Anlamak senin için neden bu kadar zor.. Bir kişinin iman sahibi olduğunu gösteren yegane gösterge Hubbi Fillah Buğdi Fillah'tır.. Sen istediğin kadar La ilahe illallah de.. İstediğin kadar namaz kıl.. Bu bir şey ifade etmez..
Rasûlullah(sav), "Kim Lâ ilâhe illaAllah der ve Allah dışında tapılanları reddederse canı ve malı -İslâm'ın hakkı hariç- haramdır, hesabı Allah'a kalmıştır." buyuruyor. Sen ise imanın kamilliği hakkında varid olmuş bir hadisi, ısrarla delil getirmeye çalışıyorsun. Hangi ayet, hangi hadiste gördün, bunun dışında bir şeyin imanın şartı olduğunu?
Hubbi Fillah Buğdi Fillah'a dikkat eden bir kimse; senin veya savunduğun zatlar gibi Allah dışında birisine ibâdeti, kabirlere tapmayı, Allah'a eksiklik (hâşâ) isnad etmeyi ve bunun gibi insanı ebedî cehennemlik kâfir yapacak görüşleri savunuyorsa ona fayda verir mi? Sahabeyi sevmesi, peygamberleri sevmesi, ondan kâfir hükmünü alır mı? Tabii ki almaz.
Neden ki senin dinin islam değil mi ? O sitede yazan kaynaklar başka bir dine mi ait ?
Evet, başka dine ait.
1- Onlar kandil geceleri gibi bir takım bid'âtleri dine sokuyorlar. Ehl-i Sünnet'e göre ise faziletli tek gün: Kadir gecesidir.
2- Onlar Allah mekandan münezzehtir, diyorlar. Oysa Allah, Rasûlü, sahabe, tabiin, tebeuttabiin ve Ehl-i Sünnet, Allah'ın arşına istiva ettiğini, kendini nasıl nitelendirdiyse teşbihsiz, tecimsiz ve kendine has bir şekilde bütün eksiklik ve benzerliklerden yüce olduğu konusunda ittifak etmiştir.
3- Onlar Ehl-i Sünnet inancını Vahhabilik adı altında lekelemeye çalışarak kendilerinin Ehl-i Sünnet olduklarını iddia ediyorlar. Ve Vahhabi dedikleri âlimlere ise iftiralar atmaktan zerre çekinmiyorlar. Açıkçası ben Muhammed bin Abdulvahhab'ın hayatını ve kendi kitaplarını okumasaydım ve direkt olarak o siteden onu tanısaydım, açık söyleyeyim öyle birisinden ben de kaçardım. Allah'ın laneti; insanları Allah yolundan saptıran ve iftira edenlerin üzerine olsun.
4-Ameli, imandan bir parça saymıyorlar. Oysa Ehl-i Sünnet'e göre amel, imandan bir parçadır. Sevaplar ile iman artar, günahlarla eksilir.
5- Ne lügat, ne hadis, ne usul, ne ayet, ne tefsir konusunda hiçbir bilgileri yok. "Yere göğe sığmam, mu'min kulumun kalbine sığarım" diye geçen İsrailî bir rivayeti bile kudsi hadis sanacak kadar bilgisizce insanları Allah yolundan saptırıyorlar. Ehl-i Sünnet ise Kur'ân, Sünnet ve ümmetin selefinin yolundan gider, usulunu/yolunu/yordamını bilmedikleri meseleler hakkında cahilce konuşmazlar.
Şimdi... liste daha uzar fakat bu kadarla yetinmemiz kâfi. Delillerini de zikretsem çok uzun olacaktı. Sormak istediğiniz delili sorabilirsiniz. Siz aslında, ikimiz de birbirimizin fikrini değiştiremeyeceğimizi düşünerek konuşmayı sonlandırma taraftarısınız, farkındayım. Ancak konuşmadıkça hak ile bâtıl ortaya çıkmayacak. Bu yüzden Rabbim izin verirse sonuna kadar gideceğim inşâAllah. İtirazınız varsa buyurabilirsiniz...
Kişi sevdiği ile beraberdir.. Meşhur bir hadis.. Ama çok azlarının bildiği şey, dünyada iken bile onunla beraberdir. Arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.. Daha niceleri.. Bülbül güle, karga leşe götürür sözü de meşhurdur.
Ali radiyallahu anh, Ebu Talib'in oğlu idi ve ikisi de birbirini severdi. Ama Ebu Talib ebedî cehennemlik bir kâfir iken Ali radiyallahu anh ise cennetle müjdelenmiş on sahabinin dördüncüsüdür. Umulur ki düşünürsünüz...
Ehli sünnete göre, Ebu Talib öldükten sonra Allah onu tekrar diriltmiş ve iman edip tekrar ölmüştür.. Peygamber Efendimizin s.a.v Anne-babası da Ümmeti Muhammed'den olabilmesi için onları diriltilmiş ve O'nun peygamberliğine iman edip Ümmeti Muhammed'den olmuşlardır.
Ehl-i Sünnete göre mi? Çok iddialı bir söz ortaya attınız...
O zaman neden
Ehl-i Sünnet âlimleri Tevbe 113. ayetinin Ebu Talib hakkında indiğinden bahsediyorlar? Ayriyeten bu hadis en sâhih kaynaklarımız olan Buhâri ve Müslim'de neden nakledilmiş? Yoksa Buhari ve Müslim'i Ehl-i Sünnet mi saymıyorsunuz?
"Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah'a) ortak koşanlar için af dilemek ne peygambere yaraşır ne de inananlara." (Tevbe 113)
Keşke bir laf söylediğiniz zaman delillerini de atsaydınız. Ama merak etmeyesiniz. Ben sizin neyden bahsettiğinizi neyse ki biliyorum. Şimdi
"Ehl-i Sünnete" göre delillerimiz aktaralım;
Ebû Hurayra’den (r.anh) yapılan bir rivayete göre Rasûlullah
(sallAllahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
“
Anneme mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, bana izin verdi”
(Muslim, Cenâiz, 105, 106, 108; Tirmizî, Cenâiz, 60; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 77; Nesâî, Cenâiz, 101; Ahmed b. Hanbel, Musned, II, 441; V, 356.)
Başka bir rivayette de şöyle denilmektedir:
Rasûlullah
(sallAllahu aleyhi ve sellem) annesinin kabrini ziyaret etti.
(Kabrin yanındayken) ağladı. Yanındakileri de ağlattı. Sonra şöyle buyurdu:
“
Anneme mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, bana izin verdi. Kabirleri ziyaret ediniz, çünkü onlar ölümü hatırlatır”
(Ebû Dâvud, Cenâiz 77; İbn Mâce, Cenâiz 49)
Enes’ten nakledilen bir rivayette de şöyle anlatılmaktadır:
Biri:
Ya Rasûlullah, babam nerededir? diye sordu.
Rasûlullah
(sallAllahu aleyhi ve sellem): “
Cehennemdedir” buyurdu.
Adam, arkasını dönüp gidecekken, Rasûlullah
(sallAllahu aleyhi ve sellem) onu çağırdı ve: “
Benim de, senin de baban cehennemdedir” buyurdu.
(Muslim, İman 347; Ebû Dâvûd, Sunne, 17; Ahmed b. Hanbel, Musned, 119, 268.)
Rasulullah (s.a.v.) anne - babasının cahiliye üzere olduklarını ileri sürenlerin delillerden biri de; Ebû Hanife’nin
(ö.150/767)
Ebeveyn-i rasûl hakkındaki bazı el-Fıkhu’l-ekber nushalarında yer alan “
Rasulullah’ın anne-babası küfür üzere ölmüştür.” ifadesidir.
(A.g.e, Cilt IX/1, s. 125-160)
Yoksa siz Ebu Hanife (rahimehullah)'ı da mı Ehl-i Sünnet'ten saymıyorsunuz?
Her neyse Ehl-i Sünnetin delili neymiş gördük. Şimdi ise sizin bahsettiğiniz rivayetlere gelelim:
حديث : ذهبت لقبر أمي فسألت الله أن يحييها فأحياها فآمنت بي ، وردها الله تعالى
"Annemin kabrine gittim ve Allah’ın onu diriltmesini istedim. Allah da onu diriltti o da bana iman etti. Allah onu sonra tekrar eski haline çevirdi."
Bu rivayetin sıhhati hakkında muhaddislerin reddiyesi şöyledir:
رواه الخطيب عن عائشة مرفوعاً ، ورواه ابن شاهين عنها
قال ابن ناصر : هو موضوع . وفي إسناده : محمد بن زياد النقاش ، ليس بثقة ، وأحمد بن يحيى الحضرمي ، ومحمد بن يحيى الزهري ، مجهولان
El-Hatib bunu, Aişe’den (r.anha)’dan merfu olarak rivayet etmiştir. İbn Şahin de Aişe’den rivayet etmiştir.
İbn Nasr dedi ki: Bu hadis uydurmadır. İsnadında Muhammed İbn Ziyad en-Nakkaş vardır güvenilir değildir. Ahmed İbn Yahya el-Hadrami ve Muhammed İbn Yahya ez-Zuhri mechul kimselerdir.
قال ابن حجر في اللسان : أما محمد بن يحيى فليس بمجهول ، بل معروف . وقال في الميزان : في ترجمة أحمد بن يحيى الحضرمي : روى عن حرملة التجيبي ، ولينه ابن يونس وأما النقاش : فقال الذهي : صار شيخ المقرئين في عصره ، على ضعف فيه
İbn Hacer el-Lisan’da dedi ki: Muhammed İbn Yahya mechul değildir aksine o bilinen bir kimsedir. el-Mizan’da Ahmed İbn Yahya el-Hadrami Harmele et-Tuceybi’den rivayet etti. İbn Yunus onun hadiste gevşek olduğunu söylemiştir. en-Nakkaş ise ez-Zehebi’nin söyleyişine göre çağında Kur’an okuyucularının hocasıdır. Ancak onda buna rağmen zayıflık vardır.
وقد أطال في اللآلىء الكلام على هذا الحديث . وقال : الصواب الحكم عليه بالضعف لا بالوضع . قال : وقد ألفت في ذلك جزاءاً ( 539 ) . انتهى
Es-Suyuti, el-Leali’de bu hadis hakkında uzunca konuşur. Doğrusu bu hadis uydurma değil, zayıftır. Dedi ki: Bunun hakkında bir cûz de yazdım.
(İmam eş-Şevkani el-Fevaid el-Mecmua Fi’l-Ehadis el-Mevdua, s.424.425)
Hiçbir hadîsçi böyle bir şey söylememiş ve âlimler de bunun
uydurma bir yalan olduğunda ittifak etmişlerdir.
Böyle bir rivayet
Ebû Bekr el-Hatîb el-Bağdadî'nin
"es-Sâbık ve'l-Lâhık" adlı kitabında geçmektedir.
Yine bunu
Ebû'l-Kâsım es-Suheylî "Şerhu's-Sîre" de meçhul râvilerin bulunduğu bir senedle zikretmiş ve
Ebû Abdillah el-Kurtubî "et-Tezkira" da belirtmiş ise de âlimlerin kaydettikleri gibi, bunun düzmece bir yalan olduğu ittifakla sabittir.
Sahih, Sunen ve Musnedlerden muteber hiçbir hadîs kitabında böyle bir şey yoktur.
Meğazî ve tefsir sahiplerinin kitaplarında da, içlerinde sahîh ve zayıf rivayetler bulunmasına rağmen böyle bir şey zikredilmemiştir.
Çünkü her müslüman, bunun yalan olduğunu rahatlıkla anlar.
Böyle bir şey meydana gelseydi nakletmek için insanlar birbiriyle yarışırdı. Zira bu, iki yönden, yâni hem ölülerin diriltilmesi ve hem de ölümden sonra imân etme yönünden fevkalâde bir olaydır. Onun için böyle bir şeyi nakletmek başka şeyleri nakletmekten evlâ olurdu. Güvenilir kimselerden rivayet edilmemesi, bunun yalan olduğunu göstermektedir.
Bunu
"es-Sâbık ve'l-Lâhık" kitabında
Hatîb el-Bağdadî'nin zikretmekteki amacı, rivayet edilen şeyler ister doğru ister yalan olsun, önce ve sonra gelip bir tek kişiden rivayet eden muhaddisleri göstermektir.
İbn Şahin de doğru ve yanlış her şeyi rivayet ediyor.
Es-Suheylî de bunu, içinde meçhul kişilerin bulunduğu bir senedle rivayet etmiştir.
Sonra böyle bir şey Kur'ân, Sunnet ve ummetin de icmâına aykırıdır.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Allah kötülüğü bilmeyerek yapıp da hemen tevbe edenlerin tevbesini kabul etmeyi üzerine almıştır. Allah işte onların tevbesini kabul eder, Allah bilendir, Hakim olandır. Kötülükleri işleyip dururken, ölüm kendisine geldiği zaman 'şimdi tevbe ettim' diyenler ile kâfir olarak ölenlerin tevbesi makbul değildir. İşte onlara elem verici azâb hazırlamışızdır" (Nisa 17-18)
Yüce Allah, kâfir olarak ölenlerin tevbesinin söz konusu olmadığını açıklamıştır. Yine:
"Ama şiddetli azabımızı görüp de öyle inanmaları kendilerine fayda verecek değildi. Bu, Allah'ın kulları hakkında, öteden beri yürürlükte olan yasasıdır. İşte inkarcılar o zaman hüsranda kaldılar" (Mu'min 85) buyurarak azabı gördükten sonra inanmalının hiçbir yararı olmadığının ilâhî bir yasa olduğunu belirtmiştir.
Böyle olunca ölümden sonra nasıl yarar sağlasın?!
Ayrıyeten Ebu Talib ile ilgili hem Buhârî, hem Müslim'in rivayet ettikleri "Muttefekun Aleyh" olan bir hadisi nakletmeme rağmen nasıl böyle bir iftira atabildiniz, şaşılacak şey doğrusu... Unuttuysanız tekrar nakledeyim;
Abbâs (r.anh), Rasûlullah(sav)'e şöyle demiştir; "Dalâletteki amcan sana yarar sağlıyordu, ona bir yararın oldu mu?"
Rasûlullah bu soruya karşılık şöyle buyurmuştur:
"Hakkında şefaatim kabul edildi de ince bir ateş tabakası içinde oldu. Ayağında ateşten iki ayakkabı var, onlar yüzünden beyni kaynıyor. Ben olmasaydım, ateşin en alt tabakasında olurdu"
(Buhârî, Rikâk, 51; Muslim, İmân, 362-364; Tirmizî, Cehennem, 12; Dârimî, Rikâk, 121; Ahmed İbn Hanbel, 1/295, 2/432, 439, 3/13, 4/274)
Bu hadis Ebu Talib'in ebedî cehennemlik olduğuna kat'î bir delildir. Fazla söze hacet yoktur.
Bu hadis Ebu Talip diriltilip iman etmeden önceki zamanı içindir.. Allah c.c, Peygamberimizin hürmetine onu tekrar diriltmiş ve o da iman edip tekrar vefat etmiştir..
Bunun neden olamayacağını yukarıda zikrettik. Nisa suresinin 17 ve 18. ayetleri ile Mu'min suresinin 85. ayetini okursanız ne denli büyük bir iftira attığınızı görebilirsiniz.
Ebu Hüreyre (ra), şöyle demiştir:
"Resûlullah (asm)’dan iki kap (dolusu) ilim öğrendim. Birisini yaydım, anlatıp herkese duyurdum; ikincisini söyleyecek olsam, şu boğazım kesilirdi." (Buhârî, İlim, 42)
Şimdi evvela şu soruyu sorayım: İbn Hacer'in muhaddis oluşu konusunda sanırım ikimiz de ittifak ediyoruzdur, değil mi? Yani rivayetleri toplama, senetlerini inceleme, işin usûlunu bilme konusunda yetkin bir âlimdi. Ve aynı zamanda Sâhih-i Buhârî'ye yazdığı "Fethu'l-Bârî" isimli şerhin de müellifidir. Bakalım o, bu hadis hakkında ne demiş;
İbnu'l-Muneyyir şöyle demiştir:
Bâtınîler kendi bâtıl inançlarını doğru göstermek için Ebû Hurayra'nin bu sözlerini delil olarak kullanmışlar ve şeriatın bir zahir bir de bâtını olduğuna inanmışlardır. Bu bâtın ise dinden çıkmadır.
Ebû Hurayra (r.anh) "boğazım kesilir" sözü ile; zalim idareciler kendisinin onların uygulamalarını eleştirdiğini ve hareketlerini sapıklıkla nitelediğini duyduklarında başının kesileceğini kasdetmiştir.
Şu husus da bunu destekler: Onun gizleyerek söylemediği hadisler dini hükümlerden olsaydı bunları gizlemesi caiz olmazdı. Nitekim Ebû Hurayra önceki hadiste ilmi gizleyenleri kınayan âyeti (Bakara 159 - 160) okumuştur.
Başka hadis yorumcuları ise
Ebû Hurayra'nin gizlediği ilmin; kıyamet alametleri, âhir zamanda durumların değişmesi ve savaşlar ile ilgili hadisler olabileceğini söylemişlerdir. Zira bu tür haberlere alışık olmayanlar bunları inkar edebilir ve bunların hakikatini anlamayanlar buna itiraz edebilirler.
(İbn Hacer el Askalani; Fethu'l Bari, C. 1, İlim bab 42, Hadis no: 120. Sayfa 285 - 286)
Evet... Sır bildiğini mi iddia ediyormuş Ebu Hurayra? Şimdi ne diyorsunuz? İbn Hacer'in de mi Ehl-i Sünnet olmadığını söylüyorsunuz yoksa başka bir sözünüz mü var?
Kuran'ın sırları olmadığını söylüyorsanız o zaman sürelerin başlarındaki harfi mukattaa harflerini bize açıklayın da bilelim..
Kur'ân'ı tefsir etmenin 4 yolu vardır:
1- Kur'ân'ı yine Kur'ân ile tefsir etmek
2- Kur'ân'ı hadis ile tefsir etmek
3- Kur'ân'ı sahabe tefsiriyle tefsir etmek
4- Kur'ân'ı Arap lugâtıyla tefsir etmek
Kur'ân ve hadislerde bu konuyla ilgili bir bilgi bulunmamaktadır. Sahabeden gelen rivayetler ise şöyledir;
Selef âlimlerinden meydana gelen bir gruba göre hurûf-ı mukattaa, te’vilini yalnızca Allah’ın bildiği müteşâbih âyetlerden olup bu harfler üzerinde yorum yapmak mümkün değildir. Hulefâ-yi Râşidîn, İbn Mes‘ûd ve İbn Abbas gibi sahâbîlerin bu kanaattedir. (Fahreddin er-Râzî, II, 3; Kurtubî, I, 154; Nîsâbûrî, I, 134)
Şa‘bî, Süfyân es-Sevrî, İbn Hibbân, İbn Hazm, Ebû Hayyân el-Endelüsî ve Süyûtî gibi âlimlerin de bu görüşe katıldığı bildirilir. (Tabersî, I, 112).
Şevkânî de hurûf-ı mukattaanın mânasına dair Rasûlullah’tan hiçbir açıklamanın gelmemesi, sahâbe ve tâbiîn âlimleri tarafından ortaya konulan çok farklı görüşlerin bir noktada birleştirilememesi, ayrıca teklif edilen mânalardan hiçbirinin Arap dilinde yaygın olmaması gibi sebeplerle bu mesele hakkında görüş bildirmemeyi tercih etmiş, söz konusu harflerin indirilişinde Allah’ın mutlaka bir hikmetinin bulunduğunu, ancak insanların idrakinin bu hikmeti kavrayamayacağını söylemekle yetinmiştir (Fetḥu’l-ḳadîr, I, 30-32)
Görüldüğü üzere bu işin te'vilini yalnızca Allah bilir, demişler. Kur'ân'da bunu tasdik eder. (bknz: Al-i İmrân 7)
Ben size bize indiriliş amacının "gizli sırlara vakıf olmak" olup olmadığını sordum. Bize indiriliş amacı; müjdeleyici, uyarıcı olması, ibret olması, ilim ve irşad kitabı olması, Allah'ın onunla pek çok kimseleri saptırması ve pek çok kimseleri de doğru yola iletmesidir. Kimse bundan gizli sırlar çıkarmamıştır. Ortada te'vili/açıklaması bilinmeyen bir şey vardır. Ancak bize indiriliş amacı, bunu öğrenmeye çalışmak değildir. Onu Allah yalnızca bilir.
Alim kelimesinden ne anlıyorsun kardeş ??? Her şeyi bilene alim denir.. Eğer ağaç üzerindeki yaprak sayısını bilemiyorsa o kişi alim sayılmaz.. İşte bu ilme; fıkıh, tefsir, hadis okuyan kimseler erişemez.. Ancak Allah dostu olan gerçek alim zatlar erişebilir.. İmam-ı Azam Hz.leri bu zamandaki araçları bilmiyor olsaydı, eşek üzerinde namaz kılmayı anlatır mıydı ? Eşek üzerinden insin de öyle kılsın namazını derdi değil mi ?
Her şeyi bilen ancak Allah'tır.
"O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler." (Bakara 255)
Ayrıca "ağaç üzerindeki yaprak sayısını bilemiyorsa âlim denmez" nasıl bir sözdür? Eğer bu sözünüzle Ebu Hanife'nin gaybı bildiğini iddia ediyorsanız büyük küfür işliyorsunuz demektir. Çünkü Allah'ın peygamberleri bile öylesi bir ilme sahip değildi. Allah'ın vahiy ile gaybtan bazı olayları bildirmesi dışında onlar bile hiçbir şeyi bilmiyorken âlimlerin bildiğini iddia ediyorsunuz.
Kardeşleri dediler ki: “Biz güçlü bir topluluk olduğumuz halde Yûsuf ve kardeşi (Bunyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Doğrusu babamız açık bir yanılgı içindedir.” “Yûsuf’u öldürün veya onu bir yere atın ki babanız sadece size yönelsin. Ondan sonra (tövbe edip) salih kimseler olursunuz.” Onlardan bir sözcü, “Yûsuf’u öldürmeyin, Onu bir kuyunun dibine bırakın ki geçen kervanlardan biri onu bulub alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın” dedi. Babalarına şöyle dediler: “Ey babamız! Yûsuf hakkında bize neden güvenmiyorsun? Halbuki biz onun iyiliğini isteyen kişileriz.” “Yarın onu bizimle beraber gönder de gezip oynasın. Şubhesiz biz onu koruruz.” Babaları “Doğrusu onu götürmeniz beni üzer, siz ondan habersiz iken onu kurt yer diye korkuyorum.” Onlar da, “Andolsun biz kuvvetli bir topluluk iken onu kurt yerse (o takdirde) biz gerçekten hüsrana uğramış oluruz” dediler. (Yusuf 8-14)
Yani size göre Yakub aleyhisselam burada, Yusuf'a ne yapılacağını bilmediği için Ebu Hanife'den daha az ilme mi sahiptir?
“
Çevrenizdeki bedevilerden munafık olanlar vardır ve Medine halkından da nifakı alışkanlığa çevirmiş olanlar vardır. Sen onları bilmezsin, biz onları biliriz. Biz onları iki kere azablandıracağız, sonra onlar büyük bir azaba döndürülecekler”. (Tevbe 101)
Yine burada Allah Rasûlü (sav), münafıklıkta maharet kazanmış olanları bilememesi de ilmi olmadığı anlamına mı gelir? Hani dediniz ya: "Her şeyi bilene âlim denir" diye... Allah sizi ıslah etsin.
Namazı binek üzerinde kılmak, Ebu Hanife'nin değil, Rabbimizin buyruğudur:
“Eğer (bir şeyden) korkarsanız (namazı) yaya veya binek üzerinde kılın.” (Bakara: 239)
"
Rasulullah (s.a.v.) bineği üzerinde iken, kendisini ne tarafa çevirirse o tarafa doğru nafile kılardı. Farz kılmak istediğinde ise bineğinden iner ve kıbleye dönerek kılardı."
(el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, 8/385)
Ehli sünnet alimlerinin ittifak ettiği kişiler hakkında bu alim değildir derseniz biz de size, siz de kim oluyorsunuz deriz.
Yalan söylemekten Allah'a sığınarak "Ehl-i Sünnet" olduğumuzu söyleriz. Ve deriz ki: Bizim âlimlerimiz onlar hakkında ittifak etmemiştir. Örnek olması için İbn Arabi'yi tekfir eden Hanefi, Şafiî, Malikî ve Hanbelî'lerin listesini
kaynağıyla birlikte veriyorum.
1- Zeynuddin el-Iraki
2- Ebu Zur'a Veliyuddin Ahmed İbn Zeynuddin
3- İmam el-Mizzi (H.654/724)
4- Yusuf İbnu'z-Zeki Abdurrahman İbn Abdilmelik Ebu'l-Haccac Cemaluddin
5- İmam Ebu Ali İbn Halil es-Sukuti
6- İz İbn Abdusselam
7- İbn Ebi'l-Kasım es-Sulemi
8- Şihabuddin Ahmed İbn Yahya İbn Ebi Halce et-Telamsani el-Hanefi
9- Bedruddin Huseyn İbnu'l-Ehled Seyfuddin İbn Abdullatif İbn Balaban es-Suudi es-Sufi
10- Takıyuddin Ebu'l-Feth Muhammed İbn Ali el-Kuşeyri İbn Dakik el-İyad (H.625-702)
11- Ebu'l-Feth el-Yâmuri
12- es-Salah Halil es-Safdi
13- Ebu'l-Feth İbn Seyidi'n-Nas
14- Muhammed İbn Muhammed İbn Ali İbn Yusuf (İbnu'l-Ceziri) eş-Şafi
15- İmaduddin İsmail İbn Kesir
16- Takiyuddin Ebu'l-Hasen Ali İbn Abdi'l-Kafi es-Subki
17- Kutbuddin İbnu'l-Kastallani
18- İmaduddin İbn Ahmed İbn İbrahim el-Vasiti
19- Burhanuddin İbrahim İbn Mûdad el-Cu,beri
20- Zeynuddin Ömer İbn Ebi'l-Harem el-Kittani eş-Şafi
21- Mufessir Ebu Hayyan Muhammed İbn Yusuf el-Endulisi
22- et-Takiyy el-Hisni
23- Takiyuddin el-Fasi
24- Bahauddin es-Subki
25- Alleme Şemsuddin Muhammed el-Ayzeri eş-Şafii
26- Şerefuddin İsa İbn Mesud ez-Zevavi el-Maliki
27- İmam Nuruddin Ali İbn Yâkub el-Bekri eş-Şafii
28- Alleme Necmuddin Muhammed İbn Akil el-Balisi eş-Şafii
29- Cemaluddin Abdullah Yusuf İbn Hişam
30- Lisanuddin Muhibb İbnu'l-Hatib el-Endelusi el-Maliki
31- Şemsuddin Ebu Abdillah Muhammed el-Mevsıli eş-Şafii
32- Şemsuddin Muhammed İbn Ahmed el-Bisati el-Maliki
33- (Mısır kadısı) İmam Şuhabuddin Ebu'l-Fadl Ahmed İbn Hacer
34- Şeyhulislam Siracuddin Ömer İbn Reslan el-Bulkini
35- Allame Burhanuddin es-Sefakisi
36- İmam Şemsuddin Muhammed İbn Ahmed İbn Osman ez-Zehebi
37- Seyfuddin İbnu'l-Mecd Ali el-Hariri
38- et-Tac el-Baranbari
39- İbrahim er-Rakki
40- Ebu Zeyd Abdurrahman İbn Muhammed el-Hudari İbn Haldun
41- İmam Radiyuddin Ebu Bekr İbn Muhammed İbn Salih el-Cibliyy (İbnu,l-Hayyat eş-Şafii)
42- Kadı Şihabuddin Ahmed İbn Ali en-Naşıri
43- Alauddin Muhammed İbn Muhammed el-Buhari el-Hanefi
(el-Bikai, Tenbihu'l-Gabiyyi İla Tekfiri İbn Arabi (sayfa: 135-183)
Evliya nasıl olunur.. Önce onu iyice bi araştır.. Mesela sen niye evliya olamıyorsun onu da kendine sor..
Allah'ın sevgisine mazhar olunarak. Bunun yolu da, Rasûlullah(sav)'e tabi olmaktır.
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun, ta ki Allah ta sizi sevsin.”(Âl-i İmran, 3/31)
Ben Allah'a makamımı yüceltmek için değil, O'nun rızasını kazanmak için kulluk ediyorum. O, benim için ne dilemişse; ne eksik, ne fazla o muhakkak ki beni bulacaktır.
"Göğüsleri irileşmiş, genç kızlık çağında, yaşıt dilberler var." Nebe 33
Eğer ateist olmuş olsaydın bu ayeti öne sürecektin.. Müslüman olduğun için mesnevideki hikayeyi öne sürüyorsun.. Bu ayeti bir ateiste nasıl izah ederdin..
".. oysa Allah, Hak(kı açıklamak)tan utanmaz." Ahzab 53
Allah dostları, Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmıştır.. Onlar bir gerçeği anlatmak için halktan asla utanmaz ve çekinmezler. Bu fıkıhta da bir kuraldır.. Eğer soru soran sorduğu sorudan utanacak olsa veya cevap veren cevap vermekten utanacak olsa o zaman kimse aileye dair konuları öğrenemezdi.. Güslu gerektiren şeyler nelerdir diye size sorulsa siz de cinsi münasebeti edebinizden dolayı söylemez miydiniz.. İşte Allah hakkı açıklamaktan utanmaz.. Evliyalar da..
Öncelikle şunu diyeyim: Nebe suresindeki ayet, cennet hurilerinden bahsediyor. Mesnevi'deki hikaye ise Allah'tan bahsettiğini iddia ediyor. Hâşâ! Âlemlerin Rabbi olan Allah, bütün eksikliklerden uzak ve yücedir. Evvela burayı anlaman gerekiyor. Siz eğer ki Allah'ı, yaratılmışa benzetiyorsanız zaten kâfirsiniz demektir. Çünkü ehl-i sünnet, müşebbihe ve mücessimeyi tekfir etmiştir. Bu konuda ulemâ arasında ihtilaf yoktur.
Gusûl veya cinsellik meseleleri insan ile ilgilidir. Siz insana yapılan şeyin, Allah'a da yapılabileceğini söylüyorsunuz. Umulur ki tevbe edersiniz...
Âlimler, yeryüzünün kandilleri, Peygamberlerin halifeleri, benim ve diğer Peygamberlerin vârisleridir. [Ebu Nuaym, İbni Adiy]
Âlimler, dünyada Peygamberlerin halifeleridir, ahirette ise şehitlerdendir. [Hatib]
Biz hiç bir alimi Peygamber Efendimizden üstün tutmayız.. Peygamber Efendimizi de Allah'tan üstün tutmayız.. Hak dostları (batıni alimler), bizleri Peygamber Efendimize ulaştırır.. Peygamber Efendimiz de Allah'a.. Biz böyle iman etmişizdir..
Yani Fususul Hikem'de şu şiiri söyleyen İbn Arabi'yi red mi ediyorsunuz:
Nubuvvet makamı bir berzahtadır ki
Rasulun az üstünde, velînin altında
Peki madem ki öyle iman ettiğinizi söylüyorsunuz, o zaman gayet mâkul bir soru soruyorum: Neden Allah'a eksiklik isnad eden ve kitaplarında küfür ve şirk sözleri dolu olanları ısrarla savunmaya çalışıyorsunuz. Allah'ı seviyorsanız Allah dostlarına uymanız gerekmez mi? Neden şeytanın dostlarına tabi oluyorsunuz, ben de bunu soruyorum.
Herkesi sizin gibi laf dalaşı yapmasını mı istiyorsun.. Ne kadar da seviyorsun münakaşayı..
Allah'ın dinini anlatmak laf dalaşı mı oluyor? İkimizin de birbirimizin fikrini değiştiremeyeceğinden söz etmişsiniz, ben de dedim ki: "Biz Kur'ân ve Sünnetten delillere tabi oluyoruz."
Size İbn Arabi ve Celaleddin Rumi ve Nursî gibilerin bâtıl akidelerini söylediğim hâlde ısrarla Kur'ân ve Sünnetten yüz çeviriyorsunuz.
"Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır." (Bakara 256)
"Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun" Nahl 34
Buradaki zikir ehli acep kim ola.. Hak dostu zâtlar olamaz değil mi.. Yok yok burada başka bir şey demeli ki bu bizim anladığımız zikir ehli kimseler olmamalı. Olursa maazallah imanımızdan oluruz.. Biz en iyisi zikir ehline giydirmeye devam edelim.. (Bunu sizin ağzınızdan konuştum yoksa tabi ki ayet açık ve net..)
Zikir ehli, bilenler demektir. Kur'ân ve Sünneti bilenler. BİLENLER. Allah adına iftira uyduranlar ve muhalefet edenler değil. Hele ki Allah'ı, yaratılmışa benzetenler hiç değil. SubhanAllah!
Biz aksini mi iddia ettik.. "Ben ilmin şehriyim, Ali ise kapısıdır", "Evlere kapılardan girin"
Siz kapıdan geçmeden hemen bahçeye girmek istiyorsunuz.. Biz de diyoruz ki, önce kapıdan girmelisin.. Alim zatlar zaten kişiyi Peygamber Efendimize s.a.v götürür.. Bu hadiste Ali, genel anlamıyla İnsan-ı Kamil olan zatı, özel anlamda ise Hz. Ali'yi temsil eder..
İlim ile kulluk/hakimiyet/muhakeme meselesinin ilgisi nedir? Bu söz, ilim ile ilgili söylenmiş bir sözdür. Bu zaten aşikârdır. Muhakeme meselesiyle ilgili bu sözü delil getirmenizin amacını çözemedim. Aramızda ihtilaf olursa evvela Allah'ın Kitabına ve Rasûlünün sünnetine götürmemiz gerektiğinden bahsetmişim. Siz ise bilerek veya bilmeyerek bunu reddederek "âlimler, zaten kişiyi Nebi (sav)'e götürür" diyerek karşı çıkmışsınız.
Ve yine delilsiz bir tefsire girişmişsiniz.
"Bu hadiste Ali, genel anlamıyla insan-ı kamil olan zâtı; özel anlamda ise Ali radiyallahu anh'ı temsil eder."
Peki deliliniz nedir? Neye göre yaptınız bu yorumu?
De ki: Eğer doğru söylüyorsanız siz kesin delilinizi getirin! (Neml 64)
Yoksa sizin apaçık olan bir deliliniz mi var? (Saffat 156)
Allah'a isyan şöyle dursun, Kuran ve Sünnet'ten bir karış ayrılana bile tabi olunmaz ki.
İşte ben de size onu anlatmaya çalışıyorum. Neden Kur'ân ve Sünnetten bir karış bile ayrılana tabi olunmazken Allah hakkında teşbih, tecsim ve vahded-i vucud gibi küfür görüşlerine sahip olanları aklamaya çalışıyorsunuz?
O zaman ben sizi Allah için tevbeye davet ediyorum. Tevbe edin ve samimiyetinizi gösterin.
Ulu'l-Emr kelimesinin içine nüfus etmen lazım.. Emr sahiplerinden kasıt nedir.. Emir denilen şey nedir ve kim tarafından verilir.. Sana bunu açıklamak isterdim ama anlayamayacağın için anlatmıyorum.. Ama ayetteki sıraya göre iner emir.. Allah'tan Peygamber Efendimize, Peygamber Efendimizden İnsan-ı Kamil olan zata.. Bu kadarıyla yetin..
Açıklayacağım ve bakalım Kur'ân ve Sünnete tabi olanlardan mısın göreceğiz...
Bu ayet, seriyye kumandanlığı hakkında inmiştir(Bknz: Müslim, “İmâre”, 31; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 87)
Ayetin umumi manâsına göre ise ulul emr; müslümanların emiri, halifesi, komutanı demektir.
"Müslüman kişiye, hoşuna giden veya gitmeyen her hususta itaat etmesi gerekir. Ancak, masiyet (Allah'a isyan) emredilmişse o hariç, eğer masiyet emredilmişse, dinlemek de yok, itaat de yok."
(Buhârî, Ahkâm 4, Cihad 108; Müslim, İmâret 38, (1839); Tirmizî, Cihad 29, (1708); Ebû Davud, Cihad 86, (2626); Nesâî, Bey'at 34, (7,160).)
İşte "ulul emr" olarak geçen kelimenin manâsı, Sünnete göre budur. "Kur'ân ve Sünnetten bir karış bile ayrılana tabi olunmaz." demiştin. Sünnetin görüşü ortadadır. Hangi görüşe tabi oluyorsun?
Aynı şey senin için de geçerli.. Yoksa kendini korunmuş mu hissediyorsun.. Yoksa kendini unutuyor musun..
İnsanlara iyilik etmelerini emrediyorsunuz da kendinizi unutuyor musunuz? Ve kitabı okumaktasınız siz. Aklınız mı yok, düşünmez misiniz? Bakara 44
Allah'a sığınırım. Delilsiz konuştuğum yer neresi? Bana göster hemen delillendireyim. Eğer ki hata yapmışsam da tevbe edip hatamı düzelteyim.
Her şey herkese söylenmez.. Hakikat sırları ise onu kişi hak etmiyorsa söylenmesi hem haram hem de büyük bir vebal.. Söyleyen kişi manevi olarak tokat yer.. Her sözünü neredeyse açıkladım.. Cevaplarıma karşı başka bir cevap yazma.. Çünkü bu sonsuz döngü gibi.. Boş ver ben bildiğim gibi yaşayım sen de bildiğin gibi yaşa..
Nebevî metod(Sünnet) ise bunun tam zıttıdır.
"Kalk, ve (insanları) uyar." (Muddessir 2)
Bu
"hakîkat sırları kişi hak etmiyorsa söylenmesi hem haram, hem vebal... Söyleyen kişi manevî tokat yer." sözünüzü hangi ayet ve hangi hadisten aldınız? "Her şey herkese söylenmez" kısmı doğru. Mesela 10 yaşındaki bir çocuğa had cezalarının tatbiki konusunu anlatılmaz. Ama tevhid konusu bütün insanları ilgilendirir ve herkese anlatılması gerekir.
"Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zâriyat 56)
Bu ayetin kapsamına bütün insanlar ve bütün cinler girer.
Cevaplarına karşı cevap yazmasaydım, iftiralar havada kalırdı. Bu yüzden yazmam gerekti.
Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun. Salât ve selâm ise Rasûlüne, ashabına ve kıyamete kadar onların yolundan gidenlerin üzerine olsun...