- Katılım
- 10 Haziran 2011
- Mesajlar
- 709
- Tepkime puanı
- 42
Kalbin Önemi
Helâk edici şeylerin izahına başlamadan önce, bir neb*ze kalb üzerinde durmak, onun sıfat ve ahlâkını anlatmak, kalb riyazeti ve tezkiyesinin nasıl olduğunu açıklamakta yarar vardır.
Bil ki, insanın şerefi ve onu diğer hayvanlardan üstün kılan vasfı, Allah Teâlâ'yı tanıma yeteneğine sahip olmasıdır.
Allah Teâlâ'yı tanımak, yani, marifetullah, dünyada onun (insanın) güzelliği, mükemmelliği ve iftihar vesilesi*dir; ahirette de, onun sermayesi, güvencesi ve saadet vesi*lesidir. Allah Teâlâ'yı tanımanın yeri ise kalptir. Ayrıca, uzuvlarla icrâ edilen ibadetler ve yapılan iyilikler kalbin dışarıya yansıyan nurları; uzuvlarla işlenen günahlar ve yapılan kötülükler de onun açığa çıkan karanlıklarıdır. Bundan dolayı Allah Rasûlü (as), "Kalb salâh bulduğu zaman bütün vücut (yani, vücuda bağlı or*ganlar) da salâh bulur; kalb bozulduğu zaman bütün vücut da bozulur." buyurmuştur.
İnsan kendi kalbini bilirse kendini bilir, kendini bilince de Rabbini bilir. Bunun aksine, o kendi kalbini bilmediği zaman kendini bilmez, kendini bilmeyince de Rabbini bil*mez. Fakat, insanların çoğu kalplerini bilmezler. "Allah Teâlâ, bunlarla kalplerinin arasına girmiştir." (Enfâl, 24)
Allah Teâlâ, bir insanla onun kalbi arasına girerse, o in*san kalbini murâkabe etmek (gözetlemek), içindeki iyi ve kötü sıfat ve duyguları birbirinden ayırmak, iyi olanları besleyip kötü olanları ayıklamak işinden gâfil ve habersiz kalır. Bu insan, "Onlar Allah'ı unuttular; Allah da onlara kendi nefislerini (yani kalplerini) unutturdu." âyetinin kapsamı içine girer." (Haşr, 19)
Allah Teâlâ’nın iki parmağı arasında dönen kalptir; en yüksek meleklerin seviyesine çıkıp onların mertebesini ka*zanan veya en aşağıdaki şeytanların derecesine inip onlar*dan biri hâline gelen de kalptir.
Kalb Nedir?
Kalb ismi iki şey için kullanılır. Bunlardan birisi, göğ*sün sol yanında bulunan yumruk şeklindeki et yumağıdır. Devamlı hareket hâlinde olduğu için ona "kalb" ismi veril*miştir. Bu kalb, insanlarda bulunduğu gibi hayvanlarda da vardır. Yukarıda önemini belirttiğimiz kalb bu değildir. Diğeri ise, insanın his ve idrâk kaynağı olan manevî (görünmez) bir latife'dir. Bu latife, onun his ve duygularını, düşünce ve fikirlerini üretir. Bu latifenin verdiği sinyallerle hem göğüsteki kalb, hem de baştaki dimağ çalışır. Bu latife insanın özü ve hakikatidir. Allah Teâlâ tarafından muhatap ve mükellef tutulan, iyi olduğu zaman mükâfatlandırılan, kötü olduğu zaman da cezalandırılan bu latifedir. Bu latife, değişik etkiler altında çabuk döndüğü, iyiyken kötü, kötü iken iyi olabildiği için ona da "kalb" ismi verilmiştir. Bu kalb ruhtur veya ruhun terkibindeki en önemli unsurdur. Ruhun mahiyeti ise meçhuldür. Allah Teâlâ, Peygamberi*mize hitaben şöyle buyurmuştur: "Sana ruhun ne olduğu*nu soruyorlar. De ki: Ruh Rabbimin bir emridir. Size bu konuda az bilgi verilmiştir." (İsrâ, 85)
Ruha nefis de denir. Allah Teâlâ, ruh mânasındaki nef*si üç kısma ayırmıştır. Bunlardan birincisi "mutmeinne" olan nefistir. Bu nefis, yani ruh, iman konusunda şüphe ve tereddüdlerden arınmış, Allah Teâlâ'ya tam teslim olmuş ve bu teslimiyette huzur ve istikrar bulmuştur. Bu nefse, yani ruha ölüm anında ve mahşer gününde (ve ihtimal, verâ'ya kulak verildiği her an) Allah Teâlâ’nın hitabı şöyledir: "Ey mutmeinne olan nefis! Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir hâlde Rabbine dön; Benim seçkin kullarımın arasına gir ve cennetime dahil ol." (Fecr, 28) İkincisi "levvâme" olan nefistir. Bu nefis, yani ruh, kusurları olduğu zaman onları görür ve onlardan dolayı kendi kendisini azarlayıp kötüler. Allah Teâlâ bu nefisle kasem etmiştir. Bu da bu nefsin ola*bilen kusurlarına rağmen, Allah Teâlâ yanında değerli ol*duğunu gösterir. Üçüncüsü de "emmâre" olan nefistir. Bu nefis, ilk iki nefsin zıddı olan bir nefistir. Bu nefis cehen*nem ehlinin nefsidir. Özelliği ise, mümkün oldukça inkâr etmek, bu mümkün olmadığı zaman da şüphe etmek, hep kötülük yapmak, kötülüğü sevmek ve bundan dolayı hiç pişmanlık duymamaktır. Terbiye ve eğitim dilinde nefis; haram şehvet, haksız kızgınlık, hırs, kibir gibi kötü duygu*lar için de kullanılır.
Allah Rasûlü’nün "Senin baş düşmanın içindeki nef*sindir." hadisindeki nefis kelimesinden bu kötü duygular kasdedilmiştir.
Bahsimizin konusu olan kalb, göğüsteki kalb yumağı olmamakla birlikte, onunla sıkı münasebet halindedir. Bu münasebet, tıpkı ışığın fanus ve ampule olan münasebeti gibidir. Çünkü, maddî kalb manevî olan kalbin bu şekilde bir kılıfı ve zarfıdır.
Kur'ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde kalb, ruh, nefis ve akıl kelimeleri ayrı şeyler için de, bir tek şey için de kulla*nılmışlardır. Bu tek şey ise, his ve bilgi kaynağı olan, Allah Teâlâ’nın marifet ve muhabbetini kazanabilen manevî bir latifedir.
Bu manevî latife olan kalb, vücutta sultan durumundadır. O düşünür, duyar, karar verir, emreder; vücudun mad*dî ve manevî uzuvları da onun asker ve memurları olarak ona itâat eder ve emirlerini uygularlar. Bunların ona itaatleri, muhalefetsiz, isyansız ve mutlaktır. Bu itâat, bir yönüyle meleklerin Allah Teâlâ'ya mutlak ve kusursuz itaatleri gibi*dir. Allah Teâlâ, meleklerin kendisine itâat etmeleri konu*sunda şöyle buyurmuştur: "Onlar Allah'a karşı gelmez ve emredilen işleri yaparlar." (Tahrim, 6) İki itâat arasındaki fark ise şu*dur: Melekler, Allah Teâlâ'ya şuurlu bir şekilde, isteyerek ve lezzet duyarak itâat ederler. Vücut organları ise, kalbin emirlerini mekanik olarak yerine getirirler. Onun için, bu organların fiil ve hareketlerindeki sorumluluk kalbe aittir. Bunlar yüzünden mükâfat veya cezâ gören kalptir.
Kalbin Allah Teâlâ'ya kulluk etmek gibi, vücudu koru*mak görevi de vardır. Bu görevi yapması için de ona iki duygu verilmiştir. Bunlar, şehvet ve gazap duygularıdır. Kalb şehvet duygusuyla, vücudun muhtaç olduğu şeyleri alır; gazap duygusu ile de ona zarar veren şerleri defeder. Fakat o (kalb), şeytanın telkinlerine uyduğu zaman, bu iki duyguyu gayr-i meşru ve dolayısıyla vücuda da zarar ve*ren işlerde kullanır. Böylece, Allah Teâlâ tarafından hayır için yaratılan şehvet ve gazap duyguları, kalb tarafından şerre âlet edilmiş ve şer hâline getirilmiş olur. Nitekim, ço*ğu insanlarda görülen durum da budur. Bu insanların kalpleri, şehvet ve gazaplarına ilim ve hikmet ışığında yön veren ve onları yaratılış maksatlarına uygun olarak kulla*nan hâkim ve âmir durumundan çıkmış, onların elinde ve emrinde esir ve her istediklerine uyan hizmetçi hâline gel*miştir. Allah Teâlâ, bu insanların durumunu şöyle açıkla*mıştır: "Kötü duygularını (şehvet ve gazaplarını) ilâh hâli*ne getirenleri görüp şaşmaz mısın? Allah bunları müstahak oldukları şekilde yoldan çıkarmış, kulak ve kalplerini mühürlemiş ve gözlerinin üzerine perde indirmiştir. Artık, Al*lah dilemedikçe bunları kim doğru yola getirebilir?" (Câsiye, 23), "Kötü duygularını ilâh hâline getirenleri görüp hayret et*mez misin? Böylelerini sen mi ıslâh edeceksin? Sen bunla*rın çoğunun söz dinlediklerini veya doğruyu bulmak için düşündüklerini mi sanıyorsun? Bunlar hayvanlar gi*bidirler. Hatta hayvanlardan daha idraksiz ve derinliksizdirler." (Furkan, 44), "Kalplerini bizi anmaktan gâfil kıldığımız, kö*tü duygularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimselere boyun eğme." (Kehf, 28), "Kötü duygularına şuursuzca uymakta köpek gibidirler. Onları uyarsan da, uyarmasan da bunda ısrarlıdırlar. Ayetlerimize iman etmeyenlerin durumları budur. Bunu anlat da ibret alanlar bulunabilir." (A'râf, 176)
Kalbin Misâlleri
Kalbin vücuttaki fonksiyonunu daha iyi anlamak için şu misâller verilebilir:
1- Vücut saray, kalb efendi, akıl danışman, şehvet aşçı, gazap duygusu koruma memurudur. Efendi akla danışıp şehvet ve gazabı buna göre yönetirse, işler düzen bulur, sa*raya huzur ve mutluluk gelir. Fakat o, aklı çiğneyip şehve*ti dinler veya gazaba uyarsa işler karışır, huzur ve mutlu*luk kaybolur.
2- Vücut memleket, kalb sultan, akıl vezir, şehvet ve garaz birer düşmandır. Kalb akla danışıp ona göre bu düş*manlara karşı tavır ve tedbir alırsa, saltanatı devam eder. Fakat o, veziri dinlemez, düşmanların sözüne uyarsa, bun*ların tuzağına düşer, taç ve tahtı elden gider, hayatını da kurtaramaz.
3- Kalb avcı, akıl at, şehvet köpek, gazap silâhtır. Kalb akla binip köpek ve silâha hâkim olursa, avlanır ve selâ*metle döner. Fakat, akıl atı yerine şehvet köpeğine biner veya gazap silâhını dikkatsiz kullanırsa maskara olur ve kaza çıkarır; ihtimal, kendi kendini vurur.
Kalbin Özellikleri
İnsan kalbinin hayvanlarda bulunmayan iki özelliği vardır. Bunlar nazarî bilgiler edinme kabiliyeti ve bu ilim*lere göre karar verip hareket etme yeteneğidir. Kalbin bu özellikleri sayesinde insan, faydalı ve zararlı şeyleri taraf*sız bir şekilde birbirinden ayırma ve şehvetle gazap duy*gularına rağmen faydalı olan şeyleri yapma imkânına sa*hiptir. Bu özellikler insanda güçlendikçe, bu güzel sonuçlar da o ölçüde bâriz ve belirgin hâle gelirler. Fakat, bu özellik ve yetenekler gelişmezse, sonuçlar da karışık veya bütü*nüyle ters olurlar.
Nazarî ilimleri kazanmanın yolu tahsil ve tecrübedir. Tahsil ve tecrübe konularında ise insanlar çok farklı seviye*lerdedirler. Bu sebeple, onların bilgi birikimleri, doğru ve yanlışı ayırma yetenekleri ve doğruya uyma istek ve karar*lıkları çok farklıdır. Onların Allah Teâlâ'ya yakınlıkları da bu farklıklara göredir. Çünkü Allah Teâlâ'ya yakın olmak, O'nu tanımaya, sevmeye ve emirlerine uymaya vesile olan ilimleri tahsil etmek ve bu ilimleri tatbik ederek O'nun rı*zasını kazandıran iş ve amelleri yapmak şeklindedir. Me*kân ve mesafe itibarıyla Allah Teâlâ'ya yakın olmak veya O'ndan uzak bulunmak ise mümkün değildir. Bu cihetten en iyi insanlarla en kötü insanlar aynı seviyededirler. Bu hakikati bildiren ayet-i kerimelerde Allah Teâlâ şöyle bu*yurmuştur: "Siz nerede olursanız Allah da sizin*le beraberdir." (Hadid, 4), "Biz insanlara şah da*marlarından daha yakınız." (Kaf, 16)
Peygamberlerin bilgi edinme yolu ise vahiydir. Onlar tahsil ve tecrübeye muhtaç olmaksızın vahiy yoluyla ge*rekli olan bütün bilgileri kazanırlar. Vahyin bir gölgesi du*rumunda olan keşif ve ilham yoluyla da bazı bilgileri elde etmek mümkündür. Vahiy gibi, keşif ve ilham da Allah Teâlâ’nın çok çeşitli olan rahmetinin bir tecellîsidir. Kendisi rahmeti hakkında şöyle buyurmuştur: "Allah’ın kendi kul*larına açtığı rahmeti kimse tutup hapsedemez." (Fâtir, 2)
Keşif ve ilhama mazhar olmak herkes için mümkün*dür. Ancak bundan fiilen yalnızca kalplerini ilâhî esintilere açanlar yararlanabilirler. Kalbi bu esintilere açmak ise, onu kötü huy ve amelden hâsıl olan bulanıklık ve kirlilikten te*mizlemek demektir.
Kalb kap gibidir. Kap bir şeyle dolu ise, ona başka bir şey girmediği gibi, kalb de kötü fikir ve duygularla dolu iken, ona iyi fikirler ve temiz duygular girmez. Bundan do*layıdır ki, kalpleri kötü şeylerle dolu olanlar, iyi şeylere karşı kör, sağır ve duyarsız olurlar. Bu sebeple, kalbi yara*tılış hâlindeki temizlik üstünde muhafaza etmek, bu müm*kün değilse, kirler ve çamurlar sıçradıkça tevbe edip piş*manlık duyarak onu tekrar temizlemek lâzımdır. Buna işaret eden bir âyette, "Kalbini temizleyen iflâh olur. Onu kir*leten ise helâk olur." (Şems, 9, 10) buyurulmuştur.
Kalb, bir anlamda da mide gibidir. Mideyi zararlı ve zehirli şeylerden korumak ve yanlış bir şey yenilip yutulmuşsa onu hemen yıkayıp temizlemek gerektiği gibi, kalbe karşı da bu şekilde davranmak gereklidir.
Özellikler, varlıkların kimlik ve hüviyetleridir. Bu se*beple, özelliklerini kaybeden varlıklar, kimlik ve hüviyetle*rini kaybeder ve daha alt bir sınıfa düşerler. Meselâ, atı eşekten ayıran ve bundan üstün kılan özellikleri, onun da*ha çok koşması, manevra kabiliyetinin bulunması ve kişnemesidir. Bu sebeple, bir at, bu özelliklerini kaybettiği za*man, eşek derecesine iner, hatta ondan daha değersiz ve kıymetsiz bir hâle gelir. Çünkü, bu at eşeğin özelliklerine de tam sahip değildir. Tıpkı bunun gibi, insanı da diğer varlıklardan ayıran ve üstün kılan özellikleri, onun ilim öğ*renmesi ve öğrendiği ilmi uygulama iradesinin bulunmasıdır. Bu itibarla, bir insan ilim öğrenmez veya ilmi kullanma iradesini göstermezse, o insan hayvan derecesine iner ve sonradan olma bir hayvan olduğu için de soylu hayvanlar*dan daha aşağı olur.
İlimlerin en iyisi, Allah Teâlâ'yı tanımak, O'nun sıfat ve fiillerini, büyüklük ve yüceliğini ve bunların delillerini bil*mektir. İnsan, bu bilgi ile kemâl bulur, mükemmelleşir ve Allah Teâlâ'ya yakın olma ve cennete girme liyâkatini kaza*nır. Bu bilgi, melekleri de yüceltmiştir.
İlimlerin en kötüsü ise, şeytanî bilgilerdir. Bu bilgiler, insanı mükemmelleştirmez ve şereflendirmezler. Aksine, onu alçaltıp şeytanların seviyesine indirirler. Küfür ve inkâr yollarını bilmek, hile yöntemlerini bilmek, günahların çeşit*lerini bilmek bu bilgilerdendir. Bu bilgiler, sahibinin cehâle*tini arttıran ve onun fıtrî meziyetlerini de bozan unsurlar*dır. Bu bilgilerle yükselmek ve kurtulmak mümkün olsay*dı, bunları en iyi bilen şeytanlar yükselir, dünya ve ahirette lanete uğramaktan ve taşlanmaktan kurtulurlardı.
Bu iki ilim türleri yanında, ne iyi, ne de hadd-i zatında kötü olmayan faydasız ilimler vardır. Ancak tahsilinin za*man alması, zihin dağarcığında yer kaplaması ve insanı bir şey bilir zannına kaptırması sebebiyle, bu ilimler de sonuç*ta kötü ilimler sınıfına dahil olurlar. (Zamanımızda insanların büyük kısmı, bu faydasız, sonuçta da zararlı hâle ge*len ilimlerle oyalanmaktadırlar. Dedikodularla dolu gaze*teleri okumak, laf ve güzaftan öteye geçmeyen televizyon programlarını seyretmek, bu insanları dünya ve âhiretlerine yarayan gerçek ilimleri tahsil etmekten ve sâlih amel iş*leyip ahirete hazırlanmaktan alıkoymuştur.)
Allah Rasûlü (as), Allah Teâlâ'dan faydalı ilimler istemiş, faydasız ilimlerden ise O'na sığın*mıştır. Faydalı ilimler kalbi nurlandırıp aydınlatır; duygu*ları da terbiye ve ıslah eder. Faydasız ilimler ise kalbi karar*tır, duyguları da bozup kötüleştirir. Allah Teâlâ, bir kısım müminlerin kalplerini içinde fanus yanan bir pencereye, bir kısmının da kalplerini bizzat yanan fanusa benzetmiş, (Nur, 35) kâfirlerin kalplerini ise, gece karanlığında dalgalanan fırtı*nalı bir denizin dehşetli hâli gibi göstermiştir. (Nur, 40)
Allah Rasûlü (as) şöyle buyurmuş*tur: "Müminin kalbi lekesizdir, içinde yanan bir ışık vardır. Kâfirin kalbi ise simsiyahtır ve baş aşağıdır." (Ahmed, Taberanî)
Hz. Ali (ra) şunu söylemiştir: "Allah Teâlâ’nın sevdiği kalb, şefkatte çok yufka ve ince, yakîn ve imanda çok safi, açık ve net, dindarlıkta çok sebatlı, daya*nıklı ve kuvvetli olan kalptir."
Kalbin Sıfatları
Bil ki, kalbin dört sıfatı vardır. Bunlar şehvet (istemek, arzu duymak), gazap (kızmak, saldırmak), kibirlenmek ve bilmektir. İnsan kalbinde toplanan bu sıfatlardan her biri tek başına bir mahluk türünün öz yapısı ve özelliğidir. Bunlardan şehvet domuzun belirleyici huyu ve sıfattır; ga*zap yırtıcı hayvanların, kibirlenmek şeytanın, bilmek ise meleklerin ayırıcı huyları ve sıfatlarıdır. Bu sebeple, bir kalpte bu huy ve sıfatlardan hangisi ağır basar ve ileri gi*derse, o kalbin sahibi bu sıfatın kendisi için zat ve öz oldu*ğu mahluk türüne yaklaşır ve kendisinde bu mahluk türü*nün ahlâk ve amelleri ortaya çıkar. Bu böyle olduğu için, bir kalb helâl ve haram ayırımı yapmadan ve ölçü, sınır ta*nımadan hep istemek huyunda olursa, onun sahibi obur*lukta meşhur olan domuz türüne dahil olur. Kalb, haksız kızgınlık ve yırtıcılık huyunda olursa, sahibi bu sıfatta meşhur olan köpek, yılan, akrep gibi yırtıcıların sınıfına dahil olur. Kalb, kibir ve enâniyet huyunda olursa, sahibi şeytan kısmına girer. Kalb ilim ve marifet kazanma huyun*da olursa, sahibi melekler mertebesine çıkar, meleklere mahsus faziletler ve olgunluklar kazanır ve kendisinde Al*lah Teâlâ'ya zevk ve iştiyak içinde kulluk ve ibadet etme meyli gelişir.
Mahlukların hakikatleri onların şekil ve suretleri değil, huy ve ruhî özellikleridir. Bu sebeple, örneğin domuz, bili*nen şekliyle değil, şehvet ve oburluğuyla domuzdur; men*fur ve iğrenç olması da bu yüzdendir. Köpek de şekli, et ve kemiğiyle değil, yırtıcılığı, hasisliği ve dalkavukluğuyla köpektir. Şeytan ve melek de, maddî varlıklar olmamak yö*nüyle birbirine benzerler. Onları ayıran yön ise meleklik ve şeytanlık huylarıdır. Bu huy meleğin hayrı sevmesi ve ona hizmet etmesi, şeytanın ise şerre mübtelâ olması ve şer için çalışmasıdır. Hâl bu olunca, şekil ve sureti farklı olmakla birlikte, insan huy, ruh ve öz itibarıyla geçen varlıklardan hangisine benzerse, hakikatte o taifedendir. Bundan dolayı, kıyâmet gününde bir kısım insanlar bir kısım hayvanların suretinde haşrolunurlar.
Rüya ve uyanıklık hâlindeki keşiflerde de, insan şeh*veti köpek, onun gazabı domuz, kibir ve enâniyeti şeytan suretinde görünür. Kalb ilâhî marifet kazanıp ibadetlerden destek ve kuvvet alırsa, bu huy ve duygularını da değişti*rir veya hiç olmazsa kendisini onların şerrinden korur.
Kâfir ve fâsıkların kalpleri ise, bu hayvan menşeli huy ve duygulara boyun eğip teslim olur. Bu sebeple, bu insan*lar hayvanî hislerini ilâh derecesine çıkarır ve gece gündüz onların tatmini için çalışırlar. Bunu yaptıkça da küçülürler. Çünkü, abid (ibadet eden) her zaman mabud'tan (ibadet edilenden) aşağıdır. Bu duruma göre, mabudu köpek, do*muz ve şeytan olan insanlar, bu iğrenç ve değersiz varlık*lardan daha iğrenç ve değersiz olurlar. Kur'ân-ı Kerim'de*ki, "Onlar hayvanlar gibidirler ve hatta daha âdidirler." (A'râf, 179) âyeti de bu mânaya işaret etmiştir.
Kalplerin huzur ve itmi'nan bulması, Allah Teâlâ'yı çokça zikretmekledir. Kur'ân-ı Kerim'de, "Gerçektir ki, kalpler Allah'ı zikretmek ve anmakla itmi'nan bulurlar." (Ra'd, 28) buyurulmuştur. Kalplerin kararıp mühürlenmesi ise, gü*nah ve kötülük işlemekledir.
Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "Hayır! Ka*zandıkları günahlar kalplerine paslı kılıf olmuştur." (Mutaffifîn, 14)
"Biz, onların kalplerini günahlarıyla mühürleyince onlar artık duymazlar." (A'râf, 100), "Allah onların kalplerini mühürlemiş de bu yüzden anlamazlar." (Tevbe, 93)
Kalplerin üzerindeki karanlık ve mührün açılması ve sahiplerinin gerçekleri duyar ve anlar hâle gelmeleri ise, takva sayesindedir. Onun için Kur'ân-ı Kerim'de şöyle bu*yurulmuştur:
"Allah'a karşı takva hâlinde olun ve O'nu dinleyin." (Mâide, 108), "Allah'a karşı takva hâlinde olun ki, Allah size (gerçekleri) öğretsin." (Bakara, 282)
Allah Rasûlü (as) şunları söylemiş*tir: "Kul bir günah işlediği zaman, kalbinde siyah bir leke oluşur. Eğer ondan vazgeçip tevbe ederse, leke silinir. Aksi takdirde o giderek çoğalır ve bütün kalbi istilâ eder.", "Müminin kalbi lekesizdir, içinde parlayan bir ışık vardır. Kâfirin kalbi ise simsiyahtır ve baş aşağıdır.", "Allah bir ku*luna iyilik irade ederse, onun kalbine bir vaiz yerleştirir." (Ed-Deylemî/Musnedul-Firdevs)
Günahların kirleriyle karanlık içinde kalan kalb, uzağı göremeyen zayıf göz gibi, ahireti görmez; görmeyince dü*şünmez; düşünmeyince de özlemez. Ahiret inancından meydana gelen boşluğu da dünya ile doldurmaya kalkar. Fakat dünya küçüktür, ahiretin yerini tutmaz. Bu sebeple de, dünyayı hayâlinde şişirip büyütür. İşi böylece hallettiğini zannettikten sonra da artık yapılan nasihat ve uyarıla*rı dinlemez ve hatta hayâlinin yıkılmaması için bunlardan şiddetle çekinir ve onlara kötü tepki gösterir. İbretli hâdise*ler de artık bu kalbi etkilemez ve ona anlamlı gelmezler. Te*sadüf fikri onun tutunduğu daldır. "Bu da geçer!" tesellisi de onun koltuk değneğidir.
Alıntı