Ulemanın Gözüyle Bediüzzaman

KUBİLAYŞAHİN

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
19 Kasım 2011
Mesajlar
20
Tepkime puanı
0
Büyük Müfessir Elmalılı Hamdi Yazır: Muhterem Mehmed Kırkıncı Hocaefendi, Hayatım Hatıralarım adlı eserinde, Elmalılı merhumdan ders almış olan Erzurum ulemasından Mustafa Efendi’den naklen, Elmalılı Hamdi Yazır’ın şöyle dediğini naklediyor: “Bediüzzaman berrak sular gibi temiz bir vicdana, çok güzel bir ruha sahip bir zat idi. İstanbul’un âlimlerinin gözü öyle bir âlim görmemiştir.”

Alvarlı Efe Muhammed Lütfi Efendi Hazretleri: Bediüzzaman’ın talebelerinden Salih Özcan anlatıyor; “Erzurum’a gidiş tarihimi kat’i hatırlamıyorum. Üstad Emirdağında idi. Yanına gittim. Erzurum’a gideceğimi söyledim. O da; “Mehmed Alvarlı’ya benden selam söyleyin. Bana dua etsin. Ben onu duama aldım, dua ediyorum” dedi. Yanımda askerlik yapan Mehmed diye bir erimle Kasımpaşa camiinin müezzini Hafız Mehmed ile birlikte gittik. Beni tanıttılar. Kulağı ağır duyuyordu. Kulağına eğilerek, “üstadın selamı var, bana dua etsin diyor” dedim. Efe hazretleri yaşlı ve hasta olmasına rağmen birden bire doğruldu; “Bediüzzaman bizim medar-i iftiharımızdır. Biz onun duacısıyız. O da bize dua etsin” dedi. Bunu gelip Üstad’a anlatmıştım. O da memnuniyetini izhar etmişti. Merhum Osman Demirci Hoca, kendisiyle yaptığımız söyleşide anlatmıştı: “Efe hazretleri de bazen sorardı: “Oğul, o Bediüzzaman’dan ne haber? Gazeteler ne yazıyor?” diye ondan haber sorardı. Hulusi beyden bahsedilirdi. Albay Hulusi Bey o zaman Kars’ta Şube reisi idi. Gelip gidişte ondan bahsedilirdi. Mehmed Kırkıncı Hocaefendi, Zübeyir Gündüzalp ağabeye Alvar imamından şöyle bahsetmiş. “Hususan Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi’nin sohbetlerine daima katıldığımızı, o zatın, üstadı çok sevip, hürmet ettiğini ve üstadın maruz kaldığı zulümlerden dolayı çok müteessir olduğunu anlattım.

Değerli mütefekkir, şair ve gönül adamı Ali Ulvi Kurucu Hocaefendi: “1946’da Medine’de bir gün Arif Hikmet Kütüphanesine Eğinli Hacı Hafız Efendi’yi ziyarete gittiğimde kütüphaneye Sirac-ün Nur isminde, Osmanlıca taş baskısı bir kitap gelmişti. Kütüphane listesine kaydettikten sonra, kitabı kuşbakışı denecek kadar kısa bir tetkikim oldu. Kitabın müstesna fikirlerle dolu, imana ve İslami anlayışa yepyeni bir canlılık katan bir eser olduğunu anladım.” “Bu eserleri yazan insan mutlaka ilahi teyide mazhar oluyordu ki, yazdıkları, yanan bir gönülden çıktığı için okuyan insanların da gönlünü yakıyordu.” “Önsöz ulaşınca Üstadın davranışını şöyle anlatmışlardı: Kendi yazılarını bile bir defa okutur, dinler, bazı kelimelerini değiştirirdi. Yazdığınız önsözü üç defa okuttu, hiçbir kelimesine dokunmadan şöyle dedi; “Bu bir iltifat-ı Muhammediyedir, aynen basılsın.” “Artık o günden beri Üstad benim için yılmayan bir iman, sönmeyen bir ışık, kararmayan bir tarih ve kısılmayan bir ses idi.” “Bir de Risale-i Nurların hayretimi mucip olan, ruhumu yakan, beni kendisine âşık eden bir tarafı vardı ki, Üstad bu eserleri hapiste irka suretiyle yani dikte ettirerek yazdırıyordu. Ben ise kütüphanelerde bulunuyorum. Önümde binler kitap var, eser yazamıyorum. O, hapiste bunları yazıyor.” “Bilindiği gibi Üstad, uzun ve bereketli ömrünün bütün mesasini imanı kurtarmak gayesine teksif etmiştir. Risale-i Nur Külliyatının her satırında, dünya ve ahiret saadetinin imanda ve her türlü felaketin de inkârda olduğunu haykırmaları, basiret erbabı ariflerin, Allah tarafından dinin ihyasına memur edilen mücahidlerin, kalp gözleriyle sır perdelerinin arkasını görme halleridir.” “Risalelerin yazıldığı günlerde, anarşinin mevcut olmadığı zamanlarda “korkarım bu asil milletin evladları bir gün gelir anarşi çukuruna yuvarlanırlar”diyerek daha sonraki yıllarda hızla gelişen anarşinin ruhlarda bırakacağı tahribatı ta o günlerde işaret buyurmuşlardı.”
(Kaynak: Ulemanın Gözüyle Bediüzzaman - Salih Okur)


--
 
Üst Alt