- Katılım
- 23 Nisan 2011
- Mesajlar
- 3,344
- Tepkime puanı
- 25
İbâdete düşkün, çok ibâdet eden kimse. Çoğulu ubbâd, âbidîn ve âbidûn'dir.
Kur'ân'da tekil ve çoğul hâliyle, toplam oniki yerde geçer. Bir âyet-i kerime şöyledir: "Ey Muhammed, Allah'a tevbe
eden, ibâdete düşkün (âbidleri), ona hamdeden, onun, yolunda (dinini yaymak için seyahat eden)... Müminleri müjdele!" (et-Tevbe,9/112). Âbid kelimesi hadis-i şeriflerde de "ibâdete düşkün" anlamını ifâde eder. Ancak hadislerde ilimsiz ibâdet düşkünlüğü ile ahlâkî olgunluğa ulaşmamış bir âbidliğin değerinin olmadığı anlatılır: "Âlim kişinin, (âlim olmayan) âbid üzerine üstünlüğü, ayın yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Ya da benim, sahâbilerimden en aşağı seviyede bulunana üstünlüğüm gibidir." (Ebû Dâvud, İlim, I; Tirmizî, İlim, 19; İbn Mâce, Mukaddime, 39;
İbn Hanbel, V, 196) "Cömerd fakat câhil olan kişi, âbid fakat cimri olan kimseye nazaran Allah nezdinde daha makbûldur. " (Tirmizi, Birr, 40).
Hz. Peygamber ve hulefâ-i râşidin devrinden sonra İslâm devletinin sınırlarının genişleyerek müslümanların büyük bir servete sahip olması, devlet idarecileriyle halkın zenginlerinden bir kısmının dünya malına fazlaca rağbet etmeleri, samimi müslümanların tepkisini doğurdu. Hz. Peygamber ve ashâbının sade ve gösterişsiz, yaşantısına özlem duyan bazı insanlar, dünyaya değer vermeden, halkın arasından uzaklaşarak kendilerini Hakk'a ibâdete verdiler. Halkın büyük bir bölümünün lüks ve refah peşinde koştuğu bir dönemde böyle bir hayatı tercih ederek kendilerini ibâdete verenlere bir ayrıcalık olmak üzere "âbid", "zâhid" * ve "nâsik" gibi adlar verildi. İlk Âbidler diyebileceğimiz bu kişilerin çoğu, ilim ve amelle meşgul kimselerdi. Şu kadar var ki, âbid kelimesi tasavvuf literatüründe pek kullanılmamış ve tasavvuf lügatlerine girmemiştir. Tasavvufta âbid yerine daha çok ârif ve âşık terimleri benimsenmiştir. İlk mutasavvıflardan Bâyezid-i Bistâmî "Abîd hâl ile ibâdet eden, vâsıl-ârif ise içinde bulunduğu hâl ibâdet olan kimsedir" der. (Sülemî, Tabakâtu's-Sûfiyye, Kahire 1986, s. 69). İbnu'l-Cellâ, "Zâhid; övme ve yerme, nazarında eşit olana, âbid; farzları ilk vaktinde kılana, muvahhid; her şeyi Allah'tan bilene denir" diyerek âbid,
zâhid ve muvahhid arasındaki nüansı ifâde etmektedir.
M. Kâmil YILMAZ
Kur'ân'da tekil ve çoğul hâliyle, toplam oniki yerde geçer. Bir âyet-i kerime şöyledir: "Ey Muhammed, Allah'a tevbe
eden, ibâdete düşkün (âbidleri), ona hamdeden, onun, yolunda (dinini yaymak için seyahat eden)... Müminleri müjdele!" (et-Tevbe,9/112). Âbid kelimesi hadis-i şeriflerde de "ibâdete düşkün" anlamını ifâde eder. Ancak hadislerde ilimsiz ibâdet düşkünlüğü ile ahlâkî olgunluğa ulaşmamış bir âbidliğin değerinin olmadığı anlatılır: "Âlim kişinin, (âlim olmayan) âbid üzerine üstünlüğü, ayın yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Ya da benim, sahâbilerimden en aşağı seviyede bulunana üstünlüğüm gibidir." (Ebû Dâvud, İlim, I; Tirmizî, İlim, 19; İbn Mâce, Mukaddime, 39;
İbn Hanbel, V, 196) "Cömerd fakat câhil olan kişi, âbid fakat cimri olan kimseye nazaran Allah nezdinde daha makbûldur. " (Tirmizi, Birr, 40).
Hz. Peygamber ve hulefâ-i râşidin devrinden sonra İslâm devletinin sınırlarının genişleyerek müslümanların büyük bir servete sahip olması, devlet idarecileriyle halkın zenginlerinden bir kısmının dünya malına fazlaca rağbet etmeleri, samimi müslümanların tepkisini doğurdu. Hz. Peygamber ve ashâbının sade ve gösterişsiz, yaşantısına özlem duyan bazı insanlar, dünyaya değer vermeden, halkın arasından uzaklaşarak kendilerini Hakk'a ibâdete verdiler. Halkın büyük bir bölümünün lüks ve refah peşinde koştuğu bir dönemde böyle bir hayatı tercih ederek kendilerini ibâdete verenlere bir ayrıcalık olmak üzere "âbid", "zâhid" * ve "nâsik" gibi adlar verildi. İlk Âbidler diyebileceğimiz bu kişilerin çoğu, ilim ve amelle meşgul kimselerdi. Şu kadar var ki, âbid kelimesi tasavvuf literatüründe pek kullanılmamış ve tasavvuf lügatlerine girmemiştir. Tasavvufta âbid yerine daha çok ârif ve âşık terimleri benimsenmiştir. İlk mutasavvıflardan Bâyezid-i Bistâmî "Abîd hâl ile ibâdet eden, vâsıl-ârif ise içinde bulunduğu hâl ibâdet olan kimsedir" der. (Sülemî, Tabakâtu's-Sûfiyye, Kahire 1986, s. 69). İbnu'l-Cellâ, "Zâhid; övme ve yerme, nazarında eşit olana, âbid; farzları ilk vaktinde kılana, muvahhid; her şeyi Allah'tan bilene denir" diyerek âbid,
zâhid ve muvahhid arasındaki nüansı ifâde etmektedir.
M. Kâmil YILMAZ