Ramazan-ı Şerif, bize ruh disiplini kazandırmalı

Turab

Teknik Ekip
Yönetici
Admin
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
7,015
Tepkime puanı
423
Ramazan-ı Şerif, bize ruh disiplini kazandırmalı

Disiplin, Frenkçe bir kelimedir; intizamın te'mini için uyulması gereken emir ve yasaklar, dengeli bir insan olabilmek için lazım gelen zihnî, ahlâkî, ruhî terbiye ve "düzen ruhu" manalarına gelmektedir. Disiplin insanı ise belli kaide ve prensipler çerçevesinde yaşayan, tertip ve düzen hususunda hassas davranan insan demektir.

Aslında, bir mü'minin hayatı her zaman çok ahenkli olmalıdır. O, ne zaman ne yapması gerektiğini, nelerle meşgul olması ve hangi işlerle uğraşması lazım geldiğini önceden bilmeli ve ona göre davranmalıdır. Onun, hangi işi önce yapacağını belirleme ve bir programa göre çalışma niyeti haricinde "Acaba şimdi ne yapsam?" şeklinde bir düşüncesi olmamalıdır. O, hem Cenâb-ı Hakk'a karşı kulluk vazifelerini hem diğer insanlarla alakalı sorumluluklarını hem de kendi şahsî işlerini ve bunlardan hangisini ne zaman yapacağını mutlaka önceden tayin etmeli; her haliyle bir düzen ve intizam örneği sergilemelidir. Haddizatında, ibadetler iş tanzimi ve vakit taksimi için çok önemli birer köşe taşıdır ve inanan insan çoğu zaman işlerini o ibadet takvimine göre ayarlar: "Öğle namazından sonra; akşam namazından önce.." diyerek gününü belli dilimlere ayırır ve hiçbir anını boş geçirmemeye çalışır.

Zamanın kıymetini bilen ve ömrü, değerlendirilmesi gereken çok önemli bir nimet olarak gören kimseler, yeme içmeden yatıp-kalkmaya kadar her şeyi zabt u rabt altına alırlar; hiçbir meselelerini dağınıklık içinde ve sürüncemede bırakmazlar. Onlar bilirler ki, hem insanların hem de kurumların en verimli oldukları anlar, en düzenli oldukları zamanlardır.

İşte, Ramazan ayı, yemek-içmek-uyumak gibi nefsin arzu ettiği şeylere karşı tavır belirleyerek, bunları ihtiyaç ölçüsünde ve hamd ü şükür duyguları içerisinde gidermek suretiyle hayatı disipline etmeyi öğretir. Nefsanî isteklere karşı, kalb ve ruh atmosferine sığınarak, vicdanı harekete geçirip iradeyi güçlendirerek sürekli istikamet üzere olabilmeyi ders verir.

GELİN HEPİMİZ BİRER VEFÂ VE SADAKAT ERİ OLALIM


Ramazan-ı Şerif, insanın en zayıf damarlarından biri olan yeme-içme isteğini sınırlamayı ve kontrol altında tutmayı sağlar. Adeta bir beslenme disiplini talim eder. Evet, hayatı devam ettirebilmek için mutlaka yemeye, içmeye ihtiyaç vardır. Ne var ki, sağlık prensipleri hesaba katılmadan yenip içilen her şey beden için zararlı olduğu gibi; midenin, kalbi ezecek kadar güçlenip insanı kalb ve ruhun derece-i hayatından hayvaniyet ve cismaniyet çukurlarına düşürmesi de bir felakettir. Evet, vakitli vakitsiz sürekli bazı şeyler yiyip içmek ve mideyi hep dolu bulundurmak, hem bedene zarardır hem de Cenâb-ı Hakk'ın hoşlanmadığı bir davranıştır.

Bu mübarek ay boyunca tutulan oruç, yemek vakitlerini belirleme, israftan ve mideyi tıka-basa doldurmaktan kaçınma, hem beden hem de ruh sağlığına zarar veren şeylerden uzak durma ve aynı zamanda mutlaka helâl dairesinde kalarak harama asla el uzatmama hususlarında temrinat yaptırır; Ramazanlaşan insanlara bu konularda disiplin ruhu kazandırır.

Ramazan, ondan nasiplenmesini bilen her insanı, seviyesine göre bir sadâkat eri haline getirir. Oruç tutan ve ondaki sırrı kavramaya çalışan bir mü'min, hem Hakk'a teveccühünde hem de halkla münasebetlerinde hep vefa ve sadâkat peşinde olur. O, sadece belli vakitlerde ibadet eden bir insan olmakla yetinmeyip, ubudiyet ufkuna yürür ve bütün gününü kulluk şuuruyla değerlendirir, her an ibadet ediyor olma duygusuyla yaşar. Dünyevî eğilimlerden ve cismanî temayüllerden birazcık sıyrılınca, kendini Cenâb-ı Hakk'a adama ve bir hakikat eri olma hedefi belirir önünde. Bu hedefe ulaşmak maksadıyla, Bediüzzaman Hazretleri'nin ifadesiyle, hep ALLAH için düşünme, ALLAH için konuşma, ALLAH için muhabbet duyma, "lillah, livechillah, lieclillâh" dairesi içinde kalma ve her zaman Hakk'a müteveccih bulunma denemeleri yapar; bu denemeler neticesinde başarıyı yakalamaya her gün biraz daha yaklaşır. Derken, tam bir vefa ve sadâkat insanı olur.

Aslında, inananlar için, insan ömrü bir Ramazan, büluğ çağı imsak vakti ve ölüm de iftar anıdır. Bir aylık Ramazan, bir ömür süren kulluk orucunun alıştırması gibidir. Otuz günde kazandığı güzel hasletleri hayat boyu devam ettirmesini bilenlerdir ki, onlar, burada biraz aç ve susuz kalmaya bedel, ötede "Kullarım, çok defa sizi renginiz kaçmış, benziniz sararmış-solmuş, gözleriniz içine çökmüş ve avurtlarınız çukurlaşmış olarak görüyordum. Buna Benim için katlanıyordunuz. O geçmiş günlerde takdim ettiklerinize bedel haydi bugün afiyetle yiyin, için." hitabını duyacak ve işte o gün asıl iftarı yapacaklardır.

ÖZETLE:


1- Bir mü'minin hayatı her zaman çok ahenkli olmalıdır. O, ne zaman ne yapması gerektiğini, nelerle meşgul olması ve hangi işlerle uğraşması lazım geldiğini önceden bilmeli ve ona göre davranmalıdır.

2- Ramazan ayı, yemek-içmek-uyumak gibi nefsin arzu ettiği şeylere karşı tavır belirlemeyi; bunları ihtiyaç ölçüsünde ve hamd ü şükür duyguları içerisinde gidermek suretiyle hayatı disipline etmeyi öğretir.

3- Aslında, inananlar için, insan ömrü bir Ramazan, büluğ çağı imsak vakti ve ölüm de iftar anıdır. Bir aylık Ramazan, bir ömür süren kulluk orucunun alıştırması gibidir.
 

Gönül sızım

Özel Kardeşimiz
Yönetici
Süper Mod
Moderatör
Katılım
26 Temmuz 2011
Mesajlar
19,432
Tepkime puanı
185
Ramazan, nefsimizi terbiye etmek, kötü alışkanlıklarından vazgeçirebilmek için bir fırsatır..
Ramazan, Allah’a (c.c.) karşı olan aczimizi ve fakrımızı bilebilmenin vakti,zamanıdır…

Bu kutlu ay vesilesiyle, Cenab-ı Hak ümmet-i Muhammedi mağfiret buyursun ve bizlere rahmetiyle muamele etsin. Ramazanınız mübarek olsun.
Selâm ve Duâ ile..
 

Gönül sızım

Özel Kardeşimiz
Yönetici
Süper Mod
Moderatör
Katılım
26 Temmuz 2011
Mesajlar
19,432
Tepkime puanı
185
Hoşgeldin Ya Şehr-i Ramazan...
Ramazan ve oruç...
Rahman ve Rahim olan Rabbimize sayısız
hamd ü senalar olsun ki, biz âciz, zayıf ve fakir kullarını evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennemden kurtuluş ayı olan mübarek şehr-i Ramazan'a kavuşturdu.
Mü'min ve Müslüman olarak Allah emrettiği için oruç tutuyoruz. Oruç tutmanın hem dünya, hem âhiretimiz için pek çok faydası ve hikmeti vardır. Orucun nefsin terbiyesine bakan hikmetlerinden bâzılarını sizlere arzetmek istiyorum. Şöyle ki:

Nefis insanı daima kötü şeylere sevkeder. Kötülükleri yapmak ister. Kendini hür ve serbest telâkki eder. Hatta mevhum bir Rububiyet ve keyfe mâyeşâ (istediği gibi) hareketi fıtrî olarak arzu eder. Bu dünyada Allah'ın nimetleriyle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Helâl ve haramı seçmeden hayvan gibi yutmak, sınırsız hürriyet içinde yaşamak ister. Böyle bir nefs-i emmâre herkeste bulunur.

İşte bu nefsi oruçla terbiye etmek lâzımdır. Ramazan-ı Şerifte en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki: Kendisi mâlik değil, memlûktur. Mal ve mülk Allah'ındır. İnsan Allah'ın eseri, O'nun mülkü, kulu ve köiesidir. Hür değil, istediği gibi hareket edemez. Emrolunmazsa en âdî ve en rahat şeyi de yapamaz. Elini suya uzatamaz.

İnsanın nefsi oruç tutarken anlar ki, hakikî vazifesi şükürdür. Hak'tan gelen emirleri dinlemek ve itaat etmektir.

Sevgili Peygamberimiz (sav) hadîs-i şerifte bizi îkaz ediyor: "Senin en zararlı düşmanın nefsindir."

Evet, herkes nefsini ıslâha ve terbiyeye muhtaçtır. Nefis Kur'ân terbiyesi ve oruç gibi ibadetlerle ıslâh ve irşad edilmezse, kendi keyfine bırakılırsa, insanın dünya ve âhiret hayatını harap eder.

Nefis ateş gibidir. Islâh edilirse faydalı olur, hizmet eder. Serbest bırakılırsa en zararlı düşman olur.

Ramazan'da oruç tutan bir insanın nefsi anlar ki: Zayıftır, âcizdir, fakirdir, zevale mâruz, belâ ve musibetlere hedeftir, çabuk bozulur ve dağılır et ve kemikten ibarettir. Ayaksız bir yılana, gözsüz bir akrebe mağluptur, başıboş değildir, vazifeli bir memurdur.

Oruç, namaz, zekât, hac gibi çok mühim vazifeleri vardır. Açlık vasıtasıyla midesini düşünür, ihtiyacını anlar, zayıf vücudunun ne kadar çürük olduğunu hatırlar, ne derece Allah'ın merhamet ve şefkatine muhtaç olduğunu idrâk eder.

Nefis Fir'avun'luğunu bırakır, benlik ve gururdan vazgeçer, kemal-i acz ve fakr ile Allah'ın dergâhına sığınma ihtiyacı hisseder. Manevî bir şükürle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır.

Oruç tutan nefis, perhize alışır, riyazete çalışır, emir dinlemeyi öğrenir, helâl yemek ve içmeyi terkettiğinden haramı bırakır, akıl ve şeriattan gelen emirleri dinleme kabiliyeti gelişir. Manevî hayatını tehlikeden kurtarmış olur.

Oruç Fahr-i Kâinat (sav) Efendimiz'in haber verdiği gibi koruyucu bir kalkandır. Dünyada günahlardan, âhirette cehennem azabından koruyan bir kalkan... Ne mutlu oruç tutan Müslümanlara!

Ramazan-ı Şerifteki oruç doğrudan doğruya nefsin Fir'avun'luk cephesine darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gösterir, abd olduğunu bildirir.

Hadisin rivayetlerinde vardır ki:

Cenab-ı Hak nefse demiş: "Ben neyim, sen nesin?"

Nefis demiş: "Ben benim, sen sensin!"

Azap vermiş, cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: "Ene ene, ente ente!"

Hangi nevi azabı vermiş, enaniyetten vazgeçmemiş. Sonra açlıkla azap vermiş, yâni aç bırakmış, yine sormuş: "Men ene ve mâ ente?"

Nefis demiş: "Ente Rabbirrahîm ve ene abdüke'l-âciz!"

Yâni: "Sen benim Rabb-i Rahîm'imsin, ben senin âciz bir kulunum!"

Bu hadîs-i şeriften anlaşılıyor ki:
Orucun farz olmasının mühim bir sebebi ve hikmeti, nefsin terbiye ve ıslâh edilmesidir. Nefsini ıslâh etmeyen, başkasını ıslâh edemez! Geliniz işe nefsimizden başlayalım, vesselam
?
 
Üst Alt