf ile baki olan düşünülemez, idrak edilemez, kavranamaz, anlaşılamaz. İman boyutunda kul, ancak zevkini alır.. Başkaca bir düşünceye giremez.

SÜBÛTİ SIFATLARI

HAYAT : Diri olmasıdır. Diriliği ebedi ve ezelidir. Hiçbir kaynağa muhtaç değildir.
İLİM : Her şeyi bilmesidir. Yegane alim odur. İlmin her dalı onun yedindedir.
SEMİ : Her şeyi işitmesidir. İşitmesinde sınır yoktur.
BASAR : Her şeyi görmesidir. Cümle yaratılmışların görgü ufku vardır, onun görüşünde ufuk yoktur.
İRADE : İstediğini dilemesidir. Hiçbir yarattığına karşı sorumlu değildir.
KUDRET : Her şeye gücü yetendir. Alemde görülen güç Hz. Allah ’ın takdiri kadardır.
KELAM : Söylemesidir. Her zerrenin anlayacağı lisanı konuşur.
TEKVİN : Her şeyi yaratan odur. Başka yaratıcı aramak şirktir.

Sübuti sıfatları olarak, bütün alemleri kuşattığı gibi, ''ben kuluma verid damarından da yakınım'' buyruğu ile kuşatandır, çepeçevre kapsayandır. İnsana verilmiş olan her bir meleke, Hz. Allah 'ın subuti sıfatlarının tecellisidir. Bi'zatihi değil, izafidir, mecazidir. Bu sır anlaşıldığı zaman Allah bilinir.. Hz. Allah 'ı bilmenin, idrak etmenin başkaca bir yolu ve yöntemi yoktur.

Bütün alemlerden zuhuru görülen hal ve ahval, tamamı ile Hz. Allah 'ın ilim ve iradesinin zuhuru olup, O 'nun ilmi ve iradesi dışında zerrece bir tecelliyat yoktur. Kulca ifade etmek gerekirse, madem ki kaza ve kaderi yaratan, hayrı ve şerri var eden O, öyle ise elimize verilmiş olan senaryonun dışına çıkma gibi bir kabiliyet insana verilmemiştir.

Bu sıfatları müşahede etmeden Hz. Allah bilinemez. Bu sebepledir ki, ''nefsini bilen Rabbını bilir'' buyrulmuştur. Bu biliş olmadan bildiğimizi zannettiğimiz Allah inancı, zan ve düşünceden ibarettir. Hakikat değildir..

Fiili sıfatları ise her yerde mevcuttur.

İHYA : Diriltmek.
İMATE : Öldürmek.
TAHLİK : Yaratmak.
TERZİK : Rızıklandırmak

Hz. Allah’ın subuti sıfatlarından insana bahşedilen, bir zerreden başka nedir.? Aksi bir düşünce ve zan, zerre olanı, külli zannetmek, ummandan bir katre olup, ummanım diye hava atmaya benzer.

Hz. Allah’ın Fiili Sıfatları: yaşatan, öldüren, tekrar dirilten, rızıklandırandır.

Yukarıda belirtmeye çalıştığım gibi, cümle alem, Hz. Allah’ın ilim ve iradesinin, yani bilerek dilemesinin zuhurudur.
Bi'zatihi değildir, izafidir, mecazidir.

Konunun en başından beri sunmaya çalıştığım bu hakikat, Evliyaullah 'ın vermiş olduğu talim ve terbiye ile mümkün olup, adı ise, ''ilm'i ledün'' dür. Bu ilmi, günümüz kitaplarında bulmak neredeyse mümkün değildir. Yalnızca satırda kalır..

Bu kadar kesin ve net bir ifadeyi şunun için kullanıyorum; Kuran 'da, Musa a.s ile Hızır a.s kıssasında geçen, yani, Hızır a.s 'da olan ilm'i ledün, ''Hz. Allah 'ın ilmi'' , Musa .as 'a verilmemiştir. Bu ilimden habersiz olan Musa a.s, Hızır a.s 'ın her bir davranışının sebebini sormuş, neden ve niçinini merak etmiştir ve sonuç ayrılıkla neticelenmiştir.

Kavi bir imana sahip isek, Hz. Allah 'ı bilmek hiç de sır değil..
Bir insan Allahın "sıfatlarını" yani niteliklerini sınıflandırıp bilmesini sağlayabilecek durum, Kuran olabilir veya Hz. Muhammedin söyledikleri olabilir.

Zati zaten demektir. Zati sıfat, zaten nitelikler gibi bir şey oluyor. Zati sıfat ne demektir?

Bir fiili, düşünceyi Dinen, Allahtan başka kimse yasaklayamaz. Örneğin var olması üzerine düşünmemiz neden yasak olsun ki? (bu soru işareti size soru sorduğum için değil) bir kere iman etmenin aslı, Allahın var olmasını düşünmek ve buna aklen akıl erdirmektir. Yani sizin dediğiniz gibi bir yasak olamaz.

Şimdi Allahın 99 ismi ve tespih etmek var değil mi? Bu isimlerin manalarını sıfat olarak nitelendirebiliriz. Bu bir "dil" mesele sidir.

Örneğin beyaz diye bir isim var. Şimdi siyahi birine beyaz ismini takarsak bu kişi teni beyaz değil. Ama bütün bunları bir açıklama yani dil ile yapıyoruz.
Örneğin bir çok hayvan görüyor. Yarasa görmüyor. Şimdi güvercin görüyor, Allahın görme sıfatından bir zerre alıyor, ama yarasa görmüyor o bu sıfattan bir zerre almıyor mu?

Hayır! Bilmediklerimiz hakkında ne yazalım, doğrusunu Allah bilir. Allahın sıfatları vardır, insanında sıfatları vardır. Bunlar bambaşka şeyler.

Evliyhullah nedir? Allahı dost edinen insan. Sen ben Allahı dost edinelim veya falanca Allahın dostu dur diye rapor tutalım. İşte falanca şeyh veya tarihteki şu şahıs Allahın dostu dur diyelim. Evliya öğretmenmidir.

Hz. Musa Kuranda o kadar önemli bir yere sahip olarak anlatılır ki Kuranın temellerindendir. Elini koynuna koyar ve eli beyazdır, şimdi Hz. Hızır ve onun İlmi? Bunu belli bir disiplinle terbiye ve talim ile evliyaların verebildiğini söylüyorsun. Bu tuhaf bir mantık değil mi?
Ama sonra kavi yani güçlü bir imana sahipsek bizde bu hakikati yani anlatmak istediğin (ki ben ve okuyucular Hızırın bildiği sır olarak anladık) sırrı ve Allahı bilebliriz, diyorsun.
 

omer_ömer

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
86
Tepkime puanı
4
"İman" kelimesi, güvenmek ve inanmak olarak açıklanmaktadır. "Bilmek" kelimesi bu âlemdeki bir gerçekliğe, özellikle görme ve işitme gibi duyu fiilleri ile şahit olmak ve onu akılda kaydetmek olarak açıklanabilir. Her halde o yüzden olsa gerektir ki, inanan insanlar için Kur'an-ı Kerim kitabında sıkça "Ey iman edenler!" hitabı kullanılır. Çünkü insanların ONUN ZATINI bilmesi mümkün değildir. Yaratılmamış olan ve bütün yaratılmışlara "gayb" mertebesinde olan Hz. Allah'ı sadece ve sadece yine KENDİ ZÂTI "bilebilir", bizler sadece ve sadece "iman edebiliriz", ama "bilemeyiz". Sizin kullandığınız "bilmek" kelimesi, "iman" kelimesinden daha fazlası olabilir mi acaba?
İslam Dini 'nde bilmemiz gerekenler başlığı altında kullandığım ifadeyi paylaşmak isterim.

Musa a.s, Hz. Allah 'a, Zatını görmek istediğini ifade ettiğinde, Hz. Allah buyuruyor ki; ''Len terani''.! Beni göremezsin ya Musa.. Evet, Hz. Allah Zati sıfatları olarak, baş gözü ile görülemez.

Ancak, Hz. Ali efendimizin ifadesi malumunuz ; Görmediğim Allah'a secde etmem dediğinde, nerde gördün diye sormuşlar, Hz. Ali r.a efendimiz de, "Olmadığı yeri gösterin.!" buyurmuşlar.

Evet, Hz. Allah, fiili ve subuti sıfatları olarak, ilim ve iradesi olarak, her yerde hazır ve nazırdır..

Hz. Allah Musa a.s 'a buyuruyor ki, göremezsin ya Musa..

Hz. Ali r.a efendimiz de buyuruyor ki, görmediğim Allah 'a secde etmem..!

Allah görünür mü, görünmez mi.? Şayet görünüyor olsa idi, Musa a.s 'a görünmesi gerekmez miydi.? Yok eğer görünmüyor ise, Hz. Ali r.a efendimizin lisanından böyle bir kelam dökülür müydü.?

İşte, beş duyunun esiri olmuş, mana aleminden haberi olamayan kişinin, ne Hızır a.s 'ın ilminden haberi olması mümkün, ne de Allah 'ın sıfatlarını müşahede edebilmesi.! İlmi ledünden bahsederken, ilmi kelamdan öte yol bulamaz. İslam Dini 'nde bilmemiz gerekenler konusunu bir kaç kez okur isen, Allah nasıl bilinir, nasıl görünür belki biraz anlarsın..
 

omer_ömer

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
86
Tepkime puanı
4
Bir insan Allahın "sıfatlarını" yani niteliklerini sınıflandırıp bilmesini sağlayabilecek durum, Kuran olabilir veya Hz. Muhammedin söyledikleri olabilir.

Zati zaten demektir. Zati sıfat, zaten nitelikler gibi bir şey oluyor. Zati sıfat ne demektir?
VÜCUD : Var olmasıdır.
KIDEM : Evveli olmamaktır.
BEKA : Sonu olmamaktır
VAHDANİYET : Tek olmasıdır.
MUHALEFETÜN Lİ’L-HAVADİS : Yarattıklarından hiçbir şeye benzememesidir.
KIYAM Bİ-NEFSİHİ : Mekana ihtiyacı yoktur. Zaman ve mekandan münezzehtir.

Zatî demek, kendisine ait, zatına ait anlamındadır. Sizin ifade ettiğiniz gibi, zaten manasında değil.

Hz. Allah 'a ait bu sıfatlar üzerinde düşünmek, kulun haddine değildir. Fani evsaf ile, baki olan düşünülemez..!
Şayet bir kul, kendisinde bu alana girme cesaretini bulursa, eninde, sonunda telef olur, perişan olur, kaybolur, yok olur gider.
Bir fiili, düşünceyi Dinen, Allahtan başka kimse yasaklayamaz. Örneğin var olması üzerine düşünmemiz neden yasak olsun ki? (bu soru işareti size soru sorduğum için değil) bir kere iman etmenin aslı, Allahın var olmasını düşünmek ve buna aklen akıl erdirmektir. Yani sizin dediğiniz gibi bir yasak olamaz.

Şimdi Allahın 99 ismi ve tespih etmek var değil mi? Bu isimlerin manalarını sıfat olarak nitelendirebiliriz. Bu bir "dil" mesele sidir.
Allah 'ı biliyor musun.? Bildiğin, şahidi olduğun bir Allah inancına sahipsen, Zati sıfatlarının ne anlam taşıdığını da görür, bilir, kullanmış olduğun bu ifadelerden sakınırsın. Hz. Allah 'ın Zati sıfatları üzerinde düşünmek, mütalaa etmek kulun haddine değil.

Sana, bize, düşünmek, tefekkür etmek için, fiili ve subuti sıfatları yeter, artar bile.. Şayet buna iman ve inancınız, şahitliğiniz yeterse. Kaş yapıyım derken, göz çıkarmak ihtimali oldukça yüksek olan bu alan, şahidi olmadığın bir Allah inancında mümkün görünmüyor.
Örneğin beyaz diye bir isim var. Şimdi siyahi birine beyaz ismini takarsak bu kişi teni beyaz değil. Ama bütün bunları bir açıklama yani dil ile yapıyoruz.
Örneğin bir çok hayvan görüyor. Yarasa görmüyor. Şimdi güvercin görüyor, Allahın görme sıfatından bir zerre alıyor, ama yarasa görmüyor o bu sıfattan bir zerre almıyor mu?

Hayır! Bilmediklerimiz hakkında ne yazalım, doğrusunu Allah bilir. Allahın sıfatları vardır, insanında sıfatları vardır. Bunlar bambaşka şeyler.
Arkadaşım, sırtında bir kamyon dolusu yük var. İlk önce bunlardan kurtulman gerek. Bu kadar teferruat ile bu yol yürünmez, doğru görünmez, görünse de idrak edilemez. Kuran, asla ve asla teferruat içermez. İman teferruat içermez. İbadet ve taatlar teferruat içermez. İslam 'da her şey, kesin ve nettir..
Evliyhullah nedir? Allahı dost edinen insan. Sen ben Allahı dost edinelim veya falanca Allahın dostu dur diye rapor tutalım. İşte falanca şeyh veya tarihteki şu şahıs Allahın dostu dur diyelim. Evliya öğretmenmidir.
Evliyaullah, Hz. Muhammed Mustafa s.t.a.v efendimizin varisidir. Makam-ı Mahmudun temsilcisidir. Peygamberler efendilerimizin hayatta olmadığı zamanlarda, Hz. Allah 'ın kullarını uyarmak, varlığını tebliğ ve irşat için vazifeli kıldığı şahıslardır Evliyaullah..

Allah dostu ifadesi, Evliya 'ya, Evliya diyemeyenlerin kullandığı bir deyim sadece.. Evliya, himaye eden, terbiye eden, yetiştiren, kişiyi koruyup, kollayan demektir. Bu koruma, mana ile madde alemini birbirine karıştırmamak anlamındadır.

Kısaca ifade etmem gerekirse, Evliyaullah, kişiyi kendisine çevirir. Derviş, Evliyaullah 'tan, başkalarına değil, kendisine bakmayı, nefsini anlamayı, tanımayı öğrenir ki, ''Nefsini bilen, Rabbini bilir'' hitabına mazhar olsun..
Hz. Musa Kuranda o kadar önemli bir yere sahip olarak anlatılır ki Kuranın temellerindendir. Elini koynuna koyar ve eli beyazdır, şimdi Hz. Hızır ve onun İlmi? Bunu belli bir disiplinle terbiye ve talim ile evliyaların verebildiğini söylüyorsun. Bu tuhaf bir mantık değil mi?
Bildiğinden mi bu ifadeleri kullanıyorsun.? Yoksa cehaletinden mi.? Musa a.s 'ın elini koynuna koyduğunda beyaz çıkması ile Hızır a.s 'ın ilmi..! Ne alaka.?

Musa a.s, Hz. Allah 'ın peygamberi, elçisi ancak, Hızır a.s, İlm-i ledün ile donanmış, rical-i gayb bir şahsiyet.. Musa a.s, Hızır a.s 'ın ilminden habersiz olduğu için ayrılığın olduğunu bizlere bildiren, Hz. Allah değil mi.? Neyin hesabı arkadaşım.?
Ama sonra kavi yani güçlü bir imana sahipsek bizde bu hakikati yani anlatmak istediğin (ki ben ve okuyucular Hızırın bildiği sır olarak anladık) sırrı ve Allahı bilebliriz, diyorsun.
Yani, ilkokula başlamadan, üniversite mezunu olmak istiyorsun öyle mi.? Yok öyle bedavacılık. Çalışacak, emek sarf edecek, bu yolda çok kilometreler katedeceksin ki..! Belki..
 

VOYAGER

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
8 Şubat 2024
Mesajlar
39
Tepkime puanı
3
Hz. Allah Musa a.s 'a buyuruyor ki, göremezsin ya Musa..

Hz. Ali r.a efendimiz de buyuruyor ki, görmediğim Allah 'a secde etmem..!

Allah görünür mü, görünmez mi.? Şayet görünüyor olsa idi, Musa a.s 'a görünmesi gerekmez miydi.? Yok eğer görünmüyor ise, Hz. Ali r.a efendimizin lisanından böyle bir kelam dökülür müydü.?

Ali Rıza ÖZDEMİR'in 9 Kasım 2020 tarihde yayınlanan ve 2 Mart 2023 tarihinde güncellenen "Hz. Ali neden ‘Görmediğim Rabb’e tapmam’ dedi?" başlıklı yazısında şunlar belirtilmiştir:

"(...) İslâm tarihi ve irfan kitaplarında Hz. Ali’nin; “Görmediğim Rabb’e tapmam” dediğine ilişkin çok sayıda kayıt vardır. Söz konusu cümlenin geçtiği olay şöyledir: Yahudi din bilginlerinden biri, bir gün Hz. Ali’nin yanına gelir ve ona “Rabbine ibadet ederken O’nu gördün mü?” diye sorar. Hz. Ali cevaben; “Ben görmediğim Rabb’e ibadet etmem ki.” Yahudi din adamı ikinci bir soru daha yöneltir: “Peki, O’nu nasıl gördün?” Hz. Ali bu ikinci soruya şu cevabı (aslında kilit cevap da budur) verir: “Çıplak gözler, O’nu algılayıp göremez; ancak kalpler iman hakikatleriyle O’nu görür.”(...)"

Bu nakil, "nerede gördün?" değil "nasıl gördün?" şeklinde devam ettiği için sizinkinden farklıdır. Bu nakilden anlaşılıyor ki, Hz. Ali (r.a) zaten çıplak gözle yâni baş gözüyle görmekten bahsetmiş değildir, belki mantıkî olarak yaratılmışların bizatihi var olamayacakları zorunlu sonucundan dolayı bir Yaratıcının yâni Hz. Allah'ın varlığını, imandan sonra ayrıca mantıken de idrak etmekte olduğunu böyle belirtmektedir. Nitekim "(...) ancak kâlpler iman hakikatleriyle Onu görür." ifadesi buna işaret etmektedir düşüncesindeyim.

Dolayısıyla Hz. Musa (A.S.) ve Hz. Ali (r.a) ile ilgili nakillerde bir çelişki zaten aslında yoktur. Çünkü her iki kişinin durumda da baş gözü ile görmenin olamayacağı zaten anlaşılmaktadır. Fakat asıl önemli nokta zaten Onun görülmesi veya görülmemesi de değildir. Asıl önemli nokta, Tekbir ifadesini bütün azametiyle idrâk edip bağlantılı olduğu için eşzamanlı olarak Esmaül Hüsna'yı da hatırlayarak Kelime-i Tevhid ile nihai idrâki tamamlamaktır ki, herhalde bu tahkikî iman olsa gerektir. Müslümanın değişmez hedefi önce bunu elde etmek ve muhafaza etmek değil midir acaba? İdrâki bu seviyede olan bir müslüman, farzları yerine getiriyorsa ve haram işlemiyorsa "sırat-ı müstakim" üzere değil midir zaten?

İman edenlerin, Hz. Hızır'a (A.S) ve sayısını bilmediğimiz ve herhalde bilmemiz de gerekmeyen sayılı kişilere verildiği belirtilen "Ledün ilmi" ile, o bir farz olmadığına göre, bir işi olabilir mi acaba? Asıl önemli nokta olarak önceki paragrafta değindiğim tahkikî iman, bir müslüman için önemsiz ve yetersiz bir seviye midir ki, o gizli ilmi telaffuz etmektesiniz?

Tavsiye ettiğiniz yazıları müsait vakitlerde okumaya çalışırım ama basit mantıkla Yaratan ile Yaratılanların kesinlikle ayrı olduğunu naçizane tekrar hatırlatır ve En'am Suresi 103. Âyet mealini de ("Gözler Onu ihâta edemez (kuşatamaz), O, gözleri ihâta eder.") tefekkür etmenizi naçizane tavsiye ederim. (Acaba Hz. Ali'nin bu ayet-i kerimeden haberi yok muydu?)
 

Rhodium

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
6 Eylül 2023
Mesajlar
38
Tepkime puanı
14
VÜCUD : Var olmasıdır.
KIDEM : Evveli olmamaktır.
BEKA : Sonu olmamaktır
VAHDANİYET : Tek olmasıdır.
MUHALEFETÜN Lİ’L-HAVADİS : Yarattıklarından hiçbir şeye benzememesidir.
KIYAM Bİ-NEFSİHİ : Mekana ihtiyacı yoktur. Zaman ve mekandan münezzehtir.

Zatî demek, kendisine ait, zatına ait anlamındadır. Sizin ifade ettiğiniz gibi, zaten manasında değil.

Hz. Allah 'a ait bu sıfatlar üzerinde düşünmek, kulun haddine değildir. Fani evsaf ile, baki olan düşünülemez..!
Şayet bir kul, kendisinde bu alana girme cesaretini bulursa, eninde, sonunda telef olur, perişan olur, kaybolur, yok olur gider.

Allah 'ı biliyor musun.? Bildiğin, şahidi olduğun bir Allah inancına sahipsen, Zati sıfatlarının ne anlam taşıdığını da görür, bilir, kullanmış olduğun bu ifadelerden sakınırsın. Hz. Allah 'ın Zati sıfatları üzerinde düşünmek, mütalaa etmek kulun haddine değil.

Sana, bize, düşünmek, tefekkür etmek için, fiili ve subuti sıfatları yeter, artar bile.. Şayet buna iman ve inancınız, şahitliğiniz yeterse. Kaş yapıyım derken, göz çıkarmak ihtimali oldukça yüksek olan bu alan, şahidi olmadığın bir Allah inancında mümkün görünmüyor.

Arkadaşım, sırtında bir kamyon dolusu yük var. İlk önce bunlardan kurtulman gerek. Bu kadar teferruat ile bu yol yürünmez, doğru görünmez, görünse de idrak edilemez. Kuran, asla ve asla teferruat içermez. İman teferruat içermez. İbadet ve taatlar teferruat içermez. İslam 'da her şey, kesin ve nettir..

Evliyaullah, Hz. Muhammed Mustafa s.t.a.v efendimizin varisidir. Makam-ı Mahmudun temsilcisidir. Peygamberler efendilerimizin hayatta olmadığı zamanlarda, Hz. Allah 'ın kullarını uyarmak, varlığını tebliğ ve irşat için vazifeli kıldığı şahıslardır Evliyaullah..

Allah dostu ifadesi, Evliya 'ya, Evliya diyemeyenlerin kullandığı bir deyim sadece.. Evliya, himaye eden, terbiye eden, yetiştiren, kişiyi koruyup, kollayan demektir. Bu koruma, mana ile madde alemini birbirine karıştırmamak anlamındadır.

Kısaca ifade etmem gerekirse, Evliyaullah, kişiyi kendisine çevirir. Derviş, Evliyaullah 'tan, başkalarına değil, kendisine bakmayı, nefsini anlamayı, tanımayı öğrenir ki, ''Nefsini bilen, Rabbini bilir'' hitabına mazhar olsun..

Bildiğinden mi bu ifadeleri kullanıyorsun.? Yoksa cehaletinden mi.? Musa a.s 'ın elini koynuna koyduğunda beyaz çıkması ile Hızır a.s 'ın ilmi..! Ne alaka.?

Musa a.s, Hz. Allah 'ın peygamberi, elçisi ancak, Hızır a.s, İlm-i ledün ile donanmış, rical-i gayb bir şahsiyet.. Musa a.s, Hızır a.s 'ın ilminden habersiz olduğu için ayrılığın olduğunu bizlere bildiren, Hz. Allah değil mi.? Neyin hesabı arkadaşım.?

Yani, ilkokula başlamadan, üniversite mezunu olmak istiyorsun öyle mi.? Yok öyle bedavacılık. Çalışacak, emek sarf edecek, bu yolda çok kilometreler katedeceksin ki..! Belki..

VÜCUD : Var olmasıdır.
KIDEM : Evveli olmamaktır.
BEKA : Sonu olmamaktır
VAHDANİYET : Tek olmasıdır.
MUHALEFETÜN Lİ’L-HAVADİS : Yarattıklarından hiçbir şeye benzememesidir.
KIYAM Bİ-NEFSİHİ : Mekana ihtiyacı yoktur. Zaman ve mekandan münezzehtir.

Zatî demek, kendisine ait, zatına ait anlamındadır. Sizin ifade ettiğiniz gibi, zaten manasında değil.

Hz. Allah 'a ait bu sıfatlar üzerinde düşünmek, kulun haddine değildir. Fani evsaf ile, baki olan düşünülemez..!
Şayet bir kul, kendisinde bu alana girme cesaretini bulursa, eninde, sonunda telef olur, perişan olur, kaybolur, yok olur gider.

Allah 'ı biliyor musun.? Bildiğin, şahidi olduğun bir Allah inancına sahipsen, Zati sıfatlarının ne anlam taşıdığını da görür, bilir, kullanmış olduğun bu ifadelerden sakınırsın. Hz. Allah 'ın Zati sıfatları üzerinde düşünmek, mütalaa etmek kulun haddine değil.

Sana, bize, düşünmek, tefekkür etmek için, fiili ve subuti sıfatları yeter, artar bile.. Şayet buna iman ve inancınız, şahitliğiniz yeterse. Kaş yapıyım derken, göz çıkarmak ihtimali oldukça yüksek olan bu alan, şahidi olmadığın bir Allah inancında mümkün görünmüyor.

Arkadaşım, sırtında bir kamyon dolusu yük var. İlk önce bunlardan kurtulman gerek. Bu kadar teferruat ile bu yol yürünmez, doğru görünmez, görünse de idrak edilemez. Kuran, asla ve asla teferruat içermez. İman teferruat içermez. İbadet ve taatlar teferruat içermez. İslam 'da her şey, kesin ve nettir..

Evliyaullah, Hz. Muhammed Mustafa s.t.a.v efendimizin varisidir. Makam-ı Mahmudun temsilcisidir. Peygamberler efendilerimizin hayatta olmadığı zamanlarda, Hz. Allah 'ın kullarını uyarmak, varlığını tebliğ ve irşat için vazifeli kıldığı şahıslardır Evliyaullah..

Allah dostu ifadesi, Evliya 'ya, Evliya diyemeyenlerin kullandığı bir deyim sadece.. Evliya, himaye eden, terbiye eden, yetiştiren, kişiyi koruyup, kollayan demektir. Bu koruma, mana ile madde alemini birbirine karıştırmamak anlamındadır.

Kısaca ifade etmem gerekirse, Evliyaullah, kişiyi kendisine çevirir. Derviş, Evliyaullah 'tan, başkalarına değil, kendisine bakmayı, nefsini anlamayı, tanımayı öğrenir ki, ''Nefsini bilen, Rabbini bilir'' hitabına mazhar olsun..

Bildiğinden mi bu ifadeleri kullanıyorsun.? Yoksa cehaletinden mi.? Musa a.s 'ın elini koynuna koyduğunda beyaz çıkması ile Hızır a.s 'ın ilmi..! Ne alaka.?

Musa a.s, Hz. Allah 'ın peygamberi, elçisi ancak, Hızır a.s, İlm-i ledün ile donanmış, rical-i gayb bir şahsiyet.. Musa a.s, Hızır a.s 'ın ilminden habersiz olduğu için ayrılığın olduğunu bizlere bildiren, Hz. Allah değil mi.? Neyin hesabı arkadaşım.?

Yani, ilkokula başlamadan, üniversite mezunu olmak istiyorsun öyle mi.? Yok öyle bedavacılık. Çalışacak, emek sarf edecek, bu yolda çok kilometreler katedeceksin ki..! Belki..
Sen senin düşüncelerine herhangi birinin eleştirisine tahammül edemiyorsun, kesin benim yazdığım doğrudur yapıyorsun,
1)
Söylermisin hangi hadiste veya hangi ayette Allahın sıfatlarını düşünmemiz yasaklamıştır?
2)
Sen diyorsun ki bir takım gizli bilgiler veya yüksek seviye ilimler Hz. Hızırda var sonra bunlar evliyalarda da var. Ama Hz. Musa da yok! Bende diyorum ki evliyalar Hz. Musa dan daha mı önemli?
3)
Şimdi ben ilk okul mezunuyum,
Sen üniversite mezunusun,
Sorarım sana?
Peygamber efendimiz 63 yaşında öldü,
23 yıl peygamberlik yaptı.
1414 yıldır İslam var.
Bunun 1392 kalan yılında ki seçilmiş evliyalar kimdir? Bunlara kitap indirilmişmidir? Bunların da hadisleri var mıdır? Kuranda evliyalar için neler yazar?
 

omer_ömer

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
86
Tepkime puanı
4
Sen senin düşüncelerine herhangi birinin eleştirisine tahammül edemiyorsun, kesin benim yazdığım doğrudur yapıyorsun,
1)
İfadelerimin bana ait olduğunu mu zannediyorsunuz.? Tamamen hakikattir. Hak ve Hakikate ters, tek bir kelam edersem, hem kendimi, hem de etki altında bıraktığım kişilerin vebalinden kurtulamam. Bunun bilincinde ve hassasiyetinde olduğumu bilmenizi isterim.
2)Söylermisin hangi hadiste veya hangi ayette Allahın sıfatlarını düşünmemiz yasaklamıştır?
Söylemez olur muyum, elbette söylerim. Hz. Allah c.c, nin, ''ZATİ'' sıfatları, Zatına mahsustur. Bu yüzden düşünülmesinin sakıncalı olduğunu ifade ettim. Subuti ve fiili sıfatlarını dilediğiniz kadar düşünebilirsiniz. Dilediğiniz kadar, (şayet becere bilirseniz) subuti ve fiili sıfatları üzerine tefekkür edebilirsiniz. Fani evsaf ile, Baki olan düşünülemez...!

Şöyle bir deyim vardır; Sen bir garip çingenesin, neylersin gümüş zurnayı.? Yaratanımıza karşı haddimizi bilelim ve çizmeden yukarı çıkmayalım..

Şöyle örnek vereyim; Beni tanımıyorsunuz. Ne cinsiyetimden haberdarsınız, ne rengimden, ne boy ve kilomdan, ne yaşımdan, ne de memleketimden haberiniz var.! Şimdi size desem ki, beni tarif edin..! Tarifiniz, ancak satırlarınızda hakkımda yazdıklarınız kadar ve ''zan'' dolu ifadelerden ibaret olur. Hakikati yansıtmaz.

Şahidi olmadığınız, Hz. Allah 'ın ''ZATİ'' sıfatları üzerinde nasıl düşünebilir, nasıl tefekkür edebilirsiniz.? Size serbest..

Sen diyorsun ki bir takım gizli bilgiler veya yüksek seviye ilimler Hz. Hızırda var sonra bunlar evliyalarda da var. Ama Hz. Musa da yok! Bende diyorum ki evliyalar Hz. Musa dan daha mı önemli?
3)
Diyorum ki, Hz. Allah 'ın ''ledün ilmi'' Musa a.s 'a verilmemişti. Verilseydi, Hızır a.s 'ın yapmış olduğu hallerden haberdar olur ve aralarında ayrılık olmazdı. Hızır a.s 'ın her davranışını tasdik eder, karşı çıkmazdı.

Her Evliya şeyhtir amma, her şeyh Evliya değildir. Evliyalar içerisinde Pirlik makamı verilenler de vardır ve bunlar dergahların sahibi kılınmışlardır. Tıpkı, Museviliğin, Musa a.s, İseviliğin, İsa a.s, Muhammediliğin, Hz. Muhammed Mustafa s.t.a.v efendilerimizin isimleri ile anıldığı gibi,

Pir Efendilerimize de, Abdulkadir Geylani, Kadiri,
Seyid Ahmed-er Rufai, Rufailik,
Seyid Ahmed-el Bedevi, Bedevilik,
Şah-ı Nakşibendi, Nakşilik,
Hacı Bayram-ı Veli, Bayrami,
Mevlana Celaleddin-i Rumi, Mevleviliğin verildiği gibi.. Bu dergahlar Piran hazeratının isimleri ile anılırlar.

Pir efendilerimize de ''İlmi ledün'' bahşedilmiştir. ve bir çok kıssaları bu ilimi içerir.

Hz. Musa ile Evliyaullahı mukayese eden şahsınızdır biz değiliz...
Şimdi ben ilk okul mezunuyum, Sen üniversite mezunusun,
Sorarım sana?
Peygamber efendimiz 63 yaşında öldü,
23 yıl peygamberlik yaptı.
1414 yıldır İslam var.
Bunun 1392 kalan yılında ki seçilmiş evliyalar kimdir? Bunlara kitap indirilmişmidir? Bunların da hadisleri var mıdır? Kuranda evliyalar için neler yazar?
Aklın sıra dalga geçiyorsun. Bunlara kitap indirilmiş mi, hadisleri var mı.?

Hz. Allah Kuran 'da, yalnızca Peygamber değil, Elçi, Uyarıcı, Resul, Veli, Evliya, Mürşit ifadelerini de kullanmıştır. Sanki bunları anlamış ve çözmüş gibi, Evliya 'ya taktın, öyle mi.?

Kuran okumuyor musun.? Evliya kelimesi içeren her bir ayet, bahsini ettiğim konunun ta kendisi.

Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size Kitabı ve hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir Elçi gönderdik.
Bakara 151

“Ey inananlar, mü’minleri bırakıp da kafirleri “EVLİYA” edinmeyin. Allah’a aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz.”
Nisa 144

“Ey iman edenler Yahudi ve Hıristiyanların Evliyalarını Evliya edinmeyin. Zira onlar kendilerinin evliyasıdır. İçinizde onların evliyalarını evliya edinenler onlardandır. Allah zalimler toplumuna yol göstermez.”
Maide 51

Ey Adem oğulları, size kendi içinizden elçiler gelip size ayetlerimi anlattıkları zaman korunup uslananlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
Araf 35

“Dikkat et! EVLİYA’ ma korku yoktur; onlar üzülmeyeceklerdir de.”
Yunus 62

Allah kime hidayet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır, kimi de hidayetten mahrum ederse artık onu doğruya yöneltecek Mürşit bulamazsın.
Kehf 17

Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir resulü memleketlerin ana merkezine göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildir. Zaten biz ancak halkı zalim olan memleketleri helak etmişizdir.
Kasas 59

Hz. Allah, kainatı bir an bile boş, Evliya 'sız bırakmamıştır.

Apaçık Kitaba andolsun ki, Biz onu mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz, uyarıcıyız. Her hikmetli emir, o gecede ayırt edilir; Katımızdan verilen her emir. Çünkü biz elçi göndericiyiz. Senin Rabbinin acıması gereği olarak. Doğrusu O, işitendir, bilendir.
Duhan 2–3–4-5-6

Allah hidayet nasip etsin.. Başka ne denir.?
 

omer_ömer

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
86
Tepkime puanı
4
Ali Rıza ÖZDEMİR'in 9 Kasım 2020 tarihde yayınlanan ve 2 Mart 2023 tarihinde güncellenen "Hz. Ali neden ‘Görmediğim Rabb’e tapmam’ dedi?" başlıklı yazısında şunlar belirtilmiştir:

"(...) İslâm tarihi ve irfan kitaplarında Hz. Ali’nin; “Görmediğim Rabb’e tapmam” dediğine ilişkin çok sayıda kayıt vardır. Söz konusu cümlenin geçtiği olay şöyledir: Yahudi din bilginlerinden biri, bir gün Hz. Ali’nin yanına gelir ve ona “Rabbine ibadet ederken O’nu gördün mü?” diye sorar. Hz. Ali cevaben; “Ben görmediğim Rabb’e ibadet etmem ki.” Yahudi din adamı ikinci bir soru daha yöneltir: “Peki, O’nu nasıl gördün?” Hz. Ali bu ikinci soruya şu cevabı (aslında kilit cevap da budur) verir: “Çıplak gözler, O’nu algılayıp göremez; ancak kalpler iman hakikatleriyle O’nu görür.”(...)"

Bu nakil, "nerede gördün?" değil "nasıl gördün?" şeklinde devam ettiği için sizinkinden farklıdır. Bu nakilden anlaşılıyor ki, Hz. Ali (r.a) zaten çıplak gözle yâni baş gözüyle görmekten bahsetmiş değildir, belki mantıkî olarak yaratılmışların bizatihi var olamayacakları zorunlu sonucundan dolayı bir Yaratıcının yâni Hz. Allah'ın varlığını, imandan sonra ayrıca mantıken de idrak etmekte olduğunu böyle belirtmektedir. Nitekim "(...) ancak kâlpler iman hakikatleriyle Onu görür." ifadesi buna işaret etmektedir düşüncesindeyim.
Bilmiyorum, en başından beri paylaştıklarımı okudunuz mu.? Yoksa, bir kısım ifadelerimde noksanlık gördüğünüz için mi cevap yazma, eleştiri zorunluluğu hissediyorsunuz.?

Hz. Allah, Zatı olarak baş gözü ile görülemez..! Çünkü insan buna muktedir yaratılmamıştır. Ahiret için de aynı ifadeler geçerlidir. Allah c.c baş gözü ile görülmeyecek, rahmeti, lütuf ve ihsanı, izzet ve ikramı ile, sadece anlaşılabilecektir. Hz. Allah 'ın lutfettiği ölçüde, dilediği kadarını..

İşitmek, görmek, tatmak, hissetmek..! Bu duyuların hiç birisi de bilmek için tek başına yeterli değildir. Hz. Allah 'ı, fiili ve subuti sıfatları olarak müşahede edebilmek gerekir.

Beş duyu ile hissettiğiniz her şey, o şeyi bilmek, o şeyi görmek olarak ifade edilir. İşitmek, görmektir. Hissetmek, görmektir. Tatmak, görmektir. Koku almak, görmektir. Hz. Allah her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir ve sadece beş duyu, Allah 'ı bilmede yeterli değildir. Onun için subuti ve fiili sıfatlarını müşahede edebilmek gerekir. Bilmek, işin madde boyutundan kurtulup, mana boyutu ile mümkün olabilir.

Hz. Allah bu bilişi insanoğluna bahşetmiştir ve kişinin sayü gayretine bırakmıştır. Çünkü, ''bilinmekliğimi murad ettim'' buyuran Hz. Allah, her kulunu inanmak üzere var etmiş, hiç bir inanca sahip olmama lüksü insanlığa verilmemiştir. Her bir yaratılmış, inanmamak diye adlandırılmış olsa dahi, ifade olarak karşılığı, inanmamaya inanmaktır.

''Nefsini bilen, Rabbını bilir''.! Nefsini bilmeyen, nefsini tanımayan insan, Allah 'ı bildiğini iddia edemez. Sadece varlığını kabul ettiği bir Yaratıcı inancına sahiptir.
Dolayısıyla Hz. Musa (A.S.) ve Hz. Ali (r.a) ile ilgili nakillerde bir çelişki zaten aslında yoktur. Çünkü her iki kişinin durumda da baş gözü ile görmenin olamayacağı zaten anlaşılmaktadır. Fakat asıl önemli nokta zaten Onun görülmesi veya görülmemesi de değildir. Asıl önemli nokta, Tekbir ifadesini bütün azametiyle idrâk edip bağlantılı olduğu için eşzamanlı olarak Esmaül Hüsna'yı da hatırlayarak Kelime-i Tevhid ile nihai idrâki tamamlamaktır ki, herhalde bu tahkikî iman olsa gerektir. Müslümanın değişmez hedefi önce bunu elde etmek ve muhafaza etmek değil midir acaba? İdrâki bu seviyede olan bir müslüman, farzları yerine getiriyorsa ve haram işlemiyorsa "sırat-ı müstakim" üzere değil midir zaten?
Çelişki nakillerde değil, bizim anlayışımızda.. Kelime'i Tevhid 'i geçip, Lafza'i Celal, bunu da geçip Hu esması ile görmek gerekir.

Yani, Hz. Allah 'ın varlığını kabul etmiş (Kelime'i Tevhid) ve O 'ndan başka ilah olmadığına inanmış, (Lafza'i Celal) yalnız ve yalnız Allah inancı ile donanmış ve her zerrede O 'nun varlığını müşahede etmiş, (Hu) esması ile en donanımlı hale gelinir. Böyle olunduğunda, taklidi iman, tahkike dönüşmüş demektir.

Kul, imanın esaslarını sayamaya bilir ancak, emredildiği gibi yaşantısı var ise kazançlıdır. Yani, guslün farzını, abdestin farzlarını, içindekiler, dışındakiler olarak, elli dört farzı, tek tek sayamaz, ancak, yaşantısında tatbik edip uyguluyorsa, saymasına gerek yoktur. Sırat'ı müstakim üzere demektir. Yalnız, Allah 'ı bilmek olarak ifade edilemez.
İman edenlerin, Hz. Hızır'a (A.S) ve sayısını bilmediğimiz ve herhalde bilmemiz de gerekmeyen sayılı kişilere verildiği belirtilen "Ledün ilmi" ile, o bir farz olmadığına göre, bir işi olabilir mi acaba? Asıl önemli nokta olarak önceki paragrafta değindiğim tahkikî iman, bir müslüman için önemsiz ve yetersiz bir seviye midir ki, o gizli ilmi telaffuz etmektesiniz?
Tahkiki iman, kime göre tahkiki iman.? Hz. Allah, ''bilinmekliğimi murad ettim'' buyuruyor ve siz bu bilişten beri iseniz..! Peygamberimiz efendimizin, ''nefsini bilen, Rabını bilir'' hitabına uzaksanız, tahkiki iman sahibi olmuş sayılır mısınız.? Taklitten öte geçemez.

Ledün ilmi, Hz. Allah 'ın ilmidir. Falanın, filanın şahsına ait bir ilim değil. Bu ilimden bahsetmemdeki kasıt, alemlerdeki her bir hadisenin, hiç birisinin de kendi başına tecelli etmediğini, her bir zuhuratın Hz. Allah 'ın ilim ve iradesinin tecellisi, taktiri, tertibi ve tanzimi olduğunu vurgulamaktır.

Bizler, Hz. Allah 'ın her hadisede taktir ettiği, sebep ve vesilelere takılı kalıp, gerçek manada, güç, kuvvet, kudretin, Allah 'tan olduğu bilincinden uzağız. Ecel ve ölümü sebeplere bağlayıp, tansiyon, şeker, kalp krizi, trafik kazası, beyin kanaması gibi sebepleri geçerli görüyoruz. Satırlar, bunca meseleyi yazmaya müsait değil. Ana başlıkları ile ifade etmem yeterli olacaktır diye düşünüyorum.

Mülk Allah 'ındır deyip, her bir şeyin sahibi, kendimizi görmemiz gibi.. Mülk O 'nun ise, bize ait bir şey yok demektir. Ne mal, ne mülk, ne de can bize ait değildir, emaneten verilmiş, tekrar iadesi istenmiştir.
Tavsiye ettiğiniz yazıları müsait vakitlerde okumaya çalışırım ama basit mantıkla Yaratan ile Yaratılanların kesinlikle ayrı olduğunu naçizane tekrar hatırlatır ve En'am Suresi 103. Âyet mealini de ("Gözler Onu ihâta edemez (kuşatamaz), O, gözleri ihâta eder.") tefekkür etmenizi naçizane tavsiye ederim. (Acaba Hz. Ali'nin bu ayet-i kerimeden haberi yok muydu?)
Rab, abd olmaz, abd, Rab olmaz,

''Sonra ona biçim verdi, ona kendi ruhundan üfledi. Ve sizin için kulaklar, gözler ve gönüller yarattı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.!
(Secde suresi 9)

Bir naçizane tavsiye de benden size. Bu ayet üzerinde biraz düşünce, biraz tefekkür size iyi gelecektir.
 

VOYAGER

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
8 Şubat 2024
Mesajlar
39
Tepkime puanı
3
Hz. Allah, Zatı olarak baş gözü ile görülemez..! Çünkü insan buna muktedir yaratılmamıştır.

Bu, zaten basit mantıkla anlaşılabilir bir durumdur. İnsan, sizin belirttiğiniz şekilde "buna muktedir yaratılmadığı için" değil, bu âlem yaratılmış olduğu için her nereye baş gözü ile bakılırsa bakılsın sadece bu âlemden bir bölüm görülebileceği için veya Hz. Allah, zaten yaratılmamış olduğu için -hâşâ- bu âlemde Onun bir mekân tutmuş olmasından söz etmek abes olacağı için, görülemez. "Gözler Onu ihâta edemez, O, gözleri ihâta eder." (En'am Suresi-103 Âyeti) buna bir delil değil midir?

Yazılarınızda hadis-i kutsî olarak naklettiğiniz ''Bilinmekliğimi murad ettim'' ifadesinin yâni meşhur, Arapça kısaltılmamış şekli ile "Küntü kenzen mahfiyyen fe-ahbebtu en urafe fe halaktül halka li urafe” cümlesinin ki, Türkçesi “Ben gizli bir hazine İdim, Bilinmekliği (Bilinmeyi) Sevdim, Bilineyim diye mahlukatı Yarattım.”dır ve hadis-i şerif olarak naklettiğiniz "Nefsini bilen, Rabbini bilir." cümlesinin yâni Arapça "Men 'arefe nefsehu fe kad 'arefe Rabbehu." cümlesininin hadis ilmiyle uğraşan kişiler tarafından aslında sahih hadis olarak kabul edilmediği hakkında bir açıklamanız var mıdır acaba? Araştırmalarda bu cümlelerin aslında hadis olmadıkları ama, Peygamber Efendimiz (S.A.V.) tarafından sarf edilmemiş olsalar da hikmetli sözler olduğu ifade ediliyor. Siz de bu sözlerin sahih hadis olup olmadıklarını araştırırsanız bu sonucu görürsünüz. Aslında hadis olmadıkları çok uzun süredir belirtilmelerine rağmen onları hadis olarak nakletmek bu durumda doğru olmaz. O halde açıklamalarınızda bu sözleri hadis olarak değil ama hikmetli sözler olarak belirtip kullanmak daha doğru olmaz mı? Öyle yapacak olursanız açıklamalarınızın değeri ve doğruluğu azalacak veya kaybolacak değildir.

Secde Suresi-9. Âyetini hatırlattığınız için teşekkürler. Elbette tefekkür etmeye gayret etmekteyiz idrâkimiz ölçüsünde. İnsanın aslının yâni Hz. Allah'ın muhatap aldığı varlığın, insanın ruhu olduğunu anlamaktayız. İnsan ruhu ile insan vücudunun aynı varlık olmadığını da anlamaktayız. Ama insan ruhunun, kendi varlığının nasıl yaratıldığını ve yaratılmış olduğu ilahî cevherin ne olduğunu ise idrâk edemeyeceğini çünkü bunları sadece Hz. Allah'ın bilebileceğini de anlamaktayız. Bidiğimiz kesin olan tek şey, ilahî bir Emr-i vâki ile bu âlemde bizlere geçici bir hayat verildiğidir.
 

Rhodium

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
6 Eylül 2023
Mesajlar
38
Tepkime puanı
14
Her Evliya şeyhtir amma, her şeyh Evliya değildir. Evliyalar içerisinde Pirlik makamı verilenler de vardır ve bunlar dergahların sahibi kılınmışlardır. Tıpkı, Museviliğin, Musa a.s, İseviliğin, İsa a.s, Muhammediliğin, Hz. Muhammed Mustafa s.t.a.v efendilerimizin isimleri ile anıldığı gibi,

Pir Efendilerimize de, Abdulkadir Geylani, Kadiri,
Seyid Ahmed-er Rufai, Rufailik,
Seyid Ahmed-el Bedevi, Bedevilik,
Şah-ı Nakşibendi, Nakşilik,
Hacı Bayram-ı Veli, Bayrami,
Mevlana Celaleddin-i Rumi, Mevleviliğin verildiği gibi.. Bu dergahlar Piran hazeratının isimleri ile anılırlar.

Pir efendilerimize de ''İlmi ledün'' bahşedilmiştir. ve bir çok kıssaları bu ilimi içerir.

Hz. Musa ile Evliyaullahı mukayese eden şahsınızdır biz değiliz...

Aklın sıra dalga geçiyorsun. Bunlara kitap indirilmiş mi, hadisleri var mı.?

Hz. Allah Kuran 'da, yalnızca Peygamber değil, Elçi, Uyarıcı, Resul, Veli, Evliya, Mürşit ifadelerini de kullanmıştır. Sanki bunları anlamış ve çözmüş gibi, Evliya 'ya taktın, öyle mi.?

Kuran okumuyor musun.? Evliya kelimesi içeren her bir ayet, bahsini ettiğim konunun ta kendisi..
İslam'da "evliyalık" (velayet) kavramı halk arasında sıkça kullanılan, bazı kişilere olağanüstü manevi yetenekler atfeden bir anlayış olarak bilinir. Ancak İslam'ın temel kaynaklarına, yani Kur'an ve sahih hadisler ışığında baktığımızda, bu tür bir "evliyalık" anlayışına dair kesin bir hüküm olmadığını görmekteyiz.

1. Kur'an ve Evliyalık:

Kur'an-ı Kerim’de “veli” kelimesi, Allah’a yakın olan, O’nun dostu anlamında kullanılır. Ancak bu, belirli kişilere veya zümrelere olağanüstü güçler ya da farklı manevi yetkiler verilmesi anlamına gelmez. Örneğin, şu ayetlerde Allah dostları (evliyaullah) şöyle tanımlanır:

"Haberiniz olsun ki Allah’ın dostlarına korku yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir." (Yunus, 62-63)

Bu ayette, Allah’ın dostları olarak bahsedilen kişilerin kimler olduğu hemen sonraki ayette açıkça belirtilmiştir: "Onlar, iman edip takvaya ermiş olanlardır." Yani evliya, Allah’ın emir ve yasaklarına uyan, O’na karşı derin bir saygı duyan, samimi müminlerdir. Bu, her Müslümanın ulaşabileceği bir konumdur, herhangi bir şahsa özel bir manevi makam ya da olağanüstü yetki verilmesi anlamına gelmez.

2. Peygamberlik ve Evliyalık Ayrımı:

İslam inancına göre, peygamberlik (nübüvvet) makamı sona ermiştir. Peygamberlerin, Allah tarafından seçilmiş ve insanlara doğru yolu göstermekle görevli olduğu belirtilmiştir. Bu görevin bitmesiyle birlikte, insanlara Allah’tan vahiy alan veya olağanüstü yetkilere sahip yeni bir dini otoritenin gelmeyeceği netleşmiştir. Evliyalık, peygamberlikle karıştırılmaması gereken bir durumdur. Zira İslam'da sadece peygamberler mucize gösterebilir ve Allah’ın doğrudan mesajını insanlara iletebilir. Bu durum da peygamberlikle sınırlıdır.

3. İslam’da Şirk Tehlikesi:

İslam'da en büyük günahlardan biri şirktir, yani Allah’a ortak koşmaktır. İnsanlara olağanüstü güçler atfetmek veya onları Allah ile insanlar arasında bir aracı olarak görmek, şirk tehlikesi yaratabilir. Kur'an'da ve sahih hadislerde bu konuda sıkça uyarılar yapılmış ve insanların doğrudan Allah’a yönelmeleri gerektiği vurgulanmıştır. Her Müslüman, Allah’a karşı sorumludur ve arada bir aracının olmasına gerek yoktur:

"Allah şüphesiz ki göklerin ve yerin nûrudur." (Nur, 35)

Bu ayet, Allah’ın her yerde ve her şeyin kaynağı olduğunu vurgular. Dolayısıyla Allah’a yakınlık, belirli kişilere atfedilen manevi güçlerle değil, her Müslümanın bireysel olarak Allah’a yakınlaşmasıyla gerçekleşir.

4. İslam’daki Manevi Yücelik:

İslam’da bir kimsenin yüceliği, ancak Allah’a olan bağlılığı, samimiyeti ve takvasıyla ölçülür. Hiçbir insan, diğerlerinden manevi olarak üstün ya da olağanüstü bir statüde değildir. Bu nedenle İslam’da evliyalık makamı gibi insanları yüceltme eğiliminde olan anlayışlar, İslam'ın özüne ters düşebilir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de vefatına yakın bir dönemde şu uyarıda bulunmuştur:

"Benden sonra putperestliğe ve sapıklığa dönmeyin. Ben sadece bir beşerim." (Buhari, Ebu Hureyre’den nakil).

Bu hadis de göstermektedir ki İslam'da aşırı yüceltme ve şahısları ilahlaştırma, kesinlikle reddedilir.

Sonuç:

İslam’da evliyalık, bazı kişilere olağanüstü yetkiler atfedilen bir makam olarak değil, Allah’a iman eden ve O’nun emirlerine uyan her müminin ulaşabileceği bir maneviyat düzeyi olarak anlaşılmalıdır. Kur'an ve hadisler, Allah’tan başkasına olağanüstü yetkiler atfetmeyi ya da aracılar kullanmayı reddeder. Dolayısıyla, İslam'da evliyalığın olmadığı ve her Müslümanın doğrudan Allah’a yönelmesi gerektiği inancı daha tutarlı ve İslam’ın temel prensipleriyle uyumludur.
 

Rhodium

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
6 Eylül 2023
Mesajlar
38
Tepkime puanı
14
...

Söylemez olur muyum, elbette söylerim. Hz. Allah c.c, nin, ''ZATİ'' sıfatları, Zatına mahsustur. Bu yüzden düşünülmesinin sakıncalı olduğunu ifade ettim. Subuti ve fiili sıfatlarını dilediğiniz kadar düşünebilirsiniz. Dilediğiniz kadar, (şayet becere bilirseniz) subuti ve fiili sıfatları üzerine tefekkür edebilirsiniz. Fani evsaf ile, Baki olan düşünülemez...!

Şöyle bir deyim vardır; Sen bir garip çingenesin, neylersin gümüş zurnayı.? Yaratanımıza karşı haddimizi bilelim ve çizmeden yukarı çıkmayalım..

Şöyle örnek vereyim; Beni tanımıyorsunuz. Ne cinsiyetimden haberdarsınız, ne rengimden, ne boy ve kilomdan, ne yaşımdan, ne de memleketimden haberiniz var.! Şimdi size desem ki, beni tarif edin..! Tarifiniz, ancak satırlarınızda hakkımda yazdıklarınız kadar ve ''zan'' dolu ifadelerden ibaret olur. Hakikati yansıtmaz.

Şahidi olmadığınız, Hz. Allah 'ın ''ZATİ'' sıfatları üzerinde nasıl düşünebilir, nasıl tefekkür edebilirsiniz.? Size serbest.
Öncelikle İslam'da tefekkür, insanları yaratıcılarına daha da yakınlaştıran önemli bir ibadet olarak kabul edilir. Kur'an, insanlara hem Allah’ın fiilleri hem de sıfatları üzerine düşünmelerini, varlık âlemindeki deliller aracılığıyla O’nun büyüklüğünü anlamaya çalışmalarını öğütler.

1. Kur'an'da Tefekkürün Önemi:

Kur'an'da Allah’ın zatî ve subuti sıfatları üzerinde düşünmekten yasaklayıcı bir ayet bulunmamaktadır. Aksine, Kur'an'da birçok ayet Allah’ın sıfatlarını ve yaratılışındaki hikmeti anlamaya çağırır:

"Onlar ayakta dururken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve derler ki): 'Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın; Sen yücesin, bizi ateş azabından koru!'" (Âl-i İmrân, 191)

Bu ayet, Allah’ın yaratılışındaki hikmetleri ve O’nun sıfatlarını düşünmeye yönelik güçlü bir teşviktir. Allah’ın zatını anlamanın insan kapasitesini aşan bir konu olduğu doğru olabilir, ancak Kur'an insanı O’nun varlığını ve sıfatlarını düşünmeye davet eder.

2. Allah’ın Zatî Sıfatları Üzerinde Düşünmek:

Allah’ın zatî sıfatları, O’nun zatına mahsus olan, hiçbir yaratılmışta bulunmayan ve insana anlatılması zor olan sıfatlardır. Ancak, bu sıfatlar üzerinde düşünmenin tamamen yasak olduğuna dair bir delil yoktur. Zira İslam'da Allah’a olan sevgi ve O’nu daha iyi tanıma isteği, Müslümanların ibadet hayatında önemli bir yer tutar. İnsanlar, Allah’ın sıfatları üzerinde düşünerek O’nun yüceliğini daha iyi kavrayabilirler. Nitekim İmam Gazali gibi birçok büyük İslam âlimi, Allah’ın sıfatlarını düşünmenin insanı O’na daha da yakınlaştıracağını belirtmiştir.

Şüphesiz ki, Allah’ın zatı kavranamaz; ancak bu, O’nun zatî sıfatları üzerinde tefekkür etmeyi ve bu sıfatların insan aklını aşan büyüklüğünü anlamaya çalışmayı engellemez. Kur'an ve hadisler, insanlara Allah’ın kudreti, rahmeti, hikmeti gibi sıfatlarını düşünmeyi ve bu tefekkür yoluyla imanlarını güçlendirmeyi teşvik eder.

3. Allah’ı Düşünmek Kur'an’da Yasak Değildir:

Allah’ın zatî sıfatları üzerinde tefekkür etmekle ilgili herhangi bir yasaklama bulunmamakla birlikte, Allah’ı düşünmenin yasak olduğunu söylemek, Kur'an’ın ruhuna aykırıdır. Allah’ın kudreti, hikmeti, rahmeti, her şeyi kuşatıcı ilmi gibi sıfatlar, Müslümanların sürekli olarak tefekkür etmeleri gereken konulardır. Kur'an’da insanın Allah’ın varlığına ve sıfatlarına delalet eden ayetler ve kainat üzerinde düşünmeye teşvik edilmesi bunun açık bir delilidir:

"Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara fayda veren şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökten su indirip onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde, yeryüzünde her türlü canlıyı yaymasında, rüzgarları ve gökle yer arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde aklını kullanan bir toplum için deliller vardır." (Bakara, 164)

Bu ayet, Allah’ın yaratılışındaki delillerin, O’nun kudretini ve hikmetini anlamak için tefekkür edilmesi gerektiğini vurgular. Allah’ın sıfatları ve yaratışı hakkında düşünmek, insanı O’na yaklaştıran bir ibadet olarak görülmektedir.

4. Zan ile Bilgi Arasındaki Fark:

Diğer yandan, Allah’ın sıfatları üzerinde düşünmek ile zan ile hüküm vermek arasında bir fark vardır. Elbette, insanın sınırlı aklıyla Allah’ın zatını tam anlamıyla kavraması mümkün değildir. Ancak bu durum, Allah’ın sıfatları üzerine düşünmeyi yasaklamaz. Zan, yani kesin bilgiye dayanmadan hüküm vermek, İslam’da sakıncalı olabilir, ancak tefekkür ile zan birbirinden ayrıdır. Allah’ın varlığı ve sıfatları üzerine düşünmek, İslam düşünce tarihinde derin bir yer tutmuştur. İslam âlimleri, Allah’ın sıfatlarını anlamaya çalışmış ve bu konularda birçok eser vermişlerdir.

Sonuç:

Sonuç olarak, Allah’ın zatî sıfatları üzerine düşünmenin yasak olduğuna dair bir delil yoktur. Aksine, Kur'an insanları Allah’ın sıfatları ve yaratılışı üzerine tefekkür etmeye teşvik eder. Allah’ın zatı elbette tam anlamıyla kavranamaz, ancak bu, O’nun sıfatları ve kudreti üzerinde derin düşünmeye engel değildir. Bu tefekkür, insanı Allah’a daha da yakınlaştıran, imanını güçlendiren bir ibadet olarak değerlendirilebilir.
 

omer_ömer

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
86
Tepkime puanı
4
Öncelikle İslam'da tefekkür, insanları yaratıcılarına daha da yakınlaştıran önemli bir ibadet olarak kabul edilir. Kur'an, insanlara hem Allah’ın fiilleri hem de sıfatları üzerine düşünmelerini, varlık âlemindeki deliller aracılığıyla O’nun büyüklüğünü anlamaya çalışmalarını öğütler.

1. Kur'an'da Tefekkürün Önemi:

Kur'an'da Allah’ın zatî ve subuti sıfatları üzerinde düşünmekten yasaklayıcı bir ayet bulunmamaktadır. Aksine, Kur'an'da birçok ayet Allah’ın sıfatlarını ve yaratılışındaki hikmeti anlamaya çağırır:

"Onlar ayakta dururken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve derler ki): 'Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın; Sen yücesin, bizi ateş azabından koru!'" (Âl-i İmrân, 191)

Bu ayet, Allah’ın yaratılışındaki hikmetleri ve O’nun sıfatlarını düşünmeye yönelik güçlü bir teşviktir. Allah’ın zatını anlamanın insan kapasitesini aşan bir konu olduğu doğru olabilir, ancak Kur'an insanı O’nun varlığını ve sıfatlarını düşünmeye davet eder.

2. Allah’ın Zatî Sıfatları Üzerinde Düşünmek:

Allah’ın zatî sıfatları, O’nun zatına mahsus olan, hiçbir yaratılmışta bulunmayan ve insana anlatılması zor olan sıfatlardır. Ancak, bu sıfatlar üzerinde düşünmenin tamamen yasak olduğuna dair bir delil yoktur. Zira İslam'da Allah’a olan sevgi ve O’nu daha iyi tanıma isteği, Müslümanların ibadet hayatında önemli bir yer tutar. İnsanlar, Allah’ın sıfatları üzerinde düşünerek O’nun yüceliğini daha iyi kavrayabilirler. Nitekim İmam Gazali gibi birçok büyük İslam âlimi, Allah’ın sıfatlarını düşünmenin insanı O’na daha da yakınlaştıracağını belirtmiştir.

Şüphesiz ki, Allah’ın zatı kavranamaz; ancak bu, O’nun zatî sıfatları üzerinde tefekkür etmeyi ve bu sıfatların insan aklını aşan büyüklüğünü anlamaya çalışmayı engellemez. Kur'an ve hadisler, insanlara Allah’ın kudreti, rahmeti, hikmeti gibi sıfatlarını düşünmeyi ve bu tefekkür yoluyla imanlarını güçlendirmeyi teşvik eder.

3. Allah’ı Düşünmek Kur'an’da Yasak Değildir:

Allah’ın zatî sıfatları üzerinde tefekkür etmekle ilgili herhangi bir yasaklama bulunmamakla birlikte, Allah’ı düşünmenin yasak olduğunu söylemek, Kur'an’ın ruhuna aykırıdır. Allah’ın kudreti, hikmeti, rahmeti, her şeyi kuşatıcı ilmi gibi sıfatlar, Müslümanların sürekli olarak tefekkür etmeleri gereken konulardır. Kur'an’da insanın Allah’ın varlığına ve sıfatlarına delalet eden ayetler ve kainat üzerinde düşünmeye teşvik edilmesi bunun açık bir delilidir:

"Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara fayda veren şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökten su indirip onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde, yeryüzünde her türlü canlıyı yaymasında, rüzgarları ve gökle yer arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde aklını kullanan bir toplum için deliller vardır." (Bakara, 164)

Bu ayet, Allah’ın yaratılışındaki delillerin, O’nun kudretini ve hikmetini anlamak için tefekkür edilmesi gerektiğini vurgular. Allah’ın sıfatları ve yaratışı hakkında düşünmek, insanı O’na yaklaştıran bir ibadet olarak görülmektedir.

4. Zan ile Bilgi Arasındaki Fark:

Diğer yandan, Allah’ın sıfatları üzerinde düşünmek ile zan ile hüküm vermek arasında bir fark vardır. Elbette, insanın sınırlı aklıyla Allah’ın zatını tam anlamıyla kavraması mümkün değildir. Ancak bu durum, Allah’ın sıfatları üzerine düşünmeyi yasaklamaz. Zan, yani kesin bilgiye dayanmadan hüküm vermek, İslam’da sakıncalı olabilir, ancak tefekkür ile zan birbirinden ayrıdır. Allah’ın varlığı ve sıfatları üzerine düşünmek, İslam düşünce tarihinde derin bir yer tutmuştur. İslam âlimleri, Allah’ın sıfatlarını anlamaya çalışmış ve bu konularda birçok eser vermişlerdir.

Sonuç:

Sonuç olarak, Allah’ın zatî sıfatları üzerine düşünmenin yasak olduğuna dair bir delil yoktur. Aksine, Kur'an insanları Allah’ın sıfatları ve yaratılışı üzerine tefekkür etmeye teşvik eder. Allah’ın zatı elbette tam anlamıyla kavranamaz, ancak bu, O’nun sıfatları ve kudreti üzerinde derin düşünmeye engel değildir. Bu tefekkür, insanı Allah’a daha da yakınlaştıran, imanını güçlendiren bir ibadet olarak değerlendirilebilir.
Öncelikle şu hadisi nakletmeliyim ;

''Allah’ın yaratıklarını düşünün, Allah’ın zatını düşünmeyin, çünkü siz onun büyüklüğünü takdir edemezsiniz''.

Dedik ya, sen bir garip çingenesin, neylersin gümüş zurnayı.? Başka bir deyim de şöyledir ;

''İdark'i meal bu akla gerekmez, zira bu kantar, bu kadar sıkleti çekmez''..!

Şayet Allah 'ı gerçek manada bilmiş olsan, bu taraklarda bezin olmazdı. Şayet nefsini bilmiş, tanımış olsan, ''ol deyip olduran'' Hz. Allah 'ın Zatı hakkında, zanda bulunma gibi bir düşünceye saplanmazdın.

Arkadaşım, henüz kendisinden bihaber olan, nefsini dahi tanıyamamış, aklı her şeyden üstün gören bir şahsiyetin, Hz. Allah 'ı Zati sıfatları üzerinden düşüne bileceğini mi zann ediyorsun.? Hele bir fiili ve subuti sıfatlarını anla, çöz de, sonrasında Zati sıfatlarına bakmaya sıra gelsin.

Hangi kul, yoktan var edilmiş, kural ve kaidelere uymak mecburiyetinde bırakılmış, kaide ve kural koyan, yoktan var eden, her bir zerre üzerindeki tek tasarrufat sahibi olan Hz. Allah 'ın, Zati sıfatlarına hangi cüret ve cesareti ile akıl erdirmeye çabalar.?

Hz. Allah 'ı, fiili ve subuti sıfatları üzerinden düşünmeye başladıkça, Zati sıfatları bu sıfatlarından beri değil ve kullarına bahşettiği kadarı ile zaten anlaşılacaktır. Fiili ve subuti sıfatlarını idrak ettiğinde, zaten Zati sıfatları üzerinde düşünmeye, tefekkür etmeye cesaret gösteremeyeceksin.

Birilerinden aldığın notları paylaşıyorsun, paylaşımın, kendine ait değil. Bilmediğin, şahidi olmadığın bir Yaratıcının, Zati sıfatları hakkında nasıl tefekkür etmeyi düşünüyorsun.? Şahidi olmadığın Yaratıcının, sana nefyettiğinden haberdar mısın.?

''Sonra ona biçim verdi, ona kendi ruhundan üfledi. Ve sizin için kulaklar, gözler ve gönüller yarattı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.!
(Secde suresi 9)

Sorgulamak anlamına değil, ancak, yukarıdaki ayet hakkında ne kadar bilgi sahibisin.? Hz. Allah 'ı, fiili ve subuti sıfatları ile ne kadar biliyorsun.?
 

omer_ömer

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
86
Tepkime puanı
4
Bu, zaten basit mantıkla anlaşılabilir bir durumdur. İnsan, sizin belirttiğiniz şekilde "buna muktedir yaratılmadığı için" değil, bu âlem yaratılmış olduğu için her nereye baş gözü ile bakılırsa bakılsın sadece bu âlemden bir bölüm görülebileceği için veya Hz. Allah, zaten yaratılmamış olduğu için -hâşâ- bu âlemde Onun bir mekân tutmuş olmasından söz etmek abes olacağı için, görülemez. "Gözler Onu ihâta edemez, O, gözleri ihâta eder." (En'am Suresi-103 Âyeti) buna bir delil değil midir?
Tanrı kelimesini kullandığımda, Allah 'ı ifade etmek istediğim net bir şekilde anlaşılacaktır. Siz de ifademden, ne demek istediğimi gayet iyi anlamışsınız. Fazlaca teferruata girip bulamaç etmektense, kısa ve öz ifadeler kullanmaya gayret ediyorum.

Hz. Allah insanoğluna ne vermiş ise, verilmiş olanı yerli yerinde kullanabilmek, kulların iradesine bırakılmıştır. İnsana verilmiş olan bütün hasletler, sınırlıdır, ölçülüdür, taktir edildiği kadardır. Yani özünde Hz. Allah 'ı baş gözü ile görmek, insanoğluna verilmemiştir. Şayet Yaratanı görme yetkisi insanlığa verilmiş olsa idi, şu anki tartışma konusu mevzubahis olmazdı..
Yazılarınızda hadis-i kutsî olarak naklettiğiniz ''Bilinmekliğimi murad ettim'' ifadesinin yâni meşhur, Arapça kısaltılmamış şekli ile "Küntü kenzen mahfiyyen fe-ahbebtu en urafe fe halaktül halka li urafe” cümlesinin ki, Türkçesi “Ben gizli bir hazine İdim, Bilinmekliği (Bilinmeyi) Sevdim, Bilineyim diye mahlukatı Yarattım.”dır ve hadis-i şerif olarak naklettiğiniz "Nefsini bilen, Rabbini bilir." cümlesinin yâni Arapça "Men 'arefe nefsehu fe kad 'arefe Rabbehu." cümlesininin hadis ilmiyle uğraşan kişiler tarafından aslında sahih hadis olarak kabul edilmediği hakkında bir açıklamanız var mıdır acaba? Araştırmalarda bu cümlelerin aslında hadis olmadıkları ama, Peygamber Efendimiz (S.A.V.) tarafından sarf edilmemiş olsalar da hikmetli sözler olduğu ifade ediliyor. Siz de bu sözlerin sahih hadis olup olmadıklarını araştırırsanız bu sonucu görürsünüz. Aslında hadis olmadıkları çok uzun süredir belirtilmelerine rağmen onları hadis olarak nakletmek bu durumda doğru olmaz. O halde açıklamalarınızda bu sözleri hadis olarak değil ama hikmetli sözler olarak belirtip kullanmak daha doğru olmaz mı? Öyle yapacak olursanız açıklamalarınızın değeri ve doğruluğu azalacak veya kaybolacak değildir.
Dedim ya, teferruatlarla uğraşmak bana uygun değil. Kısa ve net..

Bir zat, ilmi olarak Allah 'ı anlatmaya çalışıyormuş da, bektaşi (Hacı Bektaş Veli hazretleri değil) de orada anlatılanları dinlemekteymiş. Adam ;

-Allah yukarıda değil, aşağıda değil, sağda değil, solda değil diye ifadeler kullanırken, bektaşi dayanamamış ve ;

-Yok de de kurtul..! demiş.

Bizimki de bu türde olmasın. Siz benim neyi ifade ettiğimi anladığınız gibi, diğer okuyan kardeşlerimizin de anlayacağını ümit ediyorum. Teferruat, İslam için uygun değil, ifadeniz benim için yerinde olsa da.. Çünkü Hz. Allah 'ı bilmek için, ille de Arapça bilmek şart değildir. Ama tavsiyenizi (hikmetli sözler olarak) dikkate almaya çalışırım.
Secde Suresi-9. Âyetini hatırlattığınız için teşekkürler. Elbette tefekkür etmeye gayret etmekteyiz idrâkimiz ölçüsünde. İnsanın aslının yâni Hz. Allah'ın muhatap aldığı varlığın, insanın ruhu olduğunu anlamaktayız. İnsan ruhu ile insan vücudunun aynı varlık olmadığını da anlamaktayız. Ama insan ruhunun, kendi varlığının nasıl yaratıldığını ve yaratılmış olduğu ilahî cevherin ne olduğunu ise idrâk edemeyeceğini çünkü bunları sadece Hz. Allah'ın bilebileceğini de anlamaktayız. Bildiğimiz kesin olan tek şey, ilahî bir Emr-i vâki ile bu âlemde bizlere geçici bir hayat verildiğidir.
İşte tam da bu manada, ''fani evsaf ile baki olan düşünülemez'' ifadesi yerli yerincedir.

O, göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Bir şeyi yaratmak istedi mi, ona sadece "ol" der, o da hemen oluverir.
(Bakara suresi 117)

Bunu anlamaya, kavramaya muktedir bir varlık yaratılmamıştır, vesselam..
 

omer_ömer

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
86
Tepkime puanı
4
1. Kur'an'da Tefekkürün Önemi:

Kur'an'da Allah’ın zatî ve subuti sıfatları üzerinde düşünmekten yasaklayıcı bir ayet bulunmamaktadır. Aksine, Kur'an'da birçok ayet Allah’ın sıfatlarını ve yaratılışındaki hikmeti anlamaya çağırır.
Vücud : Var olmasıdır.

Kıdem : Evveli olmamaktır.

Beka : Sonu olmamaktır.

Vahdaniyet : Tek olmasıdır.

Muhalefetün-lil havadis : Yarattıklarından hiçbir şeye benzememesidir.

Kıyam bi-nefsihi: Mekana ihtiyacı yoktur. Zaman ve mekandan münezzehtir.

Rhodium, şimdi soruyorum size ;

Vücudu olan, lakin görülemeyen, evveli ve sonu olmayan, tek olan, yarattığı hiç bir şeye benzemeyen, zaman ve mekandan münezzeh olan, ol deyince olduran bir Yaratıcıyı, nasıl tefekkür etmeyi düşünüyorsun..? Ya da, Zati sıfatları üzerinden nasıl anlayabileceğini zannediyorsun.?

Buyrun ve anlatın ki, bizler de sizin hikmetli ifadelerinizden istifade edelim.. Fiili ve subuti sıfatlarını anlamadan, insanoğluna bahşettiği bilmeyi idrak edemeden, Zatına ait olan, Zati sıfatından ne şekilde istifade edebilirsiniz.?
 

Rhodium

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
6 Eylül 2023
Mesajlar
38
Tepkime puanı
14
Öncelikle şu hadisi nakletmeliyim ;

''Allah’ın yaratıklarını düşünün, Allah’ın zatını düşünmeyin, çünkü siz onun büyüklüğünü takdir edemezsiniz''.

Dedik ya, sen bir garip çingenesin, neylersin gümüş zurnayı.? Başka bir deyim de şöyledir ;

''İdark'i meal bu akla gerekmez, zira bu kantar, bu kadar sıkleti çekmez''..!

Şayet Allah 'ı gerçek manada bilmiş olsan, bu taraklarda bezin olmazdı. Şayet nefsini bilmiş, tanımış olsan, ''ol deyip olduran'' Hz. Allah 'ın Zatı hakkında, zanda bulunma gibi bir düşünceye saplanmazdın.

Arkadaşım, henüz kendisinden bihaber olan, nefsini dahi tanıyamamış, aklı her şeyden üstün gören bir şahsiyetin, Hz. Allah 'ı Zati sıfatları üzerinden düşüne bileceğini mi zann ediyorsun.? Hele bir fiili ve subuti sıfatlarını anla, çöz de, sonrasında Zati sıfatlarına bakmaya sıra gelsin.

Hangi kul, yoktan var edilmiş, kural ve kaidelere uymak mecburiyetinde bırakılmış, kaide ve kural koyan, yoktan var eden, her bir zerre üzerindeki tek tasarrufat sahibi olan Hz. Allah 'ın, Zati sıfatlarına hangi cüret ve cesareti ile akıl erdirmeye çabalar.?

Hz. Allah 'ı, fiili ve subuti sıfatları üzerinden düşünmeye başladıkça, Zati sıfatları bu sıfatlarından beri değil ve kullarına bahşettiği kadarı ile zaten anlaşılacaktır. Fiili ve subuti sıfatlarını idrak ettiğinde, zaten Zati sıfatları üzerinde düşünmeye, tefekkür etmeye cesaret gösteremeyeceksin.

Birilerinden aldığın notları paylaşıyorsun, paylaşımın, kendine ait değil. Bilmediğin, şahidi olmadığın bir Yaratıcının, Zati sıfatları hakkında nasıl tefekkür etmeyi düşünüyorsun.? Şahidi olmadığın Yaratıcının, sana nefyettiğinden haberdar mısın.?

''Sonra ona biçim verdi, ona kendi ruhundan üfledi. Ve sizin için kulaklar, gözler ve gönüller yarattı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.!
(Secde suresi 9)

Sorgulamak anlamına değil, ancak, yukarıdaki ayet hakkında ne kadar bilgi sahibisin.? Hz. Allah 'ı, fiili ve subuti sıfatları ile ne kadar biliyorsun.?
Allah’ın zatî sıfatları üzerine düşünme konusunda farklı görüşlerin olabileceğini kabul etmek gerekiyor. Hadisler ve ayetler çerçevesinde, İslam alimleri bu konuda çeşitli yorumlar yapmışlardır. Ancak, hem sizin hem de Kur’an’ın vurguladığı gibi, Allah’ın zatını tam manasıyla kavrayamayacağımız açıktır.

Bahsettiğiniz hadis, Allah’ın zatı üzerine değil, yaratılışındaki deliller ve sıfatları üzerine tefekkür etmeyi önerir. Allah’ın fiili ve subuti sıfatları üzerinde düşünmek, imanımızı derinleştirir ve O’nun büyüklüğünü anlamamıza yardımcı olur. Tefekkür, Allah’a daha da yaklaşmamızı sağlayan önemli bir ibadettir ve Kur’an’da sıkça teşvik edilmiştir.

Ancak, Allah’ın zatı üzerinde tefekkür etmeyi yasaklayan hadis de doğrudur. Bunun nedeni, insan aklının ve idrakinin Allah’ın zatını kavrayacak kapasitede olmamasıdır. Bu, Allah’ın büyüklüğünü ve sınırsızlığını gösteren bir durumdur. Zati sıfatları üzerine düşünmek yerine, Allah’ın yaratılışı, fiili sıfatları ve insan üzerindeki tecellileri hakkında derin düşünmek, insanı Allah’a daha da yaklaştırır.

Sonuç olarak, Kur’an’da Allah’ın sıfatları ve yaratılışı üzerine düşünmeye teşvik edilmemiz, Allah’ı anlamak için aklımızı ve kalbimizi kullanmamız gerektiğini gösterir. Ancak bu, Allah’ın zatını anlama girişiminde bulunmaktan farklıdır. Bu iki kavramı ayırdığımızda, tefekkürün amacı da daha net anlaşılacaktır.

Allah’ın zatî sıfatları üzerinde tefekkür konusu, İslam’ın temel kaynakları olan Kur'an ve hadisler çerçevesinde ele alınmalıdır. Kur'an’da ve hadislerde Allah’ın zatını anlamaya çalışmak yerine, O’nun yaratışı ve fiili sıfatları üzerinde düşünmek teşvik edilmiştir. Bu nedenle, Allah’ın zatını kavramaya çalışmanın, insan kapasitesini aşan bir mesele olduğunu kabul etmek gerekir.

Hadis-i şerifte açıkça belirtildiği gibi: "Allah’ın yaratıkları üzerinde düşünün, Allah’ın zatı üzerinde düşünmeyin." Bu, Allah’ın zatını tam olarak idrak edemeyeceğimizi, ancak O’nun fiili ve subuti sıfatlarıyla yüceliğini anlayabileceğimizi gösterir. İnsan, yaratılmış bir varlık olarak sınırlıdır ve Allah’ın sınırsız zatı üzerinde düşünmeye kalkışmak, doğru bir yaklaşım değildir. Allah’ın zati sıfatları, aklımızın kavrayabileceği bir alan değildir; çünkü bu sıfatlar, O’nun mutlaklığını ve aşkınlığını ifade eder.

Bununla birlikte, Kur'an'da birçok ayet, insanları Allah’ın yaratılışı ve kudreti üzerinde düşünmeye davet eder. Bu, Allah’ın yüceliğini anlamaya çalışmakla ilgilidir. Örneğin, Âl-i İmrân 191. ayet, göklerin ve yerin yaratılışı üzerine düşünmeyi teşvik eder. Bu, Allah’ın büyüklüğünü ve gücünü anlamamız için bir yol sunar.

Ancak Allah’ın zatî sıfatları, yani O’nun ezelî ve ebedî varlığı, mekândan ve zamandan münezzeh olması gibi konular üzerinde derin tefekküre girmeye çalışmak, insan aklının sınırlarını aşar. Kur'an ve hadisler, bu konuda bizi uyarır ve fiili sıfatları üzerinden Allah’ı tanımamızı öğütler. Zira bu sıfatlar, Allah’ın yarattıkları üzerinden bize daha anlaşılır ve idrak edilebilir bir yol sunar.

Sonuç olarak, Allah’ın zatını tam anlamıyla kavramak imkânsızdır. Ancak, Allah’ın fiili ve subuti sıfatları üzerinden O’nu tanımaya çalışmak, tefekkür yoluyla imanımızı derinleştirmek mümkün ve teşvik edilen bir ibadettir. Zati sıfatlar üzerine tefekkür etmeye çalışmak yerine, Allah’ın bizlere açıkça gösterdiği deliller ve yaratılışı üzerinde düşünmek daha doğru bir yaklaşımdır.

Görüşlerimde bir tutarsızlık gibi görünse de, durumu netleştirmek adına şunu belirtmek istiyorum: Allah’ın zati sıfatları üzerine düşünme meselesi iki farklı açıdan ele alınabilir.

1. Zati Sıfatlar Üzerine Tefekkür: Zati sıfatlar, Allah’ın varlığına dair sıfatlardır ve bu sıfatlar hakkında düşünmenin bir yönü, Allah’ın mutlaklığını ve sınırsızlığını anlamaya çalışmak olabilir. Allah’ın zati sıfatları, O’nun ezeli ve ebedi varlığı, mekândan ve zamandan münezzeh olması gibi temel unsurlardır. İnsanlar bu sıfatları düşünerek Allah’ın ne kadar aşkın, yüce ve her şeyin ötesinde olduğunu anlayabilirler.


2. Allah’ın Zatını Kavrama Girişimi: Allah’ın zatını tam anlamıyla kavramak, O’nu tümüyle anlamaya çalışmak İslam’da uyarılmış bir husustur. Bu, hadiste de geçtiği gibi, Allah’ın zatını anlama çabası değil, O’nun yarattıkları ve fiili sıfatları üzerinde düşünmeye teşvik anlamına gelir. Çünkü Allah’ın zatı, insan aklının kavrayamayacağı kadar büyüktür ve mutlak anlamda anlaşılması mümkün değildir.



Bu iki bakış açısını ayırmamız önemlidir. Daha önceki ifadelerimde, Allah’ın zati sıfatları üzerine düşünerek O’nun aşkınlığını ve büyüklüğünü kavrama çabasından bahsetmiştim. Ancak, O’nun zatını tam anlamıyla kavrayamayacağımız gerçeği, bu düşünmenin sınırlarını belirler. Yani zati sıfatlar üzerine düşünmek, insanın Allah’a dair bir anlayışa ulaşması için bir yol olabilir, ancak Allah’ın zatını tam manasıyla kavramak mümkün değildir.

Özetle, Allah’ın zatî sıfatları üzerine düşünmek, O’nun büyüklüğünü ve aşkınlığını anlamamıza yardımcı olabilir, ancak Allah’ın zatını tümüyle anlamak imkânsızdır ve tehlikeli olabilir. Bu yüzden, sınırlarımızı bilerek tefekkür etmek daha doğru bir yaklaşımdır.
 

Rhodium

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
6 Eylül 2023
Mesajlar
38
Tepkime puanı
14
Vücud : Var olmasıdır.

Kıdem : Evveli olmamaktır.

Beka : Sonu olmamaktır.

Vahdaniyet : Tek olmasıdır.

Muhalefetün-lil havadis : Yarattıklarından hiçbir şeye benzememesidir.

Kıyam bi-nefsihi: Mekana ihtiyacı yoktur. Zaman ve mekandan münezzehtir.

Rhodium, şimdi soruyorum size ;

Vücudu olan, lakin görülemeyen, evveli ve sonu olmayan, tek olan, yarattığı hiç bir şeye benzemeyen, zaman ve mekandan münezzeh olan, ol deyince olduran bir Yaratıcıyı, nasıl tefekkür etmeyi düşünüyorsun..? Ya da, Zati sıfatları üzerinden nasıl anlayabileceğini zannediyorsun.?

Buyrun ve anlatın ki, bizler de sizin hikmetli ifadelerinizden istifade edelim.. Fiili ve subuti sıfatlarını anlamadan, insanoğluna bahşettiği bilmeyi idrak edemeden, Zatına ait olan, Zati sıfatından ne şekilde istifade edebilirsiniz.?
Sorunuz oldukça derin ve İslam düşüncesinde önemli bir konuyu gündeme getiriyor. Bu noktada, zati sıfatlar üzerine tefekkür ve bu sıfatların idraki hakkında açıklığa kavuşturmamız gereken bazı temel noktalar var. Sorunuza doğrudan yanıt vermeden önce, tefekkürün doğasını ve sınırlarını anlamamız gerekiyor.

1. Zati Sıfatlar ve İnsan Aklı

Allah’ın zati sıfatları, O’nun varlığını ve zatını tanımlayan özelliklerdir. Bu sıfatlar, O’nun ezelî, ebedî, zaman ve mekândan bağımsız, tek ve mutlak varlık olduğunu ifade eder. İnsan olarak bu sıfatları kavramamız ise sınırlıdır. Zira insan aklı sınırlı bir kapasiteye sahiptir ve Allah’ın sonsuzluğu, büyüklüğü, aşkınlığı gibi kavramları tam anlamıyla idrak edemez.

Allah’ın zati sıfatları üzerine düşünmek, O’nun varlığı ve yüceliğini kavramaya çalışmak için bir adım olabilir, ancak bu sıfatlar üzerinde tefekkür etmek, O’nun zatını tam olarak anlamak anlamına gelmez. Zati sıfatlar, Allah’ın mutlak varlığını, ezeliyetini ve yaratılmışlardan farklılığını anlamaya bir kapı açsa da, bu sıfatları tam anlamıyla idrak edebilmek insan aklını aşar.

2. Tefekkürün Sınırları

Kur’an’da Allah’ın sıfatları ve yaratılışı üzerinde tefekkür etmeye çağrı vardır. Bu, Allah’ın kudretini, rahmetini, hikmetini ve yaratılışındaki hikmetleri düşünmek içindir. Ancak Allah’ın zatı üzerinde tefekkür etmek, yani O’nun zatını tam anlamıyla anlamaya çalışmak, insan aklının sınırlarını zorlar. Zati sıfatlar, O’nun aşkınlığını ve büyüklüğünü idrak edebilmemiz için bir rehber olabilir, fakat bu tefekkür, tam bir anlayış değil, sınırlı bir idrak sağlar.

Hadiste de belirtildiği gibi, "Allah’ın yaratıklarını düşünün, Allah’ın zatını düşünmeyin," ifadesi bu noktada yol gösterici olabilir. Yani zati sıfatlar üzerine derin düşünmek, O’nun zatını tam anlamaya çalışmakla karıştırılmamalıdır. Zati sıfatlar bize Allah’ın büyüklüğünü, aşkınlığını ve O’na olan saygı ve hayranlığımızı artıracak şekilde düşünmemize vesile olabilir, ancak zatını kavramaya çalışmak doğru değildir.

3. Fiili ve Subuti Sıfatlar Üzerinde Tefekkür

Fiili ve subuti sıfatlar, Allah’ın kainat üzerindeki etkilerini ve yaratılışı aracılığıyla O’nun sıfatlarını anlamamızı sağlar. Bu sıfatlar, Allah’ın gücünü, merhametini, bilgeliğini ve her şey üzerindeki tasarrufunu gösterir. İnsan, bu sıfatlar üzerinden tefekkür ederek, Allah’ın yarattığı her şeyde O’nun kudretini ve hikmetini görebilir.

Zati sıfatlar üzerine düşünmek de bu noktada Allah’ın büyüklüğünü kavramaya bir başlangıç olabilir. Ancak fiili ve subuti sıfatları anlamadan, zati sıfatları tam anlamıyla anlamaya kalkışmak, aklın sınırlarını zorlayabilir. O yüzden, zati sıfatlar üzerinde düşünmek, O’nun zatını tam anlamaya çalışma çabası değil, O’nun yüceliğini anlamaya bir vesile olmalıdır.

4. Sorunuza Cevap

Sorduğunuz soruya dönersek: "Var olan, lakin görülemeyen, evveli ve sonu olmayan, tek olan, yarattığı hiçbir şeye benzemeyen, zaman ve mekândan münezzeh olan, ol deyince olduran bir Yaratıcıyı, nasıl tefekkür etmeyi düşünüyorsun?"

Bu noktada, Allah’ın zati sıfatlarını düşünmek, O’nun büyüklüğünü, aşkınlığını ve yarattıklarından tamamen farklı olduğunu anlamak için bir yoldur. Ancak bu tefekkür, O’nun zatını tam anlamıyla kavramak anlamına gelmez. Zati sıfatlar bize Allah’ın varlığı hakkında bir anlayış kazandırır, ancak bu anlayış sınırlıdır. O’nun büyüklüğü karşısında tefekkür etmek, O’nun kudreti karşısında hayranlık duymamıza vesile olabilir. Ancak zati sıfatları idrak etmek, sınırlı bir idrakle mümkündür.

Sonuç olarak, zati sıfatlar üzerinde tefekkür edebiliriz, ancak bu tefekkürün sınırlarını bilmeliyiz. Allah’ın zatını tam anlamıyla kavramak mümkün değildir, fakat O’nun sıfatları üzerinden O’nu tanımak ve imanımızı derinleştirmek mümkündür. Allah’ın sıfatları, O’nu daha yakından tanımamıza ve imanımızı güçlendirmemize vesile olur. Bu tefekkür, Allah’ın kudretini, rahmetini ve hikmetini anlama yolunda bir adımdır, ancak zatını tam anlamıyla kavramaya çalışmak insanın kapasitesini aşan bir durumdur.
 
Üst Alt